Kayıt Ol

Gemileri Yakmak

Çevrimdışı cemaziyel

  • **
  • 100
  • Rom: 6
    • Profili Görüntüle
Ynt: Gemileri Yakmak
« Yanıtla #30 : 22 Kasım 2012, 10:38:11 »
Okuduğunuz için teşekkürler... Tavsiyeleriniz okumayı bekliyorum :)
Ne evvel ne de ahir...

Çevrimdışı Gülbüyüsü

  • **
  • 84
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Gemileri Yakmak
« Yanıtla #31 : 07 Şubat 2013, 20:26:47 »
Henüz 1. ve 2. bölümü okumaya vaktim oldu; gerçek tarihten faydalanılan bir hikayenin bu denli ustaca ve cezbedici anlatımından dolayı tebrik ederim. Bir tarih sever olarak El-Hamra gibi bir harikanın olduğu topraklardan sıcak bir esinti gibiydi yazınız. Devamınıda okuduğumda düşüncelerimi aktarmaya devam edeceğim.
Kim olduğunu unutursan, olmaman gereken kişiye dönüşürsün.

Çevrimdışı Gülbüyüsü

  • **
  • 84
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Gemileri Yakmak
« Yanıtla #32 : 22 Şubat 2013, 02:19:28 »
Ben okumaya devam ediyorum ama siz yazmaya devam edecekmisiniz birde onu öğreneyim. Tarihi ayrıntıları kağıda dökmek zordur helede sıkıcı olmadan. Bunu başarabilen birinin yazmaya devam etmesi gerektiğini düşünüyorum. Ben okumayı bitirmeden devam etmeye başlarmısınız acaba :uhe
Kim olduğunu unutursan, olmaman gereken kişiye dönüşürsün.

Çevrimdışı cemaziyel

  • **
  • 100
  • Rom: 6
    • Profili Görüntüle
Ynt: Gemileri Yakmak
« Yanıtla #33 : 22 Şubat 2013, 10:02:34 »
Çok teşekkür ederim :) aslında devamını yazıyorum fakat bu aralar çok yoğun bir dönemdeyim bir türlü bölümü tamamlamayı başaramadım...
Ne evvel ne de ahir...

Çevrimdışı cemaziyel

  • **
  • 100
  • Rom: 6
    • Profili Görüntüle
Ynt: Gemileri Yakmak
« Yanıtla #34 : 26 Şubat 2013, 00:02:24 »
MASAL

Yaktıkları ateşin şavkı yüzlerine vururken birbirlerini hiç tanımadan ölesiye bağlanan bu yedi kişi çam ormanının kokusunu içlerine çekerek yanlarında taşıdıkları yiyecekleri paylaşıyorlardı. Ormandan daha ziyade kayalık olan bölge, onların saklanmak ve barınmak için daha uygun bir ortam hazırlamalarına yardımcı oluyordu. Fakat yine de tetikte olmalıydılar; zira bu ormanın muhafazasına ihtiyacı olan tek topluluk onlar olmayabilirdiler.

Biraz pastırma, biraz yulaf ekmeği, biraz da medrese mutfağından aşırdıkları helvanın yanı sıra büyücünün çevredeki otlardan yenilebilir durumda olanları getirmesiyle yedi kişiyi doyurabilecek zengin bir sofra kurmayı başarmışlardı. Topluluk genel olarak daha sonrasını düşünerek yemeklerin yolculuğun devamına yetmesi için azar azar yese de bu durum iki kişinin pek de umurunda değilmiş gibi görünüyordu. Yıllardan beri ramazan haricinde bu kadar açlığa tahammül etmemiş olan hekim etin at eti olduğunu öğrenince ota ve ekmeğe vermişti kendini. Helvaya kimsenin ulaşması mümkün olmuyordu; çünkü hayatında ilk defa şekerle tanışan Viking’in onu hiçbiriyle paylaşmaya niyeti yok gibi görünüyordu. Yalnızca dirilen adam için biraz koparabilmişlerdi.

Rengi hala solgun olsa da onlarla birlikte sofrada olmayı tercih etmişti. Begüm, O’nun için Hekim’in özel olarak etraftan topladığı otlardan yaptığı iğrenç çorbayı içiriyor, arada bir de ağzı tatlansın diye helvadan bir parça veriyordu. Anlaşılan at üstünde gelirlerken olan biten her şeyi anlatmıştı eşi. Çorbadan aldığı her yudumu ağzının içinde çevirirken ekibe yeni katılan iki kişiyi kuşku dolu gözlerle seyrediyordu.

Yiyecekler azaldıkça konuşmalar artıyordu. Başlangıçta uzanamayacakları şeyleri istemekten ibaret olan sesler gittikçe yerini koyu bir muhabbete bırakıyordu.

“Düşünebiliyor musunuz?” dedi Gianni. “Dün akşam yola devam edebileceğimize dair hiç umudumuz yoktu. Kucağımızda bir cesetle bir söylentinin peşinden buraya kadar geldik. Ama bugün –tabi ki benim dualarım ve yakarışlarımın yardımıyla- ölümden dönen arkadaşımız sayesinde bir umudumuz var. Umuda!” Yanında bunu kutlamak için şarap olmamasına söylenerek elindeki su dolu domuz derisi matarayı havaya kaldırdı.

“Küçük kokarca doğru söylüyor.” Onaylama Arap’tan gelmişti. Bu âdeti pek onaylamasa da o da elindeki matarayı kaldırdı.

“Ben bunu bize yaptıranın umutsuzluk olduğunu sanıyorum oysa.” Herkes Âlim derken Hekim’in Cafer demeyi tercih ettiği adam, dikkatleri üzerine çekmişti. Zaten pek az konuştuğundan ondan bir ses çıktığında herkes pür dikkat onu dinliyordu.

Bir açıklama gelmeyince Viking ağzına tepiştirdiği helvaları diliyle kenara sıkıştırıp konuşmayı başardı. “Yani sence umudumuz olmasa daha mı iyiydi?”

Ona bakıp sıcak bir tebessüm gönderdikten sonra devam etti konuşmaya Cafer. “Hayır, hayır. Umut istikrardır. İnsanın yemeden, içmeden bile çok ihtiyaç duyduğu bir şeydir. Benim demek istediğim bize bu yaptıklarımızı yaptıran umutsuzluktu. Ya da umuda ulaşma çabası…”

“Doğru!” dedi Hekim ağzındaki lokmasını bitirmeden. “Ne demek istediğini anlayabiliyorum dostum. Hatta aklıma eski zamanlardan kalma bir masalı getirdi sözlerin.

“İnsanların Marduk denen bir uydurma İlah’a taptığı zamanlarda, bizim bilmediğimiz bir dili konuşan bir ülke varmış. Bu ülkenin insancıkları zalim bir emirin buyruğu altında eziyet çeker dururlarmış.  Bu zalimin korktuğu tek şey varmış, o da ölümmüş. Yüzlerce savaşçıyı, kahramanı Ab-ı Hayat’ı bulmaları için dünyanın dört tarafına göndermişse de gidenler geri dönememiş. Dönenlerin de başarısızlıklarından dolayı kafaları kesilmiş. Derken bir büyücü çıkagelmiş Emir’in huzuruna. ‘Ölümsüzlük için Ab-ı Hayat’a ihtiyacın yok. Benim yapacağım büyüyle ne ölüm ne de ihtiyarlık bükebilir bileğini.’ demiş.”

“Öyle bir büyü yok. Kimi kandırıyorsun sen?” Büyücü maharetiyle ilgili olan masalı ciddiye alıp araya girmişti.

“Masal bu, masal… Hiç mi dinlemedin çocukluğunda?”

“Çocuk oyunlarıyla mı vakit kaybedeceğiz?”

“Bırakın anlatsın!” belli ki ölümden dönen adamın hoşuna gitmişti masal. Henüz ancak hırıltıyla konuşabiliyordu fakat dün hiç nefes almadığı göz önüne alındığında bu bile büyük bir gelişmeydi. Daha önce hiç insan diriltmemiş olan Hekim de bu gelişimi heyecanla seyrediyordu. Tabi ekibin esas liderinden aldığı cesaretle hikâyesini de yarım bırakmadı:

“Emir bu büyücünün isteklerini derhal yerine getirmiş. Ölümsüzlük büyüsü yapılmış. Fakat büyücü tılsımı yapmadan evvel bir şeyi söylemeyi unutmuş. Büyünün daim kalabilmesi için Emir’in her dolunayda bir masumun kanını içmesi gerekliymiş. Kendisine söylenmeyen bu ayrıntıya öylesine kızmış ki Emir, ilk dolunayda içtiği ilk kan büyücünün oğlunun kanı olmuş.

“Oğlunun cansız bedenini Emir’in ayaklarının altında gören büyücü, bu canavara verdiği güçle ne büyük bir felakete sebep olduğunu anlasa da artık çok geç olmuş. Büyüyü bozmanın yollarını aramış durmuş lakin Emir’in korumaları onu bir daha sarayın yanına dahi yaklaştırmamışlar.

“Bir vakit sonra ihtiyar büyücü eline aldığı yalvacı kıldan ince, palası bilekten kalın bir kılıcı tılsımlayıp şehrin meydanındaki bir kayaya saplamış. Ahaliyi de etrafına toplamış. Demiş ki: ‘Bu belayı sizin başınıza ben açtım. Başlattığım ateş evvela benim ocağımı yaktı. Büyüyü bozmanın bir tek yolu vardır. Bu kılıç bu taştan çıkarıldığı vakit, o zalimin sonu gelecektir.’ O günden sonra hiç kimse yaşlı büyücüyü görmemiş. Fakat söyledikleri dilden dile aktarılmış.

“Memlekette kılıcı yerinden sökmeyi denemeyen bir yiğit kalmamış. Herkes Emir’i öldürebilecek tek silahın bu kılıç olduğuna inanmış. ‘Bu kılıcı yerinden sökebilen cengâver de halkın arkasında yürüyeceği yeni lider olacakmış. Emir’i ancak o öldürebilirmiş.’ Bu cümleler bire bin katılarak nesilden nesile söylene gelmiş. Buluğ çağına eren her gencin kılıcı yerinden sökmeye çalışması o diyarın geleneği olmuş. Lakin her seferinde sonuç hüsranmış. Yüzyıllar geçmiş, masumların kanını içerek hayatta kalan Emir iktidarını sürdürmüş.

“Günün birinde kara cübbesinin içinde birisi belirmiş şehir meydanında. Ahali yabancının kim olduğunu anlamaya çalışırken o usulca kılıcın olduğu yere doğru gitmiş. Bir miktar etrafında dolanmış. Sonra elini kabzeye götürmüş.”

“Eee?” Cenevizli oldukça heyecanlanmıştı. Anlatmaya devam edeceğine yarım bırakıp yemeğine devam eden Berberiye öfkeyle bakıyordu. Ağzında yemek olduğu halde anlatmaya devam etti çaresiz.

“Kılıcı ahalinin hayret dolu bakışları arasında tereyağından kıl çeker gibi saplandığı kayadan çıkarıp havaya kaldırmış. Meydana toplanan kalabalıktan sevinç nidaları yükselmiş. Herkes kahramanın kendisini tanıtmasını bekliyormuş artık. Emirin karşısına dikilip onu öldüreceği ana tanık olmak istiyorlarmış.

“Fakat onların sevincini kursaklarında bırakan bir kahkaha duymuşlar. Kılıcı elinde tutan cengâver cübbenin başlığını sıyırınca içinden tacıyla Emir’in kendisi çıkmış.”

“Hadi oradan!” Begüm de heyecanla dinliyordu onu. Bir kadından beklenmeyecek tepkiyi duyan Hekim bir an duraksadı.

“Ömrümde böyle saçma sapan masal dinlemedim ben!” diye atıldı Cenevizli aynı şekilde.

Zalim Emir’in bu hareketinden keyiflenen Viking gevrek kahkahalarını koyuvermişti bile.

“Ama daha bitirmedim ki” diye susturdu onları Hekim. “Emir kibirine hakim olamamış asırlardır süregelen efsaneyi kendi denemek istemişti. Sonunda kılıcı kendisi çekince de halkın bütün umutlarını söndürmüştü işte.

“Meydanda toplanan halk dehşet içerisinde Emir’i seyrediyordu. Hepsinin aklından geçen düşünce aynıydı. Kahraman falan yoktu. Kehanet yalandı. Yüzlerce yıl hiçbir şey yapmadan yalnızca uydurma bir kahramanın ve onun uydurma kılıcının Emir’i öldüreceğine inanmışlardı. Artık umut yoktu. Bir şeyler yapmazlarsa dedelerinin kanını içen cani, torunlarının da kanlarını içerek hayatta kalmaya devam edecekti.

“Yeni kılıcının üzerine bir baston gibi dayanıp mağrur bir şekilde kullarını seyreden Emir, kafasına gelen bir darbeyle irkildi. Kalabalığın içinden gelen bir taş alnına isabet etmişti. Bu darbe canını yakmamıştı ama onu sinirlendirmeye yetmişti. Kılıcını kaldırıp kendisine taşı atan gence doğru yöneldi. Fakat kalabalıkta bir değişiklik vardı bu kez. Her zamanki gibi kendisi ilerlerken onlar geri kaçmıyordu. Aksine üzerine geliyorlardı.

“Kılıcıyla bir tanesini biçti. Sonra ikincisini. Fakat kılıçla vurarak bitmiyorlardı. Yere düştükten sonra kılıcını kaybetti. O yere düşünce yüzlerce insan üzüme üşüşen karıncalar gibi üzerine atıldı. Yüzyıllardır ektiği vahşetin meyvelerini yiyordu şimdi.  İnsanlar çıplak elleriyle onu parçalıyor o ise hiçbir şey yapamıyordu. En büyük gücü olan ölümsüzlüğü en büyük laneti haline gelmişti. Acı çekiyor fakat ölemiyordu.

“Kalbini yerinden söktüklerinde artık bedeninde hareket edebilecek bir uzvu kalmamıştı. Hala atmakta olan kalbi taşlarla ezerek parçalayan halk özgürlüğün dayanılmaz coşkusuyla saraya hücum etti.” Saraydaki yağmalamayı anlatırken sözü yeniden kesildi Hekim’in.

“Şimdi bu büyücü yalan mı söylemiş? Neden böyle bir şey yapmış?” diye sordu Gianni.

“Hayır! Büyücü kılıç yerinden söküldüğünde Emir’in sonunun geleceğini söylemişti ve dedikleri doğru çıktı. Onun söylediklerini çarpıtan halkın kendisi olmuş.” Diye düzeltti onu Begüm.

“Çok doğru!”

“Onları Emir’in zulmünden kurtarmak için önce umut vermiş. Sonra da ellerinden almış. Çünkü insanın en güçlü olduğu an umudunu kaybettiği andır. Emir’in bir gün bu kılıcı yerinden çıkarmayı deneyeceğini biliyormuş ihtiyar.”

“Hanım efendi masalın bütün özünü çıkardı gördüğünüz gibi. Artık uyuyabilir miyiz?”

Herkes yorgunluğun ve masalın üzerine güzel bir uyku çekmek konusunda hemfikirdi. Nöbetler paylaşıldı ve ateş tazelendi. Çam kokularının ferahlığıyla Antakura kayalıklarının tatlı esintisi birleşince uykuya dalmak hiç de zor olmadı onlar için.

Spoiler: Göster
biraz gecikmeli oldu ama :)
Ne evvel ne de ahir...

Çevrimdışı mit

  • *
  • 5536
  • Rom: 96
  • Kronik Anakronik
    • Profili Görüntüle
    • Yorgun Savaşçı'nın Günlüğü
Ynt: Gemileri Yakmak
« Yanıtla #35 : 27 Şubat 2013, 17:46:37 »
Şahane bir bölüm daha... Okurken kaliteli bir romandan aldığım keyfi veren hikayelerin sayısı sınırlıdır. Bu da kesinlikle onlardan biriydi. Excalibur ve Dracula karışımı bir hikaye vardı bu kez sanki. Ya da bana öyle geldi, bilmiyorum. Ama hikaye içinde hikaye anlatma işini çok başarılı bir şekilde gerçekleştirmişsin, umutla ilgili yapılan konuşmalar ve hikayenin buradan yola çıkılarak anlatılması da kesinlikle takdire şayandı. Karakterlerin hareket ve davranışlarındaki detay da aynı çizgisini sürdürüyor ki her seferinde de dediğim gibi en çok hoşuma giden kısmı bu. Ellerine sağlık...
Jackal knows who you are,
Jackal knows where you are.
Try to hide if you dare.
Do your best, i don't care.

Çevrimdışı cemaziyel

  • **
  • 100
  • Rom: 6
    • Profili Görüntüle
Ynt: Gemileri Yakmak
« Yanıtla #36 : 27 Şubat 2013, 19:35:36 »
Hikaye içinde hikaye anlatma doğu kültüründe çok sık rastlanan bir unsur. Hele Kelile ve Dimne okuduysanız ağzınız açık kalır nereden nereye bağlanır o öyküler. Aslında hazır Ateşin başına toplamışken 'Akdeniz Akşamları' söyletsem mi diye düşünmedim de değil. Teşekkür ederim. senin gazınla sürüyor bu hikaye :D
Ne evvel ne de ahir...

Çevrimdışı Gülbüyüsü

  • **
  • 84
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Gemileri Yakmak
« Yanıtla #37 : 05 Mart 2013, 00:14:41 »
Bu masalda anlatılan kıssa bana okumakta olduğum bir kitapta geçen çok beğendiğim bir cümleyi hatırlattı. (Ariana Franklin / Ölüm üstadı) 'Umutsuzluğumuz umudumuz oldu' Evet bazen kaybedecek hiç bir şeyi kalmayanlar çok daha güçlü ve azimli oluyorlar. Final kısmıda oldukça şaşırtıcı ve beğeniyi hakeden bir masal olmuş. Eline ve hayal gücüne sağlık diyorum.
Kim olduğunu unutursan, olmaman gereken kişiye dönüşürsün.

Çevrimdışı cemaziyel

  • **
  • 100
  • Rom: 6
    • Profili Görüntüle
Ynt: Gemileri Yakmak
« Yanıtla #38 : 05 Mart 2013, 10:52:07 »
Teşekkür ederim. Bulursam okuyayım o kitabı hoşuma gitti. Senin hikaye de oldukça iyi gidiyor :)
Ne evvel ne de ahir...

Çevrimdışı cemaziyel

  • **
  • 100
  • Rom: 6
    • Profili Görüntüle
Yeni Bölüm: Gemileri Yakmak
« Yanıtla #39 : 08 Mayıs 2013, 16:33:31 »
ŞAFAK VAKTİ

Son nöbetin kendisine verilmesinden oldukça mutlu olmuştu Hekim. Cafer onu uyandırıp nöbeti devrettiğinde uyku sersemliğini çabucak atlatıp ciddiyetle görevine başlamıştı. Oldukça sessiz bir geceydi. Arada bir yerinden kalkıp sağdan soldan gelen hışırtıları kontrol ediyor fakat sincaptan başka bir şey bulamıyordu. Zaten bu olay birkaç kez tekrarlandıktan sonra ‘sincaptır, sincap’ diyerek hiçbir sese aldırış etmedi.

Sabah namazı vakti yaklaştığında matarasında abdest almak için ayırdığı suyla sakin sakin abdest aldı. Ağaçların arasından güçlükle seçebildiği ayın konumundan emin olduktan sonra da namazını kılmaya başladı. Namaz arasında vazifesini aksatma endişesiyle şöyle bir kulak kabarttıysa da olağandışı bir ses duymadığından devam etti. Farzın ikinci rekatında son kıraatlerini de bitirdikten sonra selamını verirken döndüğü sol tarafında gördüğü manzaraya müdahale etmek için artık çok geçti. Selamın sesini yükselterek arkadaşlarını uyarmaya çalıştıysa da onlar üzerlerine doğrultulan mızrakların soğukluğuyla çoktan uyanmışlardı.

Ne idüğü belirsiz bir grup eşkıya kılıklı adam silah tehdidiyle uyandırdıkları insanları ayağa kaldırıp ellerini bağladılar. Namazı biten Hekimi de unutmamışlardı elbette. Kendi aralarında Batı limanlarının aksanıyla konuşan bu eşkıyaların Halife’nin muhafızları olmadıkları açıktı. Dağlara sığınmış isyancılar olabilirlerdi ancak. Bu yüzden karşı koyup muhtemelen kendilerini arayan muhafızları da buraya toplamanın bir anlamı yoktu. Onlarla anlaşmanın bir yolunu bulmak zorundaydılar.

Ara sıra onları uyaran, itip kakan isyancılar esirlerine Arapça hitap ediyorlardı. Güneş henüz kızıllığını kazanmaya başlamışken isyancıların içinden tanıdık bir ses duyan Cenevizli, yiyeceği sopaya aldırmadan onların lisanında bağırdı:

“Demek artık dostlara da saldırıyorsun, Joao!”

Hemen yakındaki isyancılardan birinin kırbacı onun göğsünde şaklamaya cesaret ettiğinde, kırbacın sahibi ne olduğunu anlamadan kendisini kırbacın ucunu yakalamış olan sarı devin ellerinde buldu. Diğer isyancılar duruma müdahale etmek için kılıçlarını ve mızraklarını çekip atıldılar. Bileklerindeki ipleri koparmış olan Drakkar elindeki yeni boğazladığı ölü isyancıyı kenara atıp onun kılıcıyla yeni gelenlerin karşısında durdu. Bir anda patlak veren bu kavgaya son veren isyancıların içinden gelen bir ses oldu:

“Durun! Bu kadar gürültü yeter! Muhafızları başımıza toplayacaksınız! Bir adamla başa çıkamadınız koduğumun savaşçıları! ” Uzun ve zayıf siluetiyle öne çıkan liderlerinin emrindeki adamları azarlaması bitince esirlere yöneldi. Güneşin kızıllığı ağaçların arasında yayıldıkça simalar daha belirgin hale geliyordu. Yine de bir meşalenin ışığına ihtiyaç duydu Joao. Işığı yakaladığı insanların yüzlerine doğru tutup tanıdık birini aradı. Sonunda Cenevizli dostunu gördüğünde hayretini gizleyemedi. “Siz ha! Derhal çözün bu adamı! Bu Müslümanların arasında ne yapıyorsunuz?”

“Uzun hikâye dostum… Bu adamlar benimle birlikteler. Onları da çözmenizi istiyorum.” Diğer isyancılar bu adamın liderleri üzerindeki etkisini garipsemişlerdi. Bu isteğin derhal bir baş hareketiyle onaylanması bu çelimsiz adamın gücünü gözler önüne seriyordu. O andan itibaren de hiçbiri bu adamın yakınına yaklaşmaya cesaret edemedi.

Gianni, Joao’ya evinden çıkıp buralara gelişini anlattı. Adamın bilmesi gerekenden fazlasını duymamasına özen göstererek anlatmıştı her şeyi. Yeni katılacak birine hiç ihtiyaç yoktu doğrusu. Hayalindeki hazineyi 7’ye bölecek olmak onun için yeterince acı vericiydi zaten. “Senin anlayacağın dostum, şimdi Malaga’da bıraktığımız gemimize dönüp kendimizi tekrar Akdeniz’in şefkatli kollarına bırakmalıyız.”

“Akdeniz’in şefkatli kolları demek…” dedi Joao, gevrek bir kahkahadan sonra. “Size yolculuğunuzda başarılar dilerim. Fakat geminizin güvenli olduğundan emin misiniz? Son aldığım haberlere göre Halife’nin muhafızları Malaga’daki bütün gemileri didik didik aramış. İçinde kuzeyli barbarların olduğu bir gemiyi talan etmişler. Yanınızdaki dev cüsseli arkadaşınıza bakılırsa bu sizin geminiz olabilir diye düşünüyorum.”

“Nasıl? Benim gemimi mi talan etmişler!” Drakkar, Ağzındaki romu püskürttüğünde gözleri sinirden kor gibi kızarmıştı.

“Adam doğru söylüyor!" Diye bağırdı avucundaki bir tas suya bakıp etrafa saçtıktan sonra Büyücü, "Daha önce geminin durumuna bakmak neden gelmediyse aklıma!” o kızdığında etraftaki adamlar daha fazla tedirgin oldular. Zira Arap büyücü sinirlendiğinde ısınmak için yaktıkları ateşin yükselerek ağaçları tehdit etmesi, Viking’in mecazen gözlerinden çıkardığı alevden daha tehlikeliydi.

“Sakin ol! Yerimizi belli edeceksin!” Gianni Büyücünün garipliklerine alışmıştı artık. “Başka ne duydun Joao?”

“Şey... Ne?" Alevlerin bir anda yükselmesi adamın aklını başından almış gibiydi. "Haa! Gerisi sadece dedikodu… Şeytan işi bir aletin varlığından bahsettiler. Muhafızlar kendi aralarında konuşurlarken duymuşlar. Bakırlarla kaplı garip bir nesneymiş. Ne olduğunun anlaşılması için Granada’ya götürülüyormuş.”

“Fottiti! Usturlab!” diye ağzından bir küfürle birlikte salıverdi dışarı Gianni. “Ne halt etmeye oraya götürüyorlarmış!”

“Kordoba’nın güvenli olmadığını söylüyorlar. Orayı bir takım haydutlar basmış dün. Bu sebepten daha güvenli olduğunu düşünerek Granada’ya götürüyorlar.”

“Neyle götürüyorlar?” Ekibi toparlayan adam varlığını göstermişti sonunda. Ölümden döndükten sonra belli ki gücünü iyice toparlamıştı.

“On kişiden oluşan bir muhafız birliği ve bir atlı araba…” çok fazla insanla muhatap olduğunu düşünen Joao'nun cevapları tedirginleşmişti.

“Güzel, öyleyse ağır ağır gidiyorlar… Hemen yola çıkarsak onlara yetişebiliriz.”

“Fakat gemi? Gemi ne olacak?” diye atıldı Drakkar.

“Merak etme kardeş! Gemini alacaksın.” O'nu rahatlattıktan sonra Gianni’ye döndü: “Bu adamları ne kadar tanıyorsun? Ne kadar güvenebilirsin?” İsyancıların liderleri sanki orada yokmuş gibi bu soruyu sorması şaşırtmıştı Cenevizli’yi.

“Joao eski bir dosttur. Kendisi bize güvenilir olduğunu ispatlamak zorunda. Haksız mıyım dostum?”

“Haklısınız efendim.” Joao bu muhabbetten pek hoşlanmamıştı. Fakat yine de Gianni’ye büyük bir minnet borçlu olduğu hareketlerinden anlaşılıyordu. Onun her dediğini yerine getirmeye hazır gibiydi.

“Pekâlâ… Öyleyse ikiye bölüneceğiz. Ben üç kişiyi alıp Usturlab’ın peşinden gideceğim. Bu sırada diğerleri de Joao ve adamlarıyla birlikte gemiyi kurtarmaya gidecek.”

“Nasıl yani?” Birkaç kişi aynı anda söylemişti bunu.

“Nasılını anlatayım; biz şu anda yola çıksak tahminen nerede yakalarız muhafızları?”

“Eğer hiç durmadan at sürerseniz…” burada biraz düşünüp kafasını kaşırken kendi kendine bir şeyler mırıldandı. “Sanırım Alhama’da onları yakalamış olursunuz.”

“Güzel! Alhama’yı biliyor musun Hekim?”

“Ne tarafta olduğunu haritada görmüştüm fakat…” Hekim sözünü bitirmeye fırsat bulamamıştı ki yeniden lafa başladı lider olduğunu belli eden kişi.

“Tamam! Demek ki; sen benimle geliyorsun. Hızlı hareket etmeliyiz ve hata yapmamalıyız. Sen de benimle geliyorsun!” diyerek Alim’e bakıyordu. “Ayrıca gözükmememiz ve ölmememiz gerek… Muhafız alayına karşı bunu ancak büyüyle başarabiliriz. Son adam da sen olacaksın yani…” Operasyonun son adamı da seçilmişti. O konuşurken herkes büyülenmiş gibi dinliyordu. Bu kuvvetli adamların onun etrafında toplanmış olması yeni tanıyanları şaşırtmıyordu artık. Hitabeti, vaat eden bir adamın umut verici konuşmalarından ziyade geleceği küresinden gören bir kahinin olacakları haber vermesi gibiydi.

“Şimdi gelelim diğerlerine… Gemi, kuzeyli kardeşimizin gemisi... onu gemisini kurtarmaktan alıkoyamam. Tüccar kardeşimiz de eski dostu Joao ve takımından sorumlu olacak. -Henüz size güvenmememi mazur göreceğinizi düşünüyorum.- Tabi ki bütün hepinizden sorumlu olacak kişi de benim eşim olacak.”

“Ne yani? Bir kadına mı hesap vereceğiz yani?” Joao, haliyle durumu garipsemişti. Gianni’nin kaş, göz işaretleriyle durumu tartışmaması gerektiğini anladı. Adam da ona cevap verme gereği duymadan anlatmaya devam etti:

“Bu kadar adamla gemiyi ele geçireceğinizi farz ediyorum. Bunu yaptıktan sonra orada bekleyemezsiniz elbette…” Lafını yarıda kesip Hekim’e dönerek sordu, “Bu Alhama dediğiniz yerin yakınında hangi liman var?”

“Yakınında bir liman yok bildiğim kadarıyla. Güneyinde Nariha var fakat ormanı dolaşmamız gerek.”

“O yolların hepsi tutulmuş olur." dedi Joao ağzına parmaklarının ucunda ezdiği bir parça otu atarak. "Elinizde o kadar kıymetli bir şeyle rahat rahat geçip gitmenize izin vermezler.”

“Ormanın içinden geçersek ne kadar zamanımızı alır, kardeş?” Joao'yu yeniden görmezden gelip sorusunu kendisini kurtarmış olan Hekim'e yöneltti.

“Ormanın içerisinden nasıl geçeceğiz? Kayboluruz!”

“Pekala! Gemiyi alıp bizi Nariha açıklarında bekleyeceksiniz. Yarın şafak vakti limana yanaşacaksınız. Eğer gelmezsek herkes yoluna benimle hiç karşılaşmamış gibi devam edecek. Eğer biz gelir de sizi bulamazsak aynı şekilde yolumuza devam edeceğiz. Şimdi hazırlanıp yola çıkalım.”

Sözlerini bitirip ayağa kalktı. Atına doğru yöneldi. Arkasında ateşin başında bıraktığı insanlar şaşkın bir halde adamın söylediklerinin mümkün olup olmadığını düşünüyorlardı. Yola çıkacaklar isyancılardan erzak takviyesi yaparken Begüm hızlı adımlarla eşine doğru yaklaştı. Söyleyeceklerini diğerlerinin duymasını istemiyordu.

“Beni geride mi bırakacaksın Bey’im?” dedi. Adam onun gözlerine bakarak yüzünü avuçlarının içerisine aldı. Gözlerindeki yaşları parmaklarıyla sildikten sonra onu kendine yaklaştırıp saçlarının kokusunu içine çekti.

“Orada senden başkasına güvenemem. Biliyorsun…”

“Ama sen ne olacaksın? Henüz gücünü toplamadın.”

“Merak etme. Hekim yanımda olacak.”
Ne evvel ne de ahir...

Çevrimdışı Gülbüyüsü

  • **
  • 84
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Gemileri Yakmak
« Yanıtla #40 : 09 Mayıs 2013, 20:22:27 »
Detaylar ve diyaloglar gayet başarılı dökülmüş kağıda. Çok zaman bırakıyorsun bölümler arasında ama değmiş doğrusu, tebrikler. Bu hikayeyi buradan değil, bir kitaptan okuyor olsaydım eminim hayal kırıklığı yaşamazdım. Madem İspanya'da başlayan bir hikaye, sanırım aşağıdaki parçayı hakediyor bu satırlar. :)

http://www.youtube.com/watch?v=fR3jRhqSkUk
Kim olduğunu unutursan, olmaman gereken kişiye dönüşürsün.

Çevrimdışı cemaziyel

  • **
  • 100
  • Rom: 6
    • Profili Görüntüle
Ynt: Gemileri Yakmak
« Yanıtla #41 : 10 Mayıs 2013, 09:07:57 »
Teşekkürler. Parça demek için biraz büyük gerçi ama çok severim loreena mckennit'ı. Bu ara iş yoğunluğu dolayısıyla çok boşladım hikayeyi farkındayım. Arayı kapatmaya çalışıyorum.
Ne evvel ne de ahir...

Çevrimdışı mit

  • *
  • 5536
  • Rom: 96
  • Kronik Anakronik
    • Profili Görüntüle
    • Yorgun Savaşçı'nın Günlüğü
Ynt: Gemileri Yakmak
« Yanıtla #42 : 10 Mayıs 2013, 20:59:40 »
Bu bölümde diyalogları fena karıştırdım birbirine. Kim kimdi, tüccar kimdi, o kimdi, kim konuştu derken bayağı duraksadım. Ya uzun ara verdiğimiz için oldu ya da anlatımda ufak bir aksama var. Emin olamadım. Yine de hikayenin devam ettiği görmek güzel.

Not: Loreena iyidir iyi :)
Jackal knows who you are,
Jackal knows where you are.
Try to hide if you dare.
Do your best, i don't care.

Çevrimdışı Gülbüyüsü

  • **
  • 84
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Gemileri Yakmak
« Yanıtla #43 : 10 Mayıs 2013, 21:10:39 »
Parça diyemezsen video diyelim :D mit karıştırman galiba uzun aralıklarla okuyor olmamızdan. Sonuçta her bölümün arasında geçen süreçte farklı bir çok şey okuyorsun ve kim kimdir silinebiliyor istemesende. Ben diyalogların birbirini tamamlamasını beğendim. Ama tabi bazı yerlerde geriye dönük acaba neydi, nasıldı diye düşündüğümde oldu. atta bir iki yerde duraksadım okurken ama genel itibariyle bakınca cemaziyel'in hikayeyi anlatım tarzı başarılı diyorum. Loreena iyi olmaz mı yaa favorim ;)
Kim olduğunu unutursan, olmaman gereken kişiye dönüşürsün.

Çevrimdışı mit

  • *
  • 5536
  • Rom: 96
  • Kronik Anakronik
    • Profili Görüntüle
    • Yorgun Savaşçı'nın Günlüğü
Ynt: Gemileri Yakmak
« Yanıtla #44 : 10 Mayıs 2013, 21:38:45 »
Belki... Ama bazı kısımların ufak bir düzenlemeye ihtiyacı olduğunu düşünüyorum yine de. Mesela:

Alıntı
“Fottiti! Usturlab!” diye ağzından bir küfürle birlikte salıverdi dışarı Gianni. “Ne halt etmeye oraya götürüyorlarmış!”

“Kordoba’nın güvenli olmadığını söylüyorlar. Orayı bir takım haydutlar basmış dün. Bu sebepten daha güvenli olduğunu düşünerek Granada’ya götürüyorlar.”

“Neyle götürüyorlar?” Ölümden döndükten sonra gücünü iyice toparlamıştı.

Şimdi... En son konuşan kim? Hikayenin akışı göz önüne alındığında ve başka bir belirteç bulunmadığından konuşanın sıralamaya göre Gianni adlı Cenevizli olması lazım. Ama o değil. Ölümden dönen o değildi çünkü. Bu noktada 'O halde liderleri konuşuyor,' diyoruz ama konsantrasyon dağılıyor o arada haliyle. Bunun gibi birkaç kısım daha var.

Cemaziyel'in anlatımını ben de gayet başarılı buluyorum, hikayesini de severek takip ediyorum :) Bu kısımda biraz aksaklık gördüm sadece, ben de kendi kişisel ricası üzerine eleştirimi belirtmek istedim.
Jackal knows who you are,
Jackal knows where you are.
Try to hide if you dare.
Do your best, i don't care.