Kayıt Ol

Nefret'in Renkleri

Çevrimdışı Daarlan Gardan

  • ***
  • 722
  • Rom: -1
  • to hell with gatech
    • Profili Görüntüle
Nefret'in Renkleri
« : 04 Ağustos 2012, 02:23:47 »
                                    
               Gvendolyn Güneşi

Gradbone Adası üzerine kurulu olan Bone Karakolu'ndan bir hareketlilik söz konusuydu. Karakol uzun silindir bir kale şeklindeydi ve adanın en kayalık bölümüne yerleştirilmişti zamanında. Midkema Boyeus dönen merdivenlerden yukarıya tırmanmaktaydı. Sırtında yayı asılıydı, nefes alıp veriyordu durmadan, zirvede bulunan nöbet kulübesinde onu Paxnora Rizolin bir başka deyişle Karakol Lideri beklemekteydi. Siyah pelerini her basamakta rüzgar yüzünden daha çok havalanıyordu, uzun ve birbirine karışmış saçlarıda aynı vaziyetteydi.
 
Paxnora Rizolin oturduğu sert tahta döşemeden yapılmış sandalyesinden bir ses duyduğunu varsayarak ayağa kalktı. Sessiz ve temkinli adımlarla kapıya doğru yaklaştı. Rüzgarın uğultusu her saniye kulaklarında çınlamaya devam ediyordu fakat Paxnora buna aldırmıyordu. Eli ister istemez yayına doğru yönelmişti. Rüzgarın da etkisiyle dalgalanmakta olan pelerinini toplayıp kapının girişinde diz çöktü.
 
Midkema zirveye geldiğinde elini duvara dayadı. Soluk alıp verirken, karakolun en tepesinde bulunduğu için çevreyi gözlemleme fırsatı bulmuştu. Hemen ötede boş bir ada olan Beefsenjen Adası mavi gözlerine ilişmekteydi, sağ tarafta Wis Adası uzanıyordu. Surlarda bulunan meşaleler etrafı aydınlatıyordu. ''Adalar Tanrısı Catelal, adalarımızı koruyor şükür ki diye,'' düşündü. Bu kadar dinlenme yeterliydi, iki merdiven daha çıktı ve Paxnora'nın odasının kapısının önündeydi artık. Pelerinini kılıcının kınına sıkıştırdı ve sol eliyle kapıyı yumrukladı. ''Rizolin,'' diye bağırıyordu kapıyı yumruklamaya devam ederken.
 
Paxnora'nın az önce kulağına gelen muhtemel sesin sahibi ve şimdi kapıyı yumruklayan kişinin arkadaşı, can dostu Midkema Boyeus olduğunu fark etmesi hiç de zor olmadı. Söylenerek tekrar ayağa kalktı ve elini yanından çekerek kapıyı acmak için elini uzattı. Kapının menteşeleri gıcırdayarak açılırken arkadaşı Midkema karşısında belirdi.
 
Kapı açılınca arka tarafta yanan onlarca mumun aydınlattığı odayı gayet görünmeye başladı Midkema. Eskisi gibi düzenli ve topluydu. Lakin arkadaşı eskisi kadar güçlü görünmüyordu gözlerine. Kollarını açtı, fakat kınına sıkıştırdığı pelerinin onu zorladığını gördü ve onu oradan kurtardı. Paxnora'ya gülümsedi, kollarını tekrar açtı ve ona sarıldı. "Görmeyeli yaşlanmışsın eski dostum, seni bir tanrı sanabilirdim neredeyse, sekizyüz yaşında falan oldun mu?" Bir kahkaha patlatıverdi ve arkadaşının omzuna vurdu.
 
"Midkema!" diye haykırdı Paxnora. "Seni görmek ne güzel, bu ne büyük bir sürpriz." Midkema içeriye girdikten sonra Paxnora eskimiş tahta kapıyı tekrar kapattı. Kapının kapanması pek de bir şey değiştirmiyordu aslında, zira tahta aralıklarından rüzgar içeriye girmeyi her seferinde başarıyordu. Odayı aydınlatan mumlar her saniye sönecekmiş hissi uyandırıyordu. Paxnora arkadaşı Midkema'nın yanına oturdu ve ardından içten bir şekilde gülümsedi.
 
"Rüzgar Tanrısı kızmış dostum baksana şu hale! Yoksa Tanrıça mıydı? Adı neydi ki onların? O kadar çok Tanrı ve Tanrıça var ki hepsini ezberleme mi beklemiyorsun değil mi?" İkiside gülümsedi. Rüzgarın soğuttuğu odayı mumlar ısıtıyordu, onların soğumuş kalplerini ise bu sıcak gülümsemeler. Devam etti Midkema. "Ada Tanrısı Catelal bizim yanımızda, yoksa şimdiye kada ölürdük," dedi. "Bizler renkli gözlü insanlarız. Dışlanmış olanlarız. O yüzden bu lanet adadayız."
 
Midkema'nın söylediklerini tasvip etmeyen bir tavır takındı Paxnora. "Böyle düşünmemeliyiz sevgili dostum. Bu işi onur mücadelemiz gibi görmeli ve ona göre hareket etmeliyiz." dedi oturduğu yerden tekrar ayağa kalkarken. Ellerini Midkema'nın sağ ve sol omzuna koyduktan sonra tekrar konuşmaya başladı Paxnora. "Bu bizim görevimiz, bu kadar çabuk pes edemeyiz, etmemeliyiz. Beni anlıyor musun dostum? Bizler dışlanmış kişiler değiliz, aksine tanrımız tarafından seçilmiş kişileriz."
 
"Biz Dunnatla'nın çocuklarıyız, mavi gözlü devin evlatlarıyız," diye katıldı Midkema. "Bizim için gerçek bir Tanrıydı o, bize parçasını verdi. Tüm Gvendolyn'de renkli gözlere sahip olan tek Tanrı o. Diğer Tanrılar hep korkmuşlardı renkli göz denemekte, bir büyücü arkadaşım söylemişti, rahipte olabilir. Tanrılar renkli gözler kullanırlarsa etraflarını aynı gözlerinin renkleri ile görürlermiş," ellerini önünde birleştirdi. "Onu kıskandılar Paxnora, renkli gözlerini kıskandılar. Ondan nefret ettiler."
 
"Ortada dışlanmış olan birisi varsa o da tanrımız Dunnatla'dır sevgili dostum. Diğer tanrılar tarafından yıllarca hor görüldü bizim tanrımız ve bizler tanrımızın evlatları olarak bunun farkındayız. Bizim yapmamız gereken tanrımıza sahip çıkmak ve bize verilen görevleri onurumuzu da göz önünde bulundurarak yerine getirmek. Bizler renkli gözlü, şanslı ve seçilmiş insanlarız."
 
Midkema gülerek dur işareti yaptı. "Bu kadar kaptırma kendini, burada düşman değiliz. Sakin olmayı dene," bıyıklarının yokluğu Midkema'yı çıplak hissettiriyordu. "Onu Nefret Tanrısı olarak çağırmalarının sebebi ondan nefret etmeleriydi, kendisi aslında Sualtı Dünyası Tanrısı'ydı, Köpükyıldız Denizi'nde bulunan gediği bu sayede açabildiği söylenmekte" Paxnora'nın sırtına vurdu. "Tanrılar ve Tanrıçalar hakkında bilgin az biliyorum," dedi. "Senin ilgi alanın kılıç, kalkan ve kan."
 
"Haklısın dostum. Bilgi konusunda senden bir kademe aşağıda olsam da, kılıç konusunda seni ikiye katlarım," dedi Paxnora. Ardından bir kahkaha koyverdi ve bulundukları odanın içinde volta atmaya başladı. "Evet, seni dinliyorum dostum. Şimdiki görevimiz nedir?"
 
Midkema sıkıntılı bir bakış attı ve konuşmaya başladı. "Biliyorsun, Konwek ve Hettra Adaları benim egemenliğimde..." Derin bir nefes aldı. "Sorun şu ki, son üç gecedir iki adada büyük beyaz bir ışık ile aydınlanıyor, ışık denizin altından gökyüzüne yükseliyor ve sonra bir ses, ışık üzerimize geliyor, ona bir rüzgar eşlik ediyor. Adalar birbirinde uzak fakat bunu sizde yaşamış olmalısınız, bunu Elflerden tut diğer tüm diğer ırklar görmüşlerdir, bir şeylerden şüphelenmeye başladım. Yardıma ihtiyacım var...."
 
Söylenenleri dikkatle dinleyen Paxnora volta atmayı keserek ellerini belinde kavuşturdu. Gözlerini kısarak Midkema'yı süzdü ve ardından zihninden geçenler ağzından birer birer döküldü. "Evet söylentiler aldı başını yürüyor. Ben henüz bu olaya tanıklık etmiş sayılı kişilerden biri değilim fakat bir çok kişiden aynı şeyleri duyduğumu söyleyebilirim. Benim de gelip sana yardımcı olmamı istersen, seve seve gelirim dostum."
 
Midkema tahta kapıyı araladı ve adımını uzanan denizi izleyen sura attı. Duvarlar yüksekti, Bone en güvenli ve gelişmiş karakollarından birisi olarak kabul görmekteydi. Ellerini duvara dayadı ve güneşin doğuşunu izlerden konuşmaya başladı. "Daha kesin bir şey yok, lakin adalar kimsenin umurunda değil. Adalar Tanrısının bile umrunda olduğunu sanmıyorum. Karşımızda ne var onu da bilmiyorum. Afet Tanrısı veya Tanrıçasının bir oyunu olabilir. İşlerimizi zorlaştırmak için ellerinden geleni arkasına koymuyor."
 
"Bak dostum, Bone bölgedeki en gelişmiş sığınaklardan birisidir ve bugüne kadar burada hiçbir şekilde ilginç sayılabilecek bir olay dahi gerçekleşmedi. Burada kalarak bana yardımcı olabilirsin." Paxnora, kapının yanında ayakta duran Midkema'nın yanına gelerek havanın renk değiştirmesini izlemeye koyuldu. Esmekte olan rüzgar bedenini okşamaktaydı.
 
Midkema eski dostuna alaycı bir gülümseme gönderdi. "Bone hakkında söylediklerin... iyi, hoş fakat," dedi ve adanın ormanlarına doğru baktı, parmağını o yöne uzattı. "Ada çok küçük, ben sadece burada saklanabilirim, haklısın. Lakin benim egemenliğimde olan adalarda yaşam var, iki adada yüzlerce renkli gözlü insan yaşamakta," iç geçirdi. "Buraya sığmamız imkansız. Adalarıma haftada beş yeni renkli gözlü çocuk gelmekte, biliyor musun? Nereden bilebilirsin ki. Her biri adaya sakat olarak ayak basıyor."
 
"Senin egemenliğindeki adalar hakkında elbette bilmediğim çok şey var Midkema fakat ikimizin de bir çok ortak yanı var, bunu biliyoruz." Odadaki mumlar etrafına titrek ışıklar saçmaya devam ediyordu. Paxnora Rizolin derin bir nefes aldı ve tekrar konuşmaya başladı. "Toparlan Midkema, gidiyoruz. Bu ilginç şeyleri araştırmak bizim görevimiz."
 
Mavi gözlerinden mutluluk okunuyordu Midkema Boyeus'un. "Dövmen halen duruyor kardeşim," diye sordu Paxnora'ya. Bileğini örten cübbenin ucunu yukarıya çekti ve dövme orada duruyordu. "Dunnatla'nın gözü, benimkisi burada eskisi gibi, seninkisi nerede?" Sersem sersem gülümsedi. "Ah bu arada unutmuşum, adamlarm aşağıda handa, yiyip içip senin hesabına yazıyorlar, yandın kardeşim," bir kahkaha patlatıverdi, tüm Bone bu gülüşü duymuş olmalı ki, handan kaba ve abartılı kahkahalar yükseldi.
 
"Dövmelerimiz bizim onurumuzdur kardeşim. Onlara zarar gelsin istemeyiz değil mi? Dostluktan daha değerli hiçbir şey yokmuş, bunu bugün bir kez daha anladım sevgili dostum. Seninle konuşmayı özlemişim. Bugünü Bone'de geçirip akşamüstü yola çıkalım Midkema, ha ne dersin?"
 
''O halde bizde aşağıya inelim; bütün gün şarap ve bira içelim!'' Bunu söylemesine rağmen Midkema o kadar merdiveni nasıl ineceği için korkmuştu, zemin ve zirve arasında toplam sekizyüzonsekiz merdiven vardı. Nefret Tanrısı Dunnatla Gvendolyn'den kaçtığı zaman bu yaştaydı. Midkema kolunu Paxnora'nın omuzlarına koydu ve merdivenleri birer ikişer inmeye başladılar. Güneş tüm yarım küreyi, Gradbone Adasını her zaman ki ihtişamı, merhameti ve cömertliği ile selamlıyordu...

 
                                                        
  Renkli Gözlü Tanrı
                                                             
Midkema ve Paxnora'nın dostlukları, Paxnora ve karakolda bulunan adamlarının dostluklarından çok daha eskiye dayanmaktaydı. Merdivenin son basamağına geldiklerinde güneş artık gökyüzünde tüm berraklığıyla görünmeye başlamıştı. Yeni bir gün daha doğmuştu Bone Karakolunda. Paxnora, arkadaşı Midkema'nın gelmesine bir hayli sevinmişti. Sekiz yüz on sekiz basamağı inmek o kadar da kolay bir iş sayılmazdı ama yine de Paxnora buna alışkındı. Aşağıya inene kadar tam üç kez mola vermişler ve kahkahalar atarak sohbet etmeye devam etmişlerdi. İndiklerinde ise karakolu savunmakla görevli askerlerin handa eğlenmekte olduklarını görmüşlerdi. Midkema'nın ve Paxnora’nın adamları hep birlikte şarap ve bira içmekteydiler. Askerlerden çıkan kahkaha havayı yararak gökyüzüne doğru yükseliyordu. Paxnora Rizolin arkadaşı Midkema’nın sırtına bir şaplak vurdu ve, ''haydi gel, biz de katılalım, birazcık eğlenmek bizim de hakkımız öyle değil mi dostum?'' dedi.
 
Hanın kapısının küçük deliğinden renkli gözlü askerleri izliyordu Midkema. ''Girelim fakat, biliyorsun benim adamların ciddiyetten yoksun askerler, seninle konuşmak için yukarıya çıkarken, bir önlem almak zorunda kaldım ve hanın kapısını dışarıdan iple bağladım. İlk önce şunu kesmemiz gerek,'' dedi ve bir çakı çıkarttı. Çakı kapıdan sızan güneş ışınlarıyla parlıyordu. Midkema keskin çakıyı elinde döndürdü ve ipe değdirdi, ip salındı ve bir yılan gibi aşağıya düştü. ''Şunları korkutmaya ne dersin?'' dedi Paxnora'ya. ''Baksana hepsi şarap fıçısına dönmüşler, şimdi bir saldırı alsaydık sence neler yapabilirdi bizimkiler,'' delikten halen içeriyi süzüyordu.
 
Paxnora sırıttı. "Ah Midkema, mizah anlayışın hiç değişmemiş gerçekten." Şimdi o da kapı deliğinden renkli gözlü askerleri izlemeye başlamıştı. "Gerçekten bunu yapmak istediğini emin misin? Askerleri kandırmaktan bahsediyorsun, aslında eğlenceli olabilir. Dediğin gibi, şu an bir saldırı almış olsak acaba bizim sarhoş askerlerimiz buna karşı koyabilecekller mi? Her zaman savaşa hazırlıklı olarak eğitim alan askerlerimizi bir şaka anlayışına kurban giderek bizim için bir hayal kırııklığı yaratacaklar mı?" Bir kahkaha koyverdi Paxnora. "Eh, evet başlayalım."
 
Elini kılıcının kınına attı Midkema, kılıcı olan Parlakyıldız orada duruyordu. Rahatlamışa benziyordu, kılıcına ilk kez bu kadar uzun süre dokunmamıştı. ''Amaç mizah değil,'' dedi. Kapıya daha fazla yaklaştı ve elini delikten uzattı, bir eliylede Paxnora'nın koluna dokundu. ''Bak, orada oturan ve elindeki birayı dünyanın sonu gelmişte, bir daha bira içemeyecekmiş gibi kana kana içen benim oğlum Beuomid,'' Paxnora'ya gülümsedi. ''Onun ve diğerlerinin durumunu merak ediyorum, seninkiler zaten her gün eğitimdeler, bizim sadece bir kampımız var askerler için veya okul ne dersen de oraya. Orada aldıkları eğitim çok yetersiz geliyor bana,'' elini kılıcına attı. ''Hadi bakalım, kim ne kadar yaşlanmış ve kim ne kadar şey öğretmiş adamlarına,'' dedi ve hanın kapısına bir tekme attı.
 
Paxnora, Midkema'nın söylediklerini anlamış olduğunu ifade ederek başını aşağı yukarı salladı. Kılıcı Yürekdelen'i kınından çıkardı ve miğferini kafasına geçirdi. Üzerlerindeki siyah pelerinler ve yüzlerini örten demir miğferler sayesinde tanınmayacak haldeydiler. Midkema'nın kapıya sertçe vurmasının ardından savaş pozisyonu alan Paxnora, "ve başlıyoruz dostum," diye fısıldadı.
 
''Aaah,'' diye kükredi Midkema, bunu duyan Paxnora'da aynen öyle bağırdı. Handa uzun uzun uzayan masalar bulunuyordu, adamlar ne olduğunu anlayamadılar. Güneş pencerelerden içeriye sızıyordu. Beuomid aldırmadan birasını yudumluyordu, Midkema oğlunun bu sorumsuz haline karşı dayanamadı ve çakısını çektiği gibi kadehe nişan aldı, kadeh ortadan ikiye ayrıldı ve çocuğun elleri, masasının önü bira olmuştu. Sağ taraftaki masalardan bir hareketlenme doğdu, üç barbar görünümlü adam ayağa kalktı, gözleri mavi ve yeşil karışımı birşeydi. Midkema bu adamları tanımıyordu büyük ihtimal Paxnora'nın adamlarıydı. Sol taraftan bir hareketlenme oluştu bu sefer, işte bunlar Midkema'nın adamlarıydı ve şimdi iyice bir sopalanmaya ihtiyaçları var diye düşündü. Üzerine doğru ilk kılıç sallayan Arkom olmuştu, genç bir çocuktu. Midkema eğildi, saldırıdan kurtuldu ve arkasına düşen adamın sırtına bir darbe savurdu. Arkom yerdeydi. İkinci saldırı Terrk'den gelmişti, fakat bu kez Midkema'nın işi daha kolaydı. Terrk öyle sarhoştu ki kılıçını eline almadan hücuma kalkışmıştı. Lanet olsun, ben bunlara hiç birşey öğretememişim diye söylendi kendi kendine Mid. Adamın kıyafetinin ipini kesti ve Terrk yarı çıplak yere yapıştı. Bir diğeri Abonek'ti, Midkema kadar iri bir adamdı lakin o da içkinin etkisiyle neredeyse bu dünyada değildi, adamın bacağına bir ısırık yedirdi çakısıyla, adam bağırarak hanın dışına kaçtı.
 
Paxnora Rizolin handa olup bitenleri miğferinin arkasında bulunan yeşil gözleriyle dikkatlice süzmekteydi. Elinde kılıcı saldırmaya hazır bir şekilde bekliyordu. Midkema kendisini doğru hamle yapan adamları bir bir savuşturuyordu. Çakıyla ayağını yaraladığı adam ise handan dışarı biranın da etkiyle bağırarak koşa koşa çıktı. Ve şimdi kendisine değru gelen birkaç adam olduğunu fark etti. Askerler sarhoş oldukları için ikisini de tanımamışlardı. Kılıcıyla kendisine doğru hamle yapan adamın Zincor olduğunu fark etti. Zincor, Paxnora'nın sağ koluydu ve Bone karakolundaki kendisinden sonra en deneyimli ve tecrübeli askerdi. Tek bir hamleyle Zincor'un elindeki kılıç havaya savruldu ve daha kılıç yere düşmeden, Zincor yerdeydi. Gözlerini açmakta dahi zorlanıyordu. "Tamam, tamam! diye kükredi Paxnora. Başındaki miğferi çıkardı ve siyah pelerinini açtı. "Sizi sersemler, çabuk toparlanın! Daha yapacak çok işimiz var, eğlenmeye sonra da vakit ayırabilirsiniz." Miğferin ardındakl yüzün Paxnora'ya ait olduğunu gören askerler birer birer masalardan kalkmaya başlamışlardı şimdi.
 
Miğferi yeterince boğmuştu Midkema'yı o da çıkardı bunun üzerine. Paxnora'nın ciddiyet kokan sert sözleri üzerine han hareketlenmişti. Midkema oğluyla göz göze geldi, Beuomid gözlerini ondan kaçırıyordu. ''Git ve Abonek'i bul sonrada iki kat yukarıdaki şifacının yanına götür,'' diye bağırdı. Beuomid yavaş yavaş ayağa kalktı, ''Hızlı,'' diye bağırdı Midkema. Çocuk masanın üzerinden atladı ve babasının önüne geldiğinde yine babası gibi mavi gözleriyle ''Tamam,'' dediği belli oluyordu. Bunu söylememişti fakat öyle bir bakış atmıştı. ''Sizlerde kalkın artık, içki içmek yok! Mavi gözlü dev Dunnatla sizi görseydi, nefret ederdi!'' Paxnora'ya döndü, ''İyi işti dostum,'' dedi. ''Şimdi konuşmamız gerek, senin ve benim adamlarım toplu olarak.'' Hanı şöyle bir süzdü. ''Sanırım hepsi burada değiller, bu kadar az olduğunuzu bilmiyordum. Diğerleri neredeler? Ben atlara bakmaları için iki-üç kişi görevlendirmiştim,'' Jospe'ye döndü ve ''Gidip atlarla ilgilenen adamları çağır, çok önemli bir konu konuşmamız gerek.'' Tüm bunları bitirdiğinde Midkema'nın sarı saçları boncuk boncuk ter dolmuştu.

                                                          
 Karanlıktan Gelenler

Midkema'nın sağa sola savurduğu emirleri yerine getirmek için askerler bir hayli hızlı hareket etmeye başlamışlardı şimdi. Paxnora Rizolin ise kendi adamlarına emirler vermeye başlamıştı. Handaki hareketlilik birkaç dakika içinde hat safhaya ulaşmıştı. Tahta masaların üzerindeki bira şişeleri kalkıyor yerini tekrar su fıçıları alıyordu. "Birazdan herkes toplanınca tanık olduğun olayı bir kez daha anlatmanı istiyorum Midkema. Çok ciddi şeyler doğabilir bu olayların altından." dedi Paxnora.
 
''Anlatmaya gerek yok ki dostum,'' dedi gülümseyerek Midkema. ''Siz bu adada bayağı geriden gelmektesiniz sanırım,'' bir kahkaha patlatıverdi, gülümsemenin üstüne. Bir ıslık çaldı, masalardan birinde önünde kağıtlar olan biri kafasını kaldırdı. ''Moore,'' Adam oturduğu yerden kalktı, hareketlerine ve yürüyüşüne bakılırsa diğer adamlar gibi sarhoş olmamış diye düşündü Mid. Koltuğunun altında beyaz kağıtlar duruyordu. Moore, Midkema'ya baktı. Midkema gözleriyle Paxnora'yı işaret etti ve kağıtları ona uzatmasını söyledi. ''Bak, bunlar çizimler, renklendirme kullanmadık zaten kullanmaya gerek yoktu. Burnumu dahi göremediğim karanlık bir gece ve beyaz bir ışık, evet son üç günün gece olaylarının tüm kayıtları bu çizimlerde.''
 
Paxnora hayretler içerisinde Midkema'ya baktı. Ardından kağıtları alarak şaşırtıcı gözlerle izlemeye koyuldu. Baktığı çizimi kağıtların en altına koyuyor ve sıradaki çizime göz atıyordu. Kağıtlar değiştikçe Paxnora'nın gözlerindeki ifade de değişiyordu. "Bu-bunlar çok ilginç dostum. Ama nasıl olur, bu ışık huzmelerinin kaynağı ne olabilir? Çok tehlikeli bir durumla karşı karşıyayız kadim dostum Midkema."
 
Hanın kapısı vuruldu ve içeriye gölgeler düştü, gelenler Beuomid, Abonek, Jospe ve atlar için görevlendilen adamlar Mysanki, Goff ve Porsen'di. Abonek'in bacağı topallıyordu ama buna alışkın olduğu için pek zorlanmıyordu. Bir kaç kere bacağı bıçaklanmıştı, hatta bir keresinde bir barbar gemisine yapılan baskında üç ok saplanmıştı. Mysanki ona yardım ediyordu, onun koluna girmişti her ikiside yeşil gözlüydü, sakalları hafif turuncuya çalmaktaydı. Midkema, Paxnora'nın yanından ayrıldı ve hanın bahçesine çıktı, aynı zamanda Borne Karakolununda bahçesiydi burası. Kollarını birleştirdi ve sağ eli sol pozusunu, sol eli ise sağ pozusunu tutmaktaydı. Aniden bir rüzgar esti ve esrarengiz bir ıslık çaldı, ıslık bir şarkı gibi fısıldıyordu, bu rüzgarın sesiydi. Bir şeyler ters gidiyordu, karakolun altı kayalıktı ve kayalıklara dalgalar çarpıyordu, bu Gradbone Adası için olağan bir durumdu lakin bu kadar güçlü ve ölüm kokan bir fırtınayı beklemiyordu Mid.
 
Midkema'nın handan çıkışından bir süre daha içeride kaldı Paxnora. Bir sandalye çekip oturdu. Halen daha elindeki kağıtları incelemekteydi. Bir süre gözlerini kapatıp düşünmeye çalıştı ama handaki yüksek miktardaki ses düşünmesine engel oluyordu. Kıyıya vuran dalgaların sesi de bir hayli fazlaydı. Bir bardak su doldurup içtikten sonra Midkema'nın yanına gitmek için ayağa kalktı. Tam o esnada karşı masada Matrijyen ve Liamson'un oturduğunu gördü. Yanlarından geçerken ikisine de bir görev verdi. "Liamson sen bütün atları kontrolden geçir, Matrijyen sen de cephaneliklere bir göz at bakalım. Bugün içimde kötü bir his var." Ardından hanın bahçesindeki Midkema'nın yanına gitmek için hanın kapısından dışarıya adımını attı.
 
Uçuruma yaklaştı Midkema, sanki onu bir şeyler suya doğru çekmekteydi. Güneş gitmişti, yerini karanlık, kasvet dolu bulutlar almıştı, onlara göz gezdirdi Mid. Uçurum ve bahçeyi ayıran küçük bir sur vardı o bölgede, gitti ve ellerini duvarların üzerine koydu. İşte o an, her zaman ki gibi oldu, deniz kabardı, mavi olan su beyaza dönüyordu. Şimşekler çaktı, bir şimşek ormanlık alana düşmüştü. Gökyüzü bir anda kırmızı ve sarının çok fazla açık bir tonuna büründü, sonra tekrar karardı. İlk kez böylesi oluyor diye düşündü Mid. Tam karşıya baktığı vakit, oralarda hiç olmayan bir ada belirdi, daha doğrusu adalar topluluğuydu. Üç tane ada vardı, biri Gradbone kadar büyük ve genişti ve tam orada duruyordu, bir sağ tarafında küçük bir ada, bir sol tarafında ikisinin orta büyüklüğünde bir ada yer alıyordu. Arkasına döndü Mid, Paxnora duruyordu hanın eskimiş, rüzgarla sallanan kapısının önünde. O da bu akıl almaz olayı, ağzı açık bir biçimde seyre dalmıştı. Midkema tekrar önüne döndüğünde, adaların kıpırdadığını, suda yüzdüklerini gördü. Bir sis bulutu girdi görüş alanına, sonra sis bulutunun içinden Gvendolyn'de görülmemiş konuşulmamış gemiler doğdu. Üzerlerine doğru gelmekteydiler, Gradbone Adasına doğru...
''Civilizations have the morality and ethics they can afford.''

 — Larry Niven & Jerry Pournelle, ''Lucifer's Hammer''

''These colonies in nature can reach at least two million individuals at a time, last for decades, and occupy a hundred cubic meters of space. It was a wonderful achievement to see a fragment of this world captured all around you, so that you almost had the experience of being inside the ant colony when you were in that room.''

 — Robert Trivers, ''Natural Selection and Social Theory'', p. 162

''... Bu amaç doğrultusunda nükleer santraller hedeflenecekse, yapılması gereken şeyler vardır. Çünkü nükleer elektriğe geçiş bir hobi değil, bir akademik egzersiz hiç değil, temel bilimlerden yaygın endüstriyel alt yapıya açılacak bir uygulamadır.''

Ömer Faruk Ağa Yarman 1993

Çevrimdışı Daarlan Gardan

  • ***
  • 722
  • Rom: -1
  • to hell with gatech
    • Profili Görüntüle
Ynt: Nefret'in Renkleri
« Yanıtla #1 : 05 Ağustos 2012, 02:03:18 »
                                                                    Kara Bulutlar


Bu kadar ilginç olayın bir anda gerçekleşmesi bile zaten yeterince ilginç sayılabilecek türden bir olaydı. Paxnora Rizolin hanın girişinde olan bitenleri izlemekteydi. Karşısında birden bire 3 küçük ada belirmişti ve ardından Bone karakoluna doğru ilerlemekte olan onlarca gemi. Daha önce hiç görmediği türden gemilerdi bunlar. Neler olup bittiği hakkında hiçbir fikre sahip değildi Paxnora. Korku dolu gözlerle gemilere son bir bakış attıktan sonra koşarak hana girdi. Ve askerlere direktifler vermeye başladı. Sesi bir gök gürültüsü kadar şiddetli çıkıyordu. Askerler savaşa hazır bir pozisyona girmeye başlamışlardı şimdi. Okçular yaylarını oklarını gerdiler ve ardından yaklaşmakta olan gemileri meraklı ve şaşkın gözlerle izlemeye koyuldular. Tekrar hanın dışına çıkan Paxnora çok daha şiddetli bir sesle bağırdı, adeta kükrüyordu. "Lanet olsun Mid, bu da neyin nesi?!"
 
"Bilmiyorum fakat taktiği bildiğimi umuyorum," dedi halen şaşkındı ama kendisini toparlaması gerekiyordu. Adamları arkalarında bir hat oluşmuşlardı. Paxnora ve Midkema gemileri izlemekteydiler. "Plan şudur, bunları yoklamamız gerek, ne olduklarını ve amaçlarını öğrenirsek zafer daha yakın olur bizlere, düşmanımızı tanımadan hücüma kalkışırsak bu ada bizlere mezar olur," dedi ve en önde gelen gemileri gösterdi. "Okçular, oklarının uçlarını alevlesinler, biraz oyun oynama vakti. Ölüm oyunu!"
 
Ölüm oyununun başlamasına artık dakikalar kalmıştı. yüze yakın okçu, oklarını alevlemiş ve atış emrinin verilmesini beklemeye başlamışlardı. Paxnora ve Midkema taş granitlerden yapılma surun üzerine çıkmşlar ve sabah güneşinin de etkisiyle çok daha renkli görünen gözleriyle gemilerin kendilerine doğru gelişini izliyorlardı şimdi. Gemiler iyice görüş alanlarına girdikçe, daha çok fikir sahibi olmaya başlıyorlardı. Bone Karakolu'nun kuzeye bakan kısmından saldırmak üzereydiler. Tehlike her geçen dakika biraz daha yaklaşıyordu. Karakolun tam orta yerinde yer alan, gökyüzüne doğru uzanmakta olan kulenin haricinde dört ayrı köşede dört ayrı kalın kolon bulunuyordu. Bir köşede Midkema, diğerinde ise Paxnora vardı. İki kolonun birleşme noktası surun üzerindeydi ve o boşlukta ise askerler yer alıyordu. Paxnora son bir kez arkasına baktı, askerlerin yüzlerinden korku okunuyordu. Sağ elini yavaş yavaş gökyüzüne doğru kaldırdı ve hızla indirdi. Oklar yaydan çıkmış, hedefe doğru ilerlemekteydi.
 
Midkema'nın herşeyi zorlanmadan işiten kulaklarının yanından üç ok geçti, oklardan ikisi mavi yangın alevi gibi yanmaktaydı. Okları izledi, takip etti, yanan oklar suyun dibine girdi. ''Saldırıyı kesin,'' diye bağırdı ve aniden arkasına döndü. ''Daha erken! Mevzide bile değiller baksanıza, nasıl vurmayı düşünüyorsunuz onları!'' Midkema pelerinini ters çevirdi, yüzünü gizledi, tekrar bir beyaz ışık sardı gökyüzünü, her yanı, önünü, arkasını. Tekrar arkasına döndüğünde gemiler Bone Sahili'ne çıkmışlardı, biri o kadar hızlı gelmişti ki, bu belliydi çünkü kumların üstünde duruyordu ve içinde kimseler gözükmüyordu. ''Olamaz!'' diye bağırdı Mid. Diğerleri yavaş yavaş sahile doğru gelmekteydiler, en büyük gemi kumun içine saplanmıştı ve aniden kulaklarının duymadığı, tüm gezegende bulunan ırkların kullanmadığı bir lisan duyuldu. Gemiden onlarca adam ellerinde kılıçlarla, palalarla, oklarla dışarıya fırladılar. Midkema aşağıdaki sahile göz gezdirdi, ''Yoklama vakti geldi çocuklar,'' diye bağırdı. ''Bu savaştan sağ çıkarsak,'' adamlarına döndü hepsini süzdü. ''Sabaha kadar içki serbest!''
 
Parlakyıldız'ı kafasının üzerinde salladı ve düşmanlar tepeyi karıncalar gibi tırmanırlarken onları karşılamaya çıktı, hanın bahçesinde, tepede kalan okçular ise düşmanları geri püskürtmeye çalışmaktaydı. Midkema ve Paxnora karşılamaya doğru koşarken Gpyondax'ın her tarafında tanınan adamlarıda yanlarındaydı. Midkema ve gözü kara adamları Auron, Zarbung, Ricdog, Tıgrıh, Mosgobon ilerlemekteydiler. Peşlerinden Mid'in oğlu Beuomid koşturmaktaydı.
 
Paxnora elinde yayı ile birlikte tepeden aşağı iniyordu. İki adım atıyor, duruyor, yayını düşmana doğru çevirip oku salıyordu. Gemiden fırlayıp karakola doğru koşmakta olan adamlar bir bir yere düşüyorlardı. Mesafe daraldıkça isabet oranı da doğru orantılı bir şekilde artıyordu. Paxnora’nın kılıçta usta olduğu kadar okçuluk klasmanında da bir hayli iyi olduğu tüm Dunnatla çocukları tarafından bilinen bir gerçekti. Ve şimdi ölüm oyunu başlamıştı artık. ''Savaşta sükunet denen bir kavram yoktur ve zafer kazanılana, son adam düşene kadar savaşılır,'' diye fısıldadı Paxnora. Düşman artık çok yakındaydı. Yayını sırtına asıp kınına doğru uzandı, kılıcı Yürekdelen’i kınından çıkarıp koşmaya başladı. Düşmanla göğüs göğüse çarpışma zamanı gelmişti.
 
Midkema bir kayanın üzerine çıkmış olan biteni izliyordu, ''umduğumdan daha iyi iş çıkarıyoruz,'' dedi kendi kendine. Parlakyıldız elinde parlamaya devam ediyordu, tıpkı ismi gibi. Oğlu Beuomid ve adamlarından en gözü kara olanı Mosgobon düşmanın üstüne, suya dalan bir balina gibi dalmıştı. ''Aferin evlat,'' dedi yine. Kayanın üstünde duruyordu halen ve çevreyi gözlemliyordu, ilerideki hat düşmanı karakoldan uzak tutuyordu, arka taraflarında ise Posglon'un önderliğindeki okçular yer alıyordu, tepeden kumsala doğru oklarını yağdırıyorlardı.
 
Askerlerinden en yaşlı olan Goban'ın kolunun yere düştüğünü gördü, Goban'da çok geçmeden diz çöktü ve diz çökmüş bir şekilde sonsuzluğa gitti. Goban'ın öldüğü yerde bir boşluk açılmıştı şimdi, uzun ak saçlı, ak sakallı biri geliyordu oradan, kafasında mavi bir şapka vardı kıyafetleri sarıydı, diğer düşman askerleri gibi. Adamın olduğu konum Midkema'nın hançerini veyahut çakısını zorlanmadan uçurabileceği bir yerdi. Elini çakı kılıflarından birisine attı, zaten bir tane vardı. Fakat çakının handa kaldığını, onu orada unuttuğu fark etti. ''Göğüs göğüse çarpış,'' dedi ve kayadan kızıl kuma atladı, Paxnora ve oğlu onu pür dikkat izliyordu, adam Midkema'yı gördü. Ona doğru koşmaya başladı, elinde palası vardı, kafasının üzerinde salladı adam palayı. Midkema etkilenmemişti, adam hamle yaptı, Mid sola kaçtı ve adamın sırtına Parlakyıldızı geçirdi, çıkardığında, hasımın sırtından, yaranın olduğu bölümden kara bir duman çıktı ve gökyüzüne yükseldi. Midkema şaşırmıştı, herkes şaşırmıştı. Adam yüzünü döndü, palasını elinden düşürdü ve ağzından kara bir duman çıktı, duman dolandı dolandı ve bulutların arasına girdi. Bulutlar gece kadar kara bir hal almıştı.
''Civilizations have the morality and ethics they can afford.''

 — Larry Niven & Jerry Pournelle, ''Lucifer's Hammer''

''These colonies in nature can reach at least two million individuals at a time, last for decades, and occupy a hundred cubic meters of space. It was a wonderful achievement to see a fragment of this world captured all around you, so that you almost had the experience of being inside the ant colony when you were in that room.''

 — Robert Trivers, ''Natural Selection and Social Theory'', p. 162

''... Bu amaç doğrultusunda nükleer santraller hedeflenecekse, yapılması gereken şeyler vardır. Çünkü nükleer elektriğe geçiş bir hobi değil, bir akademik egzersiz hiç değil, temel bilimlerden yaygın endüstriyel alt yapıya açılacak bir uygulamadır.''

Ömer Faruk Ağa Yarman 1993

Çevrimdışı Daarlan Gardan

  • ***
  • 722
  • Rom: -1
  • to hell with gatech
    • Profili Görüntüle
Ynt: Nefret'in Renkleri
« Yanıtla #2 : 05 Ağustos 2012, 04:54:23 »
                                                      Nefret'in Renkli Askerleri


Gökyüzü bir anda siyahın en koyu tonuna bürünmüştü. Adamın sırtındaki derin kesikten bulutlara doğru yükselmekte olan kara duman savaş meydanındaki tüm adamlar tarafından şaşkın gözlerle izleniyordu. Paxnora şimdiye dek böylesine esrarengiz bir olayla karşılaştığını hatırlamıyordu. Adamın sırtından kırmızı renkte bir sıvı akması gerekirken, kara bir duman çıkıyordu. Adamın artık öldüğünü belli eden son duman da bedeninden ayrıldığında hareketsiz bir şekilde yere düştü. Paxnora ve Midkema tam o sırada göz göze geldiler. Gözleriyle iletişim kurabilme yetenekleri olduğundan, birbirlerinin ne demek istediklerini aralarındaki mesafe uzak da olsa kolaylıkla anlayabildiler. Midkema, Paxnora'dan aldığı emri yerine getirebilmek adına arkasındaki askerlere döndü. Askerler de Midkema'nın gözlerini okudular adeta. Yaylar sırtlara asılıyor, yerini keskin kılıçlar alıyordu. Atağa geçme vakti gelmişti. Paxnora en önde hücum ediyordu. Kılıcı Yürekdelen avuçlarının içindeydi. Efendisine hizmet etmek için çırpıniyordu adeta. Kendisine doğru yaklaşmakta olan adamları kılıcıyla biçti Paxnora. Ve yine kan yerine duman çıkıyordu. Aslında sabah olması gerekirken ortam geceden farksızdı. Dunnatla'nın tüm çocuklarının gözleri alev alev yanıyordu ve Ölüm Oyunu devam ediyordu.
 
Paxnora'nın Yürekdelen'i her geçirdiği deriden çıkan kara duman arkadan gelmekte olan Midkema ve adamlarının görüş açısını kapamaktaydı. Paxnora kara dumanın içerisinde kaybolmuştu, Midkema onu göremiyordu. Kara sisin yuttuğu yerden bağırış sesleri duyulmaktaydı. Midkema adamlarıyla halen kararmamış bölgede bekliyordu, Paxnora kendi savaşını kara bölgede vermeye devam etmekteydi. ''Baba şuraya bak,'' dedi zarif sesiyle Beuomid, elinde Günışığı adını verdiği uzun kılıcını tutmaktaydı. Kılıcının uç noktasıyla karanlığın içinde parlayan bir cismi gösterdi. ''Paxnora olabilir bu,'' dedi tekrardan. Midkema gözlerini kısarak oraya baktı ve parlayan iki çift gözdü bu, renk ilk anlarda belli olmuyordu fakat uzun süre baktıktan sonra gözler birbiriyle temas etti, gözler yeşildi. Midkema Parlakyıldız'ı bir sevgiliye sarılır gibi kavradı. ''Dayan komutanım, biraz daha dayan,'' diye bağırdı. Yeşil gözler daha çok parladı. Mid adamlarına döndü. ''Sizlerden şunu istiyorum, öyle savaşın ki, düşman askeri bizimle bir daha karşılacak olursa, kılıçlarımızı parlaklığını tekrar görünce bacakları titresin! Öyle bir mücadele istiyorum ki sizden, Tanrılar ve Tanrıçalar burada onlanlardan sonra Dunnatla'yı anarken daha çok korksunlar!'' Parlakyıldız'ı omuza attı, daha sonra ileriye doğru kaldırdı. Adamların renkli gözleri bir güneş gibi parlamaktaydı, parlayan gözler karanlığı delmek için sisli bölgeye koşmaya başladı.
 
Sisin hakim olduğu alanda savaş tüm şiddetiyle sürüyordu. Biraz önce Midkema'yla tekrar göz göze gelmişti Paxnora. O kısacık süre içerisinde yine çok şey paylaşmışlardı birbirleriyle. Gemilerin tamamı artık Bone kıyılarına ulaşmıştı ve gemilerden çok daha fazla adam çıkmaya başlamıştı. "Bu varlıklar kesinlikle bu dünyaya ait değiller," dedi sadece kendisinin duyabileceği bir sesle Paxnora. Bir, iki, üç derken artık sayamayacak kadar çok adam öldürmüştü. Ve işte şimdi birisi daha kendisine doğru geliyordu. Adam kılıcını çok sert bir şekilde savurdu. Paxnora'nın bu hamleyi savuşturması bir hayli zor oldu. "Bu sefer çetin cevize çattık," diye fısıldadı. Mücadele devam ediyordu ve Paxnora adamın bir anlık dalgınlığından yararlanarak kılıcı Yürekdelen'i en sevdiği noktaya, yani yüreğine sapladı. Adamın yüreğinden bu sefer gri bir duman yükseldi. Tam o esnada kıyıdaki gemilerden adeta havayı yırtarcasına bir ses duyuldu. Herkesin dikkatini oraya çeken, gök gürültüsünü andıran bir ses...
 
Beuomid ve Mosgobon her zaman olduğu gibi yine yan yana savaşmaktaydılar. Sis, Midkema ve adamlarının gelişiyle yok olmuştu artık, az da olsa bir duman kalmıştı ve yeni ölen düşmanlardan dumanlar ilk seferki kadar şiddetli ve karanlık değildi. Mosgobon'un zor durumda olduğunu gördü Midkema, adam değildi o Beuomid yaşlarındaydı, çocukluk arkadaşıydılar oğluyla ve birbirlerinin arkalarını kollamaları adına bir ant içmişlerdi zamanında. Mid, oğlunun Mosgobon'a yardıma koştuğunu gördü ve ''dostlarını iyi anlarında unutma, kötü anlarında hiç unutma,'' diye geçirdi içinden. Midkema'ya bunu babası Lagddon Boyeus söylemişti. Mysanki ve Kolanbar önünde düşmanla çarpışmaktaydı. Tepeden aşağıya baktı ve kumların üzerisinde mavi kafalı düşmanlar tarafından itilen, gözlerini dünyaya açtığı zamandan bu yana hiç görmediği şeyleri görmüştü. Kolanbar tıpkı onlar gibi renkli gözlü bir düşmanı sermişti yere, düşmanın karnındaki yarıktan beyaz bir sis havalanmaktaydı. Paxnora'nın hasımanlarını bir bir akladığı gördü. Parlakyıldız'ı elinde sıkı sıkıya tutarken, Mysanki'nin yaralandığını gördü ve onu yaralayan adama doğru atıldı. Çok geçmeden kılıçlar birbiriyle dans etmeye başladı ve daha yakında olduğu için bunun bir adam değil, kadın olduğunu gördü mavi gözleri. Kadın palasını çok iyi kullanmaktaydı, Midkema bu duruma en az bu düşmanların nereden geldiklerini gördüğü an şaşırdığı kadar şaşırmıştı. Mid sağlı sollu kılıç darbeleriyle kadını yıprattı ve kadının palası kızıl kuma düştü, kadın Midkema'nın yüzüne bakmaktaydı şimdi. Yüzü kum olmuştu, gözleri kahverengiydi, saçları az önceki kara sis kadar karanlıktı. Midkema ona gülümseyerek baktı, daha sonra sol taraftan gelen orta yaşlı, kaptan kıyafetli adama doğru hücuma kalkıştı.
 
Midkema'nın kadınla olan düellosunu seyre dalan Paxnora az kalsın arkasından gelen bir adamın kurbanı olacaktı. Beuomid'in kükreyişi havayı yararak Paxnora'nın kulaklarını tırmaladı. Kendisini son anda kumların üzerine attı ve ardından ayağa kalkıp adamın üzerine çullandı. Bir süre kumda boğuştular. Bu sefer kılıcını kullanmadan bir adamın canını almıştı, onu boğmuştu. Adam gözleri açık bir şekilde kumsalda cansız bir halde yatıyordu şimdi. Paxnora iyiden iyiye yorulmuştu. Sağ dizini kuma koydu ve kılıcından destek alarak ayağa kalktı. Açık kahverengi saçlara sahipti ve şimdi o saçlar kumla doluydu. Beuomid yanına kadar gelmişti. Yüzü kirden tanınmayacak hale gelmişti. "Aferin evlat, hayatımı kurtardın," dedi Paxnora. "Gemiler hareket ediyor, etrafımızı saracaklar ve onlar etrafımızı sarmadan bu adadan ayrılmalıyız. Çabuk ahıra koş Beuomid atları çıkarın ve sağ kalanlarla beraber kaçın. Ben babanı da alıp geleceğim. Git, koş! Beuomid korku dolu gözlerle kendisine verilen emri yerine getirmek için koştu.
 
Beuomid, Goff, Terrk ve Filonsa'nın korumasıyla hanın arka tarafına uzanan ahıra doğru bir koşturma tutturmuştu. Midkema kaptansı rakibini yere sermişti, oğlunu ve adamlarını izliyordu. Han bahçesindeki Posglon önderliğindeki savaşları bitmiş olan geriye kalan son adamlar dışarıya çıkıyordu. Herkes at kişnemelerinin bir kaçış olduğunu biliyordu her biri teker teker dostlarının güvenli sırtlarına atlıyorlardı. Lokkaha'yı gördü Midkema, kolundan üç ok saplı duruyordu, atına son vedasını yaptı, ak atının yelesine  kanlı elleriyle dokundu ve yere düştü. At sahibini terk etmedi ve kanlı elini yalamaya başladı. Lokkaha düşmüştü, ölmüştü, lakin tek düşen o değildi, Percas, Versum, Armen, Salbark ve daha nice genç delikanlı ve daha nice genç baba. Midkema bütün kulaklarca bilinen meşhur ıslığını çaldı ahırın bir diğer siyah kapısını delerek dışarıya çift boynuzlu bir at fırladı. "Kırıkay!" diye haykırdı en gür sesiyle Midkema.
 
Kırıkay kişneyerek sahibine doğru koşturdu ve Midkema Kırıkay'ın sırtına atladı ve dört nala koşturmaya başladı. Paxnora da Karagölge'ye bindi. Midkema dahil herkes savaş meydanını terk etmişti. Fakat Paxnora hala atının üstünde oturmuş, olduğu yerde bekliyordu. Yayını sırtından çıkarıp bir ok yerleştirdi. Ok yaydan çıktığında hedefdeki kişi birkaç saniye sonra yere düşmüştü. Bunu görür görmez gülümsedi Paxnora. Sinsi bir gülümsemeydi bu. Atını çevirdi ve Bone Karakolu'nu terk eden son kişi oldu.
''Civilizations have the morality and ethics they can afford.''

 — Larry Niven & Jerry Pournelle, ''Lucifer's Hammer''

''These colonies in nature can reach at least two million individuals at a time, last for decades, and occupy a hundred cubic meters of space. It was a wonderful achievement to see a fragment of this world captured all around you, so that you almost had the experience of being inside the ant colony when you were in that room.''

 — Robert Trivers, ''Natural Selection and Social Theory'', p. 162

''... Bu amaç doğrultusunda nükleer santraller hedeflenecekse, yapılması gereken şeyler vardır. Çünkü nükleer elektriğe geçiş bir hobi değil, bir akademik egzersiz hiç değil, temel bilimlerden yaygın endüstriyel alt yapıya açılacak bir uygulamadır.''

Ömer Faruk Ağa Yarman 1993

Çevrimdışı Daarlan Gardan

  • ***
  • 722
  • Rom: -1
  • to hell with gatech
    • Profili Görüntüle
Ynt: Nefret'in Renkleri
« Yanıtla #3 : 05 Ağustos 2012, 15:11:09 »
                                                 Orman Karanlığının İçerisinden


"Kan tadı," diye sayıkladı. Ağzındaki kızıl kumu tükürdü, kan gitmiyordu ağzından. Onu da tükürüyordu ama olmuyordu, içinden tekrar kan geliyordu. Sarı saçlarında kan vardı, az da olsa kum bulaşmıştı, Bone İstilasının hatırasıydı ikiside, daha pek çok şey kalmıştı geriye, kötü bir anıydı, kötü bir hatıra bırakmıştı, belkide bir tecrübe olarakta kabul edebilirdi bunu Midkema. Başı çınlıyordu, başında sahildeki büyük gemiler ve o itilen savaş araçları dolaşıyordu. Ellerini Kırıkay'ın boynuzlarına geçirmişti.
 
Kafile Sisli Orman'a doğru ilerlerken Paxnora atının sırtında her dakika geriye doğru dönüyor ve kaçamak bir bakış fırlatıyordu. Bir ömür Bone Karakolu'nda geçmişti. Ve şimdi buradan ayrılacak olduğu gerçeğini bilmek, yüreğini sızlatıyordu. Gözünden bir damla yaş süzüldü ve sonra bir tane daha. Çok sert ve savaşçı bir kişiliğe sahip olsa da, insanlar gibi elfler de duygularına yenik düşüyorlardı.
 
''Sisler'den kurtulmak burda da mümkün olmadı,'' dedi Midkema. Paxnora'nın yanında atını sürmekteydi. ''Ağlama dostum, bir gün buraya tekrar gelmek zor bir şey değil, bir gemi ve biraz mürettebat o kadar,'' arkasına döndü ve yaralı, korkmuş adamlarına göz gezdirdi. ''Onlar bizden fazlaydı, biz bir Tanrı'nın parmaklarından bile az sayıdaydık tam elliyedi kılıç, Dunnatla'nın yetmiş parmağı olduğu söyleniyordu,'' kahkaha atarken ağzındaki kan dudaklarının arasından aktı. Paxnora kederliydi bunu fark etmişti, babası bir elfti, annesi ise Dunnatla'nın insanlarından bir yeşil gözlü kadındı, insan ve elflerin birleşiminden doğan varlıklar kederli olurdu, her vakit. Fakat şimdi Paxnora'da çok fazlaydı bu durum.
 
Can dostu Midkema'nın teselli etme çabaları pek bir işe yaramasa da yine de yanında olduğunu bilmek biraz da olsa rahatlatıyordu Paxnora'yı. "Dunnatla'nın evlatlarıyız bizler, bize ne korku ne de keder işler." Midkema ve Paxnora sesin geldiği yöne doğru döndüler. Ses Bone Karakolu'nun en gözüpek adamlarından biri olan ve Zincor'la tam bir uyum içerisinde olan, aynı zamanda Paxnora'nın Zincor'dan sonra en güvendiği adam olan Snorro'ya aitti.
 
''Bu Gradbone'a has bir marş sanırım,'' dedi Midkema, Paxnora'ya bakarken. ''Beefsenjen ve Wis Adalarında bizim böyle alışkanlıklarımız yoktur,'' Gülümsedi fakat Paxnora'nın göz kırpışına kayıtsız kalamadı. ''Ah evet aslında bizimde böyle marşlarımız var, her gece Dunnatla'ya dua eder dururuz fakat bunu içimizden yapmaya özen gösteririz, yoksa ondan nefret eden tüm Tanrı ve Tanrıçalar rüyalarımızı süsler,'' Parlakyıldız kınında sallanıyor ve Kırıkay'ın bedenine çarpıyordu. ''Nasıl diye soracak olursan, kan ile süsleme yapmayı çok seviyorlar,''
 
Paxnora, Midkema'ya gülümsedi. "O halde bir an önce Beefsenjen ve Wis adalarına doğru yola çıkmalıyız zira Gradbone artık güvenilir bir yer olmaktan çıktı. Tekrar saldırıya uğramamak için acele etmeliyiz. Ormanı sağ salim geçip karşı kıyıda bulunan Catnora'ya binmeliyiz." Midkema onaylar bir şekilde kafasını aşağı yukarı salladı ve bu şekilde hızlarını biraz daha arttırdılar.
 
Atların nallarının ve nefes alıpverişlerinin çıkardığı ritmik ses ormanda yaşayan canlıları ürkütüyordu, önlerinden kanatlı kurtlardan biri belirdi, dişleri Yürekdelen, Parlakyıldız kadar keskin ve korkutucuydu ve ağzından dışarıya mızraklar kadar uzun olarak çıkmaktaydı, kanatlarından biri beyaz diğeri karaydı, tıpkı dişlerinden birinin beyaz ötekinin zıttı olduğu gibi. Paxnora kanatlı kurttan korkmamıştı, Midkema ve Kırıkay geri çekilmişlerdi. Wis Adası'nda bunlardan renkli gözlü insanlar kadar çok vardı, lakin bu Elf Krallığı Mauravien'de yaşayanlara benziyordu. ''Büyük bir ihtimal Mauravien Elfleri tarafından, Elfler gibi yetiştirilen bir kurt dedi,'' Mid. Beuomid bu duraklamadan yararlanarak Mosgobon'ın yarasına bakıyordu, Orlom'da ona yardım etmekteydi. Midkema, Paxnora'ya döndü. ''Biraz dinlensek fena olmaz, düşman birliklerinin ormana gireceğini sanmıyorum, bizi mağaralarda arayacaklardır,'' dedi. ''Catnora bir Gradbone gemisi olması gerekiyor, sizin geminiz sanırım. Hatta sancağında Grad yazıyordu, Bone'da yazmasını bekliyordum, çok geçmeden beyaz bayrağın ortasındaki simgenin Bone Karakolu olduğunu hatırladım. Yaşlandık biz dostum, bu gün çarpışmada nefesim kesilmişti neredeyse, dizlerimin üstüne düşmeme ramak kalmıştı. Paxnora dikkatle Mid'i dinliyordu. Eliyle hayvanı işaret ederek ''Bu kurt ne olacak?'' diye sordu sonun Paxnora'ya.
 
''Kanatlı kurt bizimle gelecek,'' dedi Paxnora. Midkema bu cevap karşısında biraz şaşırmışa benziyordu. Ama herhangi bir yanıt vermedi. Gölgekanat'ın sırtındayken kendisini daha çok güvende hissediyordu Paxnora. Yaklaşık elli metre ileride Catnora'nın burnu görülebiliyordu. Gövdesi tamamen mavi renkli olan bu gemi Bone Karakolu'na hizmet veren askerler tarafından yapılmıştı. Yapımında bizzat Paxnora ve Midkema da çalışmıştı. Şimdi o gemi savaştan kurtulanla için bir umut kapısı olarak görülüyordu. ''Hızımızı arttırmalıyız!'' diye bağırdı Paxnora. Kanatlı kurt da hemen yanında yürüyordu ve ara sıra kanatlarını açıp kapatıyordu. Siyah ve beyaz kanatlara sahipti, gözleri ise kırmızıya yakın bir renkti. ''Hey Mid, benim duyduğumu sen de duyuyor musun? Bir ses duyar gibi oldum.''
 
Midkema kolculuğun verdiği sakinlik ve tecrübe ile ormana bakındı. Ormanın sisli havasında garip gölgeler olduğunu fark etti. ''Her zaman hazır olamamız gerekiyor,'' dedi telaşlı değildi, sakinde değildi. ''Gölgeler büyük ihtimal adada yaşayan garip varlıklara ait olmalı, ada senin bunları senin çözmen gerek'' diye söylendi. ''Fakat dediğim gibi hazır olmalıyız,'' eli yavaş yavaş kınına gidiyordu. ''Tehlike kalp atışları gibidir, kalp atışları ne zaman hızlanıyorsa, tehlike var demektir,'' Paxnora'ya döndü, Yürekdelen'i çekmişti bile, kurt yanında yürümekteydi. ''Elf gibi yetiştirilen bir kanatlı kurt, anlamalıydım. O başından beri senindi, seni uzun yıllar önce gördüğümde onun gibi bir hayvanın yoktu.'''
 
"Yoktu, lakin gerek de yoktu. Bugüne kadar bir kanatlı kurdum olmadan da kendimi koruyabildim değil mi? Ama artık bugünden itibaren bu kurt benimle kalacak ve bana itaat edecek. Uysallık ve iteatkarlık kanatlı kurtların doğasında var dostum." Ormandaki gölgeler kendini iyiyiden iyiye hissettiriyordu. Normal bir zaman akışında şu anda öğlen vakti olmalıydı fakat kendilerine saldıran kişilerden çıkan dumanların etkisiyle gökyüzü karanlığın biraz açık tonundaydı. En azından adım atmak için önünüzü görebiliyordunuz. Gemi artık çok yakındaydı ve askerler çok yorulmuştu. Paxnora endişeli gözlerle geriye doğru bir bakış fırlattı, tam o esnada kendilerine yaklaşmakta olan bir grup gölge fark etti. Uzaktan tam olarak anlayamamış olsa da, gelenlein dost olmadığı aşikardı. Midkema'yla tekrar göz iletişimi kuran Paxnora sırtından yayı çıkardı ve atını ters istikamete doğru çevirdi. Okunu yayına takıp yayı gerdi, oku salacağı sırada bir ses duyuldu. Ses havayı yardı ve kafiledeki bütün askerlerin kulaklarına çarptı. Ses dalgası çok şiddetliydi ve böylesine bir ses duyduğunu hatırlamıyordu Paxnora. Bir silahtan çıkan kurşun sesiydi bu.
 
 
Paxnora ve Mid'in adamları o kadar yorgun ve şaşkınlardı ki, hayatlarında ilk defa duydukları bu sesin ne olduğunu Zemgen'in atının yere düştüğü vakit kavraya bilmişlerdi. Zemgen atı Çimenotu'nun altında kalmıştı ve ormanı, karanlığı yırtan bir bağırış yetiştirmişti tüm kulaklara. Orlom, Midkema'nın adamlarından biriydi, Wis Adası hekimlerinden biriydi ve hemen o noktaya koşturmaya başladı. Orlom başı eğik bir biçimde ilerlemekteyken bir patlama sesi daha duydu kulaklar. Orlom'un başının üstünden geçen cisim arkada bulunan meşe ağaçlarından birine saplandı ve sonra ''TAN!'' diye sert toprağa düştü. Midkema ve Paxnora başları eğik bir biçimde atlarının üstünden konuşmaktaydılar. ''Bu düşmanların ne oldukları hakkında bir fikrin var mı Pax?'' Bir patlama sesi daha duyuldu ve Daddig atından yere düştü. Midkema adamlarından birisinin ölümüne daha şahit olmuştu, cisim Daddig'in boğazından girmişti, delik geçmişti. ''En az kayıp ile buradan kaçmalıyız. Artık tamamen buradan adımızı ve adımımızı silmeliyiz. Bunların kaplumbağa olduklarına inanırım fakat bizlere ateşi keseceklerine inanmam.'' Mid sırtında duran, mücadele boyunca hiç kullanmadığı yayını çıkardı, iki adet ok yerleştirdi. Orman sisli ve karanlık olduğundan düşmana isabetli bir atış yapmak çok zor bir işti. Okların uçları alevlendi, yayı gerdi, çekti. Midkema'nın duymak için can attığı ses şimdi kulaklarındaydı, düşmanlardan biri diri diri yanmaktaydı. Düşmandan çıkan her feryat sesi, diğer gölgeleride korkutuyordu.
 
"İyi iş çıkardın Mid. Fakat bu lanet olası varlıklar hakkında hiçbir fikrim yok. Derhal gemiye, acele edin!" Askerler artık son güçlerini de kullanarak atlarını tırısa kaldırdılar ve geminin bulunduğu yere doğru koşturdular. Arkalarındaki ormanlık alan birkaç saniye içerisinde yanıp kül olmuştu. Müthiş bir ses dalgası hakimdi karanlık gökyüzünün üzerine.
''Civilizations have the morality and ethics they can afford.''

 — Larry Niven & Jerry Pournelle, ''Lucifer's Hammer''

''These colonies in nature can reach at least two million individuals at a time, last for decades, and occupy a hundred cubic meters of space. It was a wonderful achievement to see a fragment of this world captured all around you, so that you almost had the experience of being inside the ant colony when you were in that room.''

 — Robert Trivers, ''Natural Selection and Social Theory'', p. 162

''... Bu amaç doğrultusunda nükleer santraller hedeflenecekse, yapılması gereken şeyler vardır. Çünkü nükleer elektriğe geçiş bir hobi değil, bir akademik egzersiz hiç değil, temel bilimlerden yaygın endüstriyel alt yapıya açılacak bir uygulamadır.''

Ömer Faruk Ağa Yarman 1993

Çevrimdışı Daarlan Gardan

  • ***
  • 722
  • Rom: -1
  • to hell with gatech
    • Profili Görüntüle
Ynt: Nefret'in Renkleri
« Yanıtla #4 : 05 Ağustos 2012, 21:19:33 »
                                                         Kaybetmenin Kara Rengi

Zemgen ve atı Çimenotu alevlerin arasında kaybolmuştu, alev herşeyi yutuyordu, kara dumanlar havalanmaktaydı. Goser, Kızılsakal Pol, Daddig ve Korkusuz Sayminas'ın cesetlerine daha alevler ulaşmamıştı. Fakat çok geçmeden ulaşacağı, derilerini eriteceği acı lakin bilinen bir gerçekti. Midkema elini gözlerine siper etti. Alevler parazit gibi her yana yayılmakta ve akbabalar kadar iştahlı biçimde ağaçları yemekteydiler. Geriye kalan adamlarını süzdü Mid. ''Olamaz, Orlom yok!'' diye haykırdı. Yanan ormana bakmaya devam etti, bütün herkes kendi atını çevirmiş ormanı izliyordu. ''Orlom,'' dedi tekrar. Alevin içinde bir gölge vardı, yaklaşmaktaydı. Hepsi tekrar kılıçlarını ellerine aldılar, kimisi kalan gücüyle ok atmak için hazırlık yapmaktaydı. Yaklaşıyordu, her adımında adamlar titriyordu, sadece onlar değil, Mid ve Pax'ta titriyordu. Karanlığı ve alevi yardı ve dışarıya kanatlı bir kurt çıktı, üstünde yarı baygın halde Orlom durmaktaydı. Hayvanın üzerinde bir o yana, bir bu yana sallana sallana Midkema'nın yanına kadar gelmişti çok geçmeden. Orlom hayvanın sırtından düştü ve kurt sahibi Pax'ın yanına doğru hareketlendi.
 
Orlom'un düştüğü sert zemine kan damlıyordu, Midkema çok geçmeden hekimin bir elinin bileğinden koptuğunu gördü. Orlom yaşıyordu lakin yarı ölü gibiydi. Midkema, Orlom'un sağ elindeki kanamayı durdurmak için siyah pelerininden bir parça bez koparmak istedi. Kıyafetini yokladı, çakısını aradı, deli gibi her cebini yokluyordu fakat nafileydi. ''Çakı orada kalmıştı,'' diye geçirdi zihninden. Gözünün önünde babasından yadigar Karanlıkdiş belirdi. Oğlu Beuomid, babasına çakısını uzatmıştı. ''Ama bu kaybolmuştu,'' dedi şaşkın bir ifadeyle. ''Hayır baba,'' dedi Beuomid elfleri andıran zarif sesiyle. ''Onu senin için sakladım,'' Midkema'nın elleriyle çakısı buluştu ve pelerinden bir parça kopardı. Orlom'un bileğine kara bezi sardığında hekim baygın haldeydi. ''Taşımamız gerek,'' diye bağırdı. ''Burada bırakamayız! Yeterince adam kaybettik, dost kaybettik, onu kaybetmeyelim!''
 
Kanatlı kurt, Paxnora'nın yanına gelerek kendisine itaat ettiğini belirtir bir şekilde sağ dizini yere koyarak boynunu aşağı doğru eydi. Paxnora kanatlı kurdun bu davranışı karşısında oldukça memnun olmuşa benziyordu. Atının sırtından eğilerek hayvanın başını okşadı. "Şu gemiye sağ salim binip buradan uzaklaştığımızda sana güzel bir isim bulacağım," dedi. Atını çevirip Orlom ve Mid'in yanına doğru sürdü. Midkema, oğlu Beuomid, Orlom ve kendisi hariç herkes gemiye ulaşmıştı. Önlerinde sadece otuz metrelik bir mesafe kalmıştı ve arkalarından gelen patlama sesleri her geçen saniye biraz daha artıyordu. Paxnora bunun farkındaydı ve telaşlı gözlerle arkasını kolluyordu. "Acele et Mid!"
 
Midkema, Kırıkay'ın sırtına atlamıştı, Beuomid, Orlom'u kucaklamış taşımaktaydı. Midkema her seferinde arkasına dönük bakınıyordu. Beuomid, Orlom'u ağır ağır, Mid'in önünde taşımaktaydı. Patlama sesi Midkema ve herkesi derinden etkiliyor ve korkutuyordu. Beuomid zorlandığından gözlerinden yaşlar süzülmekteydi. O kadar güçlü bir çocuk değildi fakat Orlom zayıf olduğundan o taşımak istemişti onu. Alevlerin içinden alevli oklar yağmaya başlamıştı. ''Pax bekleyin bizi,'' diye haykırdı Midkema. ''Oklar yağıyor,'' diye geçirdi içinden. ''Evlat atın önünde yürü, isabet ederse Kırıkay'a veya benim bedenime gelmiş olmasını isterim,'' Beuomid babasının emirlerini harfi harfine uyguladı. ''Kollarım ağrıyor baba, yoruldum,'' diye söylendi. Kırıkay'dan atladı Midkema. ''Orlom'u bana ver dedi,'' Beoumid güçsüzleşen yollarındaki arkadaşını babasının kollarına bıraktı. ''Kırıkay'a bin ve gemiye koşturun,'' diye bağırdı.
 
Orlom, Mid'in güçlü kollarındaydı, o da yorulmuştu fakat güçlü olması gerekiyordu. Kırıkay tırsa kalktığı vakit, atın huzurlu sesiyle karışık bir feryat sesi duyuldu. Midkema, oğluna baktı, oğlu atın üzerinde duruyordu öyle. Çok geçmedi, sert bir biçimde yere düştü. Orlom'u bir kere bıraktı ve oğlunun yanına koştu. ''Oğlum, Beuomid, sakin ol evlat,'' dediğinde sırtına saplanan okları fark etti oğlunun. ''Dayan,'' diye bağırdı. Paxnora ve diğer adamlar ellerinde kılıçlar üzerinde oturdukları atlardan onları seyrediyordu. Beuomid'in gözleri yavaş yavaş daha bir parlak hal almaya başlamıştı. Burnundan kanlar süzülüyordu. ''Gücün var mı, dayanabilir misin oğul?'' diye sordu.
 
''Baba,'' dedi zorlukla ağzındaki kanın tadını alırken. ''Hatırlıyor musun? Küçükken beraber balık tutmaya giderdik seninle,'' kan ağzından ve burnundan oluk oluk boşalıyordu. ''Sen balıkları tutardın, ben onların pullarını okşardım ve tekrar denize atardım. Sen onları yakalardın baba, ağlarınla, başkalarıda yakaladı beni oklarıyla. Ben balıkları kurtarıyordum baba, şimdi kendimi kurtaramıyorum. Ruhum, Dunnatla ile buluşursa eğer baba, onun mavi ve yeşil gözlerine bakıp, tekrar doğarsam balık olarak doğmayı dileyeceğim baba,'' Elini zorluklada olsa Midkema'nın sol yanağına götürdü. ''Adaya dönünce her akşamüstü balık tutmaya git baba, balıkları tut fakat onları tekrar denize at baba, onlarında bekleyenleri var. Herkes özgür olmalı, kimse yakalanmamalı başkaları tarafından. Sen her balık tutmaya geldiğinde, seni izleyeceğim baba. Bıkmadan usanmadan, yorulmadan.''
 
Beuomid'in gözlerindeki parlaklık yok olmuştu ve Midkema göz yaşlarını silip, onun göz kapaklarını örttü. Oğlunun genç bedenine sarıldı ve feryat ederek ağlamaya başladı.
 
Beuomid yerde hareketsiz bir şekilde yatıyordu, Midkema ise oğlunun bedeninin üzerine eğilmiş hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Beuomid'in o rengarenk ışık saçan gözlerinden eser kalmamıştı. Paxnora atının sırtından aşağı atladı ve Midkema'ya destek vererek ayağa kaldırdı. "Gitmeliyiz Mid, lütfen dayan dostum. Sakın pes etme, sakın! Yürümeye devam et, işte böyle. Geçecek kardeşim, az kaldı. Bütün askerler gemiye binmişti. Zincor ve Snorro tekrar gemiden inip Mid'in kollarına girdiler. Paxnora koşarak geri dönüp bu seferde Orlom'u kucaklayıp getirdi. Ve şimdi herkes gemideydi. Kaptan Enarrom gemiyi hareket ettirdi ve gemi kıyıdan uzaklaşmaya başladı. Arkalarında bıraktıkları kıyılarman halen daha silah sesleri duyulmaktaydı.
 
Mosgobon, Kırıkay'ın sırtındaydı. Midkema o telaş ve yaşlı gözleriyle atını orada unuttuğunu düşünmüştü. Mosgobon, Paxnora'nın arkasından koşup Kırıkay'ı gemiye getirmişti. Buruk bir sevinç vardı gemide. Kimse sevinemiyordu çoşkuyla, gemide bulunan her canlı Midkema'nın çaresizliğini bilmekteydi, en az patlamaya hazır olan bir volkan olduğunu bildikleri gibi. Mosgobon, Kırıkay'ın yelelerini okşaya okşaya onu Mid'in yanına getirdi ve komutanına teslim etti. Midkema yorgunluğun ve acının verdiği karışık duygularla kendi kendisine sayıklamaktaydı. Mosgobon ona sarıldı ve. ''Burada ki herkes senin oğlun, burada ki herkes seni babası olarak kabul ediyor,'' dedi. Mosgobon'un yeşil gözleri, bir diğer yeşil gözlü Paxnora ile buluştu. ''Sakinleşmesi biraz zaman alabilir, bizlere önderlik yapacak olanlar sizlersiniz,'' dedi.
 
Gemi hareket edeli henüz beş dakika dahi olmamıştı. Mosgobon'un duygu yüklü kısa konuşması herkesi etkilemişti. Ardından sözü Paxnora aldı. "Bizler adaları korumakla yükümlü kişileriz ve kanımızın son damlasına kadar bu görevimizi yerine getirmek çalışacağız. Az önce adeta cehennemi yaşadık. Şükürler olsun ki Dunnatla bizimleydi de az kayıpla atlattık bu savaşı. Üstelik bize saldıranlar hakkında da hiçbir bilgimiz yok. Dunnatla bizleri korusun ve yüceltsin." Kanatlı kurt hemen yanında duruyordu Paxnora'nın. Kıyı artık görünemeyecek kadar uzakta kalmıştı.
 
''Dunnatla,'' dedi tekrar dizlerinin üzerine çökmüş, ağlamaktan yüzü kızarmış fakat yine ağlamalık yüz ifadesiyle Mid. Paxnora'nın yüzüne baktı. ''Dunnatla, oğlum Beuomid'i tekrar geri gönderir mi,'' diye sordu. ''Onun adalarını korumak için savaştık, renkli gözlü olduğumuz ve onun onurunu yerler altına alınmasına izin vermeyeceğimiz için savaştık,'' sesi titriyordu, kendine hakim olamıyordu ve içinden geçenleri birbir söylüyordu. ''Söylesene? Onu kutsayıp bir balık yapar mı? Yada yine yanımda at sürmesi, savaşması ve balık tutması için onu bana gönderir mi?'' Sol dizini tahta zeminden kaldırdı. ''Dunnatla, Gvendolyn'den kaçtığında sekizyüzonsekiz yaşındaydı. Bizlerbeşyüzonsekiz yılındayız. Dunnatla buraları bırakıp gideli üçyüzyıl oldu.''
 
"Oğlun yiğitçe savaştı Mid ve görevi uğruna öldü. Bu yüzden oğlunun arkasından ağlamayı bırakıp, onunla gurur duymalısın. Hadi toparlan. Şu kamaraya geç ve biraz dinlen."
 
Midkema adını bile hatırlamadığı veyahut unuttuğu iki adamın kollarında kamaraya götürüldü. Büyük yatağa yatırıldı. Kamarada iki yatak bulunuyordu, birinde Midkema uzanıyordu diğerinde oğlunun ve kendisinin kılıçları Günışığı ve Parlakyıldız. Başı ağrıyordu, göz yaşına ve yorgunluğa yenik düştü çok geçmeden uykuya daldı.
''Civilizations have the morality and ethics they can afford.''

 — Larry Niven & Jerry Pournelle, ''Lucifer's Hammer''

''These colonies in nature can reach at least two million individuals at a time, last for decades, and occupy a hundred cubic meters of space. It was a wonderful achievement to see a fragment of this world captured all around you, so that you almost had the experience of being inside the ant colony when you were in that room.''

 — Robert Trivers, ''Natural Selection and Social Theory'', p. 162

''... Bu amaç doğrultusunda nükleer santraller hedeflenecekse, yapılması gereken şeyler vardır. Çünkü nükleer elektriğe geçiş bir hobi değil, bir akademik egzersiz hiç değil, temel bilimlerden yaygın endüstriyel alt yapıya açılacak bir uygulamadır.''

Ömer Faruk Ağa Yarman 1993

Çevrimdışı Daarlan Gardan

  • ***
  • 722
  • Rom: -1
  • to hell with gatech
    • Profili Görüntüle
Ynt: Nefret'in Renkleri
« Yanıtla #5 : 05 Ağustos 2012, 23:28:00 »
                                                                      Kara Gerçekler

Midkema dinlenmeye çekilmişti ve Paxnora gemiyi kontrol ediyordu. Askerler bu cehennemden sağ çıktıkları için kendilerini şanslı sayıyorlardı. Gemi Wis adasına yaklaşmak üzereydi. Vakit akşam üzeriydi. Yaralıların tedavileri gemide yapılmaktaydı. Gökyüzüne kasvetli bir hava hakimdi. Paxnora şu an yanından geçtikleri küçük Simyora adasını seyrediyordu. Adada küçük bir karakol vardı.
 
Karakol ormanın hemen girişinde bulunuyordu, aynı zamanda kumsala yakındı. Binanın tepesinde bir baca bulunmaktaydı. Bu baca her akşamüstüleri yakılmaktaydı. Aslında yakılan şömineydi. Bacadan karanlık gecelere sıcak ve aydınlatıcı bir alev yükselmekteydi. Gemilere rehberlik etmekteydi, küçük bir deniz feneri olarakta kabul görülebilirdi. Paxnora elini geminin kenarlıklarına yerleştirdi ve güneşin batışını seyre daldı. Adada güvende olacaklarını düşünmekteydi. Bacanın alevlenmesini adayı ve denizi aydınlatması beklediği şeylerden biriydi. Güneş batmış, görevini aya teslim etmişti. Fakat Simyore Adası'nda bulunan baca yanmamıştı. Bir şeylerin ters gittiğini sezdi Paxnora. Bir adamının kolunu yakaladı. ''Çabuk bir meşale getir,'' diye emir verdi. Adam geminin alt kısımlarına indi. Çok geçmeden bir kaç meşale kucaklamış olarak geri döndü.
 
Meşaleyi sol eline alan Paxnora sağ elini havaya kaldırarak geminin durması için direktif verdi. Gemi adaya doğru yavaş yavaş ilerlerken bütün askerler geminin pruvasında endişeli gözlerle adayı seyrediyorlardı. Gemi birkaç dakika sonra kıyıya demirledi. "Bir şeyler ters gidiyor," diye fısıldadı Paxnora. Sahile doğru açılan kapıdan adaya ayak bastı ve yanında bir düzine adamla karakola doğru ilerlemeye başladı. Meşale karanlıkta yollarını aydınlatıyordu.
 
Midkema, Orlom ve diğer yaralı adamlara göz kulak olmaları için gemide Mosgobon, Volosi ve Polas'ı bırakmışlardı. Paxnora her attığı adımı çok dikkatli seçiyordu. Gradbone Adasında olduğu gibi buralarda da tuzaklar vardı. Adalar sınırdı, saldırılar hep sınırlardan gelirdi krallığa. Adamlarına boşta olan eliyle, çok sessiz şekilde emirler yağdırdı. ''Terk edilmiş,'' diye söylendi Pax. Renkli Gözlüler karakolun her bir yanını sarmış, gelecek her hangi bir tehlikeye karşı hazır beklemekteydiler. Paxnora ve yanında ilerleyen adamı etraflarına bakmadan karakolun kapısına doğru hareketlendiler. Paxnora kapıyı olağan gücüyle tekmeledi. Kapı gecenin sessizliğini yırtan, rahatsız edici bir gıcırtıyla açıldı.
 
İçerisi çok karanlıktı. Zincor atılarak "Meşaleyi bana verebilirsiniz komutanım, önce benim göz atmam daha doğru olur sanırım." Paxnora istemeyerek de olsa meşaleyi Zincor'un eline tutuşturdu. İçeriye giren Zincor'un duvara yansıyan gölgesi bir canavarı andırıyordu. Meşalenin ışığı Zincor'la beraber uzaklaşırken Paxnora ve adamlarının bulunduğu yer yavaş yavaş karanlığa gömülmekteydi.
 
Zincor elinin yanmasının verdiği acı ve öfkeyle gemiye doğru koşturmaya başlamıştı. Yere paçavra gibi attığı meşale, iri görünümlü, mavi gözlü olan Nadan'ın büyük eli arasında tekrar gecenin karanlığına inat parlamaktaydı. Nadan hemen Paxnora'nın yanına koştu, karakol büyük salonlardan oluşan, üç katlı bir yapıydı. ''Uzun süre olamamış,'' dedi Paxnora. ''Nereden bu kanıya vardınız,'' diye sordu Nadan. Paxnora, Nadan'ın elinden meşaleyi aldı ve iki adım ilerledi. Meşalenin aleviyle net bir şekilde görünmeye başlayan odunlar Nadan'ı şaşırmışa benziyordu. ''Odunlar,'' dedi Paxnora. ''Şömine için hazırlanmışlar, akşamüstünden biraz önce olmuş burada ne olduysa,'' dedi. Meşale ile odayı dolaşmaya başladı. Paxnora'yı alev sayesinde beyaz bir not bulmuştu yerde. Yazılar çok belirgin olmasa bile bir kolcu yazısıydı bu. Eğilerek notu aldı. Soğukkanlılıkla okumaya başlamıştı. Meşaleyi nottan biraz uzakta tutmaktaydı ama onun yardımıyla okumaktaydı. Okudukça yüz ifadesi değişti Pax'ın.
 
''İstila edildi, Simyora dahil olmak üzere tüm Renkli Gözlülerin yaşadığı adalar istila edildi. Adanın kuzeybatısı, Karakolun bulunduğu kısım savunulmakta lakin çok dayanamayacağız. Wis Adası'ndan yardım talebinde bulunduk, onlardan cevap alamadık. Düşman kuvvetlerinin anlaşma için gelen liderleri onların teslim olduklarını veyahut teslim olmayanların öldürüldüklerini söylediler. Onlara istedikleri cevabı vermeden önce çevrede bulunan diğer ırkların adalarına kartallar ile notlar gönderdik. Tek umudumuz Elf Krallığı Mauravien'den gelecek destek, Köpüren Yıldız Adası'ndan gelmesini bekliyoruz bu desteğin. Bizim gibi dışlanmış ve adalarda gözlerden uzak yaşamaya mahkum edilmiş, Kanatlı Kadın Elfler ve Boynuzlu Erkek Elfler gelebilir yardımımıza. Onlar gelmezler ise ; bu notu bulacak kişi bizleri hain olarak görmesin, geriye kalanlar olarak teslim olmayı düşünmekteyiz.''
 
Okumayı bitirdiğinde yüzündeki ifade korkutucuydu. "Gitmişler, teslim olmuşlar. Her yer istila altında. Kendimizi en kötü senaryolara dahi hazırlamalıyız." Notu pelerinin cebine koydu ve hızlı adamlarla geldikleri yönden gemiye doğru ilerlemeye başladı. Askerler de Paxnora'yı takip etmekteydiler. Gemi tekrar yola çıktığında yaklaşık on beş mil ötede bulunan Wis adasına yavaş yavaş yaklaşmaktaydı.
 
Gemi denizde özgür bir kartalın gökte süzüldüğü gibi ilerlemekteydi. Nadal gecenin karanlığını aydınlatan büyük bir ışık görmüştü, denizin üzerisi alevle boyanmış gibiydi. Arkasına döndü, ''Komutanım! Baca alev almış komutanım! Yanıyor baksanıza!'' diye bağırdı. Paxnora yüzünü Nadal'a doğru çevirdi. ''Neler oluyor,'' dedi tersleyerek. O da Simyora Karakolu'nda yanan bacayı görmüştü. ''Dunnatla aşkına! Renkli Gözlüler aşkına!'' diye haykırdı.
 
Wis Adası'nda bulunan surların üzerindeki bacalarda alevlendi. Herkes onlara karşılama yapıyordu sanki. ''Fakat buraları istila edilmişti,'' diye söylendi şaşkın bir yüz ifadesiyle Pax. Surların üzerisinde bulunan bacalardan çıkan alevler, Dunnatla'nın simgesinin bulunduğu bayrakları ve Lanetli Elflerin simgesini taşıyan rengi seçilemeyen kocaman bayrağı aydınlatmaktaydı.
 
Son derece şaşırtıcı olan bu durum karşısında Paxnora ve tüm askerler çaresiz gözüküyordu. Catmora Wis'e çok yakındı artık. Bacalar alev alev yanıyordu. Bu bir zafer işareti de olabilirdi, düşmanlar tarafından adayı ele geçirmenin simgesi de. Paxnora gemideki askerleri etrafına topladıktan sonra konuşmaya başladı.
''Civilizations have the morality and ethics they can afford.''

 — Larry Niven & Jerry Pournelle, ''Lucifer's Hammer''

''These colonies in nature can reach at least two million individuals at a time, last for decades, and occupy a hundred cubic meters of space. It was a wonderful achievement to see a fragment of this world captured all around you, so that you almost had the experience of being inside the ant colony when you were in that room.''

 — Robert Trivers, ''Natural Selection and Social Theory'', p. 162

''... Bu amaç doğrultusunda nükleer santraller hedeflenecekse, yapılması gereken şeyler vardır. Çünkü nükleer elektriğe geçiş bir hobi değil, bir akademik egzersiz hiç değil, temel bilimlerden yaygın endüstriyel alt yapıya açılacak bir uygulamadır.''

Ömer Faruk Ağa Yarman 1993

Çevrimdışı TheSpell

  • ***
  • 826
  • Rom: 16
  • Dovie'andi se tovya sagain.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Nefret'in Renkleri
« Yanıtla #6 : 06 Ağustos 2012, 12:32:01 »
Gayet güzel bir hikayeydi. Devamını merakla bekliyorum. Yazmadığınız kısımları yani :)

Çevrimdışı Daarlan Gardan

  • ***
  • 722
  • Rom: -1
  • to hell with gatech
    • Profili Görüntüle
Ynt: Nefret'in Renkleri
« Yanıtla #7 : 06 Ağustos 2012, 15:21:57 »
                                                                     Elfler

Midkema geminin güvertesinden veyahut farklı bölümlerinden gelen sesleri duyunca irkildi. Mavi gözlerini araladı ve tahta döşemelere bakındı, tekrar gözlerini kapadı. Çok geçmeden Paxnora'nın emirler yağdıran alışıldık olan sert sesini duydu. Gözlerini açtı, üzerinde kana bulamış siyah pelerini yoktu. Kolcuların güçlü, dayanıklı zırhları olmazdı, çünkü onlar sessiz ve hızlı olmaları gereken insanlardı. Demir zırhını diğer yatakta buldu. Neler olduğunu öğrenmek için can atıyordu, lakin başının ağrısı yüzünden, -dalgalarında etkisi büyüktü- içeride zorlukla hareket etmekteydi. Büyük kayıpları halen tazeydi.
 
Demir zırhını giydikten sonra yayını yanına almadı, oklara ve yaylara küsmüştü artık. Kılıcı Parlakyıldız'ı ait olduğu yere, kınına yerleştirdi. Oğlunun kılıcı Günışığı ise sırtında gerçek bir gün ışığı gibi parlamaktaydı. Tahta döşemelere tutuna tutuna kapıya kadar ilerledi. Kapıyı zorlanmadan açmıştı, karanlıktı. ''Gece olmuş, kim bilir ne zamandır uykudaydım,'' diye geçirdi içinden. Paxnora'nın kendi adamlarını ve Mid'in adamlarını etrafına topladığını gördü. ''Paxnora Rizolin,'' diye haykırdı.
 
"Midkema, uyanmışsın. Yeteri kadar dinlenebilmişsindir umarım. Şimdi daha iyi olduğunu umuyorum. Gel, ben de tam bir konuşma yapmak için hazırlanıyordum." Midkema koluna giren iki askerin de yardımıyla Paxnora'nın yanında bulunan fıçının üzerine oturdu. Gökyüzü karanlıktı ve rüzgar kendisini iyiden iyiye hissettirmeye başlamıştı.
 
Yaklaşık on dakika sonra Wis adası kıyılarına demirlemek için kıyıya ineceğiz. Herkes, her türlü tehlikeye karşı son derece hazırlıklı olmalı, beni anlıyor musunuz?" Askerlerın büyük bir bölümü anladığını ifade edecek şekilde kafalarını aşağı yukarı salladı. Tam o anda Mid söz aldı.
 
''O bir Elf bayrağı değil mi?'' diye sordu Midkema. Parlakyıldız sallanıyor, fıçıya her çarpışında gemide bulunanların dikkatini dağıtan bir ses çıkartıyordu. Bir eliyle bayrağı gösteriyordu Paxnora'ya. ''Elf bayrağının yanında sallanan.... Dunnatla'nın simgesi!'' Gözlerini kapadı, derin bir nefes aldı, konuşmaya devam etti. ''Neler oluyor Pax? Saldıranlar Elf Krallığından mıydı? Yok hayır olamaz bu. O savaştığımız, oğlumu benden alan varlıkların kaplumbağa olduklarına inanırım fakat Elf olduklarını düşünemem.''
 
"Her ne kadar düşünemesek de, büyük ihtimalle öyle dostum. Adaya çıktığımızda her şey daha net bir hal alacak." Geminin güvertesinde bir aşağı bir yukarı gidip gelen kanatlı kurt gayet sakin görünüyordu. Simyora Adasında bulunan karakola yapılan ziyarette kurdu yanına almamalarının sebebi fazla gürültülü bir hayvan olmasıydı.
 
Midkema'yı ne kadar güçlü kuvvetli olsa da, istemediği, nefret ettiği bir şey ile cezalandırmıştı küçükken, Tanrı Telnul. Midkema'yı deniz tutmaktaydı. Mid adamlarının şaşkın bakışları arasında geminin arka bölümüne koştu. Bir süre sonra geminin bir orasına bir burasına tutunarak güverteye doğru ilerlemekteydi. Gemi yavaş yavaş Wis Adası'nın görkemli limanına yanaşmaktaydı. Evine gelmişti artık Midkema. Lakin buralarda neler olduğunu çok merak ediyordu.
 
Paxnora, Midkema'ya iyi olup olmadığını sordu. Midkema uzun gemi yolculuklarına alışkındı aslında fakat oğlu Beuomid'in ani ölümü kendisini derinden sarsmıştı. Paxnora daha küçükken ustası Rimarron ona, ölüm ve aşk acısından başka hiçbir şey insanın canını o kadar da acıtmaz, demişti. Şimdi bu sözün doğruluğunu Midkema'ya baktıkça çok daha iyi anlıyordu. "Acı paylaşılmaz, katlanılır," diye fısıldadı sadece kendisinin duyabileceği bir sesle Paxnora.
 
Gemi limana yaklaştığında onları bekleyen kanatlı elfleri gördüler. Kanatlı elfler sol tarafta sıralanmışlardı, sağ tarafta ise boynuzlu erkek elfler beklemekteydiler. İki grubun ortasında bir kanatlı elf ve birde boynuzlu erkek elf durmaktaydı. Kanatlı elfler daima kadın, boynuzlu elfler ise daima erkek olurlardı yaratılışları gereği. Midkema ve Paxnora onları hayranlık ile izlerden, geminin limanın taşlarına çarpışı ile sarsıldılar.
 
Kıyıya doğru bir kapı açıldı ve askerler kısa bir koridordan geçerek teker teker karaya ayak basıyorlardı. Gemiden en son inenler Midkema ve Paxnora oldu. Kanatlı kurt da Paxnora'nın yanında yer alıyordu. Sahibi Paxnora'ya bir hayli alışmaya başlamıştı kurt zire yanında hiç ayrılmıyordu. Zaman zaman askerlerin korkmasına sebebiyet verse de gün geçtikçe daha da uysallaşıyordu. Çünkü yapıları gereği uysal hayvanlardır kanatlı kurtlar. Gemiden indikten sonra ormana doğru hızla koşmaya başladı Trecso, Paxnora ona bu adı vermişti. Gittikçe hızını arttırdı ve aynı dakika içinde kanatlarını açarak havalandı.
''Civilizations have the morality and ethics they can afford.''

 — Larry Niven & Jerry Pournelle, ''Lucifer's Hammer''

''These colonies in nature can reach at least two million individuals at a time, last for decades, and occupy a hundred cubic meters of space. It was a wonderful achievement to see a fragment of this world captured all around you, so that you almost had the experience of being inside the ant colony when you were in that room.''

 — Robert Trivers, ''Natural Selection and Social Theory'', p. 162

''... Bu amaç doğrultusunda nükleer santraller hedeflenecekse, yapılması gereken şeyler vardır. Çünkü nükleer elektriğe geçiş bir hobi değil, bir akademik egzersiz hiç değil, temel bilimlerden yaygın endüstriyel alt yapıya açılacak bir uygulamadır.''

Ömer Faruk Ağa Yarman 1993

Çevrimdışı Morfeus

  • *
  • 11
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Nefret'in Renkleri
« Yanıtla #8 : 15 Ekim 2012, 22:52:05 »
Orman Karanlığının İçerisinden adlı bölüme kadar okudum hikayenizi.Bana biraz monoton geldi,yanlış anlaşılmak istemem sizin diğer bazı hikayelerinizi de okudum,onlardan daha çok keyif aldım nedense.

Bu hikayenizi de beğendim ancak düşman gemiler karaya çıkana kadar biraz monoton gibi geldi bana.Belkide uykulu uykulu okuduğum içindir.Hikaye yazmayı sakın bırakmayın...

Not:Sonuna kadar okuyamamamın nedeni ekrana çok fazla bakınca gözlerim ağrıdığı için.Daha sonra devamını mutlaka okurum.
αуηα∂α göя∂üğüм уüzüη, ∂υ∂αğı gαм gözℓєяι нüzüη. вєη gє¢єує нαρѕσℓмυşυм, α∂ı ναя кєη∂ι уσк güη∂üzüη.

Çevrimdışı Denaro Forbin

  • *****
  • 2114
  • Rom: 54
    • Profili Görüntüle
    • Bilimkurgu Kulübü
Ynt: Nefret'in Renkleri
« Yanıtla #9 : 15 Ekim 2012, 23:16:57 »
Bu hikayenin size monoton gelmesinin sebebi şu olabilir;

Bu bir FRP çalışması aslında. Öyküde 2 ana karakter var, Midkema Boyeus ve Paxnora Rizolin. Paxnora Rizolin benim karakterim, Midkema Boyeus ise Daarlan'ın.

Biz beraber yazdık bu öyküyü. Yazma aşaması bir hayli eğlenceli geçmişti bizim için.

Çevrimdışı Morfeus

  • *
  • 11
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Nefret'in Renkleri
« Yanıtla #10 : 16 Ekim 2012, 10:18:40 »
''Baba,'' dedi zorlukla ağzındaki kanın tadını alırken. ''Hatırlıyor musun? Küçükken beraber balık tutmaya giderdik seninle,'' kan ağzından ve burnundan oluk oluk boşalıyordu. ''Sen balıkları tutardın, ben onların pullarını okşardım ve tekrar denize atardım. Sen onları yakalardın baba, ağlarınla, başkalarıda yakaladı beni oklarıyla. Ben balıkları kurtarıyordum baba, şimdi kendimi kurtaramıyorum. Ruhum, Dunnatla ile buluşursa eğer baba, onun mavi ve yeşil gözlerine bakıp, tekrar doğarsam balık olarak doğmayı dileyeceğim baba,'' Elini zorluklada olsa Midkema'nın sol yanağına götürdü. ''Adaya dönünce her akşamüstü balık tutmaya git baba, balıkları tut fakat onları tekrar denize at baba, onlarında bekleyenleri var. Herkes özgür olmalı, kimse yakalanmamalı başkaları tarafından. Sen her balık tutmaya geldiğinde, seni izleyeceğim baba. Bıkmadan usanmadan, yorulmadan.''

Bu bölüm çok hoşuma gitti.

Hikayenizi okudum bitirdim.Devamının hiç de monoton olmadığına karar verdim.Başarılı bir yazı.İkinizinde yüreğine sağlık.
αуηα∂α göя∂üğüм уüzüη, ∂υ∂αğı gαм gözℓєяι нüzüη. вєη gє¢єує нαρѕσℓмυşυм, α∂ı ναя кєη∂ι уσк güη∂üzüη.