Kayıt Ol

Sis Notları

Çevrimdışı Godex

  • **
  • 108
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Sis Notları
« : 29 Kasım 2012, 20:49:42 »
Zamanın öneminin olmadığı olaylar vardır hayatta ...
 
   Tarihin ve zamanın yitirildiği mekanlardan biriydi, bu loş ve sessiz oda.
Etrafı, dibine düşen gölgesini dans ettiren, eski moda bir mum aydınlatmaya çalışıyordu.
Kendini yarıya kadar yiyip bitiren zavallı mum, sanırım karanlığa karşı
hiç bir şansının olmadığını bilmiyordu...

Er ya da geç, her şey ona teslim olacak.

   Dışarıda fırtınalar kopmasına rağmen, oda bir mezar kadar ve
masada oturan adam ise fırtına kadar sessizdi. " Ardımıza düşen yıldırımların
ışıkları kesiyor sırtımızı. " , ne ses ne de bir ışık oyunu olmamasına rağmen,
düşen yıldırım ile eş zamanlı olarak içindeki ses söylemişti bunları.

   Umut; olmuş olan , olmakta olan ve olacak olanların zihninde birbirine
tecavüz etmesine aldırmadan, cilasız ama vernikli masanın pürüzlü yüzeyinde duran,
siyah deri kaplı defteri doldurmaya devam etti. Loş ışıkta saman sarısı yaprakların
üzerinde küçük kıvrım kıvrım solucanları andıran biçimsiz yazılar yazmak ve
yazdıklarını okumak ile kendinden geçmişti adeta. Yıllardan daha fazlasının verdiği
bir alışmışlıktı bu.

   " Serdar, Ağaç'ın kendi diyarına getirdiği ruhları savaş için hazırlamıştı. Sis çökmek üzereydi... "
Yazdığı son cümleyi, uzun bir süre düşündü. Öfke ve pişmanlık karışımı bir his ile dolmuş ve
gözlerinden yaşlar akmaya başlamıştı. Onlarca yaşanmış hayatın verdiği bir ruh yansımasıydı,
yüzüne yerleşen sertlik. Yaşanacak kaç hayatı daha var bilmiyordu ama yaklaşan savaş,
onun için bir umut, insanlık için ise bir yok oluştu. Diğer yandan, artık son babasını görebilmek için
Sis'in çökmesini istiyordu. " Sis çökmeden dönerim. " demişti Savaş, hızla eve girip kimseye
bir şey demeden çantasını hazırlayıp evden çıkmadan önce. Gözlerinde ki korkuyu hâlâ çok
net bir şekilde hatırlıyordu...

   Dudaklarının arasından sızıp dilini uyaran gözyaşı tadı ile kendine geldi. Mum artık can çekişiyordu.
Defteri kapatıp, üzerine işlediği bakır simgeyi seyretti bir süre. Kare içinde birbirini kesen iki ok ve
kesişme noktasında gözü andıran bir elips vardı. Bu mühür, yaşadığı hayatlar içerisinde yaptığı
en zalimce şeydi... İki ruhu bilinçsizce mühürleyip hapsetmek. Her yeni yaşamında bundan inanılmaz
bir pişmalık duymuş ve Onur " Bu savaşı nasıl başlatırsın! " diye her sorduğunda, ölememenin verdiği
acı ile kahrolmuştu. Tarif edilemez bir azaptı bu, bir bedel ancak bu kadar ağır olabilirdi!

   Tek bir parça halinde, su ile işlenerek keskinleştirilmiş, kemik neşterin üzerinde pıhtılaşmaya
yüz tutmuş kanını, keten bir bez parçası ile temizlemeye başladığında " Senin için..." dedi.
Sessizliği bozulan oda soğumaya ve daha da kararmaya başladı o an.

" Saçmalama ! Ölmekten korktun, hepsi bu."

   Tek bir bedeni paylaşmaya alışmışlardı artık. Zor yollar ile edinilmiş bir deneyim, kolayca öğrenilen
tüm yeteneklerden daha kalıcıydı. Bu yüzden ilk bir kaç hayatlarında şizofren tanısı ile hastaneye
yatırılmış ve orada canlarını vermişlerdi. Birlikte çok uzun süreler başbaşa kalmışlardı ve ilk
hayatlarına dair sahip oldukları hatıra kırıntılarını birlikte birleştirip o hayatı hatırlamışlardı ve
bu duruma geliş nedenlerini...

   Gün ortasında saçma sapan bir soygun girişiminde, bıçaklanarak öldürülmüştü Onur. 
Umut, kollarında sahip olduğu tek ailenin cansız bedeni ile oturmuş ambulans beklerken,
aklının bir kısmını yitirmişti. Uzun bir süre tedavi gördükten sonra kendini kütüphanelere
kapatmış ve onu geri getirmenin bir yolunu bulmuştu, sonuçlarını hiç düşünmeden...

" Evet, korktum! Korktum ama fazlasıyla öldüm. "

   Neşteri defterin üzerine bıraktı ve kendi hazırladığı karışımı, masanın yanındaki duvara
çakılan çivilere asılmış raftan aldı. Kavanozdan biraz, krem kıvamındaki karışımdan alıp sol
kolundaki taze yaralara masaj yaparak sürmeye başladı. Pıhtılaşan kan parçaları kremin
etkisi ile eriyip kreme karışmaya başladığında, Onur kolundaki diğer harfleri okuyordu,
çocuksu bir edayla. Neredeyse tüm kolu harfler ile kaplıydı, kimisi kabuk bağlmış, kimisi ise
kapanmış faça izi şeklindeydi ve hiç biri şeklini kaybetmemiş, net bir biçimde okuna bilen izlerdi.
Yılların verdiği tecrübe ile olağan üstü bir hız ve kıvraklık ile yaraların kabuklarını neşteriyle sıyırıp
alıyor ve defterine yerleştirdiği bu parçalar, irin ve kan ile deftere yapışıp kalıyordu. Aklında beliren
tüm görüntüleri bu şekilde aktarmıştı deftere.

   İşini bitirip kolunu sarmaya başladığında, " Gaddar, Hain ve bir o kadar da Deli. ama Daha bitmedi! "
dedi Onur ve Umut,  " Daha sis çökmedi... " diye tamamladı, gülümseyerek. Ardından karışımı rafa
geri koydu ve defter ile neşteri alıp odanın diğer tarafında duran yatağına gitmek için ayağa kalktı.
Malzemelerini sakladığı nar ağaçından yapılmış ahşap kutuyu yatağın üzerinde bırakmıştı.
Son ailesi her şeyi bilmesine rağmen, bunu görmelerine gerek yoktu. İki adım atmasıyla zihninde bir
şimşek çakan Umut, yere yığıldı ve elindekiler önüne düştü. Mum can verip, oda karanlığa
teslim olmadan önce, Umut açılan sayfadaki başlığı okuyabildi ancak;

" Ölüm Ağacı "
 
Çıldıran Sadece Tanrılar Olsa Keşke ...



Atlıkarınca'nın atları, mankafa!
Çocukluğumda bulaştı, bana da.
... öyleyse git !
Bundan başka dünyalar da var ...