3. Bölüm
“Korkmayın Hanımefendi! Ne kadar yüksekte olursak olalım, bir an kayıp düşseniz bile sizi yüzlerce kez kurtarabilirim.”
“Miyav!”
“Ben kim miyim? Elbette tahmin ettiğiniz kişi; Süpermen”
O an aşağılardan bir ses duyuldu.
“Burak! Hadi burada canım sıkılıyor.”
O sırada Burak tırmandığı ağacın dalındaki kediye tüm dikkatini vermişti. Arkadaşı bir kez daha Burak’ın tabiriyle oyunun içine etmişti. Burak’ın yüzündeki centilmen ifade tamamen kayboldu. Boynuna bağladığı kırmızı pelerini rüzgârdan ötürü dalgalanmaya başladı.
“Canın çıksın Sait! Tam da pelerinim dalgalanmıştı. Bir çeneni kapasan ben bu kediyi elli kez kurtarmıştım. Sürekli oyunun finalinin içine ediyorsun. Başlarım böyle Süpermenciliğe!”
Burak sırtındaki pelerini çıkarıp, dalın üstündeki kediyi pelerinin içine sardı. Ardından sanki kundaklanmış gibi başı dışarıda kalan kediyi kısa sürede sırtına gelecek şekilde bağladı.
“Böyle süper kahramanlık mı olur? Her şeye bir şey buluyor. Sabahtan beri bir kedi kurtarabildik.”
“Ben evcilik oynayalım demiştim sana.”
İki yıl önce Burak şimdiki halinden tamamen farklı bir çocuktu. Eskisine kıyasla özgüveni daha yüksek, sosyal hayatta daha başarılıydı. Halil Bey’in Burak’ı okuldan alıp kendisinin yetiştirmeye başlaması konusunda çevredeki insanlar oldukça fazla dedi kodu yapmışlardı. Fakat kimse Halil Bey’in karşısına çıkıp bir şeyler gösterme cesaret gösterememişti. Üstüne üslük bu konuda kimse Burak’a da bir şeyler söyleme cesareti gösteremiyordu. Çünkü Burak tamamen Halil Bey’in küçük bir kopyasına dönüşmüştü. Burak daha geçen hafta Sait’le beraber oynadığı Örümcek Adamcılık oyununda oyuna dahil olmamalarına rağmen mahallenin bütün çocuklarını dövmüştü. Mahalledeki anne babalar Burak’ı köşeye sıkıştırdıklarında ilginç bir savunma yapmıştı.
“Yozlaşmış bir ülkede adaleti kendi başımıza sağlamaktan başka bir seçeneğimiz yoktu.”
O sırada Sait ağlamaktaydı.
“Hüseyin Amca, valla ben bir şey yapmadım.”
“Hain! Yeminimize ihanet ettin.”
Mustafa’nın babası Hüseyin Bey Burak’a engel olmasaydı, tam o sırada Burak Sait’in çenesine yumruğunu geçirecekti.
“Oğlum, kaç kez evcilik gelişimimiz için uygun bir oyun değil, diyeceğim sana? Evcilik kız oyunu!” Burak bunları söylerken birkaç metre ötede evcilik oynayan çocuklar gözlerini onların olduğu tarafa diktiler.
“Aha, daha dün bu salaklar evcilik oynarken bize başka evde kalacaksınız dediler. İki tane erkeğin aynı evde ne işi var lan?”
“Ama sen, biz çocuk olmayız dedin.”
“Sait biraz mantıklı düşün. Biz koskoca adamlarız, bu salakların çocuğu olmamız sence mümkün mü? Şunların haline bak; Kızlar fincanları getirmiş, erkeklere sürekli boş fincandan çay içiriyorlar. Eğer bu oyunu ben oynasam, çayı bırak, evden kendi başıma kısır salata yapıp getiririm. Böyle mi oynanır evcilik?”
“Ama Burak, öyleymiş gibi yapacaksın.”
Burak öfkeden kıpkırmızı oldu.
“Şimdi sana kediyi fırlatırım buradan! Senin yüzünden kediyi bir saattir buradan kurtaramadım. Çok biliyordun da niye bu oyunda öyleymiş gibi yapamıyorsun? Sana, Batman ol kediyi sen kurtar dedim, ben ağaca tırmanamam dedin. Clark Kent’ken gazetecilik yapalım, dedim, gazeteciliğin temel kurallarını bilmiyorsun. Ben ne yapayım sana, uzaydan oyun mu indireyim?”
“Ben çocukların yanlarına gitçem, senle oynamak istemiyorum.”
“Git de seni evlerinin köpeği yapsınlar haysiyetsiz herif. Ben koskoca Prizci Burak’ım.” Çocuklar Burak’ın olduğu tarafa bakmaya devam ediyorlardı. “Bana bakın sanayide, elektrikçinin yanında yaz boyunca çalıştım. Siz ev geçindirmeyi ne bileceksiniz? Anca boş fincanları doldurup doldurup içmesini bilirsiniz, sizi zavallılar! Gerekirse bu mahalledeki tüm oyun arazisini satın alırım. Yarın buradan defolup gideceksiniz. Haddinizi bilin, aşağılık ayak takımı!”
***
Hatice Hanım öğlen vakti yemek yapmakla meşgul olurdu. Bir ara evin zilinin çaldığını duydu.
“Miyav!”
Ardından da bir kedi miyavlaması duymuştu. Bir kedinin zili çalması herhalde mümkün değildi. Şüphesiz gelen Burak’tı. Kapı açıldığında Burak başını yukarı kaldırdı.
“Anne, kusura bakma. Evin anahtarını çektirdiğimi biliyorsun, ama bu sefer yanıma almayı unutmuşum. Kimseye yük olmaktan hoşlanmadığımı biliyorsun. Bu arada saat kaç yav?” Burak yazın biriktirdiği parayla aldığı küçük kol saatine baktı. “Hımm! Saat on ikiyi yirmi beş geçiyor. Odama börek, çay getir. Bir saat sonra tatlıları da getirebilirsin. Süt şimdilik dursun, çay vitaminini öldürüyor. Sen sütü tatlılarla getir, kediye de peynir. Bu acemi bugün ağaçtan inemedi, biraz vahşi doğa eğitimi vereceğim.
“Miyav!”
Hatice Hanım Burak’a verdiği kumaşın çaprazlama bağlı olduğunu ve kedinin Burak’ın arka tarafından başını uzattığını yeni fark etti.
Burak doğal bir tavırla içeri girdi. Hatice Hanım Burak’ın ne söylediklerinden ne de hareketlerinden bir şey anlayabilmişti. Mutfağa gidip işinin başına döndü.
Akşam evin zili bir kez daha çaldı.
“Allah Allah! Anahtarı unutmuşum. Hatice, kusura bakma.”
İçeri giren Halil Bey’i Hatice Hanım, oturma odasına kadar takip etti.
“Bugün önemli bir şey oldu mu? Burak ne yaptı?”
“Bir ara evin prizlerinden biri bozulmuş diye elektriği kesip, prizi sağlam olanla değiştirdi Halil.”
“Onu demiyorum. Önemli bir şey oldu mu?”
“Bilmiyorum ama senin dünya klasiği dediğin kitaplardan birini alıp okumaya başladı.”
“Hatice ben bir sürü kitap aldım. Çocuğa onlardan birini versen olmaz mıydı?”
“Halil, onların hepsini çoktan bitirdi.”
“Haa… Tamam, öyleyse sorun değil.”
Halil Bey kanepede oturan Burak’a baktı. Elindeki kitabı okumakla meşguldü. Bir kedi, duvara çakılmış bir çiviye bağlı ipin ucundaki peyniri zıplayıp düşürmeye çalışıyordu.
“Ne yapıyorsun evladım?”
“Rus edebiyatına bir bakıyım, dedim Baba. Dostoyevski okuyordum ilgimi çekmedi. Şimdi Tolstoy’a bakıyorum. Bunu da beğenmedim. Bu Ruslar hep böyle ümitsiz insanlar mı? Bu kitaplar yüzünden başkaları olumsuz etkilenebilir.”
“Evladım bırak Rus’u. Şimdi seninle önemli bir konuyu konuşmamız gerekiyor.”
Halil Bey, oğlunun karşısına oturdu.
“İki yıl boyunca uzun bir yol kat ettik. Bir şey çok açık duruyor. Okulun sağladığı bütün imkânları sana tek başıma sağlayamam.”
“Burak şaşkına dönüp, hızlıca ayağa kalktı.”
“Okul mu? Hayır, o lanet yere geri dönmek istemiyorum. Bu şekilde mutluyum.”
Burak’ın abisi Tahsin oturma odasına girdiğinde sanki Amerikan filmi havasındaki bir konuşmayı dinliyormuş gibi hissetti.
“Gerçeklerden kaçamazsın delikanlı. Bir şekilde bu son bizi başlangıcımıza götürecekti. Seni ülkemizdeki yozlaşmış eğitim sistemine bir son vermen için eğitmiştim. Gölgelerin içlerine gizlenmiş şeytanlar vatanımızın kaderiyle oynarken bizler sakin bir şekilde evimizde oturamayız. Bize ihtiyaç duyan insanları böyle karanlık bir devirde yalnız bırakamayız.”
“Fakat baba, sen de beni biraz anlamalısın. Benim sıradan bir okulda, sıradan öğrencilerle yan yana olmamı istiyorsun. Daha o çocukların hiçbiri soyut işlem dönemine geçmediler bile.”
Halil Bey hafifçe irkildi.
Eşşolueşşek! Ben yokken eğitim bilimleri kitaplarını da okumuş. “Bense bir dehayım. Benden çok daha gerideki insanlarla aynı sıralarda dirsek çürütemem.”
“O çocuklar senin arkadaşların Burak. Senden öğrenecekleri çok şey var. Senden tek istediğim okula geri dönmen. Her şeyi ayarladım. Müdür Bey seni birkaç sınava sokacak ve ardından bu yıl üçüncü sınıftan başlayacaksın.”
Burak bir an sanki zaman durmuş gibi hareketsizce kaldı.
“Benden istediğin buysa yapacağım. Ben de her vatandaş gibi ülkemi aydınlık ufuklarda görmek istiyorum.”
Halil Bey ve Burak birbirlerine sarıldılar. Yarın yeni bir gün ve yeni bir mücadele başlıyor olacaktı.