Kayıt Ol

Son Nokta

Çevrimdışı

  • ***
  • 403
  • Rom: 7
  • ☆★
    • Profili Görüntüle
Ynt: Son Nokta
« Yanıtla #30 : 14 Ağustos 2014, 13:48:49 »
Acele etmeliydi, her an gelebilirlerdi. Eğer yaptığı şeyi bitirmeden önce kapıdan içeri girerlerse her şey ama her şey mahvolabilirdi. Tüm o hazırlıklar, onca emek... Bu olumsuz düşüncelerden kurtulmak için başını iki yana silkeledi ve ellerine hız verdi. Tam o esnada kapının öteki tarafında bir ses duyar gibi oldu ve..." Arkadaşını da alıp g..tüm g..tüm oradan uzaklaşarak  aceleyle arabasına atladı ve gaza kökledi.

Yaklaşık bir saattir yoldaydılar. ''Biraz mola verelim.'' diye seslendi uyuklayan arkadaşına Ahmet. Arabayı esrarengiz derecede sessiz ve sakin olan bir petrolün önüne park etti. Mehmet de bu arada mayışmış halinden kurtulmak için arabadan inip arabanın torpido gözünde bulduğu bir şişe pet suyu kafasından aşağı boşalttı. ''Dostum benim acil beton dökmem lazım içeri girip bir soralım hela nerdeymiş.'' Birlikte bu eski püskü petrolün marketine doğru yola koyuldular.

İçeri girdiklerinde açılan kapı arkalarından devrilip düştü. Onları abur cubur bölümünde  sallanan sandalyede oturan sakallı bir adam karşıladı. Adam o kadar yaşlı görünüyordu ki Ahmet kendini tutamayıp ''Hacı sen ölmeyi unutmuşun ya resmen.'' dedi. Mehmet de Ahmet da kendilerini tutamayıp kahkaha attılar. Neredeyse altına edeceğini hisseden Mehmet ''hacı burda tu..'' diyemeden yaşlı adam araya girdi. ''Veresiye yok, para üstü yok! Alacağınızı alın da basın gidin burdan.'' Yaşlı adamın kafasında yıpranmış bir kovboy şapkası vardı onuda zaten ters takmıştı, elinde tuttuğu çifteliyle sandalyesinde sallanarak Mehmet'e bakıyordu. Sanki adamın kafasında kırışıklardan oluşmuş bir dünya haritası vardı.

Ahmet yine kendini tutamayıp ''Moruk, kafana bakarak tuvaletin yerini tahmin etmek çok zor, nereye sı..caz söyle de basıp gidelim.'' dedi. Yaşlı adamın gözleri araba tekeri kadar büyüdü, kaşları biraz daha uzun olsa bıyıklarının devamı sanacaktılar. ''Ne bakıyon öyle dayı söylesene yahu.'' dedi Mehmet kıvranarak. Ahmet yine kendini tutamayıp ''neyin tribindesin sen ya.'' dedi. ''Mk sallanan sandalye, şapka, tüfek.. Hem sen niye kasada oturmuyonda burda oturuyon. Yaşlı adam çatlamış dudaklarının arasından ve çürümüş yampirik dişlerinin arkasından bir kahkaha patlattı. ''Burda çikilota ve peskevit var da ondan'' dedi. Sonra birden ciddileşerek ''Yürümek benim gibi yaşlı bir adam için çok zor, tabi sizin bunu anlamanızı beklemiyorum hem zaten tam da bu yüzden para üstü yok!''.

''Tamam dayı.'' dedi artık dayanacak hali kalmayan Mhmet. ''Hela nerde söyle artık köpeğin olayım. Yaşlı adam bir gözünü kısıp diğerini kocaman açarak ve alaycı bir ses tonuyla ''naabacaksıgız heladaa siz bagıym.'' dedi. Mehmet: S...caz dayı s..caz çok merak edilecek bişey yok yani nerde bu lanet olası tuvalet seni nankör budala.'' Sonra kendine hakim olamayıp biraz daha saydırdı '' seni gidi bencil şişman pislik. Neredeyse yaşlı adamın üzerine saldıracaktı ki Ahmet onu son anda tuttu. Artık nefes nefese kalmıştı. Yaşlı adamın da artık keyfi yerine geldiğinden, helanın yerini söylemeye razı oldu. ''Hadi gençler hela marketin arkasındaki baraka gidin s..cın.'' Ama şunu bilin ki oraya giden kimse bir daha geri dönemedi. Ve bu söylediğinin arkasına kötücül ve puslu bir kahkaha daha patlattı hatta o kadar aşırıya kaçtı ki neredeyse adam kalpten gidecekti.

Tuvalete vardıklarında yaşlı adamın dedikleri akıllarına geldi. Sonra Ahmet amaan be adam bizimle kafa buluyor gir s..cta artık gidelim burdan patron çoktan peşimize düşmüştür. Mehmet bir yandan tuvalette işini görürken diğer yandan da söyleniyordu ''mk altı üstü bir kasa bu ve senin yirmi dakikan vardı senin yüzünden ya ölecez yada böyle kaçarak geçecek hayatımız. Ahmet tuvaletin kapısının önünde Mehmeti beklerken istasyona yaklaşan bir arabanın sesini duydu. Burası o kadar sessizdi ki bunu kolayca işitmişti.

''Hadi lan ne s..carmışın bee çık artık da gidelim, ben kıllanmaya başladım.'' Fakat Mehmet cevap vermedi. Ahmet tekrar seslendi ''hadisene olum ayar oldum burda çık artık gidelim, ha bu arada arabayı da bu sefer sen kullanacan bacaklarım hala sızlıyor.'' Arabadan inen adamların markete girdiğini duyunca biraz rahatladı. ''Şimdi bizim ihtiyar onları bir saat oyalar orda.'' Kendine hakim olamadan gülümsedi. ''Mehmet, lan cinik ordamısın ses versene olum.'' Mehmet'ten hala ses gelmiyordu. Marketten gelen silah sesini de duyunca, Ahmet geriye doğru ilerledi, bir hışımla ileri atıldı ve baraka tuvaletin kapısını kırdı.

 İçeri girdiğinde kendini tamamen farklı bir yerde buldu. Arkadaşı mehmet de oradaydı etrafta da bir sürü ahşap evler vardı. Ahmet yanına gelip ''olum bura nere lan?'' dedi. Sonra arkasını döndü ve barakaya baktı, hala oradaydı. ''Boşa deneme geri dönüş yok.'' Mehmet buraya nasıl geldik olum, bu insanlar kim?'' Sonra barakadan içeri ellerinde uziyle birlikte dört adam girdi. Yaşlı moruğu konuşturup sonra da öldürmüş olmalıydılar. Adamlar ''elinizi kaldırın ulan'' diye seslendi. Sonra kararlarını değiştirip ''yada boşver kaldırmayın diyip tetiği çekerek Ahmet'le Mehmet'i öldürdüler.
İt was one of those March days.
When the sun shines hot,
And the wind blows cold.
When the summer in the light,
And winter in the shade.

Çevrimdışı kngzz

  • *
  • 2
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Son Nokta
« Yanıtla #31 : 18 Ağustos 2014, 18:39:32 »
      Acele etmeliydi, her an gelebilirlerdi.Eğer yaptığı şeyi bitirmeden önce kapıdan girerlerse her şey ama her şey mahvolabilirdi. Tüm o hazırlıklar, onca emek... Bu olumsuz düşüncelerden kurtulmak için başını iki yana silkeledi ve ellerine hız verdi. Tam o esnada kapının öteki tarafında bir ses duydu ve duraksadı. Hayatında hiç olmadığı kadar heyecanlanmıştı. Kapıdan gelen sesler şiddetlenmeye başlamıştı. Bir anlık duraksamanın ardından gülümsedi. Kendini küçümseyen bir gülümsemeydi bu. Nasıl bu kadar aptal olabildiğini düşündü. Belli ki bunu kendine yakıştıramamıştı. Yüzlerce yer soymuştu daha önce. Koca şehirdeki tek hayaletti aslında. Şimdi ise bir kapının ardındaki sesin korkusundan elleri titriyordu.
     
      "Hadi ama, böyle bitemez." dedi kendi kendine. Bulunduğu odaya göz gezdirdi. Tepesinde güçsüzce yanan lambanın dışında pek bir şey yoktu. Tam karşısındaki portre tablo dikkatini dağıtıyordu. Usta bir hırsız olma hevesinin peşinde yıllar önce ölen babasını anımsatıyordu ona. Dikkatini geri topladı. Eski püskü bir kitaplığın üzerinde duran tozlanmış süs eşyalarının arasındaki değerli takıları görmezden geldi.  Seslerin geldiği kapıdan başka bir çıkış göremedi. Bir pencere bile yoktu. Bu onu kızdırmıştı aslında, bir o kadar da korkuyordu. Titremesi geçtikten sonra ellerine daha da hız verdi. Bir yandan da kendini avutmaya çalışıyordu. "Korku dedikleri bu muymuş? Peh!" dedi. Kapının ardından gelen sesleri ilk defa görmezden gelmeyi başarmıştı. Bir elinde ince bir tel ötekinde ise bir kilit vardı.. Yaklaşık 15 dakikadır lanet olası bir kilidi açmayı başaramamıştı. Oysa ki daha önce yüzlerce kez kilit çözmüştü. Duyguları sürekli gel git içerisindeydi. Şimdi ise tekrar umudunu yitirmişti.

     "Birazdan orada olacağız! Elini çabuk tutsan iyi edersin çaylak!" diye gürledi kapının arkasından bir ses.
     
      Vakti daralıyordu. Terlemesi yoğunlaştı. Kalp atışlarını boğazında hissediyordu. Ne yapacağını bilemeden elindeki kilidi fırlattı, rafta duran tozlu büyük süs eşyalarından birisini kaptı ve odadan çıkmak için tek yol olan kapıya yaklaştı. Kapının yanındaki duvara sırtını dayadı.

     "Başlamadan önce böyle demiyordunuz ama!" diye titrekçe seslendi odanın içerisinden.

     "Ahh, evet. 'Yıllardır bu işi yapan efsanevi bir hırsızsın sen.' Ne yalan ama! Yıllardır bu işi yapan efsanevi bir hırsızın rahatlığını göstermedikçe işin her zaman zor olurdu. Zaten yıllardır bu işi yapan efsanevi bir hırsızın dışında ancak ölü bir beden bu rahatlığı gösterebilir." dedi kapının arkasından. "En ufak bir kilidi bile çözemeyebilirsin." diye devam etti kahkahalarla. "Aynı zamanda üzerindeki basıncı da hissetmelisin. Kendi evindeymiş gibi davranamazsın. Orası senin evin değil! Hiç olmadı da! Sen sadece bir yabancısın." dedi.
 
    Bir süre sonra kapı aralandı. Titremeye tekrar başlayan ellerini yumruk şekline getirdi, nefesini tuttu. Kapının aralanması ile odaya, lambanın loş ışığını bastırabilen daha güçlü bir ışık hakim olmaya başladı. İçeri atılan ilk adımı gördüğü anda saldırıya geçti. Kuvvetli ellerinde sıkıca tuttuğu büyük süs eşyası hiçbir şeye çarpamadan içeri giren ince adamı ıskaladı ve boşta kalan kolunun sıkıca kavrandığını hissetti. Bacağının arkasındaki basit çelme ile bir kalp atışlık sürede kendisini yerde buldu. Sanki dakikalarca dövüşmüş gibi nefes nefeseydi. Göğsü inip kalkıyor, ne yapacağını bilmez bir biçimde sağa sola bakıyordu.
 
     Karşısına siyahlar içinde gelen adam bir süre orada öylece durdu. Arkasındaki kişilerde aynı şekilde giyinmişlerdi ancak liderlerinin önde olduğu belliydi."Başaramadın." dedi nazik bir ses tonuyla. "Bu siyahları giyinmek sandığın kadar kolay değil. Evinde oturup eline aldığın kilitler üzerine çalışmakla olmazdı zaten. Olmadı da."
   
     Yattığı yerde hiç bir cevap veremeden öylece bekledi. Kalbi eskisi kadar hızlı atmıyordu. Öleceğini düşündü. Hatta buna tamamen inandı. Yaşlı gözlerle karşısında duran adama baktı.
     
     "Kusura bakma evlat, bunu yapmak zorundayız." dedi karşısındaki adam. Hızlı bir hamle ile belinden hançerini çekti ve Zaan'ın göğsüne sapladı. Zaan kısık sesli bir iniltinin ardından donuk gözler ile göğsünde duran hançere baktı. Babasının macerasına çıkmadan önce aldığı hançerdi bu. Adam hançerini titrek ellerle çekip aldı. Yüzü asabi bir görünüm kazanmıştı. Belli ki ilk defa elleri titriyordu. Zaan kafasını yukarı kaldırmaya çalıştı,  ağız dolusu kan öksürdü. Karşısında duran adamın yaşlı gözlerini gördü. Her şey kararmadan önce ağlamaklı bir sesle söylenmiş son bir şey duydu.
   
    "İlk testi bile geçemedi.Cesedi alın. Sıradaki!"

Çevrimdışı Leopold

  • *
  • 39
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Son Nokta
« Yanıtla #32 : 06 Ekim 2014, 02:26:16 »
Acele etmeliydi, her an gelebilirlerdi. Eğer
yaptığı şeyi bitirmeden önce kapıdan içeri
girerlerse her şey ama her şey mahvolabilirdi.
Tüm o hazırlıklar, onca emek... Bu olumsuz
düşüncelerden kurtulmak için başını iki yana
silkeledi ve ellerine hız verdi. Tam o esnada
kapının öteki tarafında bir ses duyar gibi oldu
ve endişeyle kapıya doğru bir adım attı. Sesler kesilince paranoyasının bir sonucu olduğunu düşünüp şaheserine devam etti.

Yarım saatin ardından her şey tam anlamıyla hazır olmuş, hatta küçük bir konuşma metni bile hazırlamıştı kafasında.

"Sevgili dostlarım," klişe diye düşündü. Kafasındakileri silip baştan kurguladı.

"Beni dinleyenler, dostlarım.
 Ben, tanıdığınızı düşündüğünüz ama hakkında hiçbir şey bilmediğiniz, karşı, bitişik veya alt kat konuşunuz Rıfat. Bir kafa sallamadan öteye geçmeyen gereksiz resmiyetiniz, silik gülümsemeleriniz ile zoraki sohbetleriniz... Bu gece, bütün bunlar için buradasınız. Bu masada, benim evimde.

Önünüzde duran tabaklarda her birinizden birer parça var. Eksik ruhunuzdan, ekşimiz kişiliğinizden birer parça. Bazılarınızın unuttuğu çocukluğundan da bir parça koydum. Fazla gelişmiş entellektüel beyninize almayı reddettiğiniz, gerçekte sahip olduğunuz tek şey olan hepinizden bir parçayı yemek halinde tabaklarla size sundum, çünkü; gösteriş uğruna önünüze geleni her türlü şeyi yediğiniz oburluğunuzdan faydalanmak istedim.

Sizi bir hazine avına çıkarıyorum. Kendinize ait parçayı bulun. Tabakların dibini bulmadan, o parçanın tadını keşfedin. Ömrünüzde bir defaya mahsus, çocukluğunuzu dinleyin."

Tak, tak.

7 günah sandelyelere çöktü.
Şimşek çaktı hava parladı, yer gök ile dans etti, gece etrafı bürüdü. Ateşler şahlandı ağaçların arasından ve son oyun başladı.

Çevrimdışı mit

  • *
  • 5536
  • Rom: 96
  • Kronik Anakronik
    • Profili Görüntüle
    • Yorgun Savaşçı'nın Günlüğü
Ynt: Son Nokta
« Yanıtla #33 : 27 Ocak 2015, 11:32:49 »
Kayıp Rıhtım 7. Yıl Şenliklerine özel paragraf

Gemisinin rotasını bir kez daha kontrol etti. Doğru yolda olduğundan emin olmak istiyordu; geç kalmaya tahammülü yoktu. Kayıp olarak addedilen rıhtımdan çok uzun bir zamandır uzaktaydı ve oraya geri dönmeyi iple çekiyordu çünkü...
Jackal knows who you are,
Jackal knows where you are.
Try to hide if you dare.
Do your best, i don't care.

Çevrimdışı

  • ***
  • 403
  • Rom: 7
  • ☆★
    • Profili Görüntüle
Ynt: Son Nokta
« Yanıtla #34 : 29 Ocak 2015, 00:34:27 »
Gemisinin rotasını bir kez daha kontrol etti. Doğru yolda olduğundan emin olmak istiyordu; geç kalmaya tahammülü yoktu. Kayıp olarak addedilen rıhtımdan çok uzun bir zamandır uzaktaydı ve oraya geri dönmeyi iple çekiyordu çünkü...

Anlaşmanın kendi payına düşen kısmını tamamlamıştı. Yıllar boyunca süren matem, bitmek tükenmek bilmez bekleyiş nihayet son bulmuştu. Mücevherlere tekrar dokunabilmek o müthiş hikayeleri, şiirleri yeniden duyabilmek istiyordu. Rıhtıma ilk ayak bastığı gün canlandı gözünde. Mürettebatına gemide kalmalarını ve kendini beklemelerini söylemişti. Çünkü bu hazineye tek başına sahip olmak istiyordu. İlk dokunan ilk hisseden olmak. Sonrasında mücevherlerin büyüsüne kapılınca mürettebatına kendini rıhtımda bırakmalarını ve oradan ayrılmalarını emretmişti. Bundan zerre pişman değildi lakin sonradan işler biraz garipleşmişti. Rıhtımda yalnız olmadığına dair bir his kaplamıştı içini bir süre sonra. Ağaçlar fısıldaşıyorlardı her gece. Ay, bazı günler daha parlak ve efsunlu görünür oldu gözüne. Karnını doyurmak için ormana girerdi arada sırada bizim kaptan.

Mücevherlerin olduğu sandığı da sahilde, kendi yaptığı tahta barakanın altındaki gizli bir bölmede saklardı. Ormana her girişinde içini bir korku kaplar ve mücevherlerin kaybolacağına dair bir kuşku baş gösterirdi zihninde. Ama yiyecek ve içilebilir su bulmak zorundaydı. İşte böyle zamanlar orman daha bir puslu olurdu, sanki kendi paranoyası yeterli değilmiş gibi. Yine bir gün ormanda meyve ve su aramaya çıkmıştı. Üstelik bu sefer sahilden hiç olmadığı kadar uzaklaşmıştı. Ormanın sessizliği dikkatini dağıtan bir büyü gibi sarmıştı etrafını. Serin bir rüzgar, aldı envai çeşit yaprağı ve raks etti havada bir deniz kızı silüetinde. Sonrasında yaşlı ve aksi bir ses gerçekliğe çekti onu.

Sol tarafındaki ne idüğü belirsiz ağacın köklerinde oturmuş yaşlımı yaşlı ağzında diş kalmamış bir kadın, bir gözünü kısmış diğeriniyse kocaman açmış kendine bakıyordu. Kadın: “Sana diyorum sana efendi!” diye seslendi tekrar. Kaptan bir hışımla geriye doğru çekilip kılıcını çekti ve bu ani şokun etkisinden sıyrılarak konuştu: “Sende hangi şeytansın, kendini tanıt!” Kadının yüzünde kurnaz bir gülümseme belirdi. Ve yanıt vermeside hiç gecikmedi: “Buralarda bir balıkçı karısıyım ama rıhtımdakiler bana Fırtınakıran der.” Kaptan gırtlaktan gelen derin sesiyle bir kahkaha patlattıktan sonra: “Burada bizden başka hiç kimse yok kadın.” diye hayıflandı. Kadının yüzünde bu sefer ne olduğunu anlamlandıramadığı bir ifade belirdi. Kadının gözleri kayboluyordu adeta yüzünü eşkittikçe. Sonrasında konuştu balıkçı karısı ve dedi ki: “Sen öyle san saftirik, buralar kadim yazarların bilge ozanların mekanıdır. Hem şimdi söyle bakayım asıl sen kimsin.”

Kaptan bir yandan kadının söylediklerini düşünürken bir yandan da sakalını kurcalıyordu. Sonunda kadının bekleyen gözleri onu koşuşmaya sevk etti: “Ben yedi denizlerin en korkulan, en namlı korsanıyım. Şimdi çabuk kaybol gözümün önünden yoksa seni tabancamla vururum. Hem adamlarımda birazdan burada olurlar bilmem siz ozanlar korsanlar hakkında ne biliyorsunuz ama pek de dost canlısı olmadığımızı belirteyim.” Yaptığı blöfü daha inandırıcı kılmak için bir süre sert bir şekilde gözünü kırpmadan kadına baktı. Kadının verdiği tepkiyse kaptanın beklediğinden pek bir farklı oldu. Sinirlenmişti belli ki ama kaptanında geri adım atmaya niyeti yoktu ve sonunda kadın kısık ve kararlı bir sesle konuştu: “Ahh tabii biz korsanları iyi biliriz sonuçta buraya gelmeye çalışır bir çoğu ve çok azı bulabilir kaybolmuş rıhtımı. Sorun şu ki; pek nadir bir yetenektir zaten kaybolmuş bir yeri bulmak. Söylesenize kaptan yetenekli misinizdir?”

Kaptan alaycı bir gülümsemeyle: “İstersen bunu mürettebatım da buraya teşrif ettiklerinde konuşalım. Hem sorgulamış olursun kendini balıkçı karısı yada Fırtınakıran artık her ne haltsa ne kadar iyi tanıyormuşsunuz bakalım!” Kadın umursamaz bir tavırla arkasını döndü ve zıpladı. Evet zıpladı hemde öyle bir zıpladı ki göklere kadar yükseldi ve sonunda bulutların arasında kayboldu. Kaptan kafasından lanet şapkasını çıkardı ve yaşadıklarını anlamlandırmaya çalıştı. Tabii ki bu gördükleri gerçek olamazdı. Birden önceden hissettiği yalnız değilmişlik hissi tekrardan şişirdi içini. Öte yandan kadının söylediğine göre ormanda yaşayan insanlar vardı. Sonunda sahile, barakasına dönüp bir plan yapmaya karar verdi. O gece pek rahat uyuyamadı ve envai çeşit kabuslarla terletti rıhtım onu.

Ertesi gün uyanır uyanmaz bir şeyler atıştırıp bir iki yudum su içti ve ağaç yapraklarından ve çeşitli hayvanların derisinden yaptığı yatağını kaldırdı. Hemen yatağının altındaki bölmeden sandığı çıkarıp mücevherleri dinlemeye başladı. Sonra mı? Sonra mücevherleri bir kenara bırakıp sakin kafayla bir plan yapmaya koyuldu. Belli ki burası sandığından daha büyülü bir yerdi. Ve yine belli ki aynı zamanda burada yalnız da değildi. Ayrıca evvelsi gün karşılaştığı kadın büyük ihtimalle gerçekti çünkü yaşadıkları oldukça gerçekçiydi. Hem zaten kadının da aslında olduğunu idda ettiği kişi olduğuna inanmamıştı.

O cadı belli bir nedenden ötürü görünmüştü belkide kendisine. Kaptanın zihni bu düşüncelerle çalkalanırken. Sırtında hissettiği batma hissi adeta kalbine indirecekti. Hemen ayağa kalktı ve sıçrayarak bağırdı: “Sen de kimsin be adam!” Karşısında elinde uzun tahta sopasıyla genç bir delikanlı duruyordu. Adam konuştu: “Ehe efenim ben Lordmuti. Dün Fırtınakıranla sohpet ediyordukda bana senden bahsetti. Bende kendi gözlerimle bir göreyim dedim. Ha tabii seni böyle yalnız başına bulmayı beklemiyordum. Adamın yüzünde kaptanın anlamlandıramadığı bir gülümseme vardı. Tıpkı dün karşılaştığı kadında olduğu gibi.

Kaptan: “Demek kendi gözlerinle görmek istedin ben şimdi gösteririm sana.” diyerek doğruca silahını çekti ve adamın göğsüne ateş etti. O vakit gökyüzü allah bullak oldu. Bulutlar adeta hırçın bir boğa gibi birbirlerinin içine ve şekilden şekle giriyorlardı. Kara bulutların arasından aşağı kırmızı pelerinli ve en az dünkü kadın kadar yaşlı bir adam indi. Doğruca kaptana kendini Lordmuti olarak tanıtan adamın yanına gidip cesedini göğe fırlattı. Sonra kaptana dönüp konuştu: “Selamlar senyor. Bilmenizi isterim ki, biz burada işleri bu şekilde halletmeyiz. Bir yolcu olarak gelip geçici olduğunuz için çok şanslısınız yoksa sizi Fırtınakıran'ın insafına bırakırdım. O da sizi bir güzel kırbaçlardı.”

Kaptan daha fazla şaşıramayacağını sanırken adamın bu söyledikleri karşısında hissizleşivermişti. Sonra konuştu: “Az önce adamını öldürdüm ve sen bunları mı söylüyorsun? Ayrıca kimmiş gelip geçici; ben burada daimiyim ve sonsuza dek mücevherleri dinleyeceğim. Pelerinli adam: “Eğer burada daimi olmak istiyorsanız pis korsan geleneklerinizden vaz geçmeli ve insanlara daha saygılı davranmalısınız kaptan. Hem bir rıhtımdaş olmak istiyorsanız Karn Aduamin’e gidip kaydınızı yaptırmanız gerek.” Kaptan: “Karın ne ne? Ben nerden bileyim karın adminini. Hem ben Kaptan Sivribıyığım anladın mı sizin alengirli işlerinize bulaşmaya da hiç niyetim yok.” Pelerinli adam: “Dediğim gibi kaptan eğer daimi olmak istiyorsanız kayıt yaptırmalısınız. Kaptan: “Yemişim senin daimiliğini benim tek istediğim mücevherlerimle ölene dek yalnız kalmak.” Pelerinli adam bir kral edasıyla: “Adadaki tek mücevherlerin onlar olduğunu mu sanıyorsunuz? Rıhtım büyük zenginlik sunar. Mücevherler sizde kalabilir kaptan ancak bilin ki bir süre sonra daha fazlasını isteyecektiniz, emin olun hep daha fazlasını isterler...” Sonra kırmızı pelerinli adam zarif bir şekilde zıplayıp gökte kayboldu.

Sonraki günlerde kaptan, pelerinli adamın söylediklerini düşünmeden edemiyordu. Yani rıhtımdaki başka hazineleri... Tüm korsanlık içgüdüleri azıtmıştı adeta. Tıpkı eski korsanlarında dediği gibi “alabildiğini al ve asla geri verme”. İşte tam olarak bu durum söz konusuydu onun için. Ayrıca her akşamüstü gün batımlarında zıplama antrenmanları da yapıyordu ancak pek de faydalı olduğu söylenemez. Belli ki, o insanlara özgü bir yetenekti bu.

Kaptan sonunda diğer hazinelere ulaşmanın en kestirme yolu olarak pelerinli adamında dediği gibi karın adminini bulup oraya kayıt yaptırmaya karar verdi. Böylece sandığını sırtladı ve daldı ormanın derinliklerine. Artık orman o eski gariplik duygusunu yaşatmıyordu. Hatta rüzgarın ardına kattığı yapraklar ona yol gösteriyor gibiydi. Sonunda karşısına bir tabela cıktı. Kaptan şöyle bir etrafına bakındı tabela dört büyük ağacın ortasında duruyordu ve üzerinde KARN ADUAMİN yazıyordu. Pelerinli adam bunu kastetmiş olamazdı ya. “Ne yani!” diye bağırdı göğe bakarak. “Kaydımı bir tabelaya mı yaptıracağım?”

O sırada gökten başka bir adam indi. Bu seferki öyle yaşlıydı ki adam resmen zombi olmuştu artık. Sakalı, bıyığı, kıyafetleri ve ona dair her şey kelimenin tam anlamıyla bilgeliği yansıtıyordu. Birbirlerine baktıkları birkaç dakikanın ardından sakallı adam konuştu: “Merhabalar efendim. Ne bağırıp durursunuz?” Kaptanın en son beklediği şey o tipten böyle mütevazı bir cümlenin çıkacağıydı ve pelerinli adamın dediklerini de hatırlayarak elinden geldiğince kibar konuşmaya çalıştı: “Öhömm benim adım Kaptan Sivribıyık bu hazine benimdir ve Karn Aduamin’e kayıt yaptırmaya geldim.” Sakallı adam: “Demek öyle. Siz Lordmuti’yi vuran ve Fırtınakıran’a sayğısızlık yapan kaptan olmalısınız. Ee neyi bekliyorsunuz zıplasanıza...” Kaptan bu duyduğunun karşısında neye uğradığını şaşırarak sandığını kucağına aldı ve zıpladı.

Ancak yarım metre dahi yükselemeden ayakları yerle buluştu. Sonrasında gelen sinirle: “Siz benimle dalga mı geçiyorsunuz? Hepinizi geberteceğim sizi pis sıçanlar!” Sakallı adam kendini gülmemek için zorlayarak: “Ahh özür dilerim tamamen benim hatam size söylemeyi unuttum.” Kaptan: “Neyi söylemeyi unuttun söylesene be adam!” Sakallı adam artık kaptanın dersini aldığını düşünerek: “Tabelaya kendinizi tanıtın lütfen ve sonra zıplayabilirsiniz.” diyerek zıpladı. Kaptan, sakallı adamın gökte kayboluşunu izledikten sonra bir yandan kendi kendine homurdanırken bir yandan da tabelaya ne söyleyeceğini kararlaştırıyordu. Kararını verdikten sonra artık sabrı kalmadan, aceleyle: “Ben Kaptan Sivribıyık yedi denizlerin en korkulan korsanıyım, güneyin, kuzeyin, doğunun ve batının rüzgarlarına hükmettim. Kaydımı yapın!”

Tabeladan tanıdık bir ses yükseldi: “Rıhtım kanunlarına uyacağınıza söz veriyormusunuz kaptan?” Bu o cadaloz balıkçı karısının sesiydi elbette başka kim olacaktı. Kaptan işi dahada uzatmamak için seslendi tabelaya: “Evet ben Kaptan Sivribıyık Bağıran Orkide’nin kaptanı söz veriyorum.” Sessizlik etrafa yeniden hükmetmeye başlamıştı. Kaptan bir kez daha zıplamak için sandığı eline aldı ve... Göklerdeydi, rüzgarı yüzünde hissedebiliyordu. Kalbi çok uzun zaman böylesine delice atmamıştı.

Bulutların arasına karışır karışmaz tüm vücudu karıncalandı ve yer çekimini yeniden hissetti. Sanki gökyüzü bir kapıydı da diğer yeryüzüne açılıyordu. Sadece rıhtımdaşların girebildiği Forumcity. Kaptan Forumcity’de ya da diğer adıyla Forumopolis, çoook çok yeni şey öğrendi; Fırtınakıran, kırmızı pelerinli adam ve sakallı adamın Kayıp Rıhtım'ın yöneticileri olduğunu ve yaşlı görünmelerinin de bilge olmalarından kaynaklandığını öğrendi. Burada ne kadar bilgi sahibiysen o kadar yaşlı görünürmüşsün. O yüzdendir ki bir anda genç ve çakır bir delikanlı oluverdi bizim kaptan.

Amma ve lakin korsan davranışlarının, yaptığı saygısızlıkların, aç gözlülüğünün ve rıhtım kanunlarına uymayışının sonucunda rıhtımın efendisi kırmızı pelerinli adam tarafından tam yüz yıllığına sürgün edildi. İşte hikayemiz böyle başladı.Evet başladı bunun bir son olduğunu düşünenlere inat. Anlaşmanın şartlarına göre kaptana bir gemi verildi, mürettebata ihtiyacı olmayacağı söylenip sürüldü rıhtımdan, mücevherlerinden ve Kayıp Rıhtım’ın diğer bütün harika hazinelerinden men edildi tam yüz yıllığına. Bu zaman içerisinde kaptan yaşadıklarından ders aldı, medeni bir insan gibi davranmayı öğrendi. Şimdi sanki ilk kez kayıt oluyormuş gibi o rıhtıma gidecek ve gökyüzüne zıplayacak...
İt was one of those March days.
When the sun shines hot,
And the wind blows cold.
When the summer in the light,
And winter in the shade.

Çevrimdışı Fırtınakıran

  • *
  • 8351
  • Rom: 1
  • Unique Ravenclaw
    • Profili Görüntüle
Ynt: Son Nokta
« Yanıtla #35 : 29 Ocak 2015, 10:32:39 »
mit'in verdiği paragraftan bir tam öykü çıkaran Hatunkız sayesinde Son Nokta'ya yorum yazıyorum. Bu konunun devam etmesi için yeni bir paragraf lazım gibi göründüğü için rahat rahat bu başlığa yorum yazıyorum.

Sonu oldukça ters köşe olmuş :D. Doğruyu söylemek gerekirse mücevherler falan derken başta neden böyle klişe bir şey yazdığına anlam verememiştim. Yazılabilecek pek çok alternatif geçmişti aklımdan. Ama iyi ki sonuna kadar okumuşum. Bol hicivli, bol göndermeli ve de bir o kadar gerçekçi olmuş.

Hepsinden de önemlisi çağrışımlı olmuş ama. Neden mi?

Hatunkız'ın Son Nokta'ya getirdiği devamdan sonra pek çoğumuzun aklına kaçınılmaz olarak o efsanevi Kayıp Rıhtım temalı Öykü Seçkisi gelmedi mi :)?

Utanmadan, ama Hatunkız'ın affına sığınarak, bu öyküyü okuyunca aklıma gelenleri buraya sıkıştırmak istiyorum.

- Papyonlar Havalıdır!

- Altın Çağ

- Kayıp Rıhtım'da Bir Yabancı

- İsyan


Not: Beni balıkçı karısı yapan eller utansın. Ben ne utanacağım :P.

Çevrimdışı

  • ***
  • 403
  • Rom: 7
  • ☆★
    • Profili Görüntüle
Ynt: Son Nokta
« Yanıtla #36 : 29 Ocak 2015, 11:18:12 »
Ehe ben de zaten o öykü seçkisinden etkilenerek yazdım. Biraz da haddime olmadan devamı gibi yazmaya çalıştım :P

O balıkçı karısı göğe kadar zıplıyordu hatırlatırım sevgili Fırtınakıran :).
İt was one of those March days.
When the sun shines hot,
And the wind blows cold.
When the summer in the light,
And winter in the shade.

Çevrimdışı Lordmuti

  • ****
  • 1123
  • Rom: 35
  • Time is a drug. Too much of it kills you.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Son Nokta
« Yanıtla #37 : 29 Ocak 2015, 17:59:53 »
Hazal ölmemiş ne güzel hoplamış zıplamış, ben niye öldüm =(



İmparator olmayı canım kolay mı sandın?
Dünyaya kazık çaktım duyulsun adım.

Çevrimdışı

  • ***
  • 403
  • Rom: 7
  • ☆★
    • Profili Görüntüle
Ynt: Son Nokta
« Yanıtla #38 : 29 Ocak 2015, 18:07:08 »
Sen ölmedin ki Magical seni göğe fıcıttı :). Forumcity'ye düştün. Orada gerekeni yaptılar sana. Fırtınakıran'la da konuştuk hikaye çok daha uzun olacaktı, yalnız fazla uzun olursa okunmaz diye böyle kısa kestim. Senin olduğun bölümde hikayeyi devam ettirecektim yoksa.

Spoiler: Göster
Ayrıca hikayeyi ayrıntılandırıp olay örgüsünü genişleterek ilerleyen zamanlarda kurgu iskelesinde paylaşmayı düşünüyorum.
İt was one of those March days.
When the sun shines hot,
And the wind blows cold.
When the summer in the light,
And winter in the shade.

Çevrimdışı mit

  • *
  • 5536
  • Rom: 96
  • Kronik Anakronik
    • Profili Görüntüle
    • Yorgun Savaşçı'nın Günlüğü
Ynt: Son Nokta
« Yanıtla #39 : 02 Şubat 2015, 15:43:58 »
Bu paragrafı yazarken böyle bir öykü çıkacağını hiç düşünmemiştim doğrusu :) Gayet eğlenceli ve ilginç olmuş. Lordmuti'nin konuşma şekline bir hayli güldüm, balıkçı karısı benzetmesini de esefle kınadım :P

Her şey iyiydi hoştu da "Virgüüüül, virgül! Neredesin eski dostum?" diye feryat etmeye başladım bir yerden sonra. Eksikliği çok yorucu olmuş maalesef. Yine de ellerinize sağlık.

Son Nokta'ya diğer arkadaşların katılımını da bekliyoruz merakla :)
Jackal knows who you are,
Jackal knows where you are.
Try to hide if you dare.
Do your best, i don't care.

Çevrimdışı

  • ***
  • 403
  • Rom: 7
  • ☆★
    • Profili Görüntüle
Ynt: Son Nokta
« Yanıtla #40 : 02 Şubat 2015, 16:32:10 »
Beğenmene sevindim abi :). Kendi çapımda bir şeyler karaladım. O noktalama beni bitiriyor zaten...
İt was one of those March days.
When the sun shines hot,
And the wind blows cold.
When the summer in the light,
And winter in the shade.

Çevrimdışı magicalbronze

  • *
  • 4075
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Son Nokta
« Yanıtla #41 : 02 Şubat 2015, 21:07:16 »
Hazal ölmemiş ne güzel hoplamış zıplamış, ben niye öldüm =(


Sen ölmedin ki Magical seni göğe fıcıttı :). Forumcity'ye düştün. Orada gerekeni yaptılar sana.

Magical seni göğe fıcıttı. Orada gerekeni yaptılar sana.


Lamı cimi yok. Ben öyküyü çok beğendim. Bence arada bir sosyal medyada bazı cümlelerdeki puntoları daha da büyüterek paylaşalım......


Şakası bir yana güzel bir kurgu olmuş. Düzeltmeler yapıldığı ve detaylandırıldığı takdirde çok daha güzel bir öyküye dönüşecektir :)

Diğer arkadaşların da aynı paragraftan yola çıkarak neler yazacağını merakla bekliyorum açıkçası.

Spoiler: Göster
Hazalcım sen her halinle güzelsin, kıskananlar çatlasın *-*
"Her neyse sahip olunan, doğar ve ölür.
Bu nefsi müziğin içinde sıkışmış herkes
İhmal eder ölümsüz aklın harikalarını."
- William Butler Yeats, "Sailing to Byzantium "

Çevrimdışı mit

  • *
  • 5536
  • Rom: 96
  • Kronik Anakronik
    • Profili Görüntüle
    • Yorgun Savaşçı'nın Günlüğü
Ynt: Son Nokta
« Yanıtla #42 : 05 Kasım 2015, 22:33:01 »
Yeni Paragraf

Bitti, her şey sona erdi. Bunca yıllık emek, uğraş, atıldığım maceralar, aldığım riskler... Hepsi bu an içindi işte. Ve sonunda başardım. Amacıma ulaştım! Bugünden sonra insanlar adımı anarken bana...
Jackal knows who you are,
Jackal knows where you are.
Try to hide if you dare.
Do your best, i don't care.

Çevrimdışı cemaziyel

  • **
  • 100
  • Rom: 6
    • Profili Görüntüle
Ynt: Son Nokta
« Yanıtla #43 : 06 Kasım 2015, 13:16:51 »
-Bitti, her şey sona erdi. Bunca yıllık emek, uğraş, atıldığım maceralar, aldığım riskler... Hepsi bu an içindi işte. Ve sonunda başardım. Amacıma ulaştım! Bugünden sonra insanlar adımı anarken bana...
-Annenize yakıştırdıkları meslek gruplarıyla hitap edecekler.
-Ne diyorsun sen be? İnsanlık için çok büyük bir icat yaptım ben!
-Tekrar hatırlayalım sayın bilim insanı. Tam olarak ne yapıyordu bu icat ettiğiniz zamazingo?
-Zamazingo mu? Atom dönüştürücüsü!
-Her ne haltsa...
-Bazen seni neden karşıma alıp konuştuğumu merak ediyorum biliyor musun? Yani televizyonda kanalları gezmekten sıkılıp işe dalınca açık unuttuğum kadın programı gibisin. Kafamı kaldırıp fark edince kendimden tiksiniyorum...
-Aşağıla tabi. Hakkındır. Ben kendimi hatırlatayım istersen. 5 yaşından beri arkadaşınım. Belki senin kadar okuyamadım ama benim de şu hayatta faydalı olduğuna inandığım bazı fiillerim olmuştur. Mesela 12 yaşındayken senin hayatını kurtarmış olmak gibi. Gerçi şimdi bunun insanlığa faydalı olduğunu tekrar sorgulamaya başladım.
-Gene başlama Semih. Tamam, sana hayatımı borçluyum bunu inkar etmiyorum. Zaten o günden beri bu minneti kullanarak sırtımdan geçindiğini de görmüyorum değil ama...
-Yazıklar olsun! Sayemde bütün okulları birincilikle bitirdin! Sanıyor musun ki o ödevleri, sınavları tek başıma yapamazdım! Demek beni bu kadar aptal sanıyordun ha? Yazık! Benim sayemde her şeyin üzerinden iki kere geçerek diğerlerinden daha üstün bir öğrenci oldun. Üniversitede tökezlemenin sebebi de zaten benim seninle aynı okula gitmemiş olmamdır.
-Gerçekten bunu bu şekilde açıklayabilecek başka bir insan var mıdır bilemedim. Üniversite sınavını kazanamayacağını bilerek girmedin. Ama bu seni kalkıp benim evime yerleşmekten alıkoymadı. Hem sana hem kendime bakmak zorunda kaldığım için okulu bitiremedim.
-Nankörlüğün bu kadarı... Pes doğrusu! Senin bütün ev işlerini ben yaptım be! Bu kadar şikayetçiysen defolup giderim buradan! Sana yeni icadınla başarılar dilerim! Hayatını borçlu olduğun adama böyle davranıyorsun demek! Seni kurtarmasam o gölde balıklar senin atomlarını dönüştürürdü artık.
-Offf, gel buraya başımın belası. Özür dilerim, tamam. Bazen çok sıkıyorsun canımı, geri dönüp o göle tekrar atlayasım geliyor.
-Kuru bir özür... Neyse tamam.
-Çok özür diliyorum Semih Beyefendi hazretleri. Ne olur affedin beni! Kapanayım mı ayaklarına?
-Tamam yeter istemez. Bu kadar sululuk kafi...
-Neymiş icadımın insanlık tarafından bu kadar nefretle karşılanacağının sebebi?
-Sen insanları sefaletten kurtarmayı vaat ediyorsun.
-Evet.
-Senin makinenle kurşunu altına dönüştürebilecekler.
-Tam olarak makine diyemeyiz de neyse... Ne var bunda?
-Sanıyor musun ki bunu fakir insanlar kullanacak da zenginleşecekler?
-Yeterince altın olursa kimse birbiriyle savaşmaz.
-Yeterince altın verirsen yeteri kadar olmayan başka bir şey için savaşacaklar.
-Ne olacak peki?
-Önce bu icadı ele geçirmek için tonla para dökecekler. Tabi ki bunu kim yapacak? En zenginler. Daha zengin olmak için değil kendilerinden daha zengini olmasın diye... Sonra parayla ele geçiremeyenler silah kullanacak. Hükümetler korumaya almaya çalışacak. Yeni bir savaş patlak verecek. Bir çok insanın hayatı tehlikeye girecek. En başta da senin... Senin peşine düşecekler ve bu sefer kusura bakma senin hayatını kurtaramam. Kıytırık üç, beş dalga değil boğuşmam gereken.
-Tamam, her şeyi buraya bağlamana gerek yok. Yani bu icad savaş çıkaracak diyorsun?
-Hem de en büyüğünden...
-Hayatımı buna adadım ben Semih! Karanlık çağ simyacılarının rüyasını gerçekleştirdim. Tam yirmi yıl dünyanın her yerinde araştırmalar, deneyler yaptım! Şimdi sen kalkmış bu icadın insanoğlunun sonu olacağını mı söylüyorsun!
-Daha önce sormadın ki...
-...
-Hop, hoop! Dur bakalım! Bırak şu tabancayı bakalım.
-Dur, bırak beni! engel olmasana be adam!
-Nereden buldun bu şeyi? Dur şarjörü çıkarayım. Namluya da mermi sürmüş! Ciddiymiş ulan bu!
-Ciddiydim tabi. Önce şu zamazingoyu, sonra kendimi vuracaktım!
-Şimdi zamazingo mu oldu?
-Çekiç! Çekiç yok mu?
-Otur oturduğun yerde! İcada da kendine de zarar vermeyeceğiz Tahir!
-Ne yapacağız ya?
-Bu zıkkımı kendi ütopyanı kurmak için kullanabilirsin. Elinde sonsuz bir para gücü var.
-Hımm... Yalnız zıkkım değil atom dönüştürücü...
-Atom dönüştürücü tamam... keyfin yerine geldi bakıyorum.
-Seviyorum lan seni!
-Bana ikinci kez hayatını borçlanıyorsun yalnız... yeni ütopyana benim adımı verirsin herhalde!
-Semih Cumhuriyeti... Kulağa kötü gelmiyor doğrusu...
Ne evvel ne de ahir...

Çevrimdışı Amrasamandil

  • *
  • 11
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Son Nokta
« Yanıtla #44 : 19 Ağustos 2016, 00:44:00 »
"Bitti, her şey sona erdi. Bunca yıllık emek, uğraş, atıldığım maceralar, aldığım riskler... Hepsi bu an içindi işte. Ve sonunda başardım. Amacıma ulaştım! Bugünden sonra insanlar adımı anarken bana korku ile bakacaklar! Tüm Gyro Şehri'ne kaosu getirdim. Ben getirdim!" Sesi televizyondan bile gelse cümlesinin sonunda attığı kahkaha tüyler ürperten cinstendi.
Her şey şehirde artan suç oranları ile başlamıştı. Gyro Şehri'ne turist gelir gibi ufak çaplı suçlular akın ediyordu. Teröristler, uyuşturucu tüccarları, hırsızlar, tecavüzcüler, sokak çeteleri, psikopatlar... Bunun sonunu kimse öngöremezdi elbette. Başlangıçta pek de sorun olmuyordu çünkü Gyro Şehri polisi ve askeri birlikleri işlerini çok iyi yapıyor, hiçbir suçluyu bir haftadan fazla dışarıda tutmuyordu. Baskınlar, operasyonlar derken şehirdeki hapishaneler yetersiz gelmeye başladı. Devlet, kaynaklarını daha fazla silahlanma ve hapishane yapımı/güçlendirilmesi yönünde harcamak üzere bir politika izlemeye karar aldı. Zaman içerisinde devletin bu mecburi tutumu halkın refahını yüksek tutmakta zorlamaya başlamıştı. Bunca suçlunun neden ve nasıl Gyro Şehri'ne geldiğine kimse anlam veremiyordu zira olaylar başladıktan 3 ay sonra şehre giriş çıkışlarda denetim arttırıldı. Fakat sorunlar yavaş yavaş kendini göstermeye başladı. Şehrin kolluk kuvvetlerinin fazla mesaisi, okul, hastane gibi temel ihtiyaçların binalarında bakımsızlık; gelir&gider dengesinin kurulamaması... En kötüsü de önceleri ufak tefek suçlularla uğraşılırken artık sadece yıkımdan, anarşiden keyif alan eli silahlı psikopatların sayısı artmıştı. Dışarıda siren sesleri susmaz olmuş, çevredeki neredeyse her dükkanın vitrinleri kırılmıştı.
En acıklı tarafı ise tüm bunlar olurken başkanın televizyona çıkarak halka sanki her şey yolundaymış gibi yapmacık tavır takınmasıydı. Muhabirin askeri güçlerin devereye girip girmeyeceğini sorması üzerine, "Ülkemiz savaşta değil. Bunlar her ülkede her şehirde gerçekleşen olağan suçlar. Polis güçlerimiz işini en iyi şekilde yapmaya çalışıyor. Ayrıca ne yapmalıyız? Cadde tank dolaştırmamızı mı? Gülünç olmayın." şeklinde bir cevap vermişti.
Polis şefi 3 gün sonra nihayet evine gelmişti ve sıcak bir duş alıp kanepesine uzandı. Televizyonu açacaktı fakat başkanın yayında olduğunu hatırladı. Babasından ona kalan tek hatıra radyosunu açtı. Eskiyi yad etmek ona biraz olsun iyi gelebilirdi. Çeken tek kanalı buldu. Bir propaganda duydu. Başlangıçta sokak kaçıklarından biri sandı ama...
"...hiçbir yere varamayız. Artık başkan değişmeli. Sokaklarda kıyım başlıyor. Askeri kuvvetleri derhal kullanmalıyız. Başkanın savaşta değiliz tavrından bıktık usandık! Hayatta kalmak istemiyor muyuz? Çocuklarımızı korumak istemiyor muyuz? Şehrimizi-geri-istemiyor-muyuz?!"
"Haklı tarafları var." diye düşündü şef. En azından başkan değişmeli. Aldığı son duyumlara göre yozlaşmaya başlayan polisler yüzünden sınırı kolayca geçenler oluyormuş. Kanepede uykuya dalarken kafasının içinde radyodaki adamın sesi...
Ertesi gün insanlar dün geceki yayını yapan "kahramanı" konuşuyorlardı. Halkın böyle zor zamanlarda en azından gerçekleri korkmadan söyleyenlere ihtiyacı vardı. Adam sadece radyo değil TV yayınına da girerek sesli mesajını Gyro Şehri ile paylaşmış. Şefin tüm gün sokaklarda devriye gezerken (ve elbette kovalamacadan yorulup barda mola verdiğinde) duyduğu tek şey bu herkesin bu gizemli adam için seferber olacağıydı. Elbette kimse ne zaman ne yapacağını bilmiyordu. Sadece "Bir harekete geçse en önde ben desteklerim." diyen tiplerden ibaretti hepsi.
Akşama bir yayın yapıldı. Tüm TV'ler, radyolar hatta polis telsizlerinde bile bu adamın sesi duyuldu. "Sizin için geliyorum!" Askeri kuvvetleri arkasına almış tanklarla, jiplerle şehrin sokaklarına giriyordu. Toplu halde şehre giren konvoy sokaklara dağıldı. Her yerden anons geçiyorlardı. "Evlerinizde güvenli bir şekilde saklanın. Biz sokakları temizleyeceğiz." Tepesinde gizemli adamın bulunduğu tank ise doğruca başkanlık binasına doğru yoluna devam etti. Şef hiç vakit kaybetmeden arabasına atladı ve tankın peşi sıra devam etti. Başkanlık binasına geldiklerinde gizemli adam tanktan indi. Şef aracını durdurup koşar adımlarla yanına gitti. Duruşu tam bir askerdi. Kısa saçları, sert bakışı, keskin yüz hatları... Üç kişilik ekibi ile binanın kapısında durdular. Şef kendini takdim etmeye fırsat bulamadan başından vuruldu. Ekip hızla binaya daldı ve korumaları ateşe tuttu. Başkanın ofisine girdiler.
İnsanlar evlerinde ya da kapıları kilitli bir şekilde barlarda, kafelerde televizyondan olan biteni öğrenmek istiyorlardı. İstediklerine başkanlık ofisinden canlı bağlantıyı görünce ulaştılar. Başkan ve gizemli kahraman bu olayı çözüme kavuşturmak üzere birlikteydi fakat önce silah sesi duyuldu sonra başkan düştü. Bir silah sesi daha ve gizemli kahraman ekrandan kayboldu. Herkesin donup kaldığı sırada yüzü makyajlı, suratına rujla gülücük çizilmiş bir psikopat kadraja atlayıp "Sürpriz!" diye bağırdı ve kahkaha attı. Hayatınızda duyacağınız en içten en zevk alınarak atılmış kahkaha. Ve durmadan tekrar etti. "Sürpriz, sürpriz sürpriz..." Sanki bitmek bilmeyen bir şarkı gibiydi. "Sıra sizde!" Bu emirle birlikte sokaklarda tüm tank ve jip birliklerinde birkaç asker yanlarındakileri vurarak psikopatlarda birlikte mühimmatı ele geçirdi. Hapishanelere yakın olanlar duvarları top atışına tutarak mahkumların kaçışına yardım ederken caddelerdeki tanklarsa rastgele binalara nişan alarak atışta bulunuyorlardı.
"Bitti, her şey sona erdi. Bunca yıllık emek, uğraş, atıldığım maceralar, aldığım riskler... Hepsi bu an içindi işte. Ve sonunda başardım. Amacıma ulaştım! Bugünden sonra insanlar adımı anarken bana korku ile bakacaklar! Tüm Gyro Şehri'ne kaosu getirdim. Ben getirdim! Joker!"