1-) ''ben az konuşan çok yorulan biriyim.''
Okul yolunda bacaklara giren kramplar, beyaz bir güvercinin omzunuza pislemesinden daha şaşırtıcı ve mutlu edicidir. Acı zevk verir. Hele bir de piyango oynayacak yaşa varamadıysanız, gün size kâr yağdırmıştır.
Bugün bana kâr yağdı. Binlerce düşünce ve küfrü sığdırırken beynime, elim ovuyordu bacağımın bugün aldığı ödülü. Kâr yağdı. Kar yağmadı. Dünya kafayı üşütmedi. Haziran'ın ilk günlerinin heyecanı bir koku olsaydı, kozmetik şirketleri bayraklarını daha yukarıya dikerdi.
Okul bahçesinin duvarları Manavgat Şelalesi çoşkusuyla yalanmış veya yıkanmış gibiydi. Su şişelerinin ne çekecekleri varsa çekmeye başlamışlardı. Sıkılan gövdeler, delik deşik şişe kapakları, suyu içinde değil dış yüzeyinde taşıyan bu şişeler; aklımdan gözlerimin önüne Alper Canıgüz'ü düşürdü.
Etrafta binlerce Alper Kamu vardı!
''Nasılsın Hakan?'' diye bir soru geldi arkalardan. Elinde iki şişeyi tutmuş, ciddiyetten uzak, lastik kadar esnek, kimilerinin arkasından demedikleri bırakmayan Oğuz.
''Eyvallah, iyidir. Sen nasılsın?'' Arkası devamlı öğrencilerden subaylarla sarılı olduğundan arkasında yayılan boşluğa garipçe bakarak, ''Ordunun geri kalanı nerede? Kitap mı yazdılar oğlum, benim niye haberim yoktu?'' diye sordum.
Dünya, yaşlandıkça kararan ülkeleri barındırmaz üstünde.
''Su dolduruyorlar! Ne kitabı ya?'' dedi ve gülümsedi. Cebinde kaybettiği bir yaz tatilinden kalan bayat kırıntıları bulmuş çocuk gülümsemesiydi.
Bir dondurma ambalajının en parlak köşesi.
''Boş ver karıştırma kitabı,'' dedim yüzüm güneşin sıcaklığında yanmaktayken. ''Bir ara gelip katılabilirim. Bahçede o berrak suyun tadını öperiz de, hâlâ o parlak boncuklar düşmez dilimizde!''
2-) ''bir çocuğun şehri çarpar yüzümün varoluşlarına.''
Islanmıştım. Denizi dökmüşlerdi üstüme. Küresel ısınmak gerek. Karne almak uygun düşer. Zayıflardan toplu konut inşa etme ve yolunu Barış Bıçakçı'ya tarif etmek şerefine erişmenin mutluluğu dolmalı ferah böbreklerime. Betimlemesini o gayet başarılı yapacaktır.
Boğazıma batacak rakamlar öğretmenin ellerinde.
Kâğıtlar rakam giymiş bu ne biçim rüya!
''Karnen nasıl?''
Oğuz soruyor. Kulaklarım duymuyor. İkinciye tekrar ediyor. Telefonda olsak tünele girdim derdim. Karneyi uzatıyorum. Yerin dibine giriyorum.
''Ne yapacaksın?'' Yüzünde bir cenaze levazımatçısı bakışı değil, ölüm bileti kesilecek kişiyi Azrail'in elinden kurtarmaya gücü yetebilecek bir meleğin sırıtışı yayılıyor.
''Bilmiyorum. Sınıfı sorumlu geçtim. Yazın ortasında okulda sınava gireceğim anlayacağın. Tatil yalan olacak.''
Oğuz'un göğsü balon oluyor. Şişip iniyor. Kalp atışı hızlanıyor galiba. Beynindeki fikirleri çeken atların nalları kalbine kadar işliyor.
''Beraber gidecektik tatile. Bu iş böyle olmaz arkadaş! Bu hendeği iki deve olarak atlatırız!''
Sınıflar sekiz, dokuz ay boyunca boğdukları öğrenciler tarafından terk edilirken, üç bilemedin dört ay ayrı kalınacak sıralara bakarken öğrenciler, biz okul dışına çıktık.
Açın önümü güneş karnemi yaksın!
3-) ''içim, bir suskunsa tekin mi ola?''
Hava sıcak. Göğü havalandırın!
Arka fonda piyano çalarken elleri görünmez olan bir adamın melodisi. Kişisel marş. Bizim gibi saç kökünden ayak parmağına kadar su olmuş. Sucu Çocuk.
''Islak ellerle yazmasaydık?'' diyorum. Bir elim hazırlanan sahte karneyi tutuyor. Diğer elim gökten elma düşse de tutsam der gibi açılmış kendini sallıyor. Üst geçidin merdivenlerindeyiz.
Dönebileceğimiz bir akşamın ufkundayız.
''Dert etme. Bisikletin hazır olsun. Güneş parıltısı onlardan sekecek.''
Bir müddet konuşuyoruz. Çok yoruluyorum. Vedalaşıyoruz. İnsan motorunun birkaç bin kez attıktan sonra kavuşacağı günlere sözleşiyoruz.
Üst geçiti adımlıyorum. Altımdan geçen arabalara imrendiğinden midir bilinmez, sol bacağım kasılıyor. Ellerim mürekkep.
Kan insanın mürekkebidir. Bittiğini düşünsenize?
Mürekkepli ellerimle sol bacağımı ovuyorum. Bacağımda benden habersiz küçük havuzlar işleten su birikintilerine bulaşıyor mürekkep. Kramp ölümler getirip götürüyor. Nihayetinde bozuk plak kendine geliyor.
Ayakkabımı bağlamak için sol bacağımı korkuluklara uzatıyorum. Aşağıda birine rastlamayacağım. Bu öyküde intihar çok gereksiz. Ve hiçkimse bana nereye gittiğimi sormayacak. Kimseye bir süre yere paralel gittikten sonra böyle şeylerin cereyan edebilme ihtimalinin yüksek olduğu açıklamasını yapmayacağım.
Sulu mürekkep ayakkabımdan damlayacak...
Alttan geçen arabaya düşecek. Üstüne yüklenmiş, bir zamanlar paramparça olmuş bisikletimin yaz kış terlettiğim selesine yapışacak. Mutlu olacağım.
Babam en kısa mesafeden eve doğru sürüyor.
1-) Arkadaş Zekai Özger, Merhaba Canım.
2-) İsmet Özel, Bir Ağrı Yakıldıkça Sevilmeli.
3-) Ahmed Arif, Hani Kurşun Sıksan Geçmez Geceden.