Kayıt Ol

Rıhtım Okuma Etkinliği#3 || Usta İle Margarita

Çevrimdışı Fırtınakıran

  • *
  • 8351
  • Rom: 1
  • Unique Ravenclaw
    • Profili Görüntüle
Takvimler 25 Mart'ı gösteriyor ve bu da demek oluyor ki geldik Rıhtım Okuma Etkinliği'nde 3. adıma!

Mart ayının teması "tuhaf kurgu" olarak belirlenmiş, ipi göğüsleyen kitap ise vakti zamanında bol sansüre maruz kalıp, ancak öldükten sonra ünlenen Bulgakov olmuştu. Onun Usta İle Margarita adlı "çılgın" eseri de bu ayki tartışma konumuz.

Bu tartışma biraz zor geçecek diye düşünüyorum :). Kitabın boyutları ve uçuk göndermeleri düşünüldüğünde hepimize bir meydan okuma oldu. İyi de oldu aslında. Şahsen ben buraya yorumlarımı yazmadan önce kitaba dair iyi bir kaynaktan bir de incelemesini okumayı düşünüyorum. Böylelikle kaçırdığım ya da kafamın karıştığı noktalara ayna tutabilir. (Tabii bu benim fikrim)

Ne diyorduk?

Buyurun, meydan bizim!

Çevrimdışı strider

  • **
  • 141
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği#3 || Usta İle Margarita
« Yanıtla #1 : 25 Mart 2013, 19:10:48 »
Bulgakov bizlere de göndere yapmış: " 'Rıhtım' ve üzerindeki lokantayla birlikte kıyının büyük bir parçası suya kaydı..."  :P

Kitabın dili genel olarak sade ve anlaşılırdı. Açıkçası ben daha ağır ve kapalı bekliyordum.

Okurken kendi yaşadıklarımla ilgili birçok şeyi bazı karakterlerin de yaşadığını gördüm, bu da benim kitabı daha çok sevmeme sebep oldu. (özellikle hastalık ve bir şey yazma çabası kısımları)


Kendi yaşadıklarından çok kez yararlanmış. Yazarken çektiği zorlukları, hastalığını falan. özellikle hastalığını çok iyi yazmış diye düşünüyorum. Sık sık başı ağrıyan biri olarak baş ağrısı kısımlarını, mide bulantısı vb. kısımlarını yaşadım diyebilirim. okuyucuyla veya tanrısıyla konuştuğu yerlerin birinde:" ey tanrım, tanrım, zehir istiyorum bana zehir verin" diye yaşamının son dönemine değinmiş.

Karakterleri hissediyor, onlarla birlikte yaşıyorsun. Kimdi hatırlamıyorum ama şiirinin neden kötü olduğunu düşünüyor ve : "Yazdıklarımın tek kelimesine bile inanmıyorum" diyor. O arada şairin yaşadıklarını ben de yaşadım, bir ara ben bile düşündüm neden kötü diye :) ki bu adam sosyalist şiirler yazarak halkı harekete geçiren ama yazdıklarına inanmayan biriydi.

11. bölümün başında şair başından geçenleri kağıda dökmeye çalışıyor, yazıp siliyor, beğenmiyor, en iyi şekilde yazmaya çalışıyor. Sıradan biri olsa böyle bir uğraşı içine girmez, girse bile olduğu gibi yazar, oysa o bir şair. kelimelerine dikkat ediyor(bunu neden not aldığımı bilmiyorum, okurken etkilenmiş olmalıyım)

Ustanın anlattığı hikaye o kadar tanıdık geldi ki önceki sayfalarda aradım böyle bir şey geçiyor mu diye. sonra usta hakkında yapılan eleştirileri gördüm ve bu hikayeyi önsözde okuduğumu hatırladım. 'Usta', Bulgakov'un ta kendisi zannımca; hem sevgilisi, hem aleyhinde çıkan yazılar, hem de Pontiusla ilgili roman yazmasıyla.

Pontiuslu kısımları anlayayım diye İsa'nın son gününü okudum internetten. Yine de anlayamadığım kısımları oldu. Şimdi geri dönüp düşününce nereleri anlayamadığımı hatırlayamıyorum ama okurken öyle olmuştu. Bir de İsa'nın adı neden ha- nozri. Tamam yeşu- jesus ama neden hanozri onu merak ediyorum. Pilatus ve diğerleri yahudi değil miydi, neden farklı 'tanrılar'dan söz ediyorlar? Yüce Sezar deyip duruyorlar, Sezar hıristiyan değil miydi, ben mi yanlış biliyorum?

İvan Nikolayaviç, Nikolay İvanoviç... Şaka gibi. Birçok ivanlı nikolalı isim olması karıştırdı biraz, Rusçada başka isim mi yok!  :)

Margarita olaya girince zaman biraz karıştı. ama kısa sürede toparlayabildim.
2. kısmın başını daha çok sevdim (Woland, dünyayı gösteren kule, satranç- ki bu bana HP'yi anımsattı, savaşın ortasındaki çocuk...) sayfalar biraz ilerleyince sıkıldım, sonrasında tekrar eğlenceli hale geldi.


Uzun ve acılı süren  bunalımdan bir cadı olarak çıkan margaritanın yaptığı şeyler(ustayı bitiren eleştirmenin odasını dağıtması falan) ve cadılığı çabuk benimsemesi bence çok doğaldı. Bu tür davranışlar herhangi bir insanın büyücü olduktan sonra kolay kolay yapabileceği şeylerdir- kaldı ki Margarita'nın yaşadıklarını yadsıyamayız.


sonsözde kara kedilerle ilgili söylediği şeyler de bizim batıl inancımızın kaynağını açıklıyor gibiydi.
 
Sonsözde kültürlü kişiler diyerek kapalı olarak yerdiği kişiler hiç şüphesiz sosyalist rejim yanlı, devlet yağcısı olan ve Bulgakov aleyhine eleştiriler yayınlayanlardı bence.

((Tabi karakterlerle ilgili birçok çözümleme yapılabilir; bunlar benim görebildiğim ve yorumlayabildiğim kısımlar, bu eseri tamamen çözümleyemeyecek kadar acemiyim, hele bunun okuduğum ilk tuhaf kurgu olduğu düşünülürse...))
O halde git... Bundan başka dünyalar da var.

Çevrimdışı Lordmuti

  • ****
  • 1123
  • Rom: 35
  • Time is a drug. Too much of it kills you.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği#3 || Usta İle Margarita
« Yanıtla #2 : 28 Mart 2013, 12:02:59 »
Kitabı tek kelimeyle özetlememi isterseniz, cevabım hazır: "Weird". Tuhaf Kurgu kapsamında olduğu için, kitabın biraz ilginç olacağını tahmin ediyordum ben. Ama bu kadarını beklememiştim hiç. Arka kapak yazısını okuyunca kafamda oluşan şeyle kitabın alakası yoktu desem yeridir.

İsimler konusu benim de kafamı karıştırdı. Kim kimdi, bu Nikolay mıydı İvanov muydu, Aleksandır bilmemne falan filan derken, karakter sayısı zaten fazla, bunları birbirinden ayırt edemediğim için sayfanın başına döndüm bazı yerlerde. 7 harften uzun, telaffuzu da tanıdık olmayan isimleri aklımda zor tuttuğumu fark ettim bu kitapla eheh. Gerçi bu kadar isim olması bu kadar fazla karakter olduğunu da gösteriyor. Bazı bölümler, alakasız gibi görünen bir karakterle başlıyor ve bir anda ana yola bağlanıyor. Bu tarzı zaten severim, güzel de kullanılmış kitapta. Bir karakter geliyor, işini yapıp hop gidiyor. Arada ondan bahsediliyor ilerleyen bölümlerde falan. Benim için bir artı.

Gelelim Woland'a. Adam şeytan. Başka bir kitapta, böyle anlatılan, bu hareketleri yapacak bir şeytan görebileceğimi düşünmüyorum. Hatta böyle bir şeytan görebileceğimi bile düşünmemiştim kitabı okuyana kadar. Beni en çok şaşırtan şeytanımız Woland ve yardımcıları oldu kitapta. İnsanlar üstünde bu kadar doğrudan etkili, elini kolunu sallayarak gezen ve ortalığı karıştıran bir şeytan beni korkuttu. Lovecraft'ın öykülerinden korkmazdım ben; ama Woland'dan korktum. Hiçbir şey yapamıyorsun adama karşı ya. Çaresiz Moskova halkını izledim ve kitap boyunca kendimi onlarla özdeşleştirdim sanırım. Belki kitap bunu amaçlamamasına rağmen, korktum. Eğlenceli kısımları yok muydu, olmaz mı, bir sürü yerde kendi kendime güldüm. Hatta yanımdaki arkadaşlar "Niye gülüyor bu?" der gibi baktılar bana okulda. Ben onlara bakmadım, sırıtarak okumaya devam ettim.

Politikaya olsun sosyal düzene olsun göndermeler vardı. Dönemi pek bilmediğim için hepsini fark ettiğimi sanmıyorum zaten; iyi bir inceleme okumak Hazal'ın dediği gibi işe yarayabilir(okuduysanız bana da yollayın incelemeyi ehe) Benim gördüklerim bile, o dönemdeki Moskova hakkında bir şeyler düşünmeme yetti, başarılıydı yani.

Usta ile Margarita'nın öyküsü, eh bana kalırsa Usta bir ana karakter değildi. En azında Margarita kadar ön planda değildi bence. Moskova semalarında süpürgesiyle uçan cadı Margarita :D. Bu şeytan ve Margarita'nın birlikte olduğu bölümlerde özellikle büyük bir yaratıcılık vardı. Ayrıca kara kedi Behemot ve Korovyev bir araya gelince Roket Takımı gibi oluyorlar. "Belaya hazır olun; hem de çifte belaya![*]http://www.youtube.com/watch?v=Cbb9_BIOCeM[/*]" diyerek gezdiler kitabın sonlarında ehehe.

Pek tartışılacak bir şey yazamadım gerçi, eyyorlamam bu kadar. Ama burası unutulmasın, okuyanlar yorumlarıyla bizi aydınlatsın efenim.



İmparator olmayı canım kolay mı sandın?
Dünyaya kazık çaktım duyulsun adım.

Çevrimdışı Denaro Forbin

  • *****
  • 2114
  • Rom: 54
    • Profili Görüntüle
    • Bilimkurgu Kulübü
Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği#3 || Usta İle Margarita
« Yanıtla #3 : 29 Mart 2013, 12:37:54 »
Can Yayınları etiketiyle çıkan Usta ile Margarita'yı okudum ben. Kitabın hemen başında yer alan, anladığım kadarıyla Bulkagov'un çok yakın bir arkadaşı olan Sergey Yermolinski tarafından kaleme alınan "Mihail Bulkagov ve 'Usta ile Margarita' Üstüne" adlı 35 sayfalık yazı beni kitabın tamamından daha fazla etkiledi. Hatta sadece bu kısım etkiledi desem yeridir.

En zoru yalnızlıktı. Ama yazmayla ilgili sorunlarının da çözülmesi gerekiyordu. Bulkagov, ilkeler uyarınca eserleri geri çevrilen işsiz bir yazar durumundaydı.

Her şeye karşın yaşıyor, çabalıyordu. Yaratıcı güç onu terk etmiyordu.

Bugüne dek Bulkagov'un yalnızca ismini duymuş biri olarak, yazarın hayatı hakkında detaylı bilgiler edinmek hoş bir sürpriz oldu benim için. Güzel bir anlatımla Bulkagov'un hayatı özetlenmiş. Geçirdiği hastalıklar, parasal sorunlar, eserlerine karşı olan ilgisizlik, hatta dönemin edebiyat dünyası hakkında da bilgiler mevcuttu bu yazının içerisinde. Yazarın iç dünyasının ve elimde tuttuğum kitabın yazılış serüveninin detaylı bir şekilde analiz edilmesi benim Usta ile Margarita'yı daha çok merak etmemi sağladı.

Nihayetinde kitabı okudum ve bitirdim. Mecburen yavaş okudum. Okurken notlar da aldım. Şimdi kitap hakkında bir uzun bir de kısa cevap yazacağım.

Kısa cevap: Sıkıldım.

Uzun cevap: Niye mi sıkıldım? Birincisi evet, kitap beklediğimden çok çok farklı çıktı. Olaylar o kadar hızlı ve birbirinden bağımsız olarak gelişti ki bir ara "n'oluoruz lan?" dediğimi hatırlıyorum. Karakter isimleri kafamı karıştırmasa da, bazı bölümlerde ne anlatıldığını birkaç sayfa sonra anca anlayabildim. Bazı sayfaları tekrar okudum derken her seferinde zamanı bir şekilde toparlayabildim. Ama ben bunu yapmak zorunda mıydım? Elbette hayır. Pek tabii kitabı yarım da bırakabilirdim. Yapmadım. Bitirmek için okudum.

Yani bana biraz karışık geldi olaylar. Ya da anlatım şekli yanlıştı tam olarak bilmiyorum. Ama kitap boyunca bir eksiklik vardı ve yakamı bırakmadı. Az değil, 573 sayfa. Tam olarak odaklanamadım herhalde. Ama sanmıyorum. Zira yavaş okudum, evet. Sayfa 333'teyken bir kupa çayı kitabın üzerine devirdiğim doğrudur. İlk defa bir kitabımın üzerine çay döktüm. Üzüldüm ama gidip tekrar almayacağım. Kitap hakkında bir anım da olmuş oldu böylelikle.

Konuya gelecek olursam eğer. Pontius Pilatus hakkında bir roman yazan "Usta" ve ona sıkı sıkıya, kalpten bağlı olan "Margarita"nın hikayesi bu. Peki bu iki karakter gerçekte yaşamış olan Bulkagov ve eşi Lena'nın yansıması değil de nedir?

Bulkagov bir bakıma kendi yaşadıklarını ufak bir kurguyla birleştirerek romana dökmüştür. Olay budur efenim. Başka bir düşüncesi olan varsa buyursun söylesin. Dinleriz. Yani şey... okuruz.

Biri Genel Yayın Müdürü, diğeri şair olmak üzere iki edebiyatçının karşılıklı diyaloglarıyla başlıyor kitap. Daha sonra bir banka oturuyorlar ve yanlarına bir anda, -eh doğal olarak hiç  hesapta yokken- piyangodan çıkmışçasına bir adam geliyor. Yani şeytan demek istedim. Nereden ve nasıl geldiğini bilmiyoruz elbette, yalnızca hayal gücümüzde canlandırabiliyoruz bu durumu. Ben ışınlanma olarak canlandırdım kafamda. Ne de olsa bu durum kitabın yazarını bile ilgilendirmez. Ona ne benim hayal gücümden dimi.

Ama asıl önemli olan bu değil, şeytanın nasıl ve nereden geldiği de önemli değil, biz işimize bakalım, asıl önemli olan neden geldiği. Neden geldi? Bilmiyorum. Bu iki edebiyatçı adamla olan ilginç sohbeti de önemli noktalardan biri pek tabii. Çünkü birkaç sayfa sonra içlerinden biri feci şekilde ölüyor.

Şeytan, adamların konuşmalarından da yola çıkarak, bu ikisinin tanrıtanımaz olduğunu anlıyor. "Tanrı vardır," diyor. "Tanrı olmasa insanların kaderlerini kim belirleyebilir?" diyor ve ekliyor. "İsa yaşamıştır." Edebiyatçılar şaşkın. Ne idüğü belirsiz bir adam tarafından söylenen bu sözler onları bir hayli dehşete düşürmüştür.

Anlayacağınız ilginç bir girişi var Usta ile Margarita'nın. Daha da ilginçleşiyor elbette.

Ha bir de Usta ile Margarita'nın aşkına değinmek lazım. Dediğim gibi, bu iki karakter Bulkagov ve eşi Lena'nın birer yansımalarıdır. Pontius Pilatus hakkında yazdığı romanını kimsenin basmayacağını anlayarak umutsuzluğa kapılan Usta ve her ne olursa olsun onu destekleyen, her an yanında olan, yazdığı romanı bir başyapıt olarak adlandıran Margarita. Bir yıldırım gibi çarpmıştı çünkü aşk onları. Ne diyordu kitapta?

"Karanlık bir sokağın köşesinde bir anda bitiveren bir katil gibi, aşk önümüze dikildi; ikimizi de bir vuruşta devirdi! Yıldırım da böyle çarpar adamı, hançer de böyle saplanır!"

Kitap baştan sona sisteme bir eleştiri niteliğinde zaten. Bir sürü gönderme var. Elbette ki çoğunu anlamadım. Bu da o dönemler hakkında bilgimin az olduğundan kaynaklanıyor muhtemelen.

İlgilimi çeken birkaç kısım vardı kitapta. Hatta bunlara "apaçık göndermeler" demem bile mümkün. İşte onlardan biri.

"Şey..." dedi adam düşünceli. "Bu insanları oldukları gibi kabul etmek gerek. Parayı seviyorlar ama bu hep böyle oldu. İster deri, ister kağıt, ister bronz, ister altın olsun, insanlık parayı sevdi. Akılları bir karış havada elbette... ama ne önemi var?.. Acıma duygusu ara sıra yüreklerinin yolunu buluyor... özellikle basit insanların yüreklerinin... konut sorunu yüzünden bozulmasalar, tıpkı eskiler gibi..."

Bulkagov'un bu cümlede "basit insanlar" derken ne kast ettiğini tam olarak anlayamasam da, evet insanlığın en büyük şanssızlığına parmak basıyor. Parayı seviyor olmamıza.

En, en ilginç nokta elbette ki şu bölümdü;

...

"Korovyev'in kırık gözlük camını ve Behennot'un gazocağıyla sırtındaki giysinin yırtık dirseğini şaşkın bakışlarla inceleyen kadın, "Kimlik kartlarınız?" diye sordu.

"Binlerce kere özür dilerim ama ne kartından söz ediyorsunuz?" diye sordu Korovyev şaşkın şaşkın.

"Yazar mısınız?" diye sordu kadın bu kez.

"Tabii," diye cevap verdi Korovyev şişinerek.

"Kartlarınız?" diye tekrarladı yine kadın.

"Güzelim," diye başladı Korovyev okşayıcı bir sesle.

"Ben güzel müzel değilim..." diye onun sözünü kesti kadın.

"Ne yazık ki! dedi Korovyev üzgün üzgün, sonra da sözlerine devam etti: "Çok tatlı bir şeydir gerçi, gene de güzel olmamak hoşunuza gidiyorsa siz bilirsiniz. Ama söyleyin bana: Dostoyevski'nin yazar olduğuna inanmak için kendisinden kimlik kartı mı istemeniz gerekirdi? Hiçbir kimlik kartı gerekmeksizin rastgele bir eserinden beş yaprak alın, karşınızdaki adamın yazar olduğunu hemen anlarsınız. Hem, onun bir kimlik kartı edindiğini de hiç sanmıyorum! Sen ne dersin?" diye sordu Korovyev Behennot'a.

Gazocağını kalın defterin yanına bırakmış, isten kararan alnını silmekle uğraşan Behennot, "Hayatı boyunca yazar olduğunu gösterir bir kimlik kartı bulunmadığına bahse girerim!" dedi.

Korovyev'in mantık örgüsü karşısında iyiden iyiye şaşıran kadın, "Siz Dostoyevski değilsiniz," dedi.

"Hah hah ha! Kim bilir, kim bilir? diye söylendi Korovyev.

Şimdide, kendine güveninin azaldığını ortaya koyan bir sesle, "Dostoyevski öldü," dedi kadın.

Protesto ediyorum! diye ateşli bir sesle haykırdı Behennot. "Dostoyevski ölümsüzdür!"

"Kimlik kartlarınız yoldaşlar," dedi kadın.

Bir türlü inadından vazgeçmeyen Korovyev, "İnsaf edin, artık bu iş gülünç olmaya başladı," dedi. "Bir yazar, kimliğini kartıyla değil yazdıklarıyla ispatlar. Kafamda üst üste yığılan tasarılar hakkında ne biliyorsunuz? Ya da şu kafanın içinde biriken tasarılar hakkında?"

Behennot'un başını gösterdi, kadın rahat rahat inceleyebilsin diye olacak, Behennot da hemen kasketii çıkardı.

...

Diyaloglar biraz daha devam ediyor ama bu kadar yeterli. Burada Bulkagov çok çok önemli mesajlar veriyor. O kadını, karşısında durduğu edebiyat dünyası ve sistemin işlemesinde görevli beş para etmez adamlar olarak görebiliriz. Kadın onların yansıması sadece. Bu bölümden anladığım şu oldu: "Benim yazar olup olmadığıma, benim kitaplarımı basmayanlar karar veremez, ben eğer yazıyorsam zaten yazarımdır." Bulkagov burada kendisini yeren kişilere eleştirel bir bakış açısı getiriyor. İyi de yapıyor. Çok da haklı.

"Yoldaş" kitap boyunca sık karşılaştığım bir kelime oldu. Bulkagov yoldaş derken acaba kendiyle aynı görüşte olan insanlara mı vurgu yapıyor, yoksa o dönemde bu kelime sık mı kullanılırdı bilmiyorum. Bilen varsa aydınlatırsa sevinirim.

Her kimse, Korovyev'in sanatının, elifbenin çok ötesine vardığından kuşku duymuyordur sanırız.

Elifbe derken? Yoksa bu bir deyim mi?

Birkaç da güzel özlü söz vardı tabii. İşte onlardan ikisi;

"Her neyse, seven kişi sevdiğinin kaderini paylaşmak zorundadır."

"Korkaklık, insanın en rezil günahlarından biridir."

Ve geldik benim açımdan en son kısma. Çizgi romana.

Klimowski ve Schejbal'ın birlikte çalışarak ortaya çıkarmış oldukları muhteşem bir çizgi romandan söz ediyorum. Ülkemizde NTV Yayınları etiketiyle çıkmış.

Şöyle bir durum var. Kitap beni yer yer sıksa da, çizgi romanda bu durumu hiç yaşamadım. Eh tabii hızlı okunuyor doğal olarak bir de olaylar özetlenmiş bir şekilde çıkar karşımıza çizgi romanlarda ama ben kusur bulamadım. Çok güzeldi. Çizgi roman sayesinde kitaba sempatim biraz arttı.

Kitap sıktı dedim, çizgi romanı çok sevdim dedim, tam olarak ortada bir yerdeyim bu eseri sevip sevmeme açısından. Ama gerçek olan ve takdir ettiğim bir nokta var ki; Bulkagov'un yaşadıklarına karşı dimdik duruşu.

Aşağı yukarı diyeceklerim bu kadar. Aklıma gelen herhangi bir şey olursa yazarım tekrar.

Çevrimdışı strider

  • **
  • 141
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği#3 || Usta İle Margarita
« Yanıtla #4 : 29 Mart 2013, 17:31:43 »
 Söylemeyi unuttuğum bir iki şey var:
Bu şeytan amca çok mu yetenekliydi acaba? Benim bildiğim şeytan, insanların kulağına fısıldar ve onları kötü yola sokar. Bu resmen tanrı olmuş, her istediğini yapıyor.
Bir de:


"Karanlık bir sokağın köşesinde bir anda bitiveren bir katil gibi, aşk önümüze dikildi; ikimizi de bir vuruşta devirdi! Yıldırım da böyle çarpar adamı, hançer de böyle saplanır!"

Bu cümle ve
 

"Korovyev'in kırık gözlük camını ve Behennot'un gazocağıyla sırtındaki giysinin yırtık dirseğini şaşkın bakışlarla inceleyen kadın, "Kimlik kartlarınız?" diye sordu.

"Binlerce kere özür dilerim ama ne kartından söz ediyorsunuz?" diye sordu Korovyev şaşkın şaşkın.

"Yazar mısınız?" diye sordu kadın bu kez.

"Tabii," diye cevap verdi Korovyev şişinerek.

"Kartlarınız?" diye tekrarladı yine kadın.

"Güzelim," diye başladı Korovyev okşayıcı bir sesle.

"Ben güzel müzel değilim..." diye onun sözünü kesti kadın.

"Ne yazık ki! dedi Korovyev üzgün üzgün, sonra da sözlerine devam etti: "Çok tatlı bir şeydir gerçi, gene de güzel olmamak hoşunuza gidiyorsa siz bilirsiniz. Ama söyleyin bana: Dostoyevski'nin yazar olduğuna inanmak için kendisinden kimlik kartı mı istemeniz gerekirdi? Hiçbir kimlik kartı gerekmeksizin rastgele bir eserinden beş yaprak alın, karşınızdaki adamın yazar olduğunu hemen anlarsınız. Hem, onun bir kimlik kartı edindiğini de hiç sanmıyorum! Sen ne dersin?" diye sordu Korovyev Behennot'a.

Gazocağını kalın defterin yanına bırakmış, isten kararan alnını silmekle uğraşan Behennot, "Hayatı boyunca yazar olduğunu gösterir bir kimlik kartı bulunmadığına bahse girerim!" dedi.

Korovyev'in mantık örgüsü karşısında iyiden iyiye şaşıran kadın, "Siz Dostoyevski değilsiniz," dedi.

"Hah hah ha! Kim bilir, kim bilir? diye söylendi Korovyev.

Şimdide, kendine güveninin azaldığını ortaya koyan bir sesle, "Dostoyevski öldü," dedi kadın.

Protesto ediyorum! diye ateşli bir sesle haykırdı Behennot. "Dostoyevski ölümsüzdür!"

"Kimlik kartlarınız yoldaşlar," dedi kadın.

Bir türlü inadından vazgeçmeyen Korovyev, "İnsaf edin, artık bu iş gülünç olmaya başladı," dedi. "Bir yazar, kimliğini kartıyla değil yazdıklarıyla ispatlar. Kafamda üst üste yığılan tasarılar hakkında ne biliyorsunuz? Ya da şu kafanın içinde biriken tasarılar hakkında?"

Behennot'un başını gösterdi, kadın rahat rahat inceleyebilsin diye olacak, Behennot da hemen kasketii çıkardı.

kısmı benim de beğendiğim kısımlardandı.

Yoldaş'a gelince, bence bu söz o devirde Sovyetlerde hitap kelimesi olarak kullanılan bir sözcüktü.
O halde git... Bundan başka dünyalar da var.

Çevrimdışı Fırtınakıran

  • *
  • 8351
  • Rom: 1
  • Unique Ravenclaw
    • Profili Görüntüle
Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği#3 || Usta İle Margarita
« Yanıtla #5 : 29 Mart 2013, 17:39:34 »
Bu konuya ilgisiz kaldım gibi durmasın, birkaç bilgi edindim kitapla ilgili. Kafamı toplayıp notlarımı buraya dökmek istiyorum.

Ancak şu noktaya kadar yazdıklarınız bende yeni çağrışımlar uyandırdı, çok da hoş oldu :). Bunu belirtme gereği duydum ^^. (Bir de "Yoldaş" tabirine açıklık getirecektim ki strider benden önce davranmış. İyi de etmiş :))

Not: Kitabın Pearl Jam'e bile esin kaynağı olmuşluğu varmış. Albümlerinde kitaba referanslar bulunuyormuş. Hoş.

Çevrimdışı Denaro Forbin

  • *****
  • 2114
  • Rom: 54
    • Profili Görüntüle
    • Bilimkurgu Kulübü
Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği#3 || Usta İle Margarita
« Yanıtla #6 : 30 Mart 2013, 18:48:10 »
Bu şeytan amca çok mu yetenekliydi acaba? Benim bildiğim şeytan, insanların kulağına fısıldar ve onları kötü yola sokar. Bu resmen tanrı olmuş, her istediğini yapıyor.

Şeytan konusunda aynı fikirdeyim. Tanrı'nın varlığından bahsettiği bölümlerde muhtemelen o iki edebiyatçıyla dalga geçiyor ve tek Tanrı benim imajı vererek yakın gelecekleriyle ilgili bilgi veriyor. Tabii ki burada oturup mantık aramamız gerekmiyor ama hazır bir tartışma ortamı yaratmışken fikirlerimizi belirtelim.

Bulkagov'un dini görüşünü bilmiyorum bu arada. Bu durumla bir ilgisi olup olmadığını da bilmiyorum haliyle. Sonuçta bir yazarın yazmış olduğu her şeyi kendisine mal edemeyiz.

Çevrimdışı Fırtınakıran

  • *
  • 8351
  • Rom: 1
  • Unique Ravenclaw
    • Profili Görüntüle
Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği#3 || Usta İle Margarita
« Yanıtla #7 : 30 Mart 2013, 18:56:47 »
Ben kısmen size katılıp geri kalan kısımda hemfikir olamadım.

Tek Tanrı benim, imajı verdiğini düşünmüyorum. Kitap başında bir Tanrı varlığını inkar etmemesi bilindik bir şeytanla çok da çelişmiyor. Özellikle şeytanın kökenini düşündüğümüzde (Tanrı'yı inkar etmeyip insana karşı bir nefret beslemesi durumu) mantıklı bile geldi.

Öte yandan, Bulgakov'un şeytanı cezalandırıcı olarak kullanma duurmu var. Elit kesimin trajikomik cezalandırılmasına kitap boyunca şahit oluyoruz ve cehennemin şeytana ait olduğunu düşünürsek (ve bu insanların haksız, hak yiyen olduklarını varsayarasak) o zaman gidecekleri yer orasıydı (yine yaygın inanca göre konuşuyorum) ve şeytanın elinde cezalarını çekeceklerdi.

Buraya kadar düşüncem bu, ama Margarita kısmında şeytana dair fikirlerinizde size katılıyorum. Bunu da sevdim açıkçası, çünkü Bulgakov sıradışı bir kötülük prensiyle karşımıza gelmiş durumda. Durumdaki çarpıklığa dikkatini çekmek istediğim bir sahne var. Hatırlarsınız, Margarita kısmında, balo sürerken bebeğini boğan bir kadın da şeytanın balosundaydı. Çocuk patornunun tecavüzü sonucu oluşmuş olmasına rağmen sonsuz acıyla cezalandırılan kadındı. Margarita bu duurma itiraz ettiğinde aldığı cevabı hatırlıyor muyuz? "Neden? Bir bebek öldüren adam değil ki?" İşte burada çarpıklıkla dünyamıza da bir gönderme görüyoruz (bence). Çünkü her ne kadar mahkemelerimiz, kendi kurallarımız olsa da söz konusu cezalandırmaysa nelere şahit olduğumuzu hepimiz biliyoruz. Böyle bir durumda bunun bir gönderme olduğunu kabul edersek şeytanın durumu yadırganmamalı diye düşünüyorum. Ya da en azından ben yadırgamıyorum :).

Bir de şu var, kitapta sık sık "... şeytan bilir!" gibi sitemler var. Başrolü halkın ağzında bile almış durumda. Hani Allah kahretsin, der gibi söylüyor bunu halk, fakat gerçek şeytanın aralarında olması ironik bir komedi yaratıyor.

Ruslar inançlarıyla değil de daha çok inançsızlıklarıyla bilinirler. Kitabın başında bu zaten vurgulanıyordu. Bulgakov da muhtemelen öyle biri diye varsayıyor ve şeytan rolüne bir de bu açıdan bakıyorum. Kitabı okurken de böyle yapmıştım hatta. Öte yandan halk dinsizlikleriyle gurur duyarken cezalandırılan aynı elit kesim son anlarında dine sarılıyordu. O da ayrı bir ironik kısım. Bulgakov halkını epey bir taşlamış doğrusu.

Çevrimdışı Fırtınakıran

  • *
  • 8351
  • Rom: 1
  • Unique Ravenclaw
    • Profili Görüntüle
Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği#3 || Usta İle Margarita
« Yanıtla #8 : 02 Nisan 2013, 14:48:40 »
Tüh, en son ben yazmışım. Flood olacak, kusuruma bakmayın.

Öncelikle şundan bahsedeyim, kitabın arka kapağını okuduğumda benim de aklımda canlanan eser bu değildi. Tuhaf kurgu tanımlasının her harfine sığan bir kitaptı, çünkü gariplikler koca kitap boyunca bizi bırakmıyor. Özellikle 2. kısımda artık olayın boyutlarının gittiği yerler karşısında ağzım açık kaldı.

Öte yandan sembolizmi bol bir kitaptı. Hepsini yakalayamadığım aşikar. Üzgünüm. Mutsuzum. Muhtemelen çok azını yakaladım, tabii bu biraz yorumlama işi. Fakat sembolleriyle hepimizi zorlayan bir eser olması hoşuma gitti :D. Hodri meydan :P.

Ben geçen defaki gibi altbaşlıklarla yorumumu yapacağım.

Elit Kesim ve Çektikleri Acılar[*]ehe[/*]


Kitap boyunca, özellikle sanat dünyasının başına birbirinden tuhaf ve acımasız olaylar geliyor. Şeytan Woland Moskova'ya ayak bastığındanberi hiçbirine rahat yüzü vermediği gibi bazı masumlar da bundan nasibini aldı. Ben başta elit kesim bu hışma uğrayınca Sovyetler öncesi Rusya'sı olduğunu düşündüm, fakat birbirlerine "Yoldaş" diye hitap ettiklerini görünce bir daha durup düşündüm.

Bulgakov'un işi tekelleştirmiş sanat camiasına bir tepkisi olduğunu düşünüyorum. Oturdukları koltuklarda kalıcı olmayacaklarına dair alaycı ve fantastik bir üslupla hepsini taşladığına inanıyorum. Sonuçta kendisi ve onun gibi birçok yazar (mesela Biz'in yazarı Yevgeni Zamyatin) Sovyetler zamanında sansürlenmiş, yasaklanmış, hatta sürgün edilmişti. Ancak burada önemli olan cezayı şeytanın vermesi. Neyse ona sonra değineceğim. Ben kitabın ana konusunun başlara atılan en büyük taş olduğunu düşünüyorum. Hatta halka dair de iğnelemeler mevcut. Woland'ın gösterisinden sonra ortalık yerde çıplak kalan zavallıların halini düşünürsek Sovyet Rusyasının hiç de o kadar komünist olmadığına dair bir eleştiri gibi geldi bana.

Bir de şu var: Hayvan Çiftliğini  okuyanlar bilir, tüm hayvanlar eşitti ama bazıları daha eşitti. Komünist Rusya'yı eleştiren bu kitaptaki durumu Bulgakov sanatçılar üzerinden ele almış bence.

Toplum İçin Sanat?

Sanatın toplumu eğitmekten çok yine bir kuruluşun tekelinde kalarak ona göre yön alması da söz konusu. Mesela Kitabın başındaki (daha sonra ölen) başkanın yazdırmak istediği şiiri ele alalım. Konuşmalarından halkı bilinçlendirme isteği akıyordu, fakat gerçekten öyle mi? Yaşayış tarzları ve derneklerindeki düze, sanatçı adaylarına tutumları göz önüne alındığında ben bundan  çok şüphe ettim doğrusu.

Ayna Ayna Söyle Bana

Yukarıdaki bölümden devam edecek olursam, bir şeyin çok dikkatimi çektiğini söylemem lazım. Woland merhumun dairesine yerleştikten sonra diğer adamları aynadan çıkıp geldiler. Bunun neresine takıldın, diyorsunuz muhtemelen. Aslında çok masalsı, değil mi? Ama bence arkasında bir anlam var, o da şu: Aynanın burada kendini topluma damış sanatçı rolündeki sanatkarların kötü iç yüzünü yansıttığını düşünüyorum. Hatta aynı sahnede Woland'ın bu konuyla ilgili bir sözü de var. Aynaya dikkat çekmiyor ama içlerinin hiç de o oynadıkları masum rolündeki kadar saf olmadığına dikkat çekiyordu. O sahnede bu sözlerin geçmesi de düşüncemi kuvvetlendirdi.

Aynaların gerçekleri yansıtan mecazi anlamına başvurulduğunu düşünüyorum. Böylelikle kendi kararmış kişilikleri aynalarda yansıyan sanatçılar gibi, kötülüğün devamı da aynalardan geldi.

Burayı felaket karışık anlattım yalnız -_-, öff.

"Müsveddeler Yanmaz" - Woland

Sanırım kitabın en önemli kısmı. Usta'nın yakmış olduğu Pontius Platus müsveddelerinin şeytanın elinde belirip ona teslim ederken söylediği sözü (başlıktaki) hatırlıyorsunuz. Peki Bulgakov'un Usta ile Margarita'nın ilk müsveddesini Usta ile benzer nedenlerden yaktığını biliyor muydunuz? Sovyet rejiminden saklamak ve kendi üzerindeki etkiyi yok etmek. Burada yazar kendine ve eserine de hoş bir gönderme yapmış.

Zaman zaman Usta'nın kendisi olduğunu düşünmeme de yol açtı. Neyse oraya da geleceğim.

Dinsiz-İmansız (mı?)

Başta İsa peygambere saldırmak ve onun hiç doğmadığını savunmak isteyen elit kesimin başlarına kötü şeyler geldikçe dine sarılması dikkatlerini çekmiştir mutlaka. Ben burada da yazarın toplumun zora gelince hemen eski inançlarına döndüğüne dikkat çektiğini düşünüyorum. Rusya bugün bile (Hristiyan olarak bilinseler de) dünyanın en büyük ateist ülkelerinden sayılıyor. Hatta büyücülüğün en yaygın olduğu ülke olarak da adı geçiyor. Özellikle Margarita'nın sonradan cadı oluşu ve şeytanın da ona yardım etmesi beni bu konuda epey düşündürdü. Acaba o dönemde de insanların büyüyle haşır neşirliği var mıydı, meraktayım.

Bunları bir kenara bıraktığımızdaysa huylu huyundan vazgeçme gibi bir tablo mu çıkıyor dersiniz? Her şey normalken ateistlikleriyle övünen Ruslar birden başlarına felaketler gelmeye başlayınca dini sembollre tutunmaya çalışır oldular.

"Şeytan bilir"- Anonim

Kitapta en çok duyduğumuz söz. Hem lanet etmek hem de ürperildiğinde kullanılan bu sözün de kitap içinde tuhaf bir uyumu var. İşin kötüsü gerçekten de her şeyi şeytan biliyor. Lafın gelişi söylenen, dile yerleşmiş sözlerden biri olarka geçse de kitata her geçtiğinde sırıtmama neden oldu. Acaba diyorum Woland'In halk üzerinde böyle bir etkisi mi oldu? Şeytanın ta kendisi Moskova sokaklarına arşınladı ve bilinçaltlarına (onlar daha farkında değilken) böyle bir yansıma mı oluşturdu? Sonuçta kendisi hiçbir şeyi, ama hiçbir şeyi inkar etmiyordu biliyorsunuz. Yukarıdaki mesajlarda bu durum tartışılmıştı da. Bulgakov bu sözü kitapta sık geçirerek bence çok hoş düşünmüş.

Karakterlerin Kimlikleri

Geldik en büyük karmaşaya. Kitaptaki karakterler kimleri temsil ediyordu?

En başta değindiğim nedenlreden ötürü başta Woland'ın Stalin olduğunu düşündüm. Fakat kendisinin daha sonra kurtarıcı rolü de oynadığını (sonlara doğru) görünce bu fikrimden vazçgetim. Kendi fikrimden önce araştırmalarım sonucu bulduğum bir incelemedne alıntı yapmak istiyorum:

Alıntı
Kim, Kimdir ?  

Pek çok eleştirmene göre Şeytan Woland Stalin ile parellellikler taşımaktadır.  Fagot tiplemesi Viacheslav Molotov’a, Behemoth ise Mareşal Klement Voroshilov’a atfedilmektedir.  Kitapta Lavrovitch olarak adı geçen Vsevolod Vishnevsky, tiyatro dehası Vsevolod Meyerhold’un öldürülme olayına karışmıştır.  Diğer bir görüş ise Bulgakov’un romanının bir “Menippeah” -örtük taşlama- örneği olduğu; o dönemde Yazarlar Birliğinin başına getirilen Maksim Gork’nin i “Usta” sevgilisi Margarita’nın  ise Stalin tarafından Gorki’yi ikna etmek üzere görevlendirilen Maria Andreyeva olduğu doğrultusundadır.

Kaynak

Örtük taşlama örneği olduğuna can-ı gönülden katılıyorum. Usta'nın şuradaki açıklama üzerine Maksim Gorki olması da bana mantıklı geldi açıkçası. Ancak Woland'ın Stalin olduğunu düşünmüyorum. Diğer verilen isimler için yorum yapacak kadar Rus tarihine hakim değilim. Ancak ben Usta'nın belli yerlerde Bulgakov'un kendisi olduğuna inanıyorum. Müsvedde olayında olduğu gibi mesela.

Margarita içinse çılgın bir fikrim var. Usta'yı Bulgakov olarak kabul ettiğimiz noktalarda Margarita'nın onun "yazma aşkı" olduğunu düşündüm. Çünkü o bırakmak istediğinde hep onu destekleyen, yakılan müsveddeleri bile geri getirmek için delie şeyler yapan Margarita'ydı. Bu nedenle bu kadının (kadın olarak tasvir edilmesi de çok hoş aslında) Bulgakov'un kendi yazarlığı, yaratma, kaleme dökme hislerinin somutlaşmış hali olduğuna dair bir yorumum var. Eğer bu doğruysa (tekrar olacak ama) onu bir kadın şeklinde canlandırması tatlı olmuş.

Masumlar da Payına Düşeni Alır

Kitapta daha çok haklı cezalandırmalar görürken kurunun yanında yanan yaşlar da var. Bu bilindik şeytana yakışan bir durumdu. Ben burada yazarın kendi halinde yaşayıp gidenlerin de başkalarının ya da sistemin kurbanı olduğuna dair bir mesajını gördüm (bence). Margarita'nın onu seven, hiçbir kötülüğü olmayan (kadın bunu hep diyordu) kocası kitabın sonlarına doğru resmen binek hayvanı olarak kullanıldı. Kendi işinde gücünde olan insanların başkaları tarafından kullanılmasına bir gönderme olarka kabul ediyorum bunu. Aynı şekilde dindar bir kantin görevlisi de nasıl öleceğini öğrenmiş ve psikolojik olarak krize girmişti.

Bunun bir başka örneği ise (bundan üstteki mesajda bahsetmiştim gerçi) Woland ve Margarita'nın partisinde oldu. Çocuğunu boğarak öldüren kadının dinmeyen işkencesi Margarita'ya anlatılırken çocuğun tecavüz sonucu oluştuğu söyleniyordu. Margarita adamın neden burada olduğunu sorduğundaysa "Çocuk öldüren o değil ki?" gibi şaşkınlıkla karşılanan bir cevap alıyordu. Bu da adaletin işleyişine dair bence hem mizahi hem de rahatsız edici bir gösterim. Bu nokta beni çok düşündürmüştü.

Kalemin Gücüyle Özgür Kılmak

Kitabın en anlamlı kısmı sanırım sonuydu. Usta sonunda kitabı tamamladığında şeytan da Potius Platus'un işkencesine son verip onu özgür bıraktı. Buradaki mana çok hoşuma gitti. Kitabın tamamlanmadığı, vazgeçildiği, yakıldığı vb. durumlarda Pontius karakteri hala o işkencedeydi. Çünkü yarımdı, eksikti. Ama sonunda onun hikayesi de anlatıldı, tamamlandı ve bir bütün olarak işkencesi sona erdirilmiş oldu. Bir nevi yaratılmış bir karakterin (bunu tamamen Usta'nın eserindeki karakter diye diyorum) belirsizliğinin ortadan kalkarak huzura erdirilmesi olarak görüyorum. Ayrıca Usta ile Margarita'nın da huzura kavuşmak yerine tam da istedikleri türden bir şeye kavuşmaları da gayet hoştu. Şeytanın onları cennete göndermesi iyice garip olurdu. Ama onlar sonsuza kadar yazabilecekleri ve birlikte olabilecekleri bir yere gittiler.


Bitiririken,

Bulgakov'un şeytana hem cezalandırıcı hem de yer yer kurtarıcı rolü yüklemesini bir şeylere yormak çok zor geliyor. Ben kendisinin dindar olduğunu hiç sanmıyorum bu arada. Bilgisi olan var mı? Hayır da şer de aynı kişiden geldi, fakat kitap sonlarında Woland'a aktarılan mesaj Tanrı'nın kendisinden geliyordu. O da çok ilginç.

Ve bu kitap okuduğum en ilginç kitap olarak rafımdaki yerini aldı.

Kitabın esin kaynağı olduğu birkaç şeye de değinip bitireyim ben artık, çok konuştum.

Alıntı
Kitap Pearl Jam‘den Franz Ferdinand‘a kadar birçok müzik gurubunu ve sanatçıyı etkilemiş, albümlerde kitaba dair referanslar yer almıştır.


Aslında söylemek istediğim birkaç şey daha vardı, fakat resmen cümlelere dökemedim :P. Bu uzun yazıyı okuyanlara, ama en çok da bu kitap üzerine tartışanlara teşekkürler ^^.

Çevrimdışı strider

  • **
  • 141
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği#3 || Usta İle Margarita
« Yanıtla #9 : 02 Nisan 2013, 17:21:38 »
Bu müthiş incelemeye gerçekten şapka çıkarmak lazım. :clap

Kitabın 'örtük taşlama' olduğuna inanıyorum ben de. Şeytanın bir nevi adalet dağıttığına inanmıştım ilk başta. Ancak masumların, gereksiz insanların da ceza aldığını görüp vazgeçmiştim bu düşünceden. Ustanın, bulgakov'un kendisi olduğunu şüphe götürmez bir gerçek olarak görüyorum. Peki ama Margarita'nın kim olduğu konusu? 'Yazma aşkı'  hakikaten harika bir yaklaşım, bir kez daha tebrik ediyorum.

Benim Pontius dönemiyle ilgili meraklarım devam ediyor:
 
İsa'nın adı neden ha- nozri. Tamam yeşu- jesus ama neden hanozri onu merak ediyorum. Pilatus ve diğerleri yahudi değil miydi, neden farklı 'tanrılar'dan söz ediyorlar? Yüce Sezar deyip duruyorlar, Sezar hıristiyan değil miydi, ben mi yanlış biliyorum?

Bir de tuhaf kurgu bu mudur? Yoksa bu, diğerlerinden farklı mı, daha mı ağır, daha mı tuhaf?   
O halde git... Bundan başka dünyalar da var.

Çevrimdışı Denaro Forbin

  • *****
  • 2114
  • Rom: 54
    • Profili Görüntüle
    • Bilimkurgu Kulübü
Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği#3 || Usta İle Margarita
« Yanıtla #10 : 02 Nisan 2013, 17:41:03 »
Bir de tuhaf kurgu bu mudur? Yoksa bu, diğerlerinden farklı mı, daha mı ağır, daha mı tuhaf?   

Usta ile Margarita aslında daha çok dünya klasikleri arsında gösterilse de, birçok kategoriye birden girebiliyor. Bunların en yakını da Tuhaf Kurgu elbette.

Çevrimdışı Fırtınakıran

  • *
  • 8351
  • Rom: 1
  • Unique Ravenclaw
    • Profili Görüntüle
Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği#3 || Usta İle Margarita
« Yanıtla #11 : 02 Nisan 2013, 18:43:23 »
Denaro Forbin doğru söylemiş. Usta İle Margarita'nın birkaç türe birden girmesi söz konusu. Tuhaf Kurgu'nun bambaşka bir örneği için China Miéville kitaplarını (şiddetle) öneririm. Orada durum Bulgakov'unkinden çok farklı. Bir de bu türü başlatan Lovecraft var ki onun eserleri iyice farklıdır. Merak ediyorsanız bence bir göz atın :). (Not: bence Usta İle Margarita daha 'tuhaf' :D)

Sezar'ın Hristiyan olması zor. Onun hüküm sürdüğü devir MÖ tarihlere denk geliyor. Kitaba göre baktığımızda da zaten İsa peygamberin Hristiyanlığı yayma çabası ve çarmıha gerilişi döneminde adı geçiyor. Yani Hristiyanlık daha halk arasında, üst mertebedekilerin kabul edebileceği bir yaygınlıkta değil. O nedenle Sezar Hristiyan değildir. Ayrıca kendisi daha sonra Roma tanrısı ilan edilmiştir. Böyle de ilginç bir durumu var.

Pontius Pilatus'un ise Yahudi olduğuna dair bir kaynak bulamadım ben. O dönemde Yahudiler'i din adamları sayıp bir yandan kendi inançlarını sürdürüyor olabilirler bence. Bazı çağlarda büyük şehirlerde farklı inançların bir arada yaşaması ve iki tarafa da saygı gösterilmesi gibi diye yorumladım açıkçası.


Son olarak, çok teşekkür ederim övgüleriniz için strider :). Eğer hem bu mesaj hem de öncekinde fikren (ya da bilgi olarak) bir yanlış yaptıysam lütfen düzeltilsin. Sizlerin yorumlarını okurken yaşadığım aydınlanmaları kısmen de olsa sizlere yaşatabildiysem gerçekten çok mutlu olurum :).

Söz diğer arkadaşlarda.


Ekleme: Bazı kaynaklar İsa'dan Yeşu Ha-Nozri diye bahsediyor. Soyadı gibi kullanıldığını gördüm birkaç yerde.

Çevrimdışı mit

  • *
  • 5536
  • Rom: 96
  • Kronik Anakronik
    • Profili Görüntüle
    • Yorgun Savaşçı'nın Günlüğü
Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği#3 || Usta İle Margarita
« Yanıtla #12 : 04 Nisan 2013, 22:14:57 »
Eğer birisi benden Üstat ile Margarita (benim okuduğum baskıda adı böyle geçiyor) için kitap arkası yazısı isteseydi yazacağım şey aynen şu olurdu: Tuhaf kurgunun zirvesinde bir eser.

Gerçekten... Tuhaf sözcüğü bile bu kitabı tanımlamakta feci derecede yetersiz kalıyor. Tuhaf ötesi diyesim geliyor üstat Sadık Yemni'nin sıklıkla kullandığı gibi ama o da kâfi değil. Tuhaf ötesinden de tuhaf, acayip bir kitap bu. Öyle ki söze nereden başlayacağımı bilemiyorum. Tam aklıma bir şey gelirken hemen arkasından bir başkası koşturuyor. Bu da iyi bir şey elbette, çünkü bol bol tartışılacak yönü var demektir.

Ben de Denaro Forbin gibi tam arada kaldım sevip sevmemek konusunda. Bazı kısımları çok güzeldi mesela. Kitabın başında Woland, Berlioz ve Evsiz arasında geçen tartışma, Woland'ın kehaneti ve sonrasında ayçiçeği yağıyla ilgili olaylar(!) kesinlikle çok güzeldi. Varyete'deki sıra dışı gösteri, Üstat'ın olaya karışması, 'yanmayan el yazmaları' (bunu okuduktan sonra Üstat'ın Bulgakov'un kendisi olduğundan kesinlikle emin oldum) da gayet enteresandı. Ve de kara kedi Behemot! Kitabı okuyan çoğu kişi gibi benim de favori karakterim o oldu. Çizmeli Kedi'nin (ona bile sataşıyor) karanlık bir versiyonu gibiydi adeta. Çok yetenekli olmasına rağmen bile bile yaptığı sakarlıklar, insanlara özgü hareket ve davranışlarıyla beni benden aldı bu sevimsiz tüy yumağı.

"Cadı neymiş öğren bakalım, öğren!" diye haykırdı sinirlenen Margarita. Aloiziy Mogariç'in yüzüne tırnaklarını geçirdi.
"Ne yapıyorsun?" diye haykırdı Üstat acıyla. "Margot, küçük düşürme kendini!"
"İtiraz ediyorum, küçük düşürücü bir şey yok burada," diye bağırdı kedi.


Roman içinde roman tekniğini de başarılı bir şekilde uyguluyor roman (ilk örneklerinden biri yanılmıyorsam?) Doğruyu söylemek gerekirse Hegemon Pontius Pilatus ve Yeşua Ha-Notsri'nin (İbranice'de Nazarethli İsa anlamına geliyormuş) öyküsü beni ana hikayeden daha çok cezbetti, bu kısımları daha bir heves ve merakla okudum. Hz. İsa'nın Hristiyan inancının aksine Tanrı'nın oğlu olarak değil de sadece iyi bir insan olarak tanımlanması, kutsal kitaplarda yer alan İsa figürünün gerçeği yaratmadığının söylenmesi bir başka enteresan nokta oldu benim için. Bir ara göğe çekilip çekilmeyeceğini de merak ettim ama olmadı. On iki havariden Levi Matta (Matthew) ile onu 30 altına satan Yahuda'yı da farklı açılardan görmek de ilginçti. Dediğim gibi, bu kısımlar benim ilgimi daha çok çekti. (Bu arada Romalılar ne Hristiyan ne de Yahudi'ydi. Hazal'ın dediği gibi, Hz. İsa o zamanlar Hristiyanlığı yeni yeni yaymaya çalışıyordu zaten. Yahudileri de hiç sevmezdi Romalılar. Onların kendilerine has bir dini vardı. Caesar oyununu oynayanlar ya da Asteriks okuyanlar bilirler. Mesela Tanrıların Kralı Jüpiter, Denizlerin tanrısı Neptün, Yeraltı dünyasının kralı Plüton...)

"Adamın burada işi ne? O boğmamış ki çocuğu ormanda!" diyaloğu beni de en çok etkileyen sözlerden biri oldu. Sadece Rusya'nın değil bizim adalet sistemimize de tokat gibi bir eleştiri niteliğinde.

Bazı kısımları ise ağzımda acı bir tat bıraktı. Evet, Woland hakikaten de 'her şeye kadir' biri. Ekibi de öyle, ki oldukça sıra dışı olduklarını kabul etmek gerek. 500 küsur sayfa boyunca yapmadıkları şey, altından kalkamadıkları sorun yok. Sadece düşünmeleri, olmasını istemeleri bile olayların gidişatını değiştirebilmeleri için yeterli görünüyor. Peki ama neden? Bütün kitap boyunca kafamda yankılanan soru bu oldu: Neden? Şeytan neden Moskova'ya geldi? Sadece Moskova halkının değişip değişmediğini görmek için mi? Bunu küresinden de yapabilirdi pekala. Berlioz'u neden öldürdü? Ateist olduğu için veya sadece evinde kalmak istediği için olamaz. Varyete'deki o acayip gösteri neyin nesiydi? Sahte para ve kıyafet dağıtarak yazarın Moskova'nın elit kesimiyle dalga geçtiğini, dövize ve yabancı marka kıyafetlere olan tutkularını eleştirdiğini anlayabiliyorum lakin Woland ve tayfasının bundan nasıl bir fayda çıkaracağını anlayamıyorum. Sürekli şarkı söyleyen gösteri şubesi neyin nesiydi peki? Ya da sadece bir takım elbiseden ibaret olan adam? Berlioz'un Kiev'deki eniştesinin, büfecinin vs ziyaretleri? Tamam, hepsinin bir şekilde Bulgakov'un yaşadığı olaylara bir gönderme, bir eleştiri, bir taşlama olduğu belli ama ne Woland'ın ne de ekibinin bunlardan gözle görülür bir kârı var. Sadece eğlenmek ve ortalığı karıştırmak için yaptıklarına inanmak istemiyorum, şeytanın her zamanki gibi daha büyük bir planı olduğunu düşünmek istiyorum. Ancak o planı göremiyorum ve bu beni hayal kırıklığına uğratıyor. Bunun dışında Evsiz'in sokak sokak dolaşıp, nehre atlayıp sonra da restoranda olay çıkardığı kısım, Margarita'nın şehirden çıkıp ormanda dolaştığı kısımlar, Nikanor İvanoviç'in (döviz bulundurmaktan karakolu, sonra da tımarhaneyi boylayan adamın) rüyası, Yeşua'nın idamından önceki yolculuk ve bölüklerin dizilimi gibi kısımlarda ÇOK sıkıldım. Bu bölümler aşırı derecede uzatılmış ve gereksiz ayrıntılara boğulmuş gibi göründü gözüme. Bence...

***

Kitap bittikten sonra bazı araştırmalar yaptım ben de. Bulduğum bazı ilginç notları sizinle paylaşmak istiyorum:

Goethe'nin Faust adlı eserine bir sürü gönderme var kitapta. Mesela Woland'ın adı Faust'taki şeytanlardan birinin adından türetilmiş: Şövalye Voland. Woland'ın bastonunun kafası siyah bir kaniş şeklinde. Faust'ta şeytan ilk olarak siyah bir kaniş olarak görünüyormuş kahramana. Hatta Woland'ı Ivan'a çeşit çeşit sigara sunması, Brocken Dağı'nda dizini yaralayan cadı bile bu esere bir göndermeymiş.

Sadece bölüm adları ile verilen mesajlar varmış kitapta: Tanımadığınız kişilerle asla konuşmayın. Bu başlık Rusların yabancılarla asla ama asla konuşmamasına bir göndermeymiş mesela. Sizin de bildiğiniz gibi, bir dönem neredeyse tüm ülkeler Rusya'ya düşmandı. Bu yüzden sürekli ülkeye ajanlar gönderilirdi, hatta bu konu pek çok Amerikan filmine konu olmuştur. O yüzden yabancılara hep kuşkuyla bakılırmış o zamanlar. Ülkeye girmek için Woland'ın gösterdiği gibi özel izin belgelerine sahip olmaları gerektiği gibi sadece Metropol ya da Astroria adlı otellerden birinde kalabiliyorlarmış (Berlioz ilkinin adını anmıştı hatırlarsanız). Artık Rusya'ya giriş daha kolay ama bu tutum halkın üzerine yapışmış. Bugün bile Rusya'ya gidip yolda birine adres sorsanız sizinle konuşmayı reddedip arkalarını dönüyor ve sizi görmezden geliyorlarmış. İlginç...

Üstat ile Margarita'nın ne cennete ne de cehenneme gitmeleri Dante'nin ilahi komedyasına bir göndermeymiş. Ne cennete alınacak kadar iyi ne de cehenneme atılacak kadar kötü olanlar limboya, sonsuza dek aynı şekilde yaşayacakları bir yere gönderiliyormuş Dante'nin eserinde. Bizim ikilinin gittiği yer de burası işte.

Jazz müziğini de iki yerde eleştirdiği gözümden kaçmadı Bulgakov'un. Kitabın bazı kısımları eski, güzel günleri anma gibiydi zaten.

Margarita, iki yerden esinlenilmiş. Birincisi Alexander Dumas'nın (Üç Silahşörler) 'Kraliçe Margot' adlı kitabı (Sevmediği bir adamla evlenen ama başkasına aşık olan bir kadının hikayesi), ikincisi ise Bulgakov'a sürekli destek veren karısı.

Azazello ve Abaddonna isimleri Darksiders oyunlarından herhangi birini oynayana tanıdık gelecektir. Çünkü Azazello Azazel, Abadonna ise Abaddon (Destroyer) karakterlerinden esinlenerek tasarlanmış.

Hella'nın bir vampir olduğunu zaten hepimiz anlamışıszdır. Onunla ilgili ilginç olan nokta son uçuşta görünmüyor olması. Bu durum Bulgakov'un eseri ölmeden önce tamamlayamamasına bağlanıyor.

Behemot, bildiğimiz koca canavar Behemot. Onu şakacı, dalgacı, konuşan bir kedi olarak kaleme almak gerçekten de takdire şayan bir hareket doğrusu.

Koroyev'in giysileri Dostoyevski'nin Kazamarov Kardeşler adlı eserinde Ivan Kazamarov'u ziyaret eden şeytana göndermeymiş. Koro şefi olması ise Amadeus Hoffman adlı bir yazarın kitabına gönderme. Bu kitapta Kreisler adlı bir koro şefiyle Murr adlı bir kedinin maceraları anlatılıyormuş. Murr da tıpkı Behemot gibi özel bir kediymiş.

***

Bulgakov dindar bir insanmış. Üstat ile Margarita ise Rusların ateist tutumuna bir itiraz olarak ortaya çıkmış ilk başta. "Bezbojnik" (Tanrısız) adlı bir Rus dergisinde yazılan din karşıtı yazılara gösterdiği tepki günlüklerinde yer alıyormuş mesela. Ayrıca babası da bir din adamıymış. Kitapta kullanılan yer isimleri (mesela Patriarşiye Prudi parkı) de devrimden önceki eski, ortadoks kökenlerine uygun olarak kaleme alınmış. Hatırlarsanız Berlioz'un ve kitaptaki diğer yazarların ülke çıkarlarına uygun, sipariş üzerine edebiyat yapmalarını eleştirir Bulgakov. Buradaki "sipariş üzerine edebiyat," ile kastedilen o dönemde yoğun olarak görülen devlet yanlısı ve din karşıtı ateist yazılar.

Son olarak Bulgakov'un hayatını anlatan bir dizi çarptı geçen gün gözüme: A Young Doctor’s Notebook. Yazarın yaşadığı zorlukları ve dönemin profilini hem genç hem de yaşlı Bulgakov'un gözünden sunuyor dizi. İlgilenenler bir göz atabilir.

Off! Amma yazmışım!? Dedim ya... Tam bir şeyden bahsederken başka bir şey geliyor insanın aklına. Bir şeyler daha vardı sanki ama neyse artık :) Tartışmaya değer, dolu dolu bir kitap seçmişiz. Mutluyum ^^ Katılan herkese teşekkürler.
Jackal knows who you are,
Jackal knows where you are.
Try to hide if you dare.
Do your best, i don't care.

Çevrimdışı Fırtınakıran

  • *
  • 8351
  • Rom: 1
  • Unique Ravenclaw
    • Profili Görüntüle
Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği#3 || Usta İle Margarita
« Yanıtla #13 : 04 Nisan 2013, 22:42:53 »
Abi tam bir cevap anahtarı sunmuş bize. Keşke bilgilerin altına tek tek kendi yorumlarını da yazsaydın. Mesela benim kendi yorumlarım bunları okuduktan sonra değişmedi. Sonuçta burada paylaştıkların da başkalarının yorumları. Eğer bu kitap örtük taşlama örneğiyse pekala başka şeylere de yorulabilir.

Çevrimdışı mit

  • *
  • 5536
  • Rom: 96
  • Kronik Anakronik
    • Profili Görüntüle
    • Yorgun Savaşçı'nın Günlüğü
Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği#3 || Usta İle Margarita
« Yanıtla #14 : 04 Nisan 2013, 23:17:25 »
Değişmemesi normal, çünkü örtük taşlama konusunda hemfikiriz. Sizden daha geç bitirdiğim için yazılacak pek bir şey kalmamış, ben de hem bu şekilde katkıda bulunayım hem de sorulan soruların bazılarına cevap vereyim (Ha-Nostri, Bulgakov'un dine bakış açısı vs) dedim.
Jackal knows who you are,
Jackal knows where you are.
Try to hide if you dare.
Do your best, i don't care.