Kayıt Ol

Geçmişini Arayan Savaşçı

Çevrimdışı Stormholder

  • *
  • 46
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Geçmişini Arayan Savaşçı
« Yanıtla #15 : 20 Aralık 2013, 03:10:50 »
yazmaya tekrar basladigim icin konuyu hortlatiyorum. bastan tekrar okunmasini tavsiye ediyorum :P

GÖRÜ
   Bazı hikayeler vardır hiç anlatılmayan. Bir de karakter olur bu hikayeleri yaşayan. İşte Rolmir de bu anlatılmayan hikayelerin baş kahramanıydı. Bilinmezlikle dolu geçmişini arıyordu. Hoş belki de aradığını bilen birisini bulacak. Belki de her şey zihninin içinde saklıydı fakat düşünceler kovaladıkça anılar kaçıyordu. Bu amacın peşinde kervanla birlikte yola çıkmıştı genç gezgin.  Gidecekleri yol uzun, kervan da haliyle gürültücü tüccarlarla doluydu. Ancak bu durum Rolmir'i pek etkilemiyordu çünkü kafası sürekli bir şeyle meşguldü. Ne olduğunu tam anlayamıyordu fakat içinde bir çatışma olduğunu hissedebiliyordu. İyinin ve kötünün çatışması değildi bu. Rolmir'in geçmişiyle olan savaşıydı. Bu sırada kendisini ve çeşitli değerli taşları taşıyan devenin üstünde ilerlerken, hiç dikkat etmediği ormanın büyülü güzelliklerinin ve zümrüt yeşili ağaçların etrafı karanlık tarafından çoktan sarıp sarmalanmıştı.

   Karanlık... Her yer karanlık ve sessiz. Rolmir kendisiyle baş başaydı. Ani bir telaşa kapılıp bulunduğu yerden uzaklaşmak için aceleyle bir adım attı. Acaba ilerlemiş miydi? "Şaka yapıyor olmalısın!" Bir adım daha attı. Bu kez adımının sesini duymaya çalışmıştı. Sessizlik... Aslında yere bastığıdan da şüphe duyuyordu çünkü yeri hissetmiyordu. Ansızın bir kapı açıldı önünde. Yüzünü loş bir ışık aydınlatıyordu. Bu zayıf ışık bile, zifiri karanlığı delerek  kamaştırmıştı gözlerini. Rolmir kapıya doğru temkinli bir şekilde yaklaşırken belinden sıyırıp eline aldığı çekicini sıkıca tutuyordu. Geçmişinden kalan yegane şeyi, üstünde eşsiz işlemeler olan bu çekici... Başına gelmekte olan olaylar onu o kadar germişti ki o an önüne ne geçerse geçsin, çekicini kafasına indirecek durumdaydı. Hatta bu gerginlik yüz hatlarına da yansımıştı. Kendisi stresli bir insan değildir fakat bilinmeyenden de korkar. Her insan öyle değil midir zaten? Gözlerini kapının içine doğru gezdirdiğinde; çatılan kaşları gevşedi hatta gözleri faltaşı gibi açıldı. Dışarıda uçsuz bucaksız dümdüz bir ova vardı. Berrak suların sakince aktığı uzunca akarsular ve onların döküldüğü kocaman bir göl... Birbirinden farklı nesneleri andıran bulutlar yüzüyordu gökyüzünde. Sanki yıllardır kavuşmak istediği bir cennetin kapısını aralamıştı. Binbir çeşit çiçeklerin arasında koşturan küçük bir de çocuk vardı gözüne takılan.

   Rolmir şaşkın ve bir o kadar da... huzurlu, huzur dolu hissetmişti kendini. Fakat görme yetisinde bir sorun mu vardı; her şey siyah beyazdı. Üstüne üstlük hiçbir şey duymuyordu. Cesaretini toplayıp kapıdan attı içeriye ilk adımını. Gözünde parlayan bir ışık ile simsiyah ova aniden yeşerdi. Nehirler ve gökyüzü gri rengini maviye bırakmıştı fakat yine de eksik bir şey vardı. Küçük çocuk hâlâ siyah beyazdı. Çocukluk neşesini bile gölgede bırakan bir renksizlik. Rolmir bu cennet ovanın güzelliklerine aldırmadan kararlılıkla ilerledi. Bu kez yeri hissediyordu. Yaprakların birbirine sürtmesini, akarsuların şırıltısını duyuyordu. Rüzgarın ferahlığını yüzünde hissetti. Dağılan saçlarını eliyle düzeltip kendinden emin bir şekilde çocuğa yaklaştı. Ait olduğu yerde hissediyordu kendisini. Elini, önündeki çocuğun sırtına doğru uzatırken, aniden arkasına döndü ve göz göze geldiler.  Zaman akışı tıkanıverdi. Akarsular akmıyor, kuşlar kanatlarını çırpmıyordu. Rolmir yine sağır hissine kapıldı. Konuşmak istiyor fakat zihnindekiler dökemiyordu bir türlü diline. Çocuğun siyah beyaz yüzüne bakarken dikkatini okyanus kadar mavi olan gözleri çekti. Çocuk heyecanlı ve meraklı bir şekilde:

"Abi?"

   Bu sözün bütün ova boyunca yankılanmasıyla zaman tekrar akmaya başladı. Lakin tersine akıyordu. Havada kayan bulutlar geriye sararken uçan kuşlar yuvalarına,  Rolmir karanlığa geri döndü ve kapı kapandı.

*yorumlari tekar okudum fakat aksiyona giris konusunda hayal kirikligi olabilir  :P

Çevrimdışı M.K.Immortal

  • **
  • 290
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
Ynt: Geçmişini Arayan Savaşçı
« Yanıtla #16 : 31 Aralık 2013, 10:36:31 »
Gayet akıcı ve merak uyandırıcı bir öykü. Eksiklikler hakkında arkadaşlar zaten söylemişler her şeyi. İlk bölümdeki göze batan geçmiş zaman ekleri sonraki bölümlerde düzeltilmişti. Öykü hızlı ilerlemesine rağmen şahsen gözüme batmadı. Öykü formatına göre gayet yerinde bir hız aslında, diğer türlü roman olurdu zaten :D

Fan Fiction bir öykü olarak bakarsak cüce, elf ve benzeri ırkları kullanmanızda sorun görmedim. Aksi halde biraz özgün olması konusunda ben de uyarabilirdim.

Olayların nereye varacağını iyice merak ettim. İlk bölümdeki orkun neden saldırmaya çalışıp öldüğü hakkında umarım bir şeyler yazarsınız çünkü orayı bile merak ettim :D Akıcı, sürükleyici, cümlelerin yerli yerinde kullanılmış olduğu güzel bir öyküydü. Devamını bekliyor olacağım. Elinize sağlık.

Ek Not: bir de küfürlü bölümü semboller ile yazmış olmanız çok hoşuma gitti.

Çevrimdışı Stormholder

  • *
  • 46
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Geçmişini Arayan Savaşçı
« Yanıtla #17 : 14 Ocak 2014, 22:00:22 »
Gayet akıcı ve merak uyandırıcı bir öykü. Eksiklikler hakkında arkadaşlar zaten söylemişler her şeyi. İlk bölümdeki göze batan geçmiş zaman ekleri sonraki bölümlerde düzeltilmişti. Öykü hızlı ilerlemesine rağmen şahsen gözüme batmadı. Öykü formatına göre gayet yerinde bir hız aslında, diğer türlü roman olurdu zaten :D

Fan Fiction bir öykü olarak bakarsak cüce, elf ve benzeri ırkları kullanmanızda sorun görmedim. Aksi halde biraz özgün olması konusunda ben de uyarabilirdim.

Olayların nereye varacağını iyice merak ettim. İlk bölümdeki orkun neden saldırmaya çalışıp öldüğü hakkında umarım bir şeyler yazarsınız çünkü orayı bile merak ettim :D Akıcı, sürükleyici, cümlelerin yerli yerinde kullanılmış olduğu güzel bir öyküydü. Devamını bekliyor olacağım. Elinize sağlık.

Ek Not: bir de küfürlü bölümü semboller ile yazmış olmanız çok hoşuma gitti.

yorumunuz icin tesekkur ederim. gec cevap verdigim icin de kusra bakmayim :) aklimda hep uzun bir hikaye plani vardi fakat neredeyse roman olabilecek bir genislige ulasinca bazi yerleri kesmek zorunda hissettim  :P ayrica edebi olarak roman yazacak birikime sahip degilim, beni asar. ancak yeterince vakit ayirabilirsem kafalarda soru isaretleri kalmayacaktir  :)

Çevrimdışı Stormholder

  • *
  • 46
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Geçmişini Arayan Savaşçı
« Yanıtla #18 : 02 Şubat 2014, 04:47:27 »
BİNBAŞI
   Sonunda varmıştı. "Kahramanların Vadisi" ve İttifak'ın merkezi... Stormwind. İttifak; Azeroth'un birbirine düşman iki büyük fraksiyondan biridir ki gizemli Gece Elfleri, kâşif Cüceler, mucit Gnomelar ve... kibirli insanlar bu fraksiyona dahildir. Rolmir deve sırtında sallana sallana Stormwind'in dev kapılarından geçerken askerler, biraz içeride kervanı durdurdu. Mavi ve altın tonlarında aslan işlemeli zırhlarıyla kapının önünde gümüşten bir duvar gibi duruyorlardı. Mallar kontrol edilmeden şehre girilemeyeceğini duyan Rolmir, kervanın arkalarında olduğu için çaktırmadan deveden inip muhafızların arasından sıyrılarak şehre adımını atmayı başardı. Devasa boyutlardaki heykellere hayranlıkla bakakalmıştı ki kendi etrafında dönebiliyordu. Artık burada görülecek başka şey kalmadığına ikna olmuş, yoluna devam edecekti ki arkasından bir adam elini sırtına dokundurdu:

"Sormadan edemeyeceğim..."

Bir an muhafızlardan biri onu farketti diye yüreği ağzına geldi. Daha sonra, kervanda gördüğünü hatırladığı adama garipseyen bir bakış attı. O da gizlice girmişti şehre. Giyimine ve ani hareketlerine bakılacak olursa pek de normal biri değildi.

"İsmim Anthir, büyülü silahlarla ilgileniyorum. Alım satım işleri yani. Çekiciniz... evet evet çekiç. Onu kime efsunlattırdınız? Sorabilir miyim. Ah evet sordum bile. Gerçekten çok ama çok! ee yani başarılı bir iş çıkarmış. Evet başarmış."

İçinden "Ne diyor bu adam yahu?" diye geçirdi ama söyleyemedi. Önemli birini bulması gerektiğini hatırlamıştı. Bu yüzden kısa kesti:

"Çekicim mi? Bu sıradan bir çekiç herhangi bir büyü yok üzerinde."

Henüz şehrin iç sokaklarına doğru dönüp birkaç adım atmıştı. Anthir önünü kesti ve oldukça ısrar ediyordu:

"Tekrar merhaba. İsmim Anthir... bunu zaten biliyorsunuz. Nerede! ee yani nerede kalmıştık?Ah evet! Buraya gelirken çekiciniz gök! gökyüzü gibi parlıyordu. Bir bakayım n'olur."

Adamın konuşurkenki ani bağırmaları sinirlerini bozmaya başlamıştı ki bir de elini belinde hissedince artık sabrı taşmıştı.

"Ne yaptığını sanıyorsun sen?! Bak işte çekicim gayet normal! Tatmin oldun mu?"
Şaşkına dönen tüccar bir hata yaptığını kabullenmiş gibiydi fakat özür dilemek yerine Rolmir'e kızmıştı:

"Söylemek istemiyorsan söyleme be adam, ne diye bağırıyon! Baştan söylesene! Yani söyleme. Yani... Amaan..." söylene söylene oradan uzaklaştı.

Olduğu yerde kalakalan Rolmir belki de ondan daha çok şaşırmıştı:

"Deli mi ne?"

Kim bilir daha ne tür tiplerle karşılaşacaktı yolculuğunda. Kervandan bir başkası daha önünü kesmesin diye kapşonunu başına geçirmişti bile. Çekicinin daha önce parladığını ne görmüş ne de başkasından duymuştu. Kafasının, kurcalanacaklar bölümüne girmişti bu durum. Fakat Buraya gelirken aklında planını kurmuştu. Binbaşı Aelanor Çabukkılıç'ı bulacaktı. Onu bulan ve ona sahip çıkan kişiydi bu tecrübeli asker. On iki yaşında hafızasını kaybetmiş bir şekilde bulduğu Rolmir'e üç yıl baktıktan sonra; Lakeshire'da bir demircinin yanına çırak olarak vermişti.  Kendini hazır hissettiğinde Stormwind'e gelmesini istemişti. Geçmişini arayan adam, içindeki bu umutla gelmişti buraya. Pazarın içinden geçip kışlanın ne tarafta olduğunu öğrendi. Ve sonunda gelmişti.

   "Veeeee... ATEŞ!" diye bağırdı Binbaşı Aelanor. Okçulara atış eğitimi veriyordu. Rolmir uzaktan, malzeme deposunun önünde muhafızların gözetiminde, talimin bitmesini bekliyordu ki Binbaşı, onu görünce eğitimi bitirdi ve yanına doğru hızlı adımlarla gitti. Diğer muhafızlardan çok daha ihtişamlı bir zırhı vardı. Sağ omuzluğunun üzerindeki altından yapılma kartal silueti, keskin bakışlarıyla karşısındakini tedirgin ediyordu. Zırhın üstündeki diğer gümüş işlemelerse tam birer sanat eseri. Muhafızlara bir bakış atıp gitmelerini bekledi. Ardında uzunca bir süre demircinin çırağına sımsıkı sarıldı.

"Büyümüşsün." dedi. Sevinçten olsa gerek gözleri yaşarmıştı Binbaşının. Fakat askerler görmesin diye başını öne eğerek saklamıştı gözlerini. Bir asker daima duygularını gizlemelidir. Bu ordunun altın kurallarından biridir.

"Yay kullanmayı bildiğini sanmıyordum yaşlı adam. O kadar uzaktan beni tanımana bir hayli şaşırdım doğrusu." diye takıldı Rolmir kenarı sarı çizgili siyah kapşonunu indirirken. Aslında dediği gibi Aelanor Çabukkılıç, çok iyi bir kılıç kullanıcısıdır ve diğer ordular tarafından da bilinir. Fakat daha önce kimse onun okçuluk yaptığını görmemiştir.

"Her ne kadar büyümüş ve bana laf çarpıyor olsan da o masmavi gözlerin seni ele veriyor, ufaklık. Artık altını ıslatmıyorsundur herhalde. Ha ha!" diye karşılık verdi Binbaşı. Rolmir, hafızasını nasıl kaybettiğini bilmiyor fakat bulunduğunda zor günler geçirdiği doğrudur. Altına işemesi de bu zorluklardan biriydi.

Bu sırada Stormwind girişindeki muhafızlarla aynı zırhı taşıyan bir yaver koşarak yanlarına gelip bu duygu dolu(!) buluşma anını bozdu. Nefes nefese, hiçbir şey söyleyemeden elindeki kağıdı uzattı.
Aelanor kağıdı hızla tutup güneşi arkasına aldı ve sesli okumaya başladı:

         "Binbaşı Aelanor Çabukkılıç,
          Elwynn Ormanı'nın Goldshire köyü, Güruh'un saldırısı altındadır. Derhal birliğiniz ile Goldshire köyüne destek sağlayın.

Stormwind Krallığı"         

Aelanor, afilli emir kağıdını özensiz bir şekilde katlayıp cebine koydu. Kaşları çatılmış ve sesi ciddileşmişti. Duygusal babacan yürek, yerini askerin çelik yüreğine bırakmıştı.

"Hadi bakalım asker, neler öğrenmişsin görelim. Önce şunları giy." Elini malzeme deposunun hemen girişindeki tahta masaya uzattı ve orada duran miğferin yanındaki örme zırhı genç adamın eline tutuşturdu.

"KALDIRIN KIÇINIZI, GOLDSHIRE'A DOĞRU"

Çevrimdışı Stormholder

  • *
  • 46
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Geçmişini Arayan Savaşçı
« Yanıtla #19 : 03 Şubat 2014, 20:52:59 »
Eşzamanlı iki bölümü aynı anda veriyorum. Aradaki kısa çizgiler bölümler arası geçişi gösteriyor. Yorumlarınızı bekliyorum  :)

BÜYÜLÜ ÇEKİÇ
   Goldshire Stormwind'e fazla uzak değildi. Bu demek oluyordu ki Güruh sanılandan da yakındı. Ama bu nasıl olurdu? Buraya gelebilmeleri için birçok askeri denetim noktasını geçmeleri gerekiyordu. Askerler ise bu konuyu irdelemeye başlamıştı çoktan. Bazıları dağların içinden geldiklerini söylüyordu. Kuzeyde bulunan Yanan Bozkır'dan gelmiş olabilirlerdi. Bazıları ise İttifak'ın içinde ajanları olduğundan bile bahsediyordu. Bu da olası bir fikir fakat bunun için koskoca bir sınır muhafızı birliğinin işin içinde olması lazımdı. Dikkat çeken bir konu da Aelanor'un yanına sadece yedi asker ve Rolmir'i almasıydı. O sırada Rolmir'in aklına, geçen gün ormanda karşılaştığı ork grubu geldi. Bunu unutmadan söylemesi gerekiyordu Aelanor'a. Binbaşıya yaklaşmak için askerlerin dedikodularını dinlemeye ara verip yüzünü kapatan miğferi kaldırdı. Karşısındaki görüntü dehşet vericiydi. Evler ateşe verilmiş ve yerlerde cesetler vardı. Köye varmışlardı ki karşılarında iki tane aşırı kaslı siluet duruyordu. Askerlerin geldiğini farkeden bu ikili saldırıya geçti. Fakat iyi eğitimli Aelanor'un okçu birliği yaylarını çoktan germişti. İri yeşil yaratıklar ilk adımlarını atar atmaz omuzlarına birer ok darbesi aldı. Ancak bu ok darbeleri, onları etkilememişti. Orkların suratındaki sinsi gülümseme Aelanor'u kızdırmış gibiydi. Daha önce defalarca Güruh ile savaşmış olmasına rağmen hala sinirlerine yenik düşüyordu. Çatılan kaşları bu öfkesinin yüzüne yansımasıydı. Çabukkılıç ilk emrini verdi:

"Bu ikisi benim."

   Aelanor atından sakince, en azından öyle görünüyordu, inip ileri doğru adımlarını atarken bir yandan da mavi kumaşın üstüne Aslan işlemeli pelerininin iplerini çözüyordu. Kılıcının gümüş kabzasından tutup, kahverengi deri kınından çekip pozisyonunu alırken bağı çözülen pelerini sırtından usulca kayıp yere düştü. Bununla eşzamanlı olarak önden koşan ork, cüssesine göre beklenmedik bir çeviklik ile Aelanor'un üstüne sıçramıştı bile. Elindeki baltayı Aelanor'un kafasına indirmek üzereyken müthiş bir zamanlama ile Aelanor, ileriye doğru eğilerek adım attı ve kılıcını orkun karnına sapladı. Dev kılıç havadaki orkun karnından girip belinden çıkarken Aelanor'un yüzüne sıçrayan kan izi, askeri vahşetini ortaya çıkarıyordu. Zıplamasıyla yere düşmesi saniyeler almıştı ki orkun cesedi yere çarptığında kalkan toz dumanını delen diğer orkun baltası uçarak geliyordu. Baltanın yeşil yaratığın elinden çıktığını gören Rolmir yanındaki askerin kalkanını kapıp Aelanor'un önüne zıplamıştı. Balta kalkana çarpıp daha yere düşmeden Aelanor botundan çıkardığı hançeri düşmanının alnının ortasına isabet ettirdi.

"İkisi gitti... Burada bu lanet yaratıklardan bir sürü olması lazım; gözünüzü dört açın. Rolmir... iyi hamleydi." Tepkisiz kalan askerlerin haline şaşıran Rolmir sadece başını eğmekle yetindi. Askerler verilen emirlere uymak zorundaydı neticesinde. Aelanor ise öfkesine yenik düşüp verdiği emrin ne kadar aptalca olduğunu fark etmişti. Fakat bu konuyu düşünecek vakti yoktu.

   Üçlü gruplar halinde ayrıldılar. Rolmir'in bulunduğu grup tavernaya girdi. Duvarlarda kan izleri vardı. Yerdeki kesilmiş başları görünce dehşete kapılmıştı genç adam. İçeriden bir çığlık duyuldu. Çevik bir hamleyle devrilmiş masaların üstünden atlayıp merdivenlere koştu. Ses yukarıdan geliyordu.

---

   Rolmir ve iki adamını tavernaya yollayan Aelanor, etrafta canlı birileri kalmış mı  diye araştırmaya başladı. Dikkati, metalik çarpma sesleri gelen bir eve yoğunlaştı. Evin önündeki tabelaya baktı. Üzerine kılıç ve kalkan figürleri oyulmuş tahta tabelaya bakılırsa burası bir demircinin yeri olmalıydı. Muhtemelen orklar buradan ayrılırken yanlarında silah ve zırh götürmeyi planlamıştı. Binbaşı, yanındakilere sessiz olmaları ve peşinden gelmeleri için eliyle bir takım hareket yaptı. Demircinin aynı zamanda evi olan işyerine doğru ilerlediler. Aelanor üzerine bir baltanın saplanmış olduğu kırık kapıdan içeriyi süzdü. Tahmini doğruydu.  İçeride altı tane ork, önlerinde duran silahlarla ilgileniyordu. Neleri götüreceklerini planlıyor olmalıydılar. Yerde demircinin gövdesi uzanıyordu. Aelanor gözleriyle bir yaşam belirtisi aradı. O anda demircinin kolu yavaşça hareket etti.

"Yaşıyor!"

   Aelanor daha dikkatli baktığında bu hareketliliğin kaynağının adam olmadığını anladı. Adamın hemen elinin altındaki tahta zemin hafifçe aralanmıştı. Bir çift göz ile karşı karşıya kaldı Aelanor. Korku dolu gözler... Aelanor parmağını dudaklarının önüne getirdi ve sessiz olmasını işaret etti. Askerlerine dönüp durumu açıkladı:

"İçeride en az altı tane ork ve bir insan var."

   Botundan çıkardığı yedek bıçak ile yere az önce incelediği evin krokisini çizdi. Dışında bekledikleri kapının yanında bir pencere vardı. Orklar kapının tam zıttında, odanın öbür köşesindeydi. Kapının hemen yanında ne vardı bilmiyordu çünkü görüş açısı yetersizdi. Yerdeki kapak ve demircinin cesedi ise odanın tam ortasındaydı.

"Bu orkları dışarı çıkarmanın bir yolunu bulmalıyız."

---

"Lütfen oğlumu bırakın... Bırakın gitsin!"

Genç bir kadın çaresizce yalvarıyordu. Önünde duran üç tane ork kahkahalar atıyordu. Merdivenlerde eğilip içeriyi gözleyen Rolmir çekicini eline aldı. Ani bir soğuk ile birlikte vücuduna gelen titreme Rolmir'in içine garip bir his doldurmuştu. Ama bunu düşünmeye vakti yoktu zira kadın ve çocuğu öldürülmek üzereydi. Arkasına bakıp askerlerin gelmediğini fark etti. Acele etmesi gerekiyordu. Önüne döndüğünde orklardan birinin kadını boynundan yakalayıp kaldığırdığını gördü. Kim bilir kaç kişiyi katletmiş olan yağmacı, pis bir kahkaha attı ve baltasını kadının kafasına indirmek üzereyken...

"Hayır!"

   Odadaki, yere kapaklanmış bir şekilde ağlayan çocuk hariç, herkes sesin geldiği yere baktı. Rolmir elinde çekiciyle kendine en yakın olan orkun üstüne atladı. Ork, hızlı refleksleriyle saldırıya karşılık verdi. Bu beklenmedik darbe ile Rolmir, odanın diğer köşesine uçtu. Orkun dev baltası göğsünde derin bir yara oluşturmuştu. Ayrıca duvara çok sert çarpmıştı. Üç saldırgan birbirlerine bakıp tekrar kahkaha attı.  Kadını bırakmış ve yavaş adımlarla Rolmir'e yaklaşıyorlardı. Çekicini daha sıkı tuttu. İçine dolan his daha kuvvetliydi.

"Gülün bakalım... ama henüz işim bitmedi!"

   En öndeki ork baltasını Rolmir'e savurduğu anda Rolmir çekicini kaldırdı. Balta, çekiç ile temas eder etmez bir ışık patlamasıyla parçalara ayrıldı. Baltanın parçaları yere dökülürken çıkan çıngırtıların ardından bir sessizlik oldu. Rolmir ayağa kalkmıştı. Gözlerinden öfke akıyordu. Sanki bambaşka biriydi. Aldığı hasarlara rağmen kolaylıkla doğruldu. Göğsündeki yaranın kanaması durmuştu fakat hala açıktı. Çekiciyle, sendeleyen orka gelişine vurdu. Bütün öfkesi bu vuruşta saklıydı. Oluşan ikinci ışık patlamasıyla çekiçten çıkıp orkun içinden geçen şimşek, arkadaki iki orka sıçrayıp üçünü birden kızartmıştı. Rolmir çekicine baktı... Gözleri sonuna kadar açılmıştı. Çekicin yüzeyinde bulutlar yüzüyordu. Stormwind'e geldiğinde saçmaladığını düşündüğü Anthir'in dediği gibi, gökyüzü gibi parlıyordu. Bu silah büyülüydü.

---

   Orkları nasıl dışarı çıkarıp onlara tuzak kurabileceklerini düşünürken bir şimşek sesi duyuldu. Aelanor ve adamları gökyüzüne baktı. Havada bir tane bile bulut yoktu. Öyle ki bırakın gökgürültüsünü rüzgar bile esmiyordu.

"Siz de duyd-"

Bir şimşek sesi daha duyuldu. Sesi duyan orklar da dışarıya çıkmıştı. Yeşiller, sesin nereden geldiğini anlamak için etrafa bakarken önlerinde çömelmiş olan üç askeri fark etmemişlerdi.

"Bu lanet olası ses de nerden geliyor!?" askerlerden biri sesli bir şekilde fısıldadı.
Kısa süren bir bakışmanın ardından askerler ayağa kalkıp koşmaya başladı. Orklar da askerlerin peşine takılmıştı bile.

---

   Zihninde kara düşünceler bir fırtına olmuştu. Sahip olduğu bu güç sayesinde herkesi dize getirebilirdi. Deliliğin sınırına yaklaşıyordu. Az önce katlettiği orklarınki gibi çılgın bir kahkahanın ardından:

"Az önce şimşek mi yarattım ben?!"

   Gözlerini çekicinden ayıramıyordu. Kendini bir ilah gibi hissediyordu. Ne de olsa tek bir hamleyle üç tane orku öldürmüştü... Bunlar onun ilk kurbanlarıydı. Fakat farkında olmadığı bir şey vardı. Çekicini indirdiğinde gördüğü karşısında kanı dondu. Sahip olduğu gücün verdiği haz yerini pişmanlığa bırakmıştı. Silahından çıkan şimşek orklardan sonra kadına da sıçramıştı. Çocuğu kadının başında ağlıyordu. Sağ kolu yanan çocuk Rolmir'e bağırdı.

"Katil! Onlardan farkın yok! Annemi öldürdün!"

Rolmir olduğu yerde dizlerinin üstüne çöktü. Yüz hatları titremeye başladı. Boş gözlerle etrafa baktı. Çocuğun ağlaması zihnindeki boşluğa dökülüyordu.

"Kurtardım... ve öldürdüm." dedi sessizce.

Duygusal bir çöküntü gecenin karanlığı gibi içini kapladı. Karanlık, en son gözlerine ulaşıp akan bir siyah gözyaşıyla görüşünü karartırken; son duyduğu iki askerin sesiydi:

"Rolmir! İyi misin? Beni duyabiliyor musun? Rolmir!!!"

---

Aelanor ve Rolmir'in olduğu gruptan ayrı, etrafı incelemek için gönderilen diğer asker grubu da şimşek sesini duyunca geri dönmüştü. Tam bu sırada önlerinden birer grup asker ve ork geçti. Başta ne olduğunu anlamayan bu grup da kaslı yaratıkların arkasından koşuşturmaya dahil oldu.
Bir müddet koştuktan sonra Aelanor durdu ve arkasına döndü. Elini kaldırmasıyla yanındaki iki asker yaylarını gerip arkalarına döndü. Buna karşılık orklar da durup, iki tane okçunun onları durduramayacağını bildiklerinden gülüşmeye başladı. Aelanor arkadaki gruba sessiz olmasını işaret edip yaklaşmalarını bekledi. Orklar sayıca üstün olduklarını düşünüp kahkahlarla ilerlemeye devam etti. Fakat kahkaha atmayı abartarak en hassas noktalarını açıkta bırakıyorlardı: boyunlarını. Aelanor kılıcını  çekti ve ileri atıldı.

"ŞİMDİ!"

Aelanor'un yanındaki okçular gergin duran okları serbest bıraktı. Boyunlarına denk gelen oklar, orkları yere yığdı. Arkadan gelen askerlerin ise her biri, karşısındaki orkun beline tekmeyi basıp omuzlarına indirdikleri kılıçlarla onları etkisiz hale getirdiler.

Aelanor son kalan orka doğru koştu. Gözünü kan bürümüş yaratık da çılgın bir nara ile Aelanor'a doğru... Karşı karşıya geldiklerinde Aelanor sağa doğru hızlı bir adım attı. Kıdemli askerin hamlesini gördüğünde yüzündeki şaşkınlığı görülmeye değerdi. Gerçekten de çok hızlı bir hareketti. Bu sırada düşünmeye mahal vermeden Aelanor, yanından geçen orkun göğsüne dirseğini geçirdi. Olduğu yerde ayakları yerden kesilen ork yere düşerken Aelanor, kılıcını orkun ensesinden geçirdi. Havaya uçan kelle yere çarparken askerler Aelanor'a hayranlıkla bakakalmışlardı. İnanılmaz bir çeviklikti. Rüzgarda dalgalanan saçlarını eliyle yana doğru sıyırırken, havasına uygun bir ses tonuyla:

"Sizlerle çıktığım ilk çatışmada, bana neden Çabukkılıç denildiğini anlamışsınızdır umarım."

Çevrimdışı M.K.Immortal

  • **
  • 290
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
Ynt: Geçmişini Arayan Savaşçı
« Yanıtla #20 : 04 Şubat 2014, 13:35:57 »
Önceki bölümlere göre çok daha fazla zevk aldım son yayınladıklarınızı okuyunca. Son bölümdeki Aelanor ve Rolmir arasındaki atlamaların sıklığı çok sorun olmasa da ikisini bütün olarak yazmanız daha iyi olabilirdi sanırım. Yani Aelanor'u okusaydık, yıldırım sesini duysaydı ve sonra Rolmir'e olay dönüp yıldırımın nereden geldiğini anlasaydık daha güzel olurdu diye düşündüm.

Ama dediğim gibi öykünüz gayet akıcı ve güzel ilerliyor. Elinize sağlık.

Çevrimdışı Stormholder

  • *
  • 46
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Geçmişini Arayan Savaşçı
« Yanıtla #21 : 04 Şubat 2014, 13:47:13 »
Önceki bölümlere göre çok daha fazla zevk aldım son yayınladıklarınızı okuyunca. Son bölümdeki Aelanor ve Rolmir arasındaki atlamaların sıklığı çok sorun olmasa da ikisini bütün olarak yazmanız daha iyi olabilirdi sanırım. Yani Aelanor'u okusaydık, yıldırım sesini duysaydı ve sonra Rolmir'e olay dönüp yıldırımın nereden geldiğini anlasaydık daha güzel olurdu diye düşündüm.

Ama dediğim gibi öykünüz gayet akıcı ve güzel ilerliyor. Elinize sağlık.

Yorumunuz icin tesekkur ederim. Aelanor'un bolumunu aslinda sonradan ek olarak yazmistim fakat ayni anda gectikleri icin bir arada vermeye calistim. Tecrubesizligimden olsa gerek ideal bir sekilde sunamadim. Tabi yorumunuz sayesinde daha guzel bolumlerle devam edecegim :)

Çevrimdışı Stormholder

  • *
  • 46
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Geçmişini Arayan Savaşçı
« Yanıtla #22 : 21 Şubat 2014, 16:38:57 »
Biraz hikayenin nereye gidecegi hakkinda ipuclari verelim  :)

FIRTINATUTAN
  Gözlerini açtığında çimenlerin üzerinde yüzüstü uzandığını fark etti. Kapkara bir karga, sanki kötü bir haberi duyurmak için, o kulak tırmalayan sesiyle çığlık çığlığa süzülüyordu gökyüzünde. Başını kaldırdı ve havaya baktı. Gri... Sanki bulutlar, güneş ışığınının yeryüzünü aydınlatmasını engellek için birbirlerine kenetlenmişti. Tavernada kazara öldürdüğü kadını hatırlattı bu karamsar hava Rolmir'e. Biliçaltının derinliklerine oturmuştu artık. Zaman zaman yüzeye çıkmak için uğraşan bir düşman haline gelmişti. Onu bastırmak için gözlerini gökyüzünden kaçırdı. Önüne baktığında karşısında büyük bir ağacın olduğunu farketti. Onlarca dalın üstüne sık dokunmuş koyu yeşil yaprakları, ona sanki aradığı bir şeyi anımsatıyordu. Zihnindeki yüzlerce kilitli kapıdan birinin kilidine kuvvetli bir darbe indirmişti. Bir ipucu daha bulabilse muhtemelen kırabilecekti onu. O kilidi açacak ipucunu bulabilmek için bakışlarını başka bir yere yoğunlaştırdı. Kalın gövdeli ağacın hemen altında değişik bir biçimde taş... bir mezar taşı vardı. Öldürdüğü kadının mezarı mıydı bu? Belki... İçindeki düşman yine yüzeye çıkmıştı işte! Unutamıyordu bir türlü o talihsiz olayı; zavallı kadının o cansız, gümüş renkli gözlerini. Gece elflerinin masallarında anlatılan Ay Tanrıçası Elune'un gözleriydi sanki.

 Karanlık yeniden Rolmir'in içini kaplamaya başlamıştı sinsice. Gerçek dışı bir şekilde Rolmir'in iç dünyası, çevresine yansıyordu. Hisleriyle örtüşürcesine, gökyüzündeki gri bulutlar birden kararıverdi. Önündeki taşın üstünde şekiller belirmeye başlamıştı yavaştan. Unutulmuş eski rünlere benziyorlardı. Şekiller büyüdü ve parlamaya başladı. Bir gökgürültüsüyle birlikte başlayan yağmurun sonrasında gelen soğuk bir rüzgarın ardından mezarın önüne bir siluet oluştu. İri yarı bir adamın şeffaf silueti... Bundan fazla bir detay yoktu fakat zihnindeki kapalı kapılardan birinden bir tıkırtı gelmişti. Bu sırada çimenlerin üstüne damlayan yağmur damlaları, yeşil yer örtüsüyle birlikte bomboş arazide tek başına duran ağacın susuzluğunu gideriyordu. Hafif esen rüzgarı birden sertleştiren ruhani bir ses titretti ağacın yapraklarıyla birlikte Rolmir'in yüreğini:

"Fırtına tahmin ettiğinden de güçlüdür..."

 Silueti doğrularcasına kuvvetli bir gök gürlemesiyle yağmur şiddetini arttırdı. Toprağa hızla çarpan ince yağmur damlalarının yeryüzüyle buluşmasıyla ortaya çıkan ses, kalp atışlarını hızlandıran bir orkestranın çaldığı notalardı adeta.

"Burası senin dünyan, insan. Sadece senin... Buradaki her şey senin yaşadıklarından veya yaşamak istediklerinden ibaret. Duygularının somutlaştığı bu dünyada kendi sesini dinle. Fakat iradenin gücüne bağlı olarak yabancılar senin bu mahremine adım atabilir."

 Geçmişinden kalan hiçbir şey yoktu. Ya da öyle sanıyordu. Peki böyle karamsar bir yerde mi bulunmak istiyordu? Hatırladığı geçmişe kadar -ki bu birkaç yıldan ibaret- hep pozitif birisi gibi görünürdü fakat bilinmezliğin verdiği huzursuzluk hep kalbinde saklanıyordu. Hayatındaki bu eksikliği doldurmak ve kalbindeki huzursuzluğu bilinçaltı denizinde boğmak umuduyla gelmişti Stormwind'e. Fakat şimdi kendi dünyası olduğunu öğrendiği bu yerde kendi denizinde boğulmamak için bu hayaleti dinlemekten başka bir çaresi yoktu. Belki de bir macerayla geçmişinin ipuçlarını bulabilirdi. Kapıların kilidini açıp, aslında onun için yeni olacak, eski anılarına kavuşabilir ve sıkıntılarını bir nebze de olsa bastırabilirdi. Düşüncelerini toplayıp taşın hayaletine yaklaştı ve dikkatli bir şekilde baştan aşağı süzdü onu. Fakat tahmin ettiği gibi tanıdık bir şey göremedi. Cevabını bildiği soruyu sordu yine de:

"Seni tanıyor muyum?" Bu sorunun altında yatan derin düşünceleri de bir fısıltı şeklinde yankılanıyordu bir yandan:
"Anılarını kaybetmek demek; tanıyor olsan bile yabancı olmak demek. Sevdiklerim nerede? Ya da hiç var oldular mı? 'Ben bambaşka bir insan oldum.' diyemiyorum bile. Nasıl birisiydim ki? Bilmiyorum. Tek bildiğim artık ne olduğum: Hayatının en mutlu anları kayıp bir insan. Hayatın tam anlamıyla nasıl yaşanacağını bilmeyen bir insan. İşte ben, böyle bir insan oldum."

 Kalp atışlarının istemsizce hızlanması haricinde sakin görünüyordu genç gezgin. Fakat duygularının karanlığıyla harmanlanmış, yüreğini burkan düşünceleri ele veriyordu onu. Mezardan çıkan ruh, Rolmir'in sorusunu cevaplamak yerine kanayan yarasına tuz bastı:

"İlk kurbanlarınla karşılaşmışsın bile. Onları tanıyor muydun?"
Suçluluk duygusundan, yumruğunu sıkıp bakışlarını kaçırarak sorduğu sorudan pişman olmuştu.

"Bu senin ilk dersindi. Fırtınanın gücü elinde fakat kontrol etmeyi beceremezsen ismin yıkım ile anılır."

 Yıkım... Bu sözcük etrafta yankılandığında önündeki ağaca bir yıldırım düştü. Alev alev yanan ağacı şiddetli yağmur bile söndüremiyordu. Ona sanki bir şeyi hatırlatacak olan zavallı ağacın masum yaprakları, sahip oldukları ipuçlarıyla birlikte kül olup rüzgara kaptırmıştı kendilerini.

 Rolmir'in dünyasına izinsiz girmiş olan misafir, elini kaldırıp parmağıyla çekicini gösterdi. Ardından da mezar taşını... Her iki cisim de parlamaya başladı.

 Rolmir ne yapması gerektiğini anlamıştı. Mezar taşına yaklaşıp çekicini uzattı. Taş, çekici bir mıknatıs gibi çekiyordu. Rolmir çekici elinden kaçırmamak için diğer elini de kullanmak zorunda kaldı. Kontrolü kaybetmemek için verdiği bu uğraşı sırasında çekiç ile taş arasında bir köprü kurulmuştu. Çekice doğru mavi bir şeyin aktığını görebiliyordu. Aradaki akım aktıkça çekiç daha da parlıyordu. Taşın etkisinden kurtulduğundaysa fener gibi yanıp sönmekteydi. Artık bu klişe soruyu sorma vakti gelmişti:

"Peki neden ben?"

Aradığı birçok sorunun cevabına sahip olduğunu düşündüğü varlık, sonunda kendini tanıtma faslına geçmeye karar vermişti:

"Ben, Fırtına'nın ruhuyum. Sen ise beni Azeroth'a geri getirecek olan Fırtınatutan'sın. Elindeki ise yeryüzünde benden kalan yegane şey. Farkında değilsiniz ama sizi kötü günler bekliyor, Azeroth üzerindeki bütün halkları... Dikkat et! Yaptığın her hata sana ayak bağı olacaktır. Ve merak etme, seni bulacaklar. Üstüne düşeni yaptıktan sonra anlaşma sonlanacak. O zaman cevabına kavuşacaksın." Fırtınaya yaraşır bir şekilde çok kuvvetli olan bas sesiyle, her ne kadar bilmece gibi konuşsa da kendisini dinletiyordu.

 Bunu dedikten sonra ruh, havaya karıştı ve bir ışık topu olarak süzülerek çekice dahil oldu.
Rolmir'e zihninin içinden sesleniyordu:

"Unutma, soğuk ve sıcak bir arada olmazsa fırtına olmaz. Dengeyi içinde bul."

 Yeni adıyla Fırtınatutan'ı sırılsıklam eden şiddetli yağmur aniden kesildi. Gökyüzünde dağılan kara bulutların arasından süzülen ışık çekice yoğunlaşmıştı. Mezar taşının üstündeki rünler çekicin üstüne kazınmış ve sürekli olarak parlıyorlardı. Bunları daha önce nerede gördüğünü hatırladı. Uçurumdan yuvarlandıktan sonra kendisini kurtaran cücenin arabasındaki kutuların üstündeki yazılara benziyordu.

 Başını kaldırdı ve ilerledi. Hala yanmakta olan dalları çıplak kalmış ağacı geçtikten sonra bir tepede olduğunu fark etti. Önünde yeşil bir vadi ve tam ortasında bir göl vardı. Gölün etrafında ise ufak bir köy... Fakat renksiz bir köydü onu bekleyen. Rolmir, tepeden inip ona hiç de yabancı gelmeyen köye doğru ilerlerken kendi kendine konuşuyordu:

"Pekala Fırtınatutan... anlaşmayı yerine getir!"