Kayıt Ol

İsyan Öyküleri / İncir Ağacını Kuş Diker - Hamit Çağlar Özdağ

Çevrimdışı Bengü

  • **
  • 305
  • Rom: 9
    • Profili Görüntüle

"İnsana dair sorunları işleyen on öykü var bu kitapta. Anadolu’nun yaraları kimi zaman masalsı, kimi zaman destansı bir dille ele alınıyor. Adalet, eşitlik, savaş, devlet, PKK, töre, çevre ve tüketim üzerine eleştirilerini gerçeküstü ögelerle aktaran yazarın kelimelerle aşkı görülmeye değer.
 
Öykülerde sizi bekleyenler arasında Türküler, Şimşekler, Karadeniz, Mezopotamya, Şeytan, emekli bir Polis, bir Hayalet, bir Eren, Köroğlu ve Anadolu’nun muhtarlığına soyunmuş bir de Teke var. İlk dokuz öyküde, toplumun adaletten yana noksan dokusuna karşı duran yazar, onuncu öyküsünde okurun içini ferahlatmayı ihmal etmiyor.
 
Yakıcı…
 
Sorgulayıcı…
 
İsyankar…"

Şu an Kültürperest'te ön sipariş yapılıyor, çok kısa sürede raflarda görebileceğiz.

Ayrıca kitabın illüstrasyonları Bora Helvacıoğlu'na ait. Kitap için yapılan bazı illüstrasyonlara aşağıdan bakabilirsiniz.
Spoiler: Göster




Çevrimdışı Bengü

  • **
  • 305
  • Rom: 9
    • Profili Görüntüle
Kitabın Idefix'te de satışı başlamış durumda. Haftaya ise kitabevlerinde olacağını söyledi Çağlar abi. Sanırım bu ara en heyecanla beklediğim kitap bu.

Forum'da daha aktif olmayı dileyerek... İlk kitap yorumum, Hamit Çağlar Özdağ'ın son kitabı. İsyan Öyküleri - İncir Ağacını Kuş Diker...

''Çağlar Abi, ne yaptın sen?'' diyesim geldi kitabı bitirir bitirmez çünkü uzun zamandır hiçbir kitaba bu kadar duygulanmamıştım, bu kadar boğazımın tam ortasında bir kördüğüm oturmamıştı...
Kitabı ilk sayfasında, ithaf bölümünde düğümlenmeye başladı boğazım, ''Yaser'e ve Tahsin'e...'' yazısını gördüğüm an Çağlar Abi'nin bize Ankara'da anlattıkları geldi aklıma. 10 Mart'ta Doğu Yücel'in de bizimle olduğu fan buluşmasında anlatmıştı Yaser'in öyküsünü bize Çağlar Özdağ. İşkenceyi, nefreti, olanları... Sonra az da olsa Tahsin'den bahsetmişti, yitip giden canlardan, arkadaşından, hissettiklerinden... İşte onlar geldi aklıma, daha da etkilendim.

Sonra sıra önsözdeydi, isyan etme isteğim git gide arttı, ben de incir ağaçlarına daha çok inanmaya başladım, boğazıma oturan düğüm, oraya yerleşeceğini iyice hissettirdi, sayfayı işte bu duygularla hızla çevirdim...
Öykülere geçildi sonra. Hayalet, On İki Can, Töre, Kıyamet...
Ülkenin gerçekleri, görmediklerimiz, önemsenmeyenler, uzak kaldıklarımız, yanaşmadıklarımız... Hepsi bir bir geldi önüme.

Töre'de Masal'la beraber ''yazısız kanunlar''a isyan ettim, bağırdım, çağırdım. Yüzleşemediğimiz gerçeklerden biriyle karşılaştım. Bakalım okurken sen ne yapacaksın?

Kılıç geldi onun ardından, nam-ı diğer bir çocuğun isyanı. Küçücükken ağabeylerine veda ediyor, kara toprağa gömüyor onları çocuk, acısıyla kavruluyor yüreği, Hızır Dede'den yardım istiyor, o bile isyan ediyor bu duruma... Bu isyana başkaları da ortak olunca bir destan çıkıyor ortaya, gerisini okuyun siz görün.

Alice Anadolu Diyarı'na geliyor sonra sıra. Anadolu'yu karış karış gezen bir Alice var karşınızda. Oradaki her türlü kavgaya, dövüşe tanık olan, yine de ''Duy beni Anadolu! Acısıyla, tatlısıyla, bambaşka bir harikasın sen! Duy ve bekle, geleceğim!'' diyen Alice neler yaşamış dersiniz? diye soruyor, sıradaki öyküye balıklama atlıyorum.
Sıradaki öykümüz Melekler Hata Yapmaz. İsme aldanmamak gerek bu öyküde, Şeytan, Mikail, Azrail... Bakalım hepsi gerçekten masum mu?
Şimdiki öykümüzün adı Hayalet... Sonunda gözlerimden akan yaşlara engel olamadığım o hikaye, o cümle... ''Adalet yerini bulmadıkça, Yaser ve Yaser gibiler, inadına yaşayacak.''
İşkence sonucu yaşamına son veren Yaser'in hikayesini okuyup da duygulanmayan olursa kendini sorgulamalı derim çünkü Yaser, Çağlar Özdağ'ın da dediği gibi ''Ölümsüz bir hayalet.''

Hayalet'ten sonra bir darbe daha geldi, On İki Can... İthaf kısmındaki bir diğer ölümsüz ismin, Tahsin'in hikayesi bu sefer anlatacağım. Afganistan'da düşen bir helikopter, aramızdan ayrılan on iki hayal, on iki asker, on iki hayat ve geride kalanlar... Bir sorgulama var öyküde, yitip gidenlerin ardından yüzümüze vurulan bir gerçek daha var. Kalemine sağlık Çağlar Özdağ!

Geriye kaldı dört öykü..

Bunlardan ilki olan Portakal Kardeşliği'ne geldi şimdi de sıra. Benden kısa bir not: Bitirdiğin an sen de Çağlar Özdağ'ın dediği gibi ''Derinlemesine dal anılarına, has bir portakal yiyip yemediğini iyice tart kafanda. Ali'den bir farkın olup olmadığını cevaplamaya çalış. İyice düşün...''
Düşündükten sonra da sayfayı çevir! Şimdi sırada Kıyamet var, Kayıp Rıhtım'da yer alan ve bayıldığım bu öyküyü Rıhtım'da bulunduğu için anlatmyorum ve hızla kitaba ismini veren o öyküye geçiyorum.

Evet, sondan ikinci öykümüz İncir Ağacını Kuş Diker. Bir soruyla başlıyor öykü ''Sen hiç incir ağacı diken bahçıvan gördün mü?'' sonra cevabını kendisi veriyor, ''Göremezsin!'' diyor açıkça, kendisi anlatıyor tüm olan biteni, ''İşte o gün bugündür, incir ağacını kuş diker.'' diye yazıyor kitapta. Bakalım sen okuyunca ne diyeceksin?

Sıra geldi son öyküye...

Kusursuz Bir Gün... Çok isyan ettik, biraz da ''Mutluuu ooolmak içiiiiin şu anda, biiiir çok neden var aslındaaaa...!'' diyoruz öyküde. Hayal ile kusursuz bir günde yolculuğa çıkıyoruz. Keşke hep gerçek olsa o günler!
Töre'deki gibi yazısız kanunlarımız olmasa, işkenceyi okurken dolmasa gözlerimiz... İsyan etmek için değil, mutlu olmak için sebeplerimiz olsa... Ne dersiniz, ''bir gün olur belki de?'' Ama olana kadar, şu öyküleri okuyup da boğazı düğümlenmeyen, kitabı bitirdiğinde içinde az da olsa isyan etme isteği olmayan varsa, şu kitaptan hiçbir şey anlamamış demektir.

Not: Bora Helvacıoğlu... Ellerine sağlık. Çizimlerinin hepsi nefis!
If you can dream it, you can do it!-Walt Disney

Çevrimdışı BerkeB

  • ***
  • 494
  • Rom: 7
  • Onu bulan herşey'i bulur
    • Profili Görüntüle
Forum'da daha aktif olmayı dileyerek... İlk kitap yorumum, Hamit Çağlar Özdağ'ın son kitabı. İsyan Öyküleri - İncir Ağacını Kuş Diker...

''Çağlar Abi, ne yaptın sen?'' diyesim geldi kitabı bitirir bitirmez çünkü uzun zamandır hiçbir kitaba bu kadar duygulanmamıştım, bu kadar boğazımın tam ortasında bir kördüğüm oturmamıştı...
Kitabı ilk sayfasında, ithaf bölümünde düğümlenmeye başladı boğazım, ''Yaser'e ve Tahsin'e...'' yazısını gördüğüm an Çağlar Abi'nin bize Ankara'da anlattıkları geldi aklıma. 10 Mart'ta Doğu Yücel'in de bizimle olduğu fan buluşmasında anlatmıştı Yaser'in öyküsünü bize Çağlar Özdağ. İşkenceyi, nefreti, olanları... Sonra az da olsa Tahsin'den bahsetmişti, yitip giden canlardan, arkadaşından, hissettiklerinden... İşte onlar geldi aklıma, daha da etkilendim.

Sonra sıra önsözdeydi, isyan etme isteğim git gide arttı, ben de incir ağaçlarına daha çok inanmaya başladım, boğazıma oturan düğüm, oraya yerleşeceğini iyice hissettirdi, sayfayı işte bu duygularla hızla çevirdim...
Öykülere geçildi sonra. Hayalet, On İki Can, Töre, Kıyamet...
Ülkenin gerçekleri, görmediklerimiz, önemsenmeyenler, uzak kaldıklarımız, yanaşmadıklarımız... Hepsi bir bir geldi önüme.

Töre'de Masal'la beraber ''yazısız kanunlar''a isyan ettim, bağırdım, çağırdım. Yüzleşemediğimiz gerçeklerden biriyle karşılaştım. Bakalım okurken sen ne yapacaksın?

Kılıç geldi onun ardından, nam-ı diğer bir çocuğun isyanı. Küçücükken ağabeylerine veda ediyor, kara toprağa gömüyor onları çocuk, acısıyla kavruluyor yüreği, Hızır Dede'den yardım istiyor, o bile isyan ediyor bu duruma... Bu isyana başkaları da ortak olunca bir destan çıkıyor ortaya, gerisini okuyun siz görün.

Alice Anadolu Diyarı'na geliyor sonra sıra. Anadolu'yu karış karış gezen bir Alice var karşınızda. Oradaki her türlü kavgaya, dövüşe tanık olan, yine de ''Duy beni Anadolu! Acısıyla, tatlısıyla, bambaşka bir harikasın sen! Duy ve bekle, geleceğim!'' diyen Alice neler yaşamış dersiniz? diye soruyor, sıradaki öyküye balıklama atlıyorum.
Sıradaki öykümüz Melekler Hata Yapmaz. İsme aldanmamak gerek bu öyküde, Şeytan, Mikail, Azrail... Bakalım hepsi gerçekten masum mu?
Şimdiki öykümüzün adı Hayalet... Sonunda gözlerimden akan yaşlara engel olamadığım o hikaye, o cümle... ''Adalet yerini bulmadıkça, Yaser ve Yaser gibiler, inadına yaşayacak.''
İşkence sonucu yaşamına son veren Yaser'in hikayesini okuyup da duygulanmayan olursa kendini sorgulamalı derim çünkü Yaser, Çağlar Özdağ'ın da dediği gibi ''Ölümsüz bir hayalet.''

Hayalet'ten sonra bir darbe daha geldi, On İki Can... İthaf kısmındaki bir diğer ölümsüz ismin, Tahsin'in hikayesi bu sefer anlatacağım. Afganistan'da düşen bir helikopter, aramızdan ayrılan on iki hayal, on iki asker, on iki hayat ve geride kalanlar... Bir sorgulama var öyküde, yitip gidenlerin ardından yüzümüze vurulan bir gerçek daha var. Kalemine sağlık Çağlar Özdağ!

Geriye kaldı dört öykü..

Bunlardan ilki olan Portakal Kardeşliği'ne geldi şimdi de sıra. Benden kısa bir not: Bitirdiğin an sen de Çağlar Özdağ'ın dediği gibi ''Derinlemesine dal anılarına, has bir portakal yiyip yemediğini iyice tart kafanda. Ali'den bir farkın olup olmadığını cevaplamaya çalış. İyice düşün...''
Düşündükten sonra da sayfayı çevir! Şimdi sırada Kıyamet var, Kayıp Rıhtım'da yer alan ve bayıldığım bu öyküyü Rıhtım'da bulunduğu için anlatmyorum ve hızla kitaba ismini veren o öyküye geçiyorum.

Evet, sondan ikinci öykümüz İncir Ağacını Kuş Diker. Bir soruyla başlıyor öykü ''Sen hiç incir ağacı diken bahçıvan gördün mü?'' sonra cevabını kendisi veriyor, ''Göremezsin!'' diyor açıkça, kendisi anlatıyor tüm olan biteni, ''İşte o gün bugündür, incir ağacını kuş diker.'' diye yazıyor kitapta. Bakalım sen okuyunca ne diyeceksin?

Sıra geldi son öyküye...

Kusursuz Bir Gün... Çok isyan ettik, biraz da ''Mutluuu ooolmak içiiiiin şu anda, biiiir çok neden var aslındaaaa...!'' diyoruz öyküde. Hayal ile kusursuz bir günde yolculuğa çıkıyoruz. Keşke hep gerçek olsa o günler!
Töre'deki gibi yazısız kanunlarımız olmasa, işkenceyi okurken dolmasa gözlerimiz... İsyan etmek için değil, mutlu olmak için sebeplerimiz olsa... Ne dersiniz, ''bir gün olur belki de?'' Ama olana kadar, şu öyküleri okuyup da boğazı düğümlenmeyen, kitabı bitirdiğinde içinde az da olsa isyan etme isteği olmayan varsa, şu kitaptan hiçbir şey anlamamış demektir.

Not: Bora Helvacıoğlu... Ellerine sağlık. Çizimlerinin hepsi nefis!
Tutkuluydu... Fakat ben kitap yorumlarından yola çıkıp kitap almayı doğru bulmuyorum. Her kitap herkeste aynı etkiyi göstermez diye düşünüyorum. Yinede içimi biraz gıcıkladı bu inceleme. Göz atılacaklar listeme ekledim. -_-
Bakmayın şiir yazdığıma romantik değilim :).

Çevrimdışı kahlan amnell

  • ***
  • 786
  • Rom: 3
    • Profili Görüntüle
Anadolu'ya böyle güzel ağıtlar, dostlara böyle güzel ağıtlar, insanlığa böyle güzel ağıtlar/ilenmeler bir daha yazılamaz. Her biri bir destan bu öykülerin, okunması şart olan.

Çevrimdışı Denaro Forbin

  • *****
  • 2114
  • Rom: 54
    • Profili Görüntüle
    • Bilimkurgu Kulübü
Hamit Çağlar Özdağ'ın son kitabı İsyan Öyküleri / İncir Ağacını Kuş Diker her biri insanın yüzüne tokat gibi çarpan 10 öyküden oluşuyor. Öykü kitaplarında genel olarak yorum yapmak çok zor. En azından ben böyle düşünüyorum. Ve yine öyküleri tek tek irdelemeye karar verdim. Korkmanıza gerek yok, detaya girmedim, yüzeysel değindim. Ama gene de ilk önce kitabı okumak isteyenler olacaktır, saygı duyarım.

Töre: Kitabın ilk öyküsü "Töre", ülkemizdeki töre belasına değiniyor. Yazar son derece naif bir dille, öyküyü sondan başa doğru yazmış adeta. Genç bir kızın tasviri selamlıyor bizi ilk satırlarda. Daha sonra ise şimdiki zaman eşliğinde kızın yakın geçmişi anlatılıyor. Sona yaklaştıkça gerçekler su yüzüne çıkıyor ve içimiz sızlıyor.

Kılıç:
Ağabeylerini çirkin ve gereksiz bir savaşta kurban veren küçük bir çocuğun feryadı dağlıyor yüreklerimizi. "Hızır Dede, koş, kurtar beni..." diyor çocuk Yardım için geliyor hızır. Yalnız da gelmiyor üstelik. Anadolu'yu, Mezopotamya'yı, Kafkasya'yı da alıp geliyor. Ve daha nicelerini. Etkileyici bir dil ve anlatım hakim bu öyküye.

Alice Anadolu Diyarında: İsiminden de anlaşılacağı üzere, Harikalar Diyarı'nda gezinen küçük bir kız olarak tanıdığımız Alice'in Anadolu'ya gelişi üzerine kurulu bir öykü bu. Tiftiği Bol Mor Teke ile tanışan Alice, onun kılavuzu eşliğinde Anadolu'yu karış karış geziyor. Anadolu'nun olumlu ve olumsuz yönlerini görerek, Anadolu ve Anadolulu'nun farkını anlıyor. Ve tabii biz okurlar da.

Melekler Hata Yapmaz: Bu öyküdeki karakterler meleklerden oluşuyor: Mikail, Azrail, Münker Nekir, Kiramen Katibin ve Şeytan.. Ne mi anlatılıyor? Kısaca insanların akıllarını kullanmayan, habis varlıklar olduğunu. İşlerde bir terslik olduğunu sezen Cehennem Başmeleği Şeytan, yücelere bir dilekçe yazıyor. Tek bir isteği var aslında. Dilekçeyi okuyup gerçeklerin farkına vardığımızda ise sarsılıyoruz bir kez daha.

Hayalet: Yazarın da yakın arkadaşı olduğunu öğrendiğimiz Yaser'i anlatan bir öykü bu. Hani Yaser intihar etmeye karar vermeseydi eğer, bir şekilde kurtulabilseydi canilerin elinden ve yaşadıklarını anlatmaya karar verseydi, aşağı yukarı bu öyküde anlatılanları yazardı. Demek istediğim, çok gerçekçi olduğu, Özdağ'ın etkili bir dille yazdığı ve okuyanları hayretler içinde bıraktığı.

"İnsan bilinçli yediği halttan utanmaz elbet."

"Adalet yerini bulmadıkça, Yaser ve Yaser gibiler, inadına yaşayacak..."

On İki Can: "Evlatları Afgan yurdunda şehit düşen on iki ailenin kızıl acısı bu..." diyor yazar bu öykü için. On iki canın anlamsız ölümünü dillendiriyor. Bir isyan dalgası yükseliyor cümlelerden. Kandırılına insanlar, onları kandıran insanlar ve bir hiç uğruna yitip giden canlar anlatılıyor. Ölümün daha üstün bir mertebe olduğuna inandırılıyor binlerce gözü yaşlı anne, baba. "Şehit" ve "Vatan" diyerek kandırılıyor milyonlarca insan. Üç yapmacık kelime iyice harlıyor ateşi: Başınız sağ olsun." Peki boş bir dava uğruna ölen bu gencecik evlatların hesabını kim verecek? Bizler susmaya devam ettikçe hiç kimse. Hatta yenileri eklenecek emir kulu askerciklere...

"Çocuk aklı ermez bu işlere... Büyük olmak lazım gerçeği görmek için... Baştakilerin çizdiği dünyayı miniklerin algılamasını beklemek olmaz..."

"Ölümle değildi tabiatın derdi; ölümü haklı gösterenlereydi kini."


Portakal Kardeşliği: Bilimkurgusal yönü ağır basıyor bu öykünün. Ama okuru güldüren yanları da yok değil. Aslında ağlanacak halimize gülmemizi istemiş Özdağ, bu bariz bir şekilde belli oluyor. Güzel bir kurgu oluşturmuş ve önceki öykülere nazaran farklı bir açıdan, teknolojik yönden irdelemiş hayatımızı. Okurken aklıma çok kısa bir süre izlediğim Black Mirror dizisi geldi. Finalde okuru sorgulatmayı da başarmış. Kitaptaki en sevdiğim öykü bu oldu.

Kıyamet: Beş sayfalık kısa bir öykü "Kıyamet". Yazar, insanların yapmış olduğu türlü kötülüklere karşı kıyameti reva görüyor. Ve başlıyor kendi hayal gücüyle kıyameti anlatmaya. "Etti insan, buldu insan," diyor en sonda da.

"Şehirler yerle yeksan, hayatlar bitik, hayaller suskun."


İncir Ağacını Kuş Diker:
Kitaba da ismini veren bu öykü aslında tam olarak öykü sayılmaz. Çünkü masalsı bir anlatım hakim. İncir ağaçlarını kuşların diktiğini iddia ediyor Özdağ ve gene hayal gücünü konuşturuyor. Hoş, bu iddiasını güçlendirecek tezlere de sahip aynı zamanda ve onları bizimle de paylaşıyor. Bir kütüphane üzerinden girdiği konuda olayları birbirine ustaca bağlayarak Sivas'ta yaşanan Madımak katliamına da selam gönderiyor. Etkileyiciydi. En sevdiğim 2.öykü oldu.

"Bu kadarla da kalmamış aydınlanma, ilahiyattan medet uman cübbeliler de almış bilginin araladığı kapıdan nasibini. Kutsal denen kitap müsveddelerinin ucu bucağı belirsiz safsatalarına mantığın sualleri kalkan olmuş."

Kusursuz Bir Gün: İlk dokuz öyküye göre oldukça farklı bir öykü bu. Kusursuz Bir Gün'de yazar içimize su serpiyor resmen. İçimizi burkan onca satırdan sonra kitabın son öyküsü mutlu hissettiriyor okuru, ki amaç da bu zaten: Hala bir yerlerde sevginin var olduğunu hissetmek, ona ulaşmanın hiç de zor olmadığını bilmek ve umutla bakmak dünyaya. "Mutluuuu oooolmak içiiiin şu anda, biiiir çok neden var aslındaaaa...!" diyor Hamit Çağlar Özdağ.

Son olarak şunu da ekleyeyim. Bazı öykülerin başında resimler mevcut ve bu resimler Bora Helvacıoğlu'na ait. Çok hoş resimlerle süslemiş kitabı, ellerine sağlık diyeyim en azından.

Çevrimdışı Bengü

  • **
  • 305
  • Rom: 9
    • Profili Görüntüle
2011 yılında Kan Muskaları Destanı isimli 3 romandan oluşan bir seriyi bizle buluşturmuştu Hamit Çağlar Özdağ. Bu kitapla da isyanını dile getiriyor şimdi. Kan Muskaları kapaklarındaki yazar ve seri adında bulunan yazılar kabartmalıydı, Özdağ bundan tekrar vazgeçmemiş. Hatta bu sefer bunu hem ön hem arka kapakta kullanmış, çok da  iyi etmiş.

Kitapta öykülerden önce bizi karşılayan "Yaser'e ve Tahsin'e" yazısı oluyor. Devamında Bora Helvacıoğlu'ndan bir çizim ve önsöz geliyor. Önsözde Yaser ile Tahsin kimdir ufak bir bilgi ediniyorsunuz. Daha önsözde başlıyor içinizin cız etmesi.

10 öykü kaleme almış Çağlar abi. Bunlardan birincisi "Töre". Masal, Cemal ve Hatice sizlere törenin ne olduğunu suratınıza 10 sayfada çarpacaklar.

Yazarın isyanı daha yeni başlıyor. 2. öyküye "Kılıç" ismini vermiş. Öyküden bir kısım alıntılayarak özetleyeceğim bu sefer: "Kalk evlat. Sen, ağlayacak son çocuk ol. Senin ağabeyin, zalimlerin sinsiliğine kurban giden son ağabey olsun. Al bu kılıcı eline. Bak şu işlemelere, çek içine bal kokan güzelliği... Gördün mü? Demirin niyetini sezdin mi? Kuşan hele bu kıyameti ve düş yola. Sanadır yeryüzünün güveni. Sen ki yücelere hakiki bir ders verdin, bize nefretin dipsiz kuyusunu gösterdin, sen ki bizleri o kuyuya düşmekten alıkoyup büyüklük ettin, hakkındır bu kılıç ey çocuk! yürü cihanı, gez her köşeyi. Ayakların erdikçe alemlere, elinde kılıçla yüzün göründükçe herkese, tüm silahlar utanacak! Boyunlarını bükecek tabancalar, namlularının ardına saklanacak tüfekler, füzeler işlemez olacak, bıçaklar kesmek nedir unutacak. Sen bu güzeller güzeli şaheserle yürüdükçe, dünyadaki tüm silahlar susacak. Budur biz yücelerin elinden gelen ey çocuk, gerisi insana kalmıştır, sizlerin aklına bırakılmıştır. Bu şanlı şöhretli kılıcı gören tüm silahlar dindiğinde, zalime kulluk eden cahiller hala can alıyorsa, o vakit kusura kalma, sözünü dinlemeyip nefretin o dipsiz kuyusuna atlayan ilk kişi ben olacağım! Çekeceğim rahmetimi insanoğlunun üzerinden, salacağım hiddetimi yedi düvele! Bil ki çocuk, o kara gün gelirse eğer, yalnız olmayacağım! Aha Tendürek'in tepesinde bekliyor yüceler, gördün mü, hepsi orada... Bil ki tekmili birden yanımda olacaklar... Senin saf yüreğinden süzülen ışıkla yıkandı bu kılıç, eğer huzurunda durulan silahlara rağmen savaşlar dinmezse, vay insanoğlunun haline be çocuk...
Vay kararmış yüreklere...
Vay hainlere...
Vay şeref yoksunu zalimlere...
Vay ki ne vay!"


Şimdiki öykünün adı ise "Alice Anadolu Diyarında". Adından da anlaşılacağı gibi diyar diyar gezen Alice bu defa Anadolu'ya geliyor. Neden mi? Artık yaşlanmıştır Alice ve yaşayacağı diyara karar vermek istediğinden düşmüştür son kez yollara. Geçenlerde Ural'la Altay'ın yöresinde yürürken bir dedeye rast gelmiştir. Bu dede kim mi dersiniz? Dede Korkut. Dede Korkut, Alice'e Nasreddin Hoca'nın yurdunu görmesini söylemiştir. Lafının devamını da şöyle getirmiştir: "...tavşan mavşan uğraşma, var git Anadolu'ya, Tiftiği Bol Mor Teke'yi bul, benden selam eyle." Böylelikle Alice, Tiftiği Bol Mor Teke'yi bulur. Teke de ona Anadolu'yu gezdirir. Acaba Alice orada neler görecek, yaşamaya karar verecek mi...

Siz Alice'in Anadolu'da yaşayıp yaşamayacağını merak ededurun ben de diğer öyküye geçeyim... "Melekler Hata Yapmaz". Öyküde isyan eden bir Şeytan ile karşılaşacaksınız. Bütün insanların cehenneme gelmesinden dolayı Kiramen Katibin'in hata yaptığını düşünür. Yeryüzüne çıkar sonradan ve olanları görür. Kiramen Katibin gerçekten hata yapıyor mudur? Bunu öykünün sonunda Şeytan'ın kaleminden bir dilekçe ile öğreneceksiniz.

Sıra "Hayalet"e geliyor. Bence Hamit Çağlar Özdağ tüm isyanını bu öyküye kusmuş. Yaser'i biraz tanımıştınız ya önsözde, bu defa kim olduğunu tam anlamıyla öğreniyorsunuz. Tüm isyanını kusmuş dedim ya hani, belki de Yaser'i daha önceden araştırıp şimdi de tekrar bu acı gerçeklerle karşılaşınca bana öyle geldi, bilemiyorum. Ama bildiğim bir şey varsa o da Çağlar abinin bu öyküde Yaser'i ne de güzel anlattığı, ondan geleceğinin nasıl çalındığından ne şekilde bahsettiğidir... Ve öykünün sonunda der ki: "Adalet yerini bulmadıkça, Yaser ve Yaser gibiler, inadına yaşayacak..."

"Hayalet"te Yaser'i anlatan Çağlar Özdağ hemen ardından Tahsin'i anlatıyor. "On İki Can" diyor bu defa. Yitip giden on iki can... "Uykuya yatmış tüm çocuklar o an 'Baba' diye inledi. Kimse 'Şehit' demedi, 'Vatan' diyemedi. 'Büsbüyük devlet' martavalını okuyan okuyan yek bir adam bile çıkmadı ortaya, erenin huzurunda kimse yalan söyleyemedi. Ağızlardan sadece bir kelime döküldü toprağa:
Çocuklar 'Baba' dedi."


Sıra geldi 7. öyküye. "Portakal Kardeşliği". Emekli bir polisin ağzından anlatılıyor öykü. Özdağ bizi geleceğe götürürken teknoloji konusunda da "Nereye gidiyoruz?" dedirtiyor. Emekli polisin ağzından okuduğunuz bu öykü seveceğinizi düşündüğüm öykülerden biri.

8. öyküyü daha önce Kayıp Rıhtım Aylık Öykü Seçkisi'nde görmüş olabilirsiniz. "Kıyamet". Ama biraz değiştirmiş yazar bu öyküyü. Seçkide daha düz anlatıyor, kitapta kelimelere biraz daha can verip, süslemeyi ihmal etmiyor. Kısa bir öykü bu diğerlerine nazaran ama etkileyici olduğu su götürmez bir gerçek.

Ve isyan edilen son öyküye geliyor sıra, kitaba ismini veren öyküye... "İncir Ağacını Kuş Diker". "Çoğu bilmez ama benden söylemesi, incir ağacını kuş diker. Sen hiç incir diken bahçıvan gördün mü? Göremezsin." diyerek anlatmaya başlıyor Özdağ. Sonra bir de incir ağacının gücünden, inatçılığından bahsediyor. Öykünün ilk bölümünde incir ağacını kuşun diktiğini iddia ediyor ve ikinci bölümde iddiasını doğruluyor. Doğrularken Sivas'taki Madımak katliamına yer vererek son kez toplumun adaletten yana noksan taraflarına değiniyor.

Kitabın arka kapağında şöyle yazıyor: "...yazar, onuncu öyküsünde okurun içini ferahlatmayı ihmal etmiyor." Ve öykünün adına da "Kusursuz Bir Gün" adını veriyor. 9 öyküde içiniz burulsa da son öyküde arka kapak yazısında da dediği gibi içinize su serpiliyor. Ufak da olsa gülümseyebiliyorsunuz en son.

Kelimelere hayat verme şeklini çok sevdiğim bir yazar Hamit Çağlar Özdağ. Kan Muskaları'na verdiği emeği az buçuk biliyorum ama bu da onun için ayrıca özel bir kitap. Ve benim için de sanırım Kan Muskaları'ndan bir kademe daha yukarıda ve özel oldu İsyan Öyküleri.

Tek bir olumsuz eleştirim var kitap için... Görseller. Bora Helvacıoğlu'nun çizimleri pek bir hoş elbet. Ellerine, kalemine sağlık. Ama kitapta sayfayı tamamen doldursaydı boyutları daha iyi olabilirdi. Özellikle "Kıyamet" öyküsünde görsel problemi var bence. Ama yazarıyla görüştüğümde onun elinde olmadığını ve onun da kitap eline geçince gördüğünü öğrendim. O kadar güzel öyküler yanında bir nazar boncuğudur bu o zaman.

Dediğim şeyi tekrarlayacağım yine: "Sen hep yaz Hamit Çağlar Özdağ, biz hep okuyalım."