İzniyle
Fiddler'a:
DONDURMA KAMYONU
Dondurma kamyonuna dair bir öykünün
okunmaya layık olduğunu düşünen M. Melis Uslu’ya
bile isteye ithaf olunmuştur.
Dondurma Kamyonu tam yeriydi efsunun. Sırf her gün saat sabahın 10’u oldu mu, çoluğa çocuğa nefis mi nefis, mis ki mis, hoş mu hoş, alımlı satımlı dondurmalar yetirdiğinden değil, apaçık efsunlu olduğu hakikatinden de. Soran vardır illa ki, bir “kamyon” nasıl efsunlanır? Yanıtını da şöyle bir içine bakınca alır.
Dondurma kamyonu değildi sade. Dondurma Kamyonu’ydu o. Tombalak Amca’nın Göz Kamaştıran Dombolarından tutun da Cuma Kavruklarına, Eriyesi Buz Mikaplarından tutun da Salla Mallalara, Tattırcı’nın Hazine Sandıklarından tutun da illa ki ve en mühimi, en pahalısı ve de en lezizi olan Meyvalı Alaylarına kadar her türlü buzlu tat mevcuttu içinde.
Her gün saat 9’da, mahallenin tüm bebeleri toplaşırdı Dondurma Kamyonu nereye gelecekse, tam yerine. Kimi analar babalar da düşerdi yavrusunun yanına; çocuğu geldiyse okula gidecek çağa, bazı analar da gelirlerdi kendi başlarına – lakin kaçırırlardı Dondurma Kamyonunu, talih bu ya. Ana babalar kavrayamazdı Dondurma Kamyonu’nun efsununu. Elbet, severlerdi onlar da her ademoğlu gibi, Talazlı Lezizlerin o serin mi serin, nefes uğratan tadını; ama dondurma da dondurmaydı işte. Efsun bunun neresinde?
Kamyonun efsunu geliyordu açtım mı arka kapısını. Şöyle geçerdi Allah’ın günü: Çoluk çocuk toplaşırdı 9 gibi. Dondurma Kamyonu da, 10’u vurdu mu varırdı tam yerine, çın çın şarkısıyla çınlatırdı mahalleyi. Güleç Dondurmacı (ya da çocukların taktığı mahlas ile, Dondur Amca) kamyonundan atlar, çocuklara bir nefes almalarını söyleyip sıraya girmelerini tembihlerdi. Sonra tahsis ettiği dondurmaları birer birer vermeye başlardı. Tüm dondurmalar bitmeden de gitmezdi, bu da hepi topu 45 dakka sürerdi, hafta sonlarınıysa hiç sormayın. Çocuklar gitmeden, Dondur Amca son bir kez el sallardı onlara, müptela oldukları lezzetlere el bile süremeyip ağıda duran çocuklara da söz verirdi, gelecek sefere daha çok dondurma getiririm diye ve binerdi ekmek teknesine. İşte o zaman efsunlu kısım başlardı.
Çocuklar, bilerek serüvenlerinin sonraki kısmını, sararlardı kamyonun her yanını; salmazlardı Dondur Amca’larını. Hep bir ağız “Aç Kapıları! Kapıları Aç!” diye bağırırlardı. Dondur Amca kahkahayı basıp kovalardı hepsini. Dondurmaların kalanı da öbür mahallelerin çocuklarına, diye anlatırdı ama bilirdi ki çocuklar daha çok dondurma derdinde değiller. Bilirdi ki onların tek dileği kamyonun arkasını görmek. Kamyonun arkası, ordadır harikası.
Yeniden kapatıp motoru, atlardı kamyonundan aşağı. Geçerdi arka tarafa. Çocuklar da koşardı peşi sıra. Şöyle derdi:
“Tamam, peki...” yüzünde güller, “ama sırf beş dakka. He mi?”
Çocuklar da ya baş sallar ya da “He!” diye çığırırlardı, görüp göreceğiniz en büyük coşku ve şevkle. Sonra gelirdik harikanın başladığı yere.
Dondurma Kamyonu’nun açılan ard kapıları, dönüşürdü efsunlu fevkalade bir memlekete açılan kapılara. O memleket ki karlı dağların, buzdan devlerin, kılıç dişli kar kaplanlarının, buz cücelerinin ve envai efsunlu mahlukatın toprağıydı ve zaten bu efsunlu soğuk ve kar toprağından gayrı, başka yere de yakışmazdı hiçbiri.
Bir yel vururdu tir tir titreten. Çocuklar bir anlığına büzüşürlerdi, çünkü o ilk soğuk hava dalgası bağırlarına, ağızlarına ve de ciğerlerine değer sonra da burunlarından terk ederdi bedenlerini. Ardından alışırlardı hemen soğuğa. Teneffüs ederlerdi boyuna. Havanın kendisi dondurma olup çıkardı sanki. Dondurmaların en üstünü. Tombalak Amca’nın Göz Kamaştıran Dombolarının, Cuma Kavruklarının, Eriyesi Buz Mikaplarının, Salla Mallaların, Tattırcı’nın Hazine Sandıklarının, Meyvalı Alayların ve de Talazlı Lezizlerin tadı hep bir olur, erir karışır, donar ve dağılırdı havaya. Böylece tüm cihan dondurmalarının şahı ortaya çıkar, bir gaz haline bürünürdü ki istihlakı yormasın.
Beş dakika koca bir gün gibi gelirdi çocuklara, gün doğumu ve de gün batımıyla. 40 saniye sürer sürmezdi halbuki; Dondur Amca kalan dondurmaları sıcakta bırakmaya kıyamaz, kapatırdı yeniden kapıları. Kamyonuna döner, klaksona asılırdı ki çocukların coşkulu çığırışını, bağırışını duyabilsin. El sallayıp bir de, öbür mahallenin yolunu tutardı. Çocuklar da geride kalır, Dondur Amca’nın ardından el sallar, o güzide dondurmadan geriye kalan hissiyatın üstüne çöreklenen alelade havayla cebelleşmeye çalışırlardı.
Eviri: Bülent Özgün