Kayıt Ol

Yeni gelen İlham.Sabredip okuyabilenlere :)

Çevrimdışı Lorlen

  • *
  • 28
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Yeni gelen İlham.Sabredip okuyabilenlere :)
« : 19 Haziran 2013, 11:45:56 »
Radikal bir kararla fantastik bir hikayeye giriş yaptım.

"Büyü'nün lafı bile edilmediği köyünde,bu güçle doğduğunu nereden bilebilirdi Simon?"

                                                                           BÖLÜM 1
Annesi’nin adını seslendiğini duyduğunda kendisinden ne isteneceğini anlamıştı Simon.Evin en küçüğü olmanın zorluklarından biri,belki de en zoruydu bu;ayak işlerinin ona yaptırılması.Şimdi de bahçeden,abisinin kesmiş olduğu kütükleri eve taşıması isteniyordu.
“Duydun mu beni Simon?Hava kararmadan bitmiş olsun.”
“Neden hep ben anne?Gerald benden daha büyük o daha kolay taşır.” 3 erkek kardeşten Gerald en büyükleri,Matthew ise ortancalarıydı.Annesinin tizleşen sesi,kaçarı olmadığını söylüyordu.
“Gerald kütükleri keserek üzerine düşeni yaptı.Ev işlerine yardımcı olmak neden bu kadar zoruna gidiyor?”
“O zaman Matthew yapar.Benden 2 yaş büyük olmasına rağmen iki katım kadar.” Simon şansını zorladığını ve sonucun değişmeyeceğini biliyordu ama bazen bile,bile anneniniz ile tartışmayı severdiniz.
“Tek kelime daha edersen babana hesap verirsin küçük adam.” Babasıyla bir tartışma yaşamayı kesinlikle istemiyordu Simon.Bu yüzden sessizce bahçeye çıktı.Babasını severdi aslında ama annesi kadar sabırlı olmadığı için onunla doğrudan bir tartışmaya girmekten kaçınırdı.Etrafı kahverengi çitlerle çevrili bahçeye çıktığında havanın iyice serinlediğini ve bulutların toplanmaya başladığını gördü.Yağmurlu havalar nedense hep kendini tuhaf  hissetmesine sebep olurdu.Sanki kötü bir şey olacakmış gibi.
 Gerald sırf Simon zorlansın diye bolca kütük kesmiş gibiydi.Zayıf kollarıyla iki parçayı birden taşıyamacağı için tek tek taşımak işini daha da uzattı.Taşıma işinin sonuna yaklaşırken bahçenin dışında birisi ona seslendi.
“Hey çocuk.”
 Simon irkilerek arkasını döndü.Çitin arkasında çok uzun boylu,sivri burunlu ve yüzünde meraklı bir ifade olan bir adam duruyordu.Bu onların evinin yakınında oturan tuhaf görünümlü komşularıydı.Simon boş boş baktı.
“Evet sana diyorum.Baban evde mi?”
“Hayır efendim.”
“Ne zamana evde olur?”
“Bir saate kadar gelir sanırım”.
  Adam bir şey demeden,bol cüppesinin eteklerini yerde sürüyerek uzaklaştı.Babasını aradığına göre belli ki bir hastalığı vardı.Ne de olsa babası kasabanın hekimiydi ve bu yüzden kasabadaki herkesi tanırdı.Yabancı evleri gezmediği zamanlarda ise kendi kapılarını çalıp muayeneye gelen çok olurdu.                     
 Son kütüğü de içeri taşırken alçak,kalın tahtadan bahçe kapılarının gıcırdadığını duydu ve  babasının geldiğini gördü.Yorgun görünen babası yanına yaklaştı.Uzun boyu ve geniş omuzlarıyla babası onun yanında kocaman duruyordu.Onun bu sağlam görünümü Simon’a güven verirdi.Koyu siyah saçları,ince dudakları ve yuvarlak çerçeveli gözlükleriyle babasının karakteristik bir görünümü olduğunu düşünürdü Simon.
“Ne haber küçük adam?Büyüdün de bahçe işleri mi yapar oldun?”
“Bana kalsa yapmazdım ama annem işte.”
 Babasının ifadesi ciddileşti.“Söylenme bakalım.Bu evde herkesin sorumlulukları var ve onlardan kaçarsan asla olgunlaşamazsın.”
“Peki baba.” Babası eve yönelirken Simon’ın birden aklına geldi. “Sen gelmeden az önce bizim eve yakın oturan sıska adam seni sordu.”Babası daha fazla iş korkusuyla sıkkın bir ifadeyle sordu.
“Kim?Martin mi?”
“Adını bilmiyorum.Ama çok uzun boylu ve zayıftı.”
“Suratında sanki oraya yerleşmiş gibi şaşkın bir ifade de var mıydı?”.
Simon şaşırdı.“Evet.Nereden bildin?”
 Babası gülümseyerek elini Simon’ın omzuna koydu.“Çünkü bize en yakın ev onunki ve aklıma söylediğin kadar uzun boylu olan başka bir adam gelmiyor.Haydi içeri girelim,hava bozmak üzere.”Babasının kendi eliyle kalın gürgen ağacından yaptığı evin kapısını açıp içeri girdiler. İki katlı olan evleri bir çok kişiye göre şirin gözükebilirdi.Ama Simon burada doğup,büyüdüğü için ona değişik gelmiyordu.Topladığı kütükleri şöminenin yanındaki tahta bölmeye dizerken,annesi mutfaktan çıktı.
“Hoşgeldin hayatım.”Duraksadı. “Tim yorgun gözüküyorsun.”
Babası koyu renk şapkasını,kapının yanındaki askılığa asıp,kendini koltuğa attı.
“Yorgunum zaten.Bugün art arda oniki  ev gezdim ve üç tanesi umutsuz.”Babası arkasına yaslandı. “Martin uğramış?”
 Annesi anlamayan bir ifadeyle bakınca Simon ekledi: “Bahçede konuştuk,annem görmedi.”Annesi sıkkın bir ifadeyle kütükleri şömineye atmaya başladı.Ateşe değen kütükler tiz sesler çıkararak kararmaya başlarken ısıyı hisseden Simon şöminenin önüne yerleşip,bağdaş kurdu.
“O adamdan hoşlanmıyorum Tim.Ne istiyormuş?”
“Bitkinliğine iyi gelecek bir şeydir herhalde.Büyüyle uğraşan tipler başka ne ister?”
 Simon daha önce de büyüden bahsedildiğini duymuştu ama evlerinde pek konusu geçmezdi.Kasabaları’nda da büyüden pek hoşlanılmazdı.Özellikle annesi bu konuda çok katıydı.Simon önceleri nedenini sormaya çalışmıştı ama annesi cevap vermemişti.Kadın kütük dizme işini bitirip arkasını döndü.
“Her neyse kapatalım bu konuyu.Yarın o adama gideceksin o halde?”.
 Babası yorgun bir ifadeyle; “Bir hekim olarak ayrım yapamam Gina.İnsanların özel hayatında neler yaptıkları beni ilgilendirmez.”Annesi üzerindeki çiçekli mutfak önlüğünü çekiştirip sert bir ifadeyle mutfağa yöneldi.Simon ateşin de etkisiyle üstüne ağırlık çöktüğünü hissetti.Tam gözleri kapanacakken babasının sesiyle irkildi.
“Yarın sen de benimle geliyorsun.”
Simon babasının neyden bahsettiğini  anlamadı.“Nereye geliyorum?”
“Muayene edilmesi gerekenlerin evlerine tabi ki.Yardım edeceksin bana.” Simon ilk kez babasının kendisinden böyle bir şey istediğini duyuyordu.Çekingen bir ifadeyle sordu:
“Neden ki? Mathilda senin yardımcın zaten.”
Babası ekşi bir ifadeyle çantasının içinden bir zarf çıkartıp Simon’a uzattı.
“Evleniyormuş.Sana bir şey yaptırabilmek için illa bir açıklama yapmak gerekiyor sanırım.”
 Simon koyu sarı renkteki zarfı aldı.İçinden kenarları kıvrılmış,lekeli bir kağıt çıktı.Yazanın bu mektubu yazarken acelesi varmış(ya da öfkeliymiş) gibi yazısı özentisizdi.
                                     
                                             Kasaba Hekimi Tim’e;

 Yarın Mathilda ile evleniyoruz ve bundan sonra ev ev senin yanında gezecek zamanı olmayacağından,ayrılması gerekiyor.Bu yüzden çalışamayacağını bil istedim.
İyi günler.
 Cole
 
  Simon okumayı küçük yaşta öğrendiği için bu çirkin yazıyı bile çabucak okudu ve mektubu babasına geri verdi.Meraklı bir ifadeyle sordu;
“Sanırım bu Mathilda’nın isteği değil.Öyle olsa mektubu kendisi yazardı değil mi?”  Babası hafif bir tebessümle eğilerek oğlunun saçlarını karıştırdı.
“Evet.Şimdi o pratik zekanla,bana yarın neden yardım etmen gerektiğini de anlamışsındır.”
 Üst kata çıkan merdivenlerinin hemen yanında bulunan mutfaktan annesinin hazırladığı koyun etinin kokusu gelmeye başlamıştı,acıktığını hissetti.Normalde az yemek yediği için sık,sık acıkırdı.Bu yönden ağabeylerinden çok farklıydı.
 Simon doktor olan babası,ev hanımı olan annesi ve 2 ağabeyi ile birlikte Mirgo adlı ufak bir kasabada yaşıyordu.Aslında buraya kasaba demek bile fazla olurdu.Dip dibe duran ve 3 katlısından daha yükseği olmayan,toprak  patikalarla bölünmüş bu yer daha çok bir kabile yerleşkesini andırıyordu.Kasabada dikkate değer tek şey,babasının birkaç yüzyıllık tarihi olduğunu söylediği kiliseydi ve Gerald’ın söylediğine göre bu kilise şehir merkezindeki ana kilisenin yanında hiçbir şeydi.Babası,doktor olduğu için kasabadaki herkesi tanırdı.Yabancı evleri gezmediği zamanlarda ise kendi kapılarını çalıp muayeneye gelen çok olurdu.
 Esmer olan Gerald hepsinden iriydi.Onsekiz yaşında olmasına rağmen babası kadar uzun ve yapılıydı.Genelde ya evde kitap okur ya da kilisede yapılan konuşmaları dinlemek için oraya giderdi.Terzinin yanında çırak olan onbeşindeki  Matthew,kumral teni ve orta halli fiziğiyle annelerini andırırdı.Simon ise bambaşka bir meseleydi.Onüç yaşında çıta gibi bir vücuda,açık kahverengi saçlara ve beyaz bir tene sahipti.Ailede kimse onun kadar açık tenli değildi.Babası bu yönden dedesini andırdığını söylerdi.Simon çok sosyal bir çocuk değildi.Bazen bahçede fırıncının oğlu Bob ile top oynar,ama daha çok evde ailesi ile olmayı severdi.
Sofrayı hazırlamış olan annesi üst kata doğru seslendi;“Gerald,Matthew aşağıya. Yemek hazır.”
Simon L şeklinde olan salonda şömineye en yakın sandalyeye yerleşti.Babaları her zamanki gibi masanın başındaydı.Yukardan bir bufalo sürüsü gibi ağabeylerinin gürültüyle indiğini duydu.Matthew,Simon’ın başına dikilerek “Hey orası benim yerim!” dedi.Simon bilgiç bir ifadeyle abisinin inatçı ifadesine bakarak;
“Öyle mi? Peki sandalyenin neresinde yazıyor bu?” dedi.
Babaları gülümseyerek Matthew’a başka bir yere oturmasını söyledi.Simon et kokusuyla karnı guruldarken tabağına patates püresi koymaya başladı.Kendi bahçelerinde yetiştirirlerdi bu patatesleri.Annesinin, bahçelerine karşı özel bir tutkusu vardı.Marul,turp,patates ve daha birçok sebze ekerdi bu bahçeye.
 Pişmiş olan koyun eti tenceresi masaya getirilip,servis edilirken,dışarıda hava iyice bozmuştu.Yağan yağmur camlara vuruyor ve ahşap bina’nın boğuk sesler çıkarmasına sebep oluyordu.Annesi,Matthew’un etini koyarken Matthew hemen yemeğe saldırdı.Gerald soğuk bir ifadeyle kardeşine bakıyordu.
“Yemekten önce dua etmen gerekir.Tanrıya borçluyuz bu nimetleri.”
 Matthew utanmış bir ifadeyle çatalını bıraktı.Gerald tüm ailede en dindar kişiydi.Kiliseye ait kitapları okur ve bazı konularda çok bağnaz olabilirdi.Babaları bu konuda yorum yapmasa da annelerinin,Gerald’ı takdir ettiğini içten içe bilirdi Simon.
“Gerald haklı Matthew.Önce dua etmelisin.Yoksa sofranın bereketi kaçar.” diyerek annesi bir kez daha haklı çıkardı Simon’ı.Yemekleri bitmek üzereyken yağmur da dinmeye başlamıştı.Tabaklarını,ince uzun tezgahlarının ve sebze sepetlerinin bulunduğu küçük mutfağa götürdükten sonra şöminenin önündeki koyun derilerinin birleştirerek yapıldığı ve içi yine koyun yünü ile dolu koltuğa yerleşti Simon.Gerald yanına güm diye çöküp kardeşinin zıplamasına sebep oldu.
“Yarın benimle kasaba kilisesine gel.Rahip vaaz verecek.Senin de Matthew gibi olmanı istemiyorum.”
Simon abisine karşı çıkacak bahanesi olduğuna şükretti.“Yarın babamla gidiyorum.Mathilda artık yokmuş.Ben yardım edeceğim.”Babasına dönerek ekledi; “İlk Martin’e mi gidiyoruz baba?”
“Bize en yakın ev o.Öyle yaparız.”
Gerald inanmaz bir tavırla babasına döndü.“O şeytan işiyle uğraşan adama mı gideceksiniz yani?” diye hışımla sordu.Matthew şöminenin yanında duran tekli,rengi solmuş koltuğa otururken abisine baktı. “Şeytan işi mi?”
Ağabeyi laf dinlemez bir edayla “O büyü müptelasının evinde garip garip şeyler yaptığını,tek başına yaşadığı halde geceleri birileriyle konuştuğunu tüm kasaba biliyor.”Babaları,büyüyle ilgili Gerald ve anneleri kadar katı değildi ama kendisini açıklama ihtiyacı hissetti.
“Adamın kimseye bir zararı olmadığı sürece bu bizi ilgilendirmez Gerald.Kasaba çıkışındaki ayyaş Cole’un etrafa Martin’den daha çok zararı var.”
Gerald sarsılmış bir ifadeyle ayağa fırladı. “O sapkının yaptıklarını mı savunuyorsun baba? İçki de günah ama yine de dünyevi bir şey.Büyü iblis işi.Asla kabul edilemez.”
 Ağabeyinin neden bu kadar öfkelendiğini tahmin edebiliyordu.Okuduğu kitaplar kilisenin ürünüydü ve kilise,büyücülere doğrudan olmasa da kesinlikle karşıydı.Abisi de bunlardan etkileniyordu.Matthew dalga geçmeye başladı.
“Yoksa Martin’in seni kurbağaya çevirmesinden mi korkuyorsun Gerald?”
Gerald iki adımda Matthew’un yakasına yapıştı. “Sözünü geri al.Ben hiçbir iblis işinden korkmam.”
Babaları Gerald’ı kolundan tutarak kenara çekti.“Kendine hakim ol Gerald.Şimdi kardeşinden özür dile!”
“Asla!Ben yanlış bir şey yapmadım.”Gerald homurdanarak yukarı, merdivenlerden çıkıp gözden kayboldu ve odasının kapısının gümleyen sesi geldi.Annesi meşe ağacından sağlam masalarının üstünü silerken hiç sesini çıkartmadı.Gerald’a hak verdiğini biliyordu Simon.Ama babalarıyla karşı karşıya gelmekten annesi de kaçınırdı.
Babası; “Sürekli okuduğu dini kitaplar yüzünden böyle oldu,biliyorsun.”diyerek kadına baktı.
Sabunlu ellerini önlüğüne silerken annesi sakin bir ifadeyle sandalyeye oturdu.“Peki bunun neresi yanlış Tim?Çocuğun söylediklerini yalanlayabilir misin?”
Simon oturduğu yerden merakla izliyordu.Annelerinin ne düşündüklerini az çok bilseler de,ilk kez babalarına karşı bu kadar açık konuşuyordu.
“Konunun büyü ya da kilisenin savundukları ile ilgisi yok.Gerald bir fanatiğe dönüşmeye başlıyor.İnsanları dinlemeye tahammülü bile kalmamış.Bunu göremiyor musun Gina?”
Ağabeyinin dini konulara bağlılığını biliyordu ama evlerinde pek büyüden konuşulmadığı için bu kadar çıldıracağını tahmin etmezdi.
“Tim,bu konuyu daha fazla çocukların önünde tartışmak istemiyorum.Gerald yaşı itibariyle taşkın davranabilir ama bu konuda haklı.”
 Simon o gece hemen uyuyamadı. Üst katta şömine olmadığı için Matthew ile paylaştıkları ve içinde bir tahta dolap,dağ resimli bir duvar halısı ve iki yatakları bulunan oda soğuktu ama abisi çoktan derin,derin nefes almaya başlamıştı bile.Artık çiselemeye başlamış olan yağmur,kare şeklindeki camda tuhaf şekiller oluşturuyordu.Yünlü battaniyesini çenesine kadar çekti ve bugün olanları düşünerek sonunda uykuya daldı.


 
                                                    BÖLÜM 2
Ertesi gün babasıyla yola çıktıklarında yağmur durmuştu ama ıslak toprak kokusu her yeri sarmıştı.Babasının malzeme çantasını taşırken Simon,Martin’in evinin yanındaki çıplak dallı ağaca tünemiş,hin bakışlı kuzgunları gördü.Kendisine dik,dik bakan kuzgunlar,onlar ağacın altından geçerken söylenerek havalandılar. Martin,tek katlı olan,sanki koca bir el onu oraya atmış gibi görünen,eğri ve gösterişsiz bir evde otururdu.Gıcırtılı,tahta döşemeli verandayı geçtikten sonra babası kapıyı çalıp beklemeye başladı.Aradan sonsuzmuş gibi geçen bir süreden sonra kapı hafifçe aralandı.Dağınık,kır saçlı ve yeni uyandığı belli olan Martin kafasını eşikten uzattı.
“Ah Tim.Nasılsın?Ufaklık uğradığımı söylemeyi unutmamış demek.”
 Babası gülümseyerek oğlunun saçlarını karıştırdı.“Teşekkürler iyiyim.Simon’ın hafızası kuvvetlidir.Bir rahatızlığın mı var yoksa kapından hal hatır sormam için mi aradın beni?
 Martin telaşla kapıyı ardına kadar açıp onları içeri buyur etti.Sokak kapısından girip uzun koridordan,salona çıktılar. Simon burayı bir kasırganın vurduğuna yemin edebilirdi.Etrafa dağılmış giysiler,birkaç şişe elma suyu,her yerde göze çarpan kitaplar ve başıboş sayfa tomarları vardı.Farkında olmadan yüksek sesle konuştu;
“Ne kadar karışık bir ev.”
 Martin utanmış bir ifadeyle sanki bir etkisi olacakmış gibi etraftaki kağıtları bol,lekeli cüppesinin geniş ceplerine sıkıştırdı.“Ee kusura bakmayın.Lütfen oturun.Geleceğinizi düşünmedim.Tek başına yaşamak kolay değil.” diyerek gülümsedi.“Aç mısınız?Dünden kalan az yahnim var.Yenmeyecek kadar kötü değil.”
Babası eski,ince bacaklı bir sandalyeye otururken sandalye tiz feryatlarla gıcırdadı. “Sağol Martin tokuz.Neyim var demiştin?”
Özellikle dünkü konuşmalarından sonra babası,kendisini burada yanlış bir şey yapıyormuş gibi hisseediyordu.O da babasının çaprazında yerde duran geniş mindere oturdu.
“Ah şey evet.Bünyemi kuvvetlendirmek için yapabileceğin bir şey var mı diye sormak istemiştim.Bu aralar sık,sık soğuk algınlığı yaşıyorum ve öksürüyorum.Bağışıklığım zayıfladı sanırım.”
“Bir muayene edelim.”
 Babası ayağa kalkarak Martin’in nabzını yokladı.Başparmaklarıyla gözaltlarını aşağıya çekip aklarına baktı. “Dilini çıkarır mısın?”
Martin ayakta dilini çıkarmış bir şekilde dağınık saçları ve sünmüş cüppesiyle çok komik görünüyordu.Simon gülümsediğini fark etmedi.
“Neye gülüyorsun evlat.Hasta bir adama gülünür mü?”
Simon hemen toparlandı ve utandı. “Özür dilerim efendim,sizi gücendirmek istememiştim.”
“Ama ben seni kandırmak istedim ve kandırım da.” derken Martin gülümsüyordu. “Kızmadım ki.”
 Kendisiyle dalga geçildiğini anlayan Simon daha da utandı.Babası Martin’in derisine incelemeye devam ederken ona dönmeden “Simon çantanın sağ bölmesinde kiraz sapı ve ıhlamur olacak.”dedi.Simon büyük kahverengi çantanın içinde kayboldu.Türlü türlü ufak şişeler,küçük notlar ve bitkiler olan bu çantadan sahibi olmadan bir şeyi çıkarmak zordu.Sonunda sağ alt gözde ufak,şeffaf bir torbaya sarılı kiraz çöplerini ve onun yanındaki torbada da kurumuş ıhlamur otlarını bulup,uzattı.Babası Martin ile ilgilenirken canı sıkılan Simon evi dolaşmaya başladı.Etrafa saçılmış kitaplardan biri gözüne takıldı,kapağında şöyle yazıyordu;
                                              Temassız kuvvet
          “İnsanın uygulayabildiği her kuvvet fiziksel olmak zorunda değildir.”
 Simon bir şey anlamadı.Bir nesneye dokunmadan onu nasıl hareket ettirebilirdiniz ki? Dolaşmaya devam etti.Geniş salon penceresinin altında bulunan yuvarlak sehpanın üzerinde çeşitli boylarda tüpler ve içlerinde renkli sıvılar vardı.Simon mor sıvı dolu şişeye uzandı.
“İçinde ne olduğunu bilmediğin şeylere dokunmamalısın evlat.” Martin babasının omzu üzerinden kendisine dikkatle bakıyordu.Simon telaşla elini çekti.
“Nedir bunlar?”
Martin,babası ona reçete yazarken yanına geldi. “Bilmem.Sen ne düşünüyorsun?”
Simon şişeye yaklaşıp,kokladı.Kokmuyordu. “Bir tür ilaç?” diyerek ona baktı.
“Yaklaştın.” Martin şişeyi alıp elinde çevirmeye başladı.Sıvı yoğun olacaktı ki,şişe sallandığı halde yavaş hareket ediyordu. “Bizim gibi zamanı geçmişler çabuk yorulur ve akşam hemen uykusu gelir.Özellikle bir şeyler okurken.Bu karışım da uykumu açıp biraz daha çalışmama yardımcı oluyor.”
 Simon kafasını sallarken aklına başka bir soru geldi. “Ne çalışıyorsunuz ki?” Bu yaştaki bir adamın kitaplardan ne çalışabileceğini tahmin edemiyordu.Yoksa büyü müydü? Martin şişeyi yerine koyup,oturunca çığlık atan sandalyelerden birine yerleşti.
“Bu başka bir günün konusu olsun.”derken esrarengiz bir şekilde gülümsedi.
 Babası yanlarına gelip düzgün yazısıyla yazmış olduğu küçük reçeteyi uzattı.“Martin sana verdiğim kiraz çöplerinden ve ıhlamurdan her sabah bir tutam kaynatıp,iç.Öksürdüğüne göre göğsünde doluluk olabilir.Kiraz sapı ödem söktürür.Ihlamur da terlemeni sağlayıp,vücuttaki zararlı maddeleri uzaklaştırır.Onun haricinde fiziksel olarak bir sıkıntın yok.” Babası büyük çantasını topladıktan sonra Martin onları kapıya kadar geçirdi.
“Sağol Tim.Ufaklığı da alıp ne zaman istersen ziyaretime gelebilirsin.Pek misafirim olmuyor.” Mahçup bir şekilde gülümsedi.Evden yeni çıkmışlardı ki toprak yoldan gelen Gerald’ı gördüler.Eve doğru yönelecekken Gerald inanmaz bakışlarla onlara doğru yürümeye başladı.
“Demek bile bile bu habis adamın evine ayak bastınız!”Gerald yumruklarını sıkmış, kıpkırmızı bir yüzle duruyordu.Babaları Simon’ı da alıp,onun yanına gitti. “Bu kadarı yeter Gerald.Terbiyesizliğine bir son vermezsen,yarın kiliseye bile gidemeyeceksin!”
 Annesi kendi evlerinin kapısına çıkmış,karşıdan onları izliyordu.Gerald babasının elinden kurtulup yerdeki bir taşı hızla Martin’e fırlattı.Simon hiç düşünmeden yaşlı adamın önüne geçti ve taş uçarak yüzüne  doğru gelirken birden havada asılı kaldı.Babası ve Gerald inanmaz ifadelerle ona bakıyorlardı.İşin tuhafı Martin de ona bakıyordu ama şok ifadesi ile değil.Simon kekeledi;
“Ben...”
 Gerald böğürmeye başladı. “Gördünüz! Herkes baksın.Bu adam kardeşimi de zehirledi.Artık o da iblisler tarafından kontrol ediliyor.”Bağırış,çağırışları duyan ahali,kapılarının önlerine çıkmaya başladılar.Terzi,fırıncı,rahip herkes tuhaf,tuhaf onlara bakıyordu
Unutmayın,hikayeler ikiye ayrılır;gerçek olanlar ve gerçek olması gerekenler;karar sizin.

Çevrimdışı grikunduz

  • **
  • 368
  • Rom: 6
  • Est solarus oth mithas
    • Profili Görüntüle
    • HayalGezer
Ynt: Yeni gelen İlham.Sabredip okuyabilenlere :)
« Yanıtla #1 : 19 Haziran 2013, 14:44:24 »
Hikayenin kurgusu güzel olacak gibi görünse de dikkatini çekmek istediğim bir kaç husus var.

Öncelikle anne'nin başına bir şeylerin geldiği çok bariz. Neredeyse gözümüze sokmuşsun. :) Bunu yapman aslında gerekmiyor. Hatta ileride annenin geçmişini okuyup şaşırmamız çok daha güzel olabilirdi.

Aynı şekilde Simon'ın diğerlerinden üst olan zekasıda çok bariz bir şekilde işlenmiş. Bunu da daha ince ayrıntılara gömebilirdin.

Son olarak da köy hayatını biraz daha iyi inceleyerek hikayeni güzelleştirebilirsin. Mesela Simon Büyücüyü gördüğünde tanımamış gibi tepki verdi sonra ise tanıdığını ama ismini bilmediğini öğrendik. Ancak köy gibi küçük yerlerde herkes birbirini ismen tanır. Hele mevzubahis büyücü gibi eksantrik bir karakterse. Gene aynı şekilde köylerde -bildiğim kadarıyla- tüm aile aynı odada yatar, soğuk gecelerde.

Bunlar elbette basit şeyler ancak bu tür detaylar hikayeleri okunur kılan hususlardır bence.

Hikayenin sonunu bekliyoruz. :)

Çevrimdışı Lorlen

  • *
  • 28
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Yeni gelen İlham.Sabredip okuyabilenlere :)
« Yanıtla #2 : 19 Haziran 2013, 14:55:45 »
Yorumun için çok teşekkürler :D Annesinin durduk yere neden bu kadar katı olduğu biraz anlaşılsın diye belirtmiştim.
Babaları hekim olduğu için hafif varlıklı yapıp 2 katlı eve yerleştirdim.
Bir de büyücüyü tanıdığını söyleyen Simon değil,babası :D

Edit:Düzeltmeler ve eklemeler yaptım.
Unutmayın,hikayeler ikiye ayrılır;gerçek olanlar ve gerçek olması gerekenler;karar sizin.

Çevrimdışı Scyther

  • **
  • 160
  • Rom: 4
  • "Zira yürümeye değer bir yolum var!"
    • Profili Görüntüle
Ynt: Yeni gelen İlham.Sabredip okuyabilenlere :)
« Yanıtla #3 : 19 Haziran 2013, 15:51:53 »
Okumaya başladım fakat bitiremedim özrümü kabul et. :) Tekrar girdiğimde okuyacağım söz veriyorum.

Fakat biçim bakımından söylemem gereken bir şey var çok fazla paragraf olarak bölmüşsün yazıyı buda okuyucu yorar biraz düzenleme yaparsan çok daha göz alıcı olur şekil bakımından . :)

Düzenleme: Yazını okudum ve izninle eleştirimi yapmak istiyorum. :) Şimdiden özür dilerim.

Birinci bölüm için konuşacak olursam, kurgu olarak tamamen okuyucu ısındırmaya yönelik olmuş. Yazdığın ilk yazılarda böyle yapman daha faydalı olacaktır, ve kalemin prüzsüzleşene kadar sana yarar sağlayacaktır.
"Ateşe değen kütükler tiz sesler çıkararak kararmaya başladılar.Isıyı hissetmeye başlayan Simon şöminenin önüne yerleşip,bağdaş kurdu." bölümü okurken dikkatimi çekti duraksayıp ikinci kez okudum. Kanımca bu tür paragraf içlerinde olayları bağlayan cümlelerde duraksama yerine akıcılığı seçersen nasıl söylesem yazı okuyucunun gözünden yağ gibi kayar ve çok güzel olur. Bence " Ateşe değen kütükler tiz sesler çıkararak kararmaya başlarken ısıyı hisseden Simon şöminenin önüne yerleşip bağdaş kurdu." dersen çok daha akıcı bağlamış olursun cümlenin öncesindeki ve sonrasındaki olayları.

Birinci bölüm bence kalem bakımından biraz daha (lütfen üslubumu mazur gör) üstünkörü yazılmış gibi geldi. Birkaç devrik cümle ve hatalı bölümler var ama fantastik edebiyatta ki ilk yazın olduğunu düşünürsek kötü denemez. Ne yazılar gördüm konuştuğu ağızla yazıyor ve hatta yöresinin ağzıyla yazıyordu. :)

"Doktor olan babası,ev hanımı olan annesi ve 2 ağabeyi ile birlikte Mirgo adlı ufak bir köyde yaşıyordu Simon." bu bölümde devrik bir cümle olmuş okurken duraksaya biliyor okuyucu, devamını yazacaksan biraz dikkatle çok güzel işler çıkabilir bence.

İkinci bölüm için konuşursam da birinci bölüme göre ben daha iyi bir kalem gördüm ama kurgusal olarak keşke olaylar bu kadar çabuk gelişmeseydi de merakla okuyacak birkaç bölüm daha olsaydı diyorum ama kalem senin elinde :) Eleştirilerim için lütfen kusura bakma yardım etmeye çalışıyorum bence güzel işler yapabilirsin. :)
Hayalince oku. Hayalinle yaz.

Çevrimdışı Lorlen

  • *
  • 28
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Yeni gelen İlham.Sabredip okuyabilenlere :)
« Yanıtla #4 : 21 Haziran 2013, 14:32:47 »
Çok teşekkürler.Devrik kısımları düzelteceğim.Evet olayların biraz fazla hızlı gittiğini ben de farkettim.Ama nasıl yavaşlatabilirim şimdilik bilmiyorum.Bazı yerleri düzelttim şimdi koyacağım.
Unutmayın,hikayeler ikiye ayrılır;gerçek olanlar ve gerçek olması gerekenler;karar sizin.

Çevrimdışı Lorlen

  • *
  • 28
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Yeni gelen İlham.Sabredip okuyabilenlere :)
« Yanıtla #5 : 21 Haziran 2013, 14:36:50 »
                                                  BÖLÜM 3
Anneleri uzun yünlü elbisesinin eteklerini toplayıp koşarak yanlarına geldi. “Gerald,Simon!Derhal yanıma gelin.Tim şimdi neden bu adamı sevmediğimi anlıyor musun?”Tim ve Gerald hala Simon’a bakmaktaydı.Gerald annesinin yanına gitti,yüzü öfkeden ve yaşadığı şokun etkisiyle çarpılmıştı.
 “Martin ucubesi değildi anne.Simon’dı o yaptı bunu!Ben taşı atınca Martin’in önüne geçti ve taşı durdurdu!”
 Annesi bir adım geriledi,sorar gibi Tim’e ve Simon’a baktı.Şimdi Simon’ın karşısında yıllar yılı tanıdığı bildiği annesi yoktu sanki.Yabancı gözlerle bakıyordu ona.Yaptığını söyledikleri  şeye mi şaşırsın yoksa annesinin birden kendisine başka biriymiş gibi bakmasına mı üzülsün bilemiyordu.
“Yanlışlık olmalı.Benim oğlumun bununla ne ilgisi olabilir?Tim?”
 Babası cevap vermedi ama Simon’ın yanına gelip omzunu tuttu. “Burada yeterince rezil olduk sanırım.Eve dönelim.”Simon ilk kez başka bir yere götürülüyormuş gibi hissediyordu.Doğduğu günden beri bildiği 2 katlı,geniş bahçeli bu ahşap ev,annesinin gözleri gibi ona yabancı gelmeye başlamıştı.
 Gerald eve girer girmez,hiçbir şey demeden üst kata çıktı.Simon kötü bir şey yapmamıştı ki.Aslına bakarsa kendisinin yaptığını bile,herkes ona bakana kadar anlamamıştı.Bu içine iblis girdiği anlamına mı geliyordu?Annesi bir şey diyecek gibi ağzını açtı ama sonra kafasını sallayarak mutfağa girdi.Simon daha da çöktü ve soran gözlerle babasına baktı.
“Ben de senin kadar şaşkınım Simon.Sen evde kal bugün.Annenle Gerald’a da biraz zaman ver.Uğramam gereken evler var daha.” Dışarı çıkıp arkasından sessizce kapıyı çekti.Simon ağlayacak gibiydi.Sesini çıkarmadan gıcırtılı merdivenleri tırmanarak odasına gitti.Matthew yatağına oturmuş camdan bakıyordu.Belli ki az önce yaşananları buradan izlemişti.Simon ne diyeceğini bilmiyordu.Belki de bu yüzden saldırganlaştı.
“Haydi durma sen de beni tanımıyormuşsun gibi bak!”Koşup yatağına atladı ve ağlamaya başladı.Abisi yavaşça yanına oturup elini sırtına koydu.“Hey,sen yanlış bir şey yapmadın ki.Sadece annem ve Gerald Martin’in büyü kullanımına doğrudan şahit oldukları için sarsıldılar.”
 Simon daha da hıçkırmaya başladı.Yüzünden damlayan yaşlar yastığını ıslatıyordu.Belli ki abisi taşı, Martin’in durdurduğunu sanıyordu.Keşke öyle olsaydı.Martin de kendisine bakıyor olmasaydı o da gayri ihtiyari böyle düşünecekti.Ama kendisini kandırdığının da farkındaydı biraz.O an içinde bir şeyler kıpırdandığını hissetmişti.Taş önünde asılı kalırken vücudundan taşa doğru bir güç yayıldığını fark etmişti.Ama bu nasıl olurdu?Ailesinde bir tane bile büyüyle ilgisi olan insan duymamıştı.O içindeki kıpırtı olmasaydı bir yanlışlık olduğuna inandırabilirdi kendisini.Sırtüstü dönünce ağabeyinin endişeyle kendisine bakmakta olduğunu gördü.
“Bendim .”
“Ne sendin?”
“Taşı Martin durdurmadı.Bendim.”
Matthew anlayış dolu bir ifadeyle gülümsedi. “Bu çok saçma Simon.Sen büyüden ne anlarsın ki?Arkanda Martin duruyordu ve taş da ona doğru uçuyordu.”
 Simon yatağında doğrularak bağdaş kurdu. “Evet ve ben kendimi Martin ile taşın arasına atınca içimden taşa doğru bir kuvvet akışı hissettim Matthew.Sonrasında babam ve Gerald ile birlikte,Martin de bana bakıyordu.” Simon dikkatle ağabeyinin tepkisini izlemeye başladı.Matthew kendi kendine bir süre kafa salladıktan sonra kahverengi saçlarını karıştırdı.Sonra da“Öyle diyorsan öyledir.”diyerek omuz silkti.
Simon şaşırdı.“Bu kadar mı?” Sadece Matthew’un diğerlerine göre ilgisiz gözükmesi ona tuhaf gelmişti.Matthew gerinerek ayağa kalktı.
“Ne bu kadar mı?” diye sakince sordu.
“Başka bir şey demeyecek misin?Elini kolunu sallayarak,korkuyla evin içinde koşabilirsin mesela.”
“Bunu neden yapayım.Çok aptalca.”Matthew aşağı inmek için kapıya yöneldi.Simon ağabeyi çıkmadan seslendi.“Hey Matt?”
“Evet?”
“Teşekkürler.”
“Ne için?”
“Bana kızıp, yabancılaşmadığın için.Gerald deliye döndü.İblis olduğumu düşünüyor.Annem ise ağzını bile açmadı.”Matthew  yine hafifçe gülümsedi.Şimdi yeri olmasa da ağabeyinin çok düzgün dişleri olduğunu düşündü Simon.
“Ben seni seviyorum Simon.Ne olursan ol sen benim küçük kardeşimsin.Kendini tehlikeye atacak bir şey yapma o bana yeter.”
 Simon’ın gözleri yine doldu.Ağabeyi odadan çıktıktan sonra tekrar yatağına uzandı.Göz yaşlarıyla ıslanmış yastığını ters çevirip,gözlerini kapadı.Ağladıktan sonra nedense hep uykusu gelirdi.Belki uyanınca tüm bu olanların çok gerçekçi bir rüya olduğunu görürdü.
 Uyandığında akşam olmak üzereydi.Dışarıda giymiş olduğu kıyafetlerle uyuduğunu fark etti Simon.Kalın yünden olan kazağını ve pantolonunu çıkarıp yerine pamuklu ev kıyafetlerini giydi.Aşağı indiğinde babası henüz gelmemişti.Salonun arka bahçeye bakan penceresinden annesinin ve Matthew’un iki ağaç arasına gerilmiş ipe çamaşır astıklarını gördü.Annesinin yüzünde sert bir ifade vardı.Kaşları hafif çatık,dudakları ise aşağı kıvrılmış.Simon bir süre daha hüzünlü gözlerle izledikten sonra biraz hava almak için kapıdan ön bahçeye çıktı. Gerald görünürlerde yoktu.Belli ki evde duramamıştı.Bahçede düşüncelere dalmışken orada ne kadar dikildiğini ancak beli ağrımaya başlayınca fark etti.Dalgın dalgın kahverengi,kısa konçlu ayakkabısının altına sıvaşmış olan çamuru kapı eşiğinde temizlerken,bahçe kapısından Gerald’ın girdiğini gördü.
 Gerald hızlı hızlı evin kapısına doğru yürürken Simon bir şeyler söyleme ihtiyacı hisset. “Gerald?” Ama ağabeyi ona bakmadan içeri girip,gözden kayboldu.Simon bu görmezliğe gelemeyerek sinirle arkasından eve girdi.
“Ben kötü bir şey yapmadım Gerald! Yüzüme bak!”
Merdivenlerin başına varmış olan Gerald,bu çıkış karşısında afallayarak kardeşine döndü.Yüzünde acı ve nefret karışımı bir ifade vardı.Simon o an abisini artık kaybetmiş olduğunu  anladı.
“Bir de kendini savunuyor musun? Bu ucubeliğini haklı mı çıkaracaksın?”Gerald artık sabit ama hissiz bakışlarla ona dikmişti gözlerini.Simon bir hatası olmadığı halde bu nefret seline daha fazla tahammül edemedi.
“Farkında bile olmadığım bir şey yüzünden,öz kardeşine nefret besleyebilecek kadar fanatikleşmiş olan sensin! Beni dinlemek yerine kilisenin  sesine daha çok kulak veriyorsun! Tamam sizler gibi değilimdir belki ama ne var bunda? Bu bir suç mu?Sırf bu yüzden sırt mı çevireceksin bana?”
Gerald arkasını dönüp merdivenlerden çıkarken son sözünü söyledi. “Böyle doğmuş olman yeterli.Tek pişmanlığım senin ağabeyin olmamdır.”
 Simon şöminenin yanında duran koltuğa oturup dizlerini kendine çekti.Ne diyeceğini,ne düşüneceğini bilemiyordu.Babası ile konuşma fırsatı da bulamamıştı.Sanki ne düşündüğünü duymuş gibi babası içeri girdi.
“Nasılsın Simon?”
Hiç değilse babası kendisi üzülmesin diye normal davranmaya çalışıyordu.O da sarsılmıştı elbette ama Simon için önemli olan niyetti.Sakince cevap vermeye çalıştı.
“İyiyim,galiba.”
“Konuşmak ister misin? Babası karşısındaki koltuğa geçip paltosunu kucağında katlayarak oturdu.Simon’ın aklına diyecek bir şey gelmediğinden hislerini de dile getiremiyordu.Şaşkınlık?Korku?Öfke?Belki de hepsi.
“Ne diyeceğimi bilmiyorum.Nasıl olduğunu da anlamadım.Siz bana bakana kadar Martin yaptı sandım.”
 Babası kafa salladı. “Senin kadar ben de şaşkınım Simon.Nasıl oldu?Senin bu özelliğin vardı da biz nasıl fark edemedik hala anlamıyorum.”
“Gerald ile annem benimle konuşmuyor.Sadece sen ve Matthew dışlamadınız beni.”Simon bir yandan bilerek yapmadığı için kendisini haklı hissediyordu,öte yandan ise aileyi böldüğü için suçluluk duyuyordu.
“Biliyorum oğlum.Sadece onlar da hayatlarında böyle bir şeye-hem de bu kadar yakınlarından olan birinde- rastlamadılar.Hepsi bu.”
 Babası Simon’ın yanına giderek ona sarıldı.İyi miydi yoksa sırf oğlu,kendisini kötü hissetmesin diye duygularını mı saklıyor bilemiyordu Simon.Babası ayağa kalkıp mutfağa gitti.Annesi kendisiyle ilgili belki bir yorum yapar diye,mutfak kirişinin yanına ilişen Simon babasının kısık sesini duydu.
“Gina?”
 Annesi bir süre cevap vermedi.Sonra durgun bir ses tonuyla konuştuğunu duydu Simon.“Tim şu an bana bir şey sorma.Konuşmak istemiyorum.”
“Bence konuşmanın tam sırası.O bizim oğlumuz Gina.Şaşırdık evet ama ona kendisini kötü hissettirmemeliyiz.Bunu Gerald yeterince yapıyor zaten.”
 Annesi öfkesini bastırmaya çalışarak kısık ama haşin bir sesle; “Ne yapmamı bekliyorsun Tim?Hiçbir şey olmamış gibi davranmamı mı?Simon’ın ne olduğunu unutmamı mı?”
 Babası dişlerini sıkarak konuşmaya başladı. “Sesini alçak tut Gina.Sana inanamıyorum.Başkasından bahsediyormuş gibi konuşuyorsun.Hem öyle doğmuşsa ne var bunda?Bu onun suçu mu?Çocuk yeterince sarsılmış zaten.Bir de sizin bu histerik tavırlarınıza ihtiyacı yok! Yarın Martin ile konuşacağım.O,bu olanları açıklayabilir belki.”
 Annesinin sarf ettiği son cümle Simon’ın bir karar vermesini sağladı. “Nereye istiyorsan oraya götürebilirsin Tim.”

Unutmayın,hikayeler ikiye ayrılır;gerçek olanlar ve gerçek olması gerekenler;karar sizin.

Çevrimdışı Scyther

  • **
  • 160
  • Rom: 4
  • "Zira yürümeye değer bir yolum var!"
    • Profili Görüntüle
Ynt: Yeni gelen İlham.Sabredip okuyabilenlere :)
« Yanıtla #6 : 21 Haziran 2013, 20:59:58 »
Bölümlerinin arasına girdiğim için umarım kızmıyorsundur. :)

Hikayen yerine oturdu bence olaylar daha yavaş akıyor, cümleler çok daha düzgün diyaloglar olması gerektiği gibi.

Fakat; " “Evet ve ben kendimi Martin ile taşın arasına atınca içimden taşa doğru bir kuvvet akışı hissettim Matthew.Sonrasında babam ve Gerald ile birlikte,Martin de bana bakıyordu.”  "

bu bölümde kuvvet akışı yerine daha üstünkörü bir şey düşünseydin daha iyi olurdu kanaatimce. Biraz zorlama olmuş gibi geldi bana bir de diyaloglarda kahramanlar konuştukları kişilerin isimlerini çok fazla tekrarlıyorlar azaltırsan daha hoş durabilir.

 Yazına karışıyorsam lütfen kusuruma bakma :)
Hayalince oku. Hayalinle yaz.

Çevrimdışı Lorlen

  • *
  • 28
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Yeni gelen İlham.Sabredip okuyabilenlere :)
« Yanıtla #7 : 22 Haziran 2013, 00:40:37 »
Olur mu öyle şey? Karışın diye yazıları buraya koyuyorum zaten:D Sizlerden başka yazdıklarımdan haberdar olan yok :D Tamam isim olayına dikkat ederim.Bir de başka bir forumda daha yayınlıyorum.Oradaki bir arkadaşım "Tim ismi diğerleriyle hiç uymamış,çok modern kalmış." diyor.Başka böyle düşünen var mı ?
Unutmayın,hikayeler ikiye ayrılır;gerçek olanlar ve gerçek olması gerekenler;karar sizin.

Çevrimdışı Scyther

  • **
  • 160
  • Rom: 4
  • "Zira yürümeye değer bir yolum var!"
    • Profili Görüntüle
Ynt: Yeni gelen İlham.Sabredip okuyabilenlere :)
« Yanıtla #8 : 22 Haziran 2013, 10:03:42 »
Bence değiştirmemelisin. İsim ahmet , mehmet olsa ne değişecek ?

 Zaten bu ilk fantazyan mükemmellik beklenmemeli.
Hayalince oku. Hayalinle yaz.