Kayıt Ol

Zombi Günlükleri

Çevrimdışı mthnzbk

  • *
  • 10
  • Rom: -2
    • Profili Görüntüle
Zombi Günlükleri
« : 24 Temmuz 2013, 20:22:04 »
Hayallerimden birinin ilk defa gerçekleştiğini gördüğüm için mutluyum, ama bu benim için çok kötü bir durum...

Öncelikle koşma konusunda yetenekli olmadığım gibi güç ve çevikliğin yanımdan geçmediğini söyleyeyim.

Hayallerimin gerçeğe dönüştüğünü pencereden izlerken talihsiz bir adamın daha zombilerin saldırısına maruz kaldığını görerek ürperdim. Aslında sayısız kez şahit olduğumdan artık ürperecek halim de kalmadı. Evet!.. Hayalim, zombilerle dolu bir dünya da hayatta kalma mücadelesi vermek, ve bu tehdidin sonunu görecek kadar yaşamaktı. Ancak bu hayalin devamı için gereken şeyler; yani hayatta kalmak için bir insanda olması gerekenler bende pek mevcut değildi. En azından şimdi bakınca yanıldığımı anladım...

Olaylar ilk çıktığında, depoladığım yiyeceklerin bitmemesi ve tehlikeye olabildiğince geç atılmak için neredeyse aç yaşıyordum. Vasat geçen hayatımın yörüngesini değiştirmek gibi bir cesaretim yoktu o zamanlar. Ne yapacaktım?.. O günden bu yana tam altı ay geçti. İlk iki hafta eve kısılı kalmış olarak yaşadım ve olayların kısa sürede bitmesi için umutsuzca dua ettim. Umutsuzca... Çünkü daha olayların yeni başladığına adım gibi emindim. Adım mı?.. Adımı boş verin... Ne de olsa tarih beni yaptıklarımla anmayacak... Ama size neler olduğuna dair bilgim kadarıyla şu ana kadar olmuş olanları aktarmaya çalışayım...

Şehir içinde, ama sakin bir semtte, babadan kalma evde tek başıma yaşıyordum. Annem, beni doğururken öldüğünden anne sevgisi görmeden babam tarafından büyütüldüm. Oldukça sessiz asosyal bir kişi olarak büyüdüm ve öyle kalmaya da devam ediyorum; ne arkadaş, ne sevgili var sizin anlayacağınız -Şu durumda da aksi bir gelişme beklemiyorum... Bu kişilikle nasıl olduysa bir üniversite bitirebildim ve kendi geçimimi sağlayacak kadar kazanç getiren bir iş bulabildim. Her ne kadar kişiliğim yüzünden zor zamanlar yaşasam da değişme gibi bir gelişme olmadı.

Tabii işim bilgisayarla olduğundan asosyallikte zirveye çıkıyorum... Ama bunun bir önemi yok... Hızlı bir şekilde olayın başlangıcına gelmeye çalışacağım...

12 Ağustos 2014 günü çoğu zaman olduğu gibi, fazla mesaiden dolayı havanın kararmasına yakın otobüs durağında otobüsten inip eve doğru yola koyuldum. Evde kendime yemek hazırladığım sırada açık pencereden telaşlı sesler işittim. Birileri korku dolu seslerle koşuşturup duruyordu. İlgimi tekrar önümdeki ocakta ısınmak üzere olan yemeğe verdim.

Güzel bir yemekten sonra televizyonun başına geçtim ve haberleri gösteren bir kanalı açtım. Son dakika olarak verilen haberde bulunduğum semtin görüntüleri vardı. Garip görünümlü insanlar etrafta bulunan insanlara saldırıyor ve yakaladıklarını ısırıyorlardı. Sokaktan işittiğim sesleri hatırlayınca olayın gerçekliği büyük oranda kesinleşmiş oldu. Gerçeği kavrayınca; ilk ne yapacağımı bilmeden kalakaldım. Sonra kalp atışlarımın hızlandığını; küt küt edişini göğüs kafesimde hissettim. Televizyonda ise bu olayın sadece oturduğum semtte değil; il genelinden öte, bütün Türkiye'ye yayılmış olduğunu söylüyordu muhabir. Daha sonra gelen son dakika haberinde ise zombi adı verilen değişmiş insanların tüm dünya da hızla yayıldığı bilgisi geçildi... Bu durumda ülkemizle sınırlı kalmayan bir afet hızla yayılıyordu.

İlk haftalardaki güvenlik güçlerinin etkili mücadelesi zamanla gücünü yitirmişti; başta yükselen silah sesleri şimdilerde hatırlanmıyor artık... Askeriye çoğu nüfusun zombiye dönüşmesinden sonra toplu halde bulunan zombileri bomba yağmuruna tutmaya başladı. Ancak tahmin etmesi mümkün olan bir nedenle bu olayın da sesi kesildi. Kısa sürede; medya, askeriye, polis güçleri... Hiçbir kurum yaşamayı başaramadı. Şimdi herkes kendi mücadelesini vermek zorunda...

Peki, şimdiye kadar ben ne mi yaptım? Tabii ki; hayatta kalma mücadelesinin içerisindeydim... Anladım ki; insanın canı tatlı olunca, bir şekilde asosyalliğin getirdiği olumsuz davranışlardan sıyrılmayı başarabiliyormuş. Hayatta kalma iç güdümün zombilerin çıktığı zaman, ne kadar güçlü olduğunu anladım. Masa başı işin getirdiği olumsuzlukların başında hiç kuşkusuz vücudu hantallaştırması geliyordur. İşte ben de bu sorunla hayatta kalma mücadelesine atılmıştım. Bu zamana kadar bir zombi tarafından yenilmememin bir nedeni varsa hantallıktan kurtulmam değil, çok sessiz hareket etmemden ve çoğu kişinin aklına gelmeyecek yerlerde saklanmamdandır. Bunu da hayatta kalma iç güdümün güçlü olmasına yoruyorum.

İnsanlardan geriye pek bir şey kalmadı... Son bir aydır zombiler tarafından zombileştirilen orta yaşlı bir adam ile zombiye dönüşecek kadar şanslı olamayan; yirmili yaşların başında görünen, güzel bir kızdan başka hiç insan ile karşılaşmadım. Zavallı güzel kızdan da geriye pek bir şey kalmamıştı; sanırım genç olduğundan eti lezzetli gelmişti zombilere... Bazen iştahları aşırı olabiliyordu...

Zombilere gelince... Zombi filmlerindeki klasik; yavaş, ama kalabalık olmalarının verdiği avantaj çoğalmalarının sebebi oldu. Tabii ısırmaya çalışan bir insanı nasıl engelleyeceğini bilmeyen insanlar dönüştükleri şeyin nüfusunu artırmaktan öteye gidemediler. Benim gibi nadir şanslı insanların da bir yerlerde yaşama mücadelesi verdiğine inanıyorum. Neyse ki; öldürülmeleri de oldukça basit: kellelerini uçurmak!.. Öldürülmeleri basit olan bu yaratıkların nasıl bu kadar çoğaldığını soracak olursanız ki; soracaksınız, cevabı basit: Korku! Öcüden korkan bir neslin zombiden korkmaması garip olurdu doğrusu. Elin ayağın titrerken nasıl olacaktı da aklını sağlıklı bir şekilde kullanacaktın?

Bu notu yazdığım tarih 13 Şubat 2015, Saat 22.40. Bundan sonrası ise ölene kadar yaşadıklarımı konu alacak. Böylece bir gün ölürsem birileri bu notlarımı bulacak ve neler yaşadığımı öğrenecek... Bu da başka bir hayal...

Çevrimdışı KoyuBeyaz

  • ********
  • 2753
  • Rom: 59
  • Rasyonalist dominant.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Zombi Günlükleri 1. Bölüm - Başlangıç
« Yanıtla #1 : 24 Temmuz 2013, 21:49:48 »
Fantastik temalı hikayelerimiz için Kurgu İskelesi'ni kullanıyoruz. Düşler Limanı içerisinde fantastik, doğaüstü ögeler içermeyen yazılarımız ve eserlerimiz için kullanılıyor. Hikayeniz Kurgu İskelesi'ne taşınmıştır.
Uzay elbisemle kavgaya hazırım.

Çevrimdışı mthnzbk

  • *
  • 10
  • Rom: -2
    • Profili Görüntüle
Altı Ay Sonraki İlk Macera - 2. Bölüm
« Yanıtla #2 : 30 Temmuz 2013, 19:18:57 »
14 Şubat 2015

Geceyi tamamen güvenli olduğundan emin olduğum apartmanın en üst katındaki bir dairesinde soğuktan korunmaya çalışarak geçirdim: Kapısının açık unutulduğu, zombisiz bir daire olarak geçici barınağım, elektrik ve doğal gazın yokluğundan ve kışın en çetin zamanında olmamızdan dolayı buz gibiydi. Bulduğum en koruyucu kabanı giydim. Uykuda donarak ölmemek için yatacağım yatağa bulabildiğim bütün yorganları, battaniyeleri taşıdım ve donarak ölmemeyi umarak uyumaya çalıştım.

Uyandığımda vücudumun kaskatı kesildiğini fark ettim ve yavaş hareketlerle uyuşukluğu gidermeye çalıştım. Zorlanarak ayağa kalkarak ellerimi ovuşturup ısıttım; gerinerek esnedim ve kendime gelmek için yüzümü yıkadım. Hayatta kalma mücadelemde yanımda taşıdığım sırt çantamdan konserve yaprak sarması çıkardım ve yedim. Her ne kadar doyurmasa da kıtlık yaşama ihtimalini göze alarak aşırıya kaçmıyordum.

Altı ayımı oradan oraya kaçarak ve saklanarak geçirdiğim bu zombileşmiş ilden kaçmak için zaman gelmişti. Aşağıda; bagajı ve koltukları konserve yiyeceklerle ve silah olarak kullanabileceğim satır, bıçak, fazla mermisi kalmayan bir kaç polis tabancası ile doluydu. Her ne kadar ilk zamanlardaki kadar kalabalık bir zombi sürüsü gözükmese de başı boş bir zombi her an sürpriz olarak karşınızda belirebiliyordu. O yüzden, geçici barınağımı terk ederken elimde zombi savaşına yenik düşmüş birinin zombileşmemiş cesedinden aldığım beysbol sopasını hazırda bekleterek kapıyı araladım. Başımı hafifçe uzatıp koridoru gözetledim. Her şey olağan görünüyordu. Kapıyı arkamdan yavaşça kapatarak merdivenlere yürüdüm. Sessizce, çıt çıkarmadan apartmanın çıkışına doğru iniyordum. Zemin kata geldiğimde bir kaç hızlı adım atarak heyecanla çıkış kapısına uzanırken arkamdan bir hırlama sesi işittim ve ciyaklayarak olağanca hızımla arkamı dönerken, kim olabileceğini düşünmeden beysbol sopasını da aynı hızla savurdum. Kollarını uzatmış, yakalamaya çalıştığı sırada zombinin beyni beysbol sopasının çarpmasıyla dağıldı ve bir tür inleyişle yere yığıldı;  bir daha kimseye zarar veremeyecekti. Offf... Nasıl bir andı hiç unutmayacağım; altı aydır mücadele etmeme rağmen hala sakinliğimi sağlayamamıştım. O an kalbim yerinden fırlayacaktı sanki. Onlardan biri olacağımı sanarak gözüm kararmıştı korkudan. Ben... ben... ben hiç bir zaman bu şekilde ölemezdim... Ölmeyecektim! Sanki son sürat koşmuş gibi nefes nefese kalmıştım zombinin yere serildiği an. Kendime gelene kadar sırtımı güvenli bir yere yasladım ve etrafı pür dikkat dinledim.

Apartmandan çıkıp soğuk havanın yüzüme sertçe vurmasından sonra başka bir zombiye rastlamadan, içi ihtiyacım olan şeylerle dolu arabaya bindim. Filmlerdeki gibi kontağı çevirdiğimde çalışmamazlık etmedi çok şükür ki; kısa süreli kriz geçirmeden yola koyulabildim.

Şehrin soğuğundan kaçarken teybi açtım ve çalışan bir radyo kanalı bulmak için frekansları taradım. Umduğum gibi bir kanal bulamadım ve cd çaları açtım. Şansa bak ki; ilk parça “Ankara'nın Bağları” çıktı. Her ne kadar Ankaralı olmayan bu şarkıcıların yaptığı “Ankara” şarkılarını sevmesem de şehri terk ederken elvedamı bu şekilde yapmak istedim.

Şehir merkezinden uzaklaşırken, yapılar yavaşça seyrekleşti ve yerini bozkır aldı. Otoyolun çevresinde yerleşime dair bir belirti yoktu; seyrek ağaçlar ve uzaklarda yükselen dağlar tek manzaraydı. Yolun bir çok yerinde terk edilmiş araçlar mevcuttu. Ara ara durup bu araçları kurcalayıp işime yarar şeyleri topluyordum. Ve tabii ki; araçta sıkışan zombiler, kolay av oluyordu. Yoluma çıkanlar ise aracı kasise çıkmış gibi sarsıyordu sadece.

Otoyoldan ayrılan yola sapıp güneye doğru bir süre yol aldım. Asfalt yoldan toprak yola geldim. İleride bir köyün olduğunu fark edip, bir cesaret ile aracımı köye sürdüm. Dikkatli bir şekilde yavaşlayıp köye girdim ve her an olabilecek bir zombi saldırısına karşı tetikte bekledim. Köy tahminimden daha sessiz ve sakindi. Sessiz demek, genel kanıya göre başa bela demekti...

Köyü genel olarak dolaştıktan sonra köy meydanında arabayı durdurup araçtan indim. Zombiler sese duyarlı olduğu için -her zamanki gibi- ses çıkarmayacak bir silah aldım -bir pala. Hemen önümdeki kahvehaneye yöneldim. Bahçesi dağıtılmıştı ve pencereleri kırılmıştı. İçeriden her hangi bir hareket gözleyemiyordum. Sessiz adımlarla kapıdan içeri girdim. Yer yer çürümüş insan cesetleri vardı. Her nasılsa zombi tarafından parçalanana kadar ısırılan her insan zombileşmiyordu. Yerdeki cesetlerde insana(!) benziyordu.

Kahvehaneden çıkıp etrafı gözetledim. Hiçbir hareket görülmüyordu. Korktuğum için fazla kalmak istemiyordum. O yüzden arabaya doğru yöneldim; buradan bir an önce gidecektim. Arabanın kapısını açtım ve direksiyonun başına geçtim. Kontağı çevirdiğim de çıkan sesle karışık bir çığlık sesi duyduğumu sandım. Etrafıma bakındım ama başka bir ses duyamadım. Araç çalışmayınca tekrar kontağı çevirdim; sorunsuz bir şekilde çalıştı. O an da genç bir kızın olağan gücüyle çığlık attığını duydum. Kalp atışlarım anında tavan yaptı. Yardıma muhtaç birine yardım etmeyi o an hiç düşünmedim, düşünsem de yardım etmezdim. Hemen gaza bastım ve hızla köyden çıktım. İçimde kabaran bir vicdan azabı vardı. Korkaklığımdan dolayı kendimden nefret ediyordum. Gözlerim yaşarmıştı. Çok kısa bir süre geleceğimi düşündüm. Hayalim aklımda canlandı. Korkakça bir hayatı uzunca yaşamak mıydı hayalim? Geleceğimde bu işin sonunu görürsem insanlara ne anlatacaktım? Kahramanlıkları mı? Yoksa, korkaklığım yüzünden bir genç kızın vahşi bir şekilde öldürülmesini mi? Yüzünü bile görmediğim kızın zombiler tarafından nasıl parçalandığı aklımda canlandı. Görüntüyü görenin kusacağı büyük ihtimaldi. Gözlerimden yaşlar akmaya başladı. Mimiksiz, somurtkan suratımda; hüznün, çaresizliğin ifadesi belirdi. Gözlerim akan yaştan kızarmıştı. Bir an da içinde bulunduğum durumun yerini salt öfke aldı. Ani bir frenle arabayı durdurup geriye döndüm. Gazı sonuna kadar kökleyip köye döndüm. Çok geç olabileceğini biliyordum, ama hiç olmazsa bütün köyü temizleyecektim ya da onlar beni aralarına katacaklardı.

Köy meydanına daldığımda içimi bir huzur kapladı. Çünkü genç kız hala sağlıklıydı ve topallayarak zombilerden kaçmaya çabalıyordu. Genç kız beni görünce yüzünde bir umut pırıltısı belirdi ve kurtarıcısına doğru yöneldi. Ben kıza kenara çekilmesini işaret ettim ve arabayı zombilere doğru sürdüm. Ortalama yirmi yirmi beş taneydiler. Arabayla yarısına yakınını ezdim ve araç hareket edemeyene kadar gaza basmayı sürdürdüm. Bir elime palamı, diğer elime polis tabancasını alıp araçtan fırladım. Bana yönelen zombilerden yakınımda olan altı tanesini silahla temizledim. Geriye kalan zombileri ise birbirlerinden aralıklı durduklarından, palamla kafalarını zorlanarak da olsa vücutlarından ayırdım. Derin derin soluk alıp verirken, telaşla genç kızı görmek için etrafıma bakındım. Genç kız olan biteni soluksuz izlemişti sanırım. Donmuş bir şekilde bana bakıyordu. Elimdeki silahı belime koyup, palayı yere doğru indirdim. İçimdeki heyecanı bastırdıktan sonra sakince kıza doğru ilerledim. Kız temkinli bir şekilde duvara sindi. Benden zarar gelmez ifadesine bürünerek kızın yanına kadar geldim. Sorar gözlerle kıza bakarken kız üstüme doğru yığıldı. Son an da kollarından tutup düşmesini engelledim. Her hangi bir başka zombi tehdidine karşı kızı kucaklayıp arabaya taşıdım. Ön koltuğa yavaşça yerleştirdim. Bu arada kızın da neden topalladığını anlamış oldum. Hayır, kız ısırılmamıştı! Ayağı kırılmıştı. Alçıdaki sağ ayağının henüz iyileşmediğini bana doğru koşarken topallamasından anlaşılıyordu -üzerine ağırlığını vermiyordu büyük ihtimalle.

Köyden çıkıp ıssız bozkır soğuğunda güneye doğru ilerlemeye devam ettim. Akşama doğru genç kız kendine geldi. Kısa bir an korkuyla sıçradı, ama ardından sakinleşti ve beni incelemeye başladı. Ben ise ara ara kıza bakıp yola devam ediyordum. Kız her hangi bir şey söylemeden yarım saat kadar bekledi. Sonra;

“Hayatımı kurtardığın için teşekkür ederim! Ne kadar teşekkür etsem yeterli olmaz,” dedi, hızlı bir şekilde.

“Teşekkür etmene gerek yok. Hemde hiç... Çünkü seni öylece bırakıp, arkama bakmadan uzaklaşmıştım,” diye cevap verdim.

“Ama geri döndün... Sen olmasaydın şimdi onlardan biri olmuştum belki de. Kırık bir bacakla nereye kadar kaçabilirdim ki?”

“Haklısın... Ama sen yine de bana fazla minnet duyma. Ben sana duyayım. Sen olmasaydın asıl ben, bencil ve korkak kalmaya devam edecektim. Teşekkür ederim!”

Genç kız ilgisini üzerimden ayırmamıştı.

“Bacağın ne durumda,” diye sordum. “Daha kötü durumda değildir umarım.”

“Şu an bir ağrım yok. Gayet iyi hissediyorum.” Ayağını inceledikten sonra tekrar bana döndü. “Köye niye geldin? Bir akraban için mi?”

“Hayır, sadece işime yarar bir şeyler bulurum umuduyla geldim. Yolumun üzerindeydi yani. Güneye gidiyorum. Zombilerden uzak, sakin bir yaşam süreceğim bir yere. Ya sen ne arıyordun o köyde? Üzerindeki kıyafetlerden hiç de köylü gibi gözükmüyorsun.”

Genç kızın üzerinde, okuduğu lisenin resmi kıyafetleri vardı.

“Adın ne bu arada?..”

Genç kız, “Almila,” diye cevapladı. Sonra birden ağlamaya başladı. Aklıma, ne yapacağıma dair bir şey gelmiyordu. Bir süre sonra ağlaması durdu; burnunu çekerek konuşmaya başladı.

“Zombiler ortaya çıktığında okuldan eve geliyordum. Ailem beni eve dönüş yolunda arabayla aldılar ve hiç bir açıklama yapmadan şehrin dışına doğru yol aldılar. Ben açıklama beklerken zombi afetini canlı olarak arabadan izleyerek öğrendim. Afet o kadar yayılmıştı ki soluklanacak vakti zor buluyorduk. Üzerimdeki üniformayı çıkaracak vaktim bile olmadı... Yaklaşık bir ay kadar önce zombilerden kaçarken ayağımı kırdım. Henüz zombi afetinin etkin olmadığı bir kasaba hastanesinde ayak üstü tedavi gördüm. En sonunda şu an kaçmakta olduğumuz köye geldik. Zombi afeti buraya nasıl geldi bilmiyorum, ama daha farkına varamadan köyü istila ettiler. Annem ve babamı da beni korumaya çalışırlarken kaybettim. Sığındığım köy evinde daha fazla kalamayacağımı anladığım sırada bir araba sesi duydum. Tabii ki; bu sendin... Ondan sonrasını biliyorsun.”

“Zor zamanlar geçirmişsin... Neler hissettiğini bilemem, ama artık daha güvendesin.. Ailen için de üzgünüm. Sen kendi seçimini yapmadığın sürece artık seninle ben ilgileneceğim. Bu da benim kefaretim olsun.”

Almila'nın meraklı gözlerini üzerimde hissediyordum.

“Sana yük olmak istemem...”dedi Almila. İsmimi sordu. Ona adımı söyledim. “Ayağımdaki kırık kısa süre sonra iyileşecek. Ondan sonra kendi yoluma giderim.”

Bir şey söylemedim. Hava iyiden iyiye kararmıştı. Far ışığında zifiri karanlıkta belirsizliğe doğru Almila ile yol alıyorduk. Bir an yakıt göstergesine baktığımda hangi tarihte olduğumuzu gördüm. Bugünün önemi sevgilisi olanlar için büyüktü. Benim ise sıradan bir günden öte değildi. Almila'ya döndüm, “Sevgililer günün kutlu olsun!” dedim, acı bir gülümsemeyle karışık hüzünlü bir ses çıkmıştı.

Çevrimdışı Nightmare

  • ***
  • 627
  • Rom: 8
    • Profili Görüntüle
    • Saklı Günlükler
Ynt: Zombi Günlükleri
« Yanıtla #3 : 31 Temmuz 2013, 00:53:05 »
Hikayeni çok beğendim.Yalnız 1. bölümde şu cümlede bir hata gördüm:
Son bir aydır zombiler tarafından zombileştirilen orta yaşlı bir adam ile zombiye dönüşecek kadar şanslı olamayan; yirmili yaşların başında görünen, güzel bir kızdan başka hiç insan ile karşılaşmadım.Bu cümlede kızın zombiye dönüşecek kadar şanslı olmadığını sanki zombi olmak iyi bir şeymiş gibi söylemişsin.Sence zombi olmakmı iyi yoksa ölmek mi?

Diğer bölümleri beklemekteyim :)

Çevrimdışı mthnzbk

  • *
  • 10
  • Rom: -2
    • Profili Görüntüle
Ynt: Zombi Günlükleri
« Yanıtla #4 : 31 Temmuz 2013, 01:34:09 »
Haklısın, öyle anlaşılıyor :) Hikaye kendi içinde çelişkiye düşmesin de, her yazı da gözden kaçan bir kaç hata olur. :D

Çevrimdışı Nightmare

  • ***
  • 627
  • Rom: 8
    • Profili Görüntüle
    • Saklı Günlükler
Ynt: Zombi Günlükleri
« Yanıtla #5 : 31 Temmuz 2013, 01:40:27 »
O hatayı görmesem 4/4 lük bir hikaye diyebilirdim :D
3.Bölümde aksiyon istiyorum !  :)

Çevrimdışı mthnzbk

  • *
  • 10
  • Rom: -2
    • Profili Görüntüle
Ynt: Zombi Günlükleri
« Yanıtla #6 : 31 Temmuz 2013, 01:42:34 »
İlerisi için planladığım bir kurgu yok. Aklıma ne gelirse o an yazıyorum. Aksiyonda olabilir, başka bir türde :)

Çevrimdışı mthnzbk

  • *
  • 10
  • Rom: -2
    • Profili Görüntüle
Ynt: Zombi Günlükleri
« Yanıtla #7 : 08 Ağustos 2013, 23:39:44 »
Zombilere rağbet yok anlaşılan :)

Çevrimdışı mthnzbk

  • *
  • 10
  • Rom: -2
    • Profili Görüntüle
Ynt: Zombi Günlükleri 3. Bölüm Geleceği Düşünürken
« Yanıtla #8 : 16 Ağustos 2013, 01:17:11 »
Ciddi bir sorunla karşılaşmadan Mart ayına girdik. Almila'nın ayağındaki alçıyı da zamanı geldiği için ayağından çıkardım. Artık ayağı sorun olmaktan çıkmış oldu. Bu da zombilerden kaçarken biraz daha az sorun demekti.

Baharın gelmesiyle güneyin daha sıcak bir iklime sahip olmasından hava, sıcak ve yağmurlu gidiyordu. Sığındığımız dağ evinde güvenle yaşayacağımızı düşünüyordum... Kim olsa burasının çok güvenli bir yer olduğunda hem fikir olurdu. Öncelikle; dağ evinin bulunduğu yerde yerleşimin olmayışı, zombilere sık rastlanmaması demekti. Ancak, genelde sürü olarak bulunan zombilerden bir kaçı başıboş gezintilere çıkıp ummadık yerlerde karşınıza çıkabilirdi. Bu da; burada güvende olduğumuzu sandığımızdan, bizim için büyük bir tehdit oluşturabilirdi.

Her ne kadar Amerikan filmlerinde kötü niyetli bir gurupla kesin ve sık rastlansa da bu ülkede yaşayanlardan bu tür niyette kişiler bekleme oranı oldukça düşüktü. En azından rastlayacağımızı sanmıyordum. Bu da güvenliğimiz için şimdi ve ileride açık oluşturabilirdi.

Güvenliğe dikkat ederek, taze beslenme sorununu dağda avladığım nadir hayvanlarla gidermeye çalışarak günümü geçiriyordum. Almila ise, genç yaşına rağmen yemek yapma konusunda oldukça iyiydi. Konusu açıldığında Bolulu olmaktan dolayı kendisini överdi. Her ne kadar yiyecek çeşidi geniş olmadığından yeteneklerini pek göremesem de et yemekleri konusunda tatmin ediciydi.

Akşam yemeğinde ise tavşan yahnisi vardı. Yemeğin hazırlama aşamasında; tavşanı avlama ve temizleme kısmı bana düşüyordu. Avlama kısmı bir yana, temizleme kısmından hoşlanmadığım gibi Almila da hoşlanmıyordu. Bir erkek olarak da bu görev doğal olarak bana kalıyordu. Almila ise yemeğin yapımından ve servisinden sorumluydu. Hazırlanan yemek loş ışıkta Almila tarafından servis yapıldı...

Akşam olduğu zaman bir işimiz varsa loş ışıkta yapmaya özen gösteriyorduk. Çünkü zombiler,  her ne kadar sese gelse de ışığın yoğun olduğu yerler de ilgilerini çekiyordu. Birde bulunduğumuz yerde tek ışık kaynağı sizden yayılıyorsa dikkat etmeniz gerekirdi.

İştahla yemeğimi yerken bir yandan da Almila'yı süzüyordum. Kız, sessiz ve ağır ağır yemeğini yiyordu. Yüzünde bir ifadesizlik vardı.

“Canın mı sıkkın?” diye sordum.

Almila, yüzüme aynı ifadesizlikle baktı.

“Sadece düşünüyorum... Bu işin sonu nereye varacak? Bu afetin sonunu görecek miyiz? Ne zaman sıradan bir hayata kavuşacağım? Bir çok soru aklıma geliyor.” Tekrar yemeğine döndü.

“Buraya gelene kadar bir çok yerleşim yerinden geçtik. Başımıza bir şey gelmese de bir çok olaya şahit olduk. Karşılaştığımız o günden bugüne hiç canlı biriyle karşılaştık mı? Hayır... Her yeni bir kasabaya, köye ya da şehir merkezine gittiğimizde ne gördük? Zombiler!.. Ölü ve canlı zombiler. Bir kısmını, birileri tarafından öldürülmemelerine rağmen ölü olarak bulduk... Bir kısmını birbirlerini yerken gördük... İlk zamanlar, insana daha çok benziyorlardı, şimdi ise daha fazla cesede benziyorlar... Eğer yanlış düşünmüyorsam, uzun olmayan bir zamanda zombilerden eser kalmayacaktır... Ölü olsalar dahi, ölüyorlar! Biraz daha dayanmamız lazım. Zombilerin olmadığı bir yaşam uzak değil!”

Almila, tabağından yüzünü kaldırıp, acı bir gülümsemeyle bana baktı.

“O günler geldi ve filmin sonunu gören baş karakterlerden olduk. Ya sonra? Film mutlu sonla mı bitmiş olacak sence? Bir avuç insan ve kocaman bir dünya...”

Kafamda geleceği canlandırmaya çalıştım. Küçük bir kentin nüfusu, o zaman geldiğinde dünyanın nüfusu olacaktı. Ne ülkeler kalacaktı geriye, ne de milletler.

“Asıl film o noktada başlamış olacak,” dedim, gülümsemeye çalışarak. “Düşünsene; bundan binlerce yıl sonra insanlar tarafından taş devrinde yaşayan insanlar olarak bilineceğiz... Ne kadar da trajikomik değil mi?..”

Almila gülümsedi, ama cevap vermedi.

Daha çok gençti ve bu afetin yükünü sırtlanmayı hak etmiyordu. Kimse etmiyordu... Yaşadıkları ömrünün sonuna kadar unutamayacağı anılardı. Ben de daha fazla etkilenmeyeceği şekilde yaşaması için gayret ediyordum.

Tabağımdaki son lokmayı da yedikten sonra; “İyi geceler,” dileğinde bulunarak, yatmak için masadan kalktım.

Sabah kahvaltısını yaptıktan sonra, bir takım ihtiyaçlarımızı karşılamak için şehir merkezine gitmeye karar verdim. Almila da bana eşlik etmek istediğini dile getirdi. Bu ücra yerde, yalnız başına kalacağına benimle gelmesi daha iyi olacaktı. Hem, buraya geldiğimiz günden bu yana, ilk defa başka bir yer görecekti. Zombilerin sayısında da gözle görülür bir azalma vardı. Ne olacaktı ki?..

Dağdan, şehre doğru yılan gibi kıvrılan yollardan geçtik. Rakım düştükçe dağı kaplayan orman seyrekleşti ve sonunda bitti. On dakika daha yol kat edince şehrin ilk belirtileri olan binalarda görünür oldu. Zombilerin açtığı, doğal ve dolaylı yıkım bu şehri de etkilemişti. İnsanlar, canlarını kurtarmak için kaçarken açtıkları zarar; perte çıkmış bir sürü araç; camları indirilmiş dükkanlar ve evler; yanan binalar; yağmalanan marketler... Yer yer insan ve zombi cesetleri, çürümeye uğradıktan sonraki halleriyle afetin sonuçlarını anlatıyordu.

Arabayı, her hangi bir ani durumda çabuk kaçabileceğimiz bir açıklığa park ettim. Almila ile birlikte; elimde beysbol sopası, on da ise pala ile sessizce etrafı inceleyerek, bir şeylerin kaldığını umduğumuz bir markete doğru ilerledik.

İçine girdiğimiz market oldukça genişti. Alışveriş arabaları etrafa saçılıp devrilmiş, yağmalanan ürünlerden kalanların bir kısmı yerleri süslemişti. Gıda reyonuna doğru ilerleyip konserve ürünlerden kaldı mı diye bakındık. Birkaç konserve turşu, kalitelisinden konserve ton balığı, üç gün yetecek kadar da yaprak sarması, barbunya ve etli kuru fasulye... Bakliyat bölümünde de bir hafta yetecek kadar makarna ve öğrencilik yıllarımda yediğim noddledan beş paket bulduk. Sağlam kalmış alışveriş arabalarından bir tanesine bulduklarımızı koyup başka işe yarayacak malzemelere bakındık. El sabunu, bulaşık deterjanı, vazgeçemeyeceğimiz sarı bez, el kremi, şampuan... İki sepeti doldurduğumuzda vaktin de ne kadar çabuk geçtiğini fark etmiştik. Aldıklarımızı arabaya yüklemek ve hava kararmadan şehirden uzaklaşmak için aceleyle elimizdeki arabaları market çıkışına sürdük.

Camı inmiş, artık çalışmayan otomatik kapının önüne çıktığımızda asla düşünmeyeceğimiz bir manzarayla karşılaştık. İlk başta, miting alanını dolduran insanların bekleyişini gördüğümü sandım. Hemen sonra Almila, beni çekiştirdi ve el işaretiyle sessizce içeri doğru dönmemiz gerektiğini anlattı. Gerisin geri gidip saklanacakken alışveriş arabalarının ezdiği cam kırıklarından çıkan sesin etkisiyle bir grup zombinin dikkati markete yöneldi ve hantal adımlarla içeri doğru harekete geçtiler. Korkudan ne yapacağımı bir an için düşünemeyerek dondum, ama Almila beni bu durumdan kurtardı ve ardından işaret ettiği kapıya doğru beni de sürükleyerek koşturmaya başladı. Depo girişinden girip kapıyı kapattık ve aşağı doğru indik. Etraf elektrik olmadığından zifiri karanlıktı. Kokumuzu alan diğer zombiler de marketi doldurmaya başladılar. Kapattığımız kapıdan dolayı güvende sayılırdık, ama marketi işgal eden zombiler oradan gidecek miydi? Zaman, Almila ile benim aleyhimeydi... Biraz soluklandıktan sonra durum değerlendirmesi yapmak gerekti.

Almila, “Nereden çıktı bu kadar zombi? Hem de sayıları bu kadar azalmışken...” diye sordu bana.

“Hiç bir fikrim yok, tabii ki... Dahası bu kadar zombi bizi kapana kıstırmışken nasıl kurtulacağız bu durumdan, öncelikle bunu düşünmeliyiz.” dedim.

Etrafı el yordamıyla araştırarak kaçabileceğimiz bir çıkış bakındım, ama küçük bir pencere bile bulamadım. Almila ile depoda sıkışıp kalmıştık. Almila'ya seslenip durumu bildirdim.

“Tamam işte... O güzel günleri göremeden karanlıkta susuzluktan veya açlıktan öleceğiz artık...” diye isyan etti.

“Hemen umudunu kaybetme... Biraz bekleyelim, daha umudumuzu kaybetmek için çok vakit var. O zamana kadar kurtulmanın bir yolunu buluruz.” dedim.

Karanlıkta zamanın ne kadar aktığını fark edemeden, ses çıkarmadan bekledik, durduk. Çıkan tek ses, zombilerin kapıya uyguladıkları faydasız zorlamalarıydı. İyi tarafı da buydu... Filmlerdeki gibi insanüstü bir güce sahip değillerdi ve olmaları da bana göre saçmaydı...

Ne kadar zaman geçti bilmiyorum, ama artık daha fazla bu duruma katlanamayacaktım. Almila da aynı fikirde olduğuna dair sesler çıkartıyordu.

“Burada kapana kısılıp, açlıktan ölmeyi beklemektense kaçmak için zombileri alt etmeye çalışmak daha iyi değil mi, sence de?” dedim Almila'ya.

Almila kıkırdadı ve “Bence de öyle,” dedi. “Zombiler tarafından dönüştürülmeyi ya da ölmeyi istemesem de bu şekilde ölmeyi diğerlerine tercih ederim.”

“O zaman, en azından seni kurtarabilirsem, kendimi şanslı sayarım.”

“O da ne demek oluyor?”

“İkimizde aynı sonu yaşamak zorunda değiliz, demek istiyorum... Yaşımıza bakınca en çok yaşamayı hak eden sensin. O yüzden kurtarılmalısın... Hazırsan harekete geçelim”

Ayağa kalkıp Almila'yı yakaladım ve el yardımıyla çıkışa ulaşacağımız merdivenlere yöneldim.

“Bunu yapamazsın!” dedi, Almila, benim tarafımdan sürüklenirken. “Tek ben kurtulursam ne yapacağım? Tek başıma nasıl hayatta kalacağım? Planını yaparken bunu da düşündün mü?” diye sordu. Sesi çatallaşmıştı.

“Hayır, düşünmedim. Ama senin de aynı sonu yaşamanı istemiyorum,” dedim.

“Bugün yaşasam da yarını da garanti edebilecek misin?”

Haklıydı... Ama bende haklı değil miydim? Yoksa kendimi mi kandırıyordum? Ben ölürken hala yaşadığını görürsem huzur içinde son nefesimi verecektim... Kendimi iyi hissetmek için gencecik kızın yalnız başına kalmasına neden olacaktım. Her ne kadar onu kurtarma şansım düşük olsa da...

“Pekala,” dedim. “Ben önden gideceğim, sen ise arkamı kollayacaksın. Tamam mı? Hayatta kalmamız şansımıza bağlı zaten.”

“Tamam,” dedi ses tonu mutlu bir tona bürünerek.

Merdivenleri tırmandık ve kapının kolunu açmak için kavradım. Artık kapıyı zorlamıyorlardı. Kilidi sessizce açtıktan sonra kapıyı hafifçe açtım ve marketi gözetledim. İçeri de hala zombi vardı, ama aralarından geçebilecek kadar azdılar. Kapıyı iyice araladım ve Almila'ya işaret ederek takip etmesini söyledim. Sessiz adımlarla, olabildiğince hızla ilerliyorduk. Kokumuzu alan zombi yönünü bize çevirip peşimize takılıyordu. Her hangi bir şey olmadan marketten çıktık, ama dışarısı hala zombi kaynıyordu. Arabaya ulaşmak için geçmemiz gereken yüz metrelik bir mesafe daha vardı. Zombilerden kokumuzu alan üstümüze doğru yöneliyordu. Daha yarı mesafeyi katetmeden aralarında yok olacaktık.

İlk teması Almila yaptı. Savurduğu pala  zombinin beyninden bir dilim aldı ve zombi yere yığıldı. Ben de harekete geçtim ve elimden geldiğince karşıma çıkan zombinin kafasını patlatarak ilerlemeye başladım. Arkamdan gelen Almila ise bizi yakalamak isteyen uzuvları yerinden koparmakla uğraşıyordu.

Her zombide biraz daha yoruluyorduk ve saldırılarımız gücünü yitiriyordu. Yolun yarısından biraz fazlasını geçmiştik, ama sonumuz çok yakındı. Arabaya ulaşamadan ıskaladığımız bir saldırı da zombilerin yemeği olacaktık.

“Artık gücüm kalmadı. Sanırım kurtulamayacağız,” dedi ,Almila, ağlamalı bir ses ile.

“Neredeyse ulaştık,” dedim, ama kendimi kandırıyordum. “Biraz daha dayanmalısın.”

O sırada Almila, savurduğu palayı son zombisine sapladı ve gücü tükendiğinden kolunu çektiğinde eli boş kaldı ve dizleri üzerine çöktü. Hemen Almila'ya döndüm, üzerine kapaklanan zombiyi tekmeyle savuşturdum ve biraz daha vakit kazanıp, kurtulma umudumuz kalmış gibi elimdeki beysbol sopasını çekiç atar gibi çevirmeye başladım. Alana giren zombiler ölmeseler de geri savruluyorlardı, ama fazla uzun sürmeden bu saldırımda faydasını yitirecekti. Ben de gücümü tüketmiştim ve savurduğum sopa öldürücü olmaktan çok, can yakacak etkiye sahip olmuştu. Nefes nefese elimdeki sopayı son bir kez daha savurup fırlattım ve Almila'nın üstüne kapandım. Zombilerin üstüme çöküp yemeye başlamalarını, gözlerimi sıkıca kapatıp beklerken bir silah sesi duydum. Çok yakından gelen bir ses idi... O an yenilmeyeceğimi anlayarak rahatladım. Ardından gökyüzünü patlayan mermilerin sesleri kapladı.

Çevrimdışı mthnzbk

  • *
  • 10
  • Rom: -2
    • Profili Görüntüle
Ynt: Zombi Günlükleri 4. Bölüm - Son
« Yanıtla #9 : 28 Mart 2015, 07:59:28 »
Son bölüm 1.5 yıl sonra ve aceleyle çıkmış oldu kusura bakmayın  ;D Yarım kalmasın diye yarım yamalak yazmış oldum. :-\

Tek mermi… Tek mermi ile üstümüze çöken ilk zombinin beyni dağılmıştı. Sesin şiddetinden duraklayan diğer zombiler başlarını sesin geldiği yöne çevirmişlerdi. Ardından başlayan mermi yağmuru ise sandığımız gibi değildi. Sesi sonuna kadar açılmış bir müzik setinin? hoparlörlerinden gelen bir ses efektiydi. Yine de zombilerin dikkatini çektiği için bizim için yeterli olmuştu.
 
Dörtyol ağzında üzerimize çöreklenen zombiler batı yönüne giden yola doğru yönelmişlerdi. Almila’nın üstünden kalkıp, elinden de tutarak ayağa kalktım. Bizden adım adım uzaklaşan zombileri izleyerek, kurtarıcımızın kim olduğunu görmeye çalışıyorduk. Yolun ilerisinde bagajı açık bir aracın üzerinde dürbünlü tüfek ile nişan almış birisi duruyordu. Tüten dumanın yoğunluğundan sigara içtiğini anlamak zor olmadı. Zombiler bizden uzaklaşıp kurtarıcımızı yakalamak üzere ilerlerken, kurtarıcımız endişeye kapılmadan aracının üzerinde bağdaş kurdu. Taa ki; zombilerle arası beş metreye kadar kısalınca ağzındaki sigarayı zombilere doğru iki parmağı ile fırlattı. Yere düşen sigara yerin alev almasına neden oldu ve tüm zombilerin alevlerle sarılmasına neden oldu. Anlaşılan zombiler Almila ile beni yemeye çalışırken kısa sürede bu tuzağı hazırlamıştı. Ne de olsa benzin uçucu idi…

Kısa süre sonra alevler söndü ve kömürleşmiş zombilerden tüten leş kokusu etrafımızdaki havaya iyice hakim olmuştu. Tüfeğini omzuna atarak kömürleşmiş zombileri eze eze yolu geçti ve yanımıza vardı. Yüzünde alaycı bir ifade vardı. Sigarasını sola doğru bakacak şekilde, izmaritini ısırmıştı. Küçük, dikdörtgen şeklindeki gözlüğünün ardından, önce beni, sonra Almila’yı süzdü. Sonra boş eliyle sigarasını tutup iki parmağıyla gerisindeki kalıntıya fırlattı.

“Hmm… Sanırım az daha ölüyordunuz,” dedi, kıkırdayarak. “Tuzağımı uygulamaya başlarken sizin marketten çıktığınızı ve mücadele ederek kaçmaya çalıştığınızı görünce biraz seyredeyim dedim… İnsan bu zamanda pek bu tür şeylere şahit olamıyor ne de olsa.” Kıkırdaması kahkahaya dönüşmüştü.

“Ah!.. Neyse ki; ölmediniz…”

“Bizi kurtardığınız için teşekkür ederiz,” dedi, Almila, yorgunluktan bitmiş kollarını ovuşturuyordu.

“Evet,” dedim, “Teşekkür ederiz…”

“Buna gerek yok,” dedi. Gülmesi durmuş biraz ciddi bir ifadeye bürünmüştü. “Neyse ki; tek mermi harcadım. Aksi halde parasını ödemek zorunda kalırdınız.” Tekrar gülmeye başladı. “Neyse ki; bu devirde para bir işe yaramıyor…” Yüzümüzdeki ifadesizliği görünce, “Neyse… Sanırım güzel bir espri değildi,” dedi.

Adam bize arkasını dönüp gerisin geri aracına doğru yürümeye başladı. Arkasından seslenmemize rağmen geriye dönmedi ve araca binip arabayı çalıştırdı. Karbon yığınının üzerinden geçerek yanımızda durdu.

“Yaşamak istiyorsanız batıya gidin,” dedi adam, batıyı işaret ederek. “Batıya…”

Bize gitmemiz için gösterdiği yönün tam zıttı yönde arabasını sürdü. Almila ve ben, adam gözden kaybolana kadar onu izledik. Gözden kaybolunca bir iç çekip karşılıklı bakıştık.

“Rüzgar gibi geldi ve geçti,” dedim.

“Kafayı yemiş galiba.”

“Bilmiyorum, ama olağandışı biri olduğu kesin. Ne dersin, batıya yönelelim mi?..”

Etrafımıza son bir kez baktıktan sonra yüklerimizi arabanın arka koltuğuna bırakıp arkamıza bakmadan batıya doğru yol aldık. Alacakaranlık başladığında güneşin battığı yerde denizi gördük. İçimi mutluluk sardı ve farkında olmadan tebessüm ettim.

Denizin yüzeyinde irili ufaklı ışık kaynakları vardı. Demek ki birileri yaşıyordu ve sığınacak uygun bir yer bulmuşlardı. Çok geç olmadan bizim de oraya gitmemiz gerekiyordu çünkü hava iyice kararmaya başlamıştı. Aydınlatma olmadığından yanlışlıkla bir zombi sürüsüne denk gelebilir başımıza iş alabilirdik. Denize doğru giden en kısa yoldan hızla ilerlemeye başladık. Arabanın farının aydınlattığı yerler dışında hiç bir yer seçilmiyordu. Çok geçmeden yerleşim alanına vardık ve yolda kalan, kaza yapıp alevler içinde kalmış araçlar yüzünden hızı düşürdüm. Daha dikkatli bir şekilde sürerek şehir içinden geçmeye başladım. Tuhaf bir şekilde etrafta zombi de görünmüyordu. Kazasız bir şekilde sahile varacağımızı umuyordum. Nitekim de öyle oldu: Sahile vardık. Deniz bir kaç metre önümüzdeydi. Birkaç yüz metre mesafede ise irili ufaklı bir kaç gemi etrafını aydınlatarak demir atmış duruyordu. Yalnız karada her hangi bir canlı yok gibiydi. Bu karanlıkta riski göze alıp kendimizi duyurmak da istemedik. Tek çaremiz sabaha kadar güvenli bir yer bulmaktı.

Ses çıkarmadığımız sürece aracı kitleyip içinde güvenli bir şekilde sabahı edebilirdik. Kapıları kilitledim ve Almila’ya isterse uyuyabileceğini benim tetikte bekleyeceğimi söyledim.

“Hayır! Ben de uyumayacağım. Güneşin doğuşunu görmek istiyorum. Gemiler kurtuluşumuz olacaksa eğer uyuyarak bu anı kaçırmak istemiyorum.”

Israr etmedim. İkimiz birlikte şafağı görene kadar tetikte olmaya karar verdik.

Saatler ilerledi ama hiç bir zombi görünmedi. Ya bunlar da zamanla birbirini yemeye başladı ya da gemidekiler şehri zombilerden temizledi. Şafağa bir iki saat kala tehlikelerden tamamen kurtulacağımız umudunun artmasıyla dikkatimiz azaldı ve daha rahat davranmaya başladık. Ara sıra kısa süreli sohbetler ettik.

“Neredeyse sabah oldu,” diyerek bir sohbet daha açtı Almila. “Zombilerin bu şehirde kalmadığına neredeyse eminim. Artık gemilere ulaştığımız zaman başlayacak olan yeni hayatımız için hayal kuruyorum. Yastığa kafamı koyduğumda yenmeyeceğimi bilerek rahat bir uyku çekmeyi uzun zamandır düşlüyorum. Sence gemiye çıktığımız da neler değişecek?”

“Rahat bir uyku dışında hiç bir şey,” dedim ruhsuzca. “Güvende olsak da gemiye kısılıp kalacağız. Eski günler geri gelmeyecek ve bir gün zombilerin önümüzde duran gemilerde ortaya çıkma ihtimalini düşünüp tedirgin olacağız.”

“Senin bugüne kadar olumlu bir cümle kurduğunu görmedim! Nasıl birisin sen?”

“Sen bana bakma. Doğma büyüme böyleyim. Birazdan birileri bizi fark edecek ve gemilerine almak için bir sal ve ya bot yollayacaklardır.” Umarım öyle olur… diye içimden ekledim.

Tan ağardı ve etrafımız rahatça görülmeye başladı. Almila ile birlikte arabadan indik ve iskeleye çıkıp gemilerin olduğu tarafa kollarımızı açıp hareket ettirerek kendimizi fark ettirmeye çalıştık. Sesimizi çıkarmıyorduk çünkü zombi olma ihtimalini göz ardı edemiyorduk.

Dakikalar geçti ama karşı tarafta her hangi bir hareket gözlemleyemedik. Almila da sorar gözlerle bana bakıyordu. Sanırım korktuğum başımıza geliyordu.

Ne karada ne denizde hiç bir hareket yoktu. Boş ümitlerle beklemektense harekete geçmeye karar verdim.

“Gel benimle… Kayık bulup gemilerden birine çıkacağız. Kimse yoksa ve temiz ise bizim için iyidir. Zombi varsa ve aşırı değilse de temizleriz ve güvenli bir şekilde yaşayacağımız bir yuvamız olur. Gel hadi!”

Almilayı peşime takıp sağlam bir kayık aradık. Çok sürmeden su da sallanan çok yıpranmamış bir kayık çıktı karşımıza. Kayığa bindik ve ben küreklere asılarak denize, gemilere doğru kürek çekmeye koyuldum.

İçlerinden en küçüğüne; bir yata doğru yöneldim. Yaklaştım… yaklaştım… Ve vardım. Kayığa bağlı halatın diğer ucunu yattan aşağı sarkan merdivene doladım ve acemice bağladım. Yatın içinde her hangi bir ses, hareketlilik yoktu. Öne atılarak merdivene ayağımı atıp tırmandım. Güverteye çıktım etrafa bakındım. Güvenli hissedince Almilaya gelmesi için seslendim. O da kısa süre sonra güvertedeydi. Almila’ya;

“Sen burada bekle ben de içini bir kontrol edeyim. Güvenliyse artık yeni evimiz burası olacak!”

Almila onaylar şekilde başını oynattı. Elimde beysbol sopası, tetikte iç güverteye girdim. Yat aşırı lüks olmasa da ortalama bir ev büyüklüğündeydi. Bir ev gibi de döşenmişti. Hemen yavaşça kamaraları kontrol etmeye başladım. Heyecanlı ve korkarak ilk kamaranın tokmağını çevirdim.

Bir… iki… üç… Üç kamarada da görünürde zombi yoktu. Dümen zımbırtısının olduğu yer de temizdi. Dış güverteye doğru giden koridora ağır adımlarla yöneldiğimde rahat bir nefes aldım ve gevşedim. Artık zombi tehdidine karşı tetikte olmaktan kurtulmuştuk. İç güverteye ulaştığımda arkamdan hırlama sesi geldi. Ani bir refleksle elimdeki beysbol sopasını geriye doğru dönerek savurdum, ama sadece havaya savurmuş oldum. O hızla dengemi koruyamadım ve tam tur atmış oldum. Dengemi sağladığım sırada ise sol baldırımda bir acı hissettim. Tekrar döndüm ve küçük bir erkek çocuğunun bacağıma yapıştığını gördüm. Hemen elimle ittirdim ve beysbol sopasını kafasına indirip dağıttım. Canımın acısıyla bacağıma ellerimi götürdüğümde beysbol sopası elimden düştü. Bacağımı tutup sekerek oturacak yer ararken içeri Almila girdi. Beni ve yerde cansız yatan zombi çocuğu gördü. Hızla yanıma geldi ve diz çöktü.

“Üzgünüm!” dedim. “ Üzgünüm… Seni yalnız bırakmak istemezdim.”

“Öyle konuşma hemen! Önce bir yarana bakayım.”

Almila, zombinin dişleriyle pantolonumda açtığı yırtığı iyice genişletti ve yarama baktı. Görebildiğim kadarıyla zombi, çocuk olduğundan etimi kopartamamıştı ama hatırı sayılır bir kan akıtmasına yol açmıştı. Almila aniden ayağa kalktı ve yatın bir ucundan diğer ucuna koşturmaya başladı.

“Ne yapıyorsun?” dedim sızlanarak.

“Hareket etme! İlk yardım malzemesi arıyorum.”

Kısa süreli arayıştan sonra Almila elinde sargı bezi, gazlı bez ve iki şişeyle geldi.

“Oksijenli su ve tentürdiyot var. Hangisini süreceğim? Tentürdiyot için zararlı diyorlar…”

“Ne fark eder! Nasılsa gidiciyim sür birini!” diye çıkıştım. Almila oksijenli suyu gazlı beze döküp yarama bastı. Oksijenli suyun etkisiyle az da olsa canım yandı. Acı gidince Almila sargı beziyle yaramı sıkıca bağladı.

“Umudunu yitirme,” dedi Almila, “Gördüğümüz gibi zombiler yeryüzünde bir şekilde yok oluyor. Belki de buna sebep olan neyse etkisini yitirdi ve-”

“SUS!.. Lütfen… Tamam, dediğine uyacağım. Yalnız her ihtimale karşı önlemimizi alalım. Umulmadık bir anda zombileşip sana saldırmayım.”

“Tamam,” dedi Almila gülümseyerek ve bana sarıldı. Ürkekçe saçını okşadım.

Her ne kadar Almila’ya o sözleri söylesem de ben zombiye döneceğimi hissediyordum. Bu satırları yazmak için dinlendikten sonra ayağa kalkıp defter ve kalem aradım. Dümenin olduğu yerde defter yerine ajanda buldum ve uygun bir yere geçip kapağını açtım. Kalemimle bu satırları siz okurken benim şimdiki zamanım oluyor. Başımdan geçenleri kaba taslak da olsa anlattım. Eğer bu ısırık yüzünden zombiye dönüşmezsem yazmaya devam ederim. Eğer yazmamışsam…

Şimdi Almilayı çağırıp bu ajandayı ona emanet edeceğim. Bana bir şey olursa Almila tek başına yola devam etmeli. İçimde garip bir his var. Çabuk olmalıyım…

29 Mart 2015

Adım Almila. Bugün onun öldüğü gün. Ajandayı bana emanet ettikten yarım saat sonra terleme ve ateş baş gösterdi. Sonunun geldiğini anladığında bana karşı bir tehdit oluşturmamak için yatın dışında o anın geldiğini anladığında denize atlamak için uygun yerde bekledi… Ve kendini suya bıraktı. Beni zombilerden kurtaran adamın sonu böyle oldu. Artık yalnızım ve tek başıma ne yapacağımı bilmiyorum. Düşlediğim günleri görebilirsem eğer anılarımı bugünden itibaren yazacağım ve onu hep hatırlayacağım.

Çevrimdışı Nightmare

  • ***
  • 627
  • Rom: 8
    • Profili Görüntüle
    • Saklı Günlükler
Ynt: Zombi Günlükleri
« Yanıtla #10 : 28 Mart 2015, 08:42:32 »
Hikayeni 1.5 yıl sonra tekrar okuduğumda bazı şeyler gözüme çarptı. Öncelikle konu bilindik ve artık çok zevk vermiyor insana. Kurgu bence zayıftı, sadece şunu şunu yaptık diye ilerleyen olaylar zinciri vardı. Betimlemeler çok azdı ve kafandaki dünyayı pek hayal edemedim. Şimdi türkiyede gerçekleşiyorsa eğer bize ya orayı tarif ediceksin ya da nerede olduğunu söyleyip bizden hayal etmemizi bekleyeceksin. Bu yüzden hayal etmeden sadece okudum.

Bunların dışında olaylar basitti ama anlatımın çok hoştu. Bazı cümleler yine gözü yorsa da anlatımın basit ve sadeydi genel olarak. Bence yeni bir konuyla birlikte yeni bir evren yaratmalısın. Olay örgüsü ve kurgusu güzel olur, betimlemelerinde yerinde ve yeterince olursa güzel hikakeyeler yazabileceğini düşünüyorum. Sevgiler...