Kayıt Ol

Kutsanmış... Ya da, Lanetli?

Çevrimdışı Vega

  • ****
  • 1023
  • Rom: 5
    • Profili Görüntüle
Kutsanmış... Ya da, Lanetli?
« : 09 Kasım 2013, 23:17:21 »
+18 demem on sekiz yaşından küçük biri olduğum için tuhaf kaçacaktır. Ama küfür var. İleride sanırım erotizm de olacak. Bol bol şiddet de içeriyor. Okumazsanız anlayışla karşılarım ^^ Okuyun.


Giriş

 "İyi o zaman madem beğenmiyorsun siktir git!"
Annenizi ne kadar sevmeseniz de yine de sözleri acıtıyor bazen. Onu hiç umursamadığınızı sanırken göğsünüze öküz gibi oturuyor lafları. Hem kişiliği sinirlerinizi bozuyor, hem sizinle böyle konuşması, hem de sizin üzerinizde böyle bir etkisi olması.
 "İyi." dedim titreyen sesimle. "İyi, gidiyorum. Sen de kal burada." Salondan çıkıp hole geçtim. Ayakkabılarımı giyerken "Yetmiş yaşına gelip altına sıçarken seni huzur evinden başka bir şey paklamayacak" diye bağırdım ona. "Yalnız başına geberip gideceksin."
 Öfkeliyken ağlamaktan nefret ediyorum. Gözlerimi yakan ama bir türlü akmayan yaşlardan da. Göğsümü sarsan, sessiz tutmakta zorlandığım hıçkırıklardan da.
 "Nereye gidiyorsun bu saatte?" diye bağırdı içeriden.
 "Ananın amına" diye cevap verdim. Kapıyı hızla açıp dışarı çıktım. Gözlerim zaten kısıktı o an. Koridordaki ışıkla daha da kısıldı. Parlak beyaz ışık gözlerimi kamaştırıyordu. Haddinden fazla parlaktı gerçi. Bir an midemin bulandığını hissettim. Kendimi ağırlıksız hissediyordum. Başım dönüyordu. Sonra ışık söndü. Kendimi bambaşka bir yerde buldum.



 Açık havada olmamam gerekiyordu. Çıplak, kızıla çalan topraklara ve kilometrelerce ilerideki devasa dağa bakmamam gerekiyordu. Gökyüzünde uçan iki adamı KESİNLİKLE görmemem gerekiyordu.
Sıska adamın mor saçları vardı. Tuhaf, ortaçağa özgü gibi duran kıyafetler giymişti. Etrafında ateşin çevresinde görebileceğiniz, hafif bir titreşim vardı. Uçmasına yardımcı olacak kanatları ya da ne bileyim halısı falan yoktu. Öylece duruyordu gökyüzünde. Öbür adamın aksine. Siyahlı adam sırtından çıkan iblis kanatlarıyla ona doğru ilerliyordu. Kanatları pullu ya da tüylü değildi. Nasıl tarif etsem; gölgeden, karanlıktan yapılmış gibiydi. Pençemsi kara tırnaklarından birini mor adama yöneltti. Ufak bir gri ışık demeti parmak ucundan fırladı. Mor adam kenara çekilerek ışıktan kurtuldu -ki bu ömrümde gördüğüm en saçma şeydi, bir adam nasıl ışıktan kenara çekilerek kurtulabilir ki? BİR ADAM NASIL UÇABİLİR Kİ? Siyahlı adam mora doğru ilerlemeye devam etti. Ama aniden görünmez bir şeye çarpıp beş metre kadar geriye savruldu. Hafif sersemlemiş gibi görünse de kendini toparlayıp yine aynı şekilde adamın üstüne gitti. İki eliyle havayı iterek bir gölge dalgası oluşturdu ve bu sefer ıskalamadı. Mor adam hızla yere çakıldı.

 Kanatlı adam yanına gidip pullu kuyruğuyla boğazını kavradı ve de beş metre kadar havaya kaldırdı. Sonra beni şaşırtarak hiç beklemediğim bir şey yaptı: Uzandı ve moru dudaklarından öptü. Sıska adam çırpınıp kurtulmaya çalıştı ama beceremedi. Ten rengi gittikçe soldu ve kendini cesedimsi bir griye bıraktı. Dudaklarının çevresinde siyah çatlaklar cildinde, yüzünde yayılıyordu. Kanatlı adam kuyruğunu gevşetip boş bedeni bir et torbası gibi yere attı. Yüzünde muzaffer bir ifadeyle gerinirken etrafını mor bir hale sardı. Bir anlığına yarı saydam bir ejderha gördüğüme yemin edebilirdim.

 Sonra beni farketti. Yanıma doğru süzülürken kaskatıydım. Anlamadığım bir dilde bir şey sordu. İtalyanca ve Arapçaya benziyordu. Cevap vermeyince daha tehditkar bir hale bürünüp bana hırladı. Evet, bir adam hırlar mı hiç diye soracaksınız. Peki bir adamın kedilere benzeyen uzun köpek dişleri var mıdır? Hayır kediler olmadı... Bu adam bir kaplan gibi duruyordu.

 "Lütfen" dedim kekeleyerek "Ne dediğini anlamıyorum."

 Genç adamın yüzünden bir şaşkınlığın gölgesi geçti. Pençelerinden birini uzatıp alnıma dokundu. Mor gözleri hafifçe parladı. "İşte. Şimdi beni anlıyor musun?" dedi bir aptalla konuşur gibi ağır ağır.

 "Evet, evet anlayabiliyorum." dedim. Ama sesim, konuştuğum şey kendime yabancı geldi. O dili bilmeden nasıl farklı bir dilde konuşabilirdim ki?

 "Sen kimsin?" diye sordu merakla. "Geldiğini görmedim. Bir Beliren misin?"

 "Onun ne demek olduğunu bilmiyorum ama hayır değilim sanırım." dedim kafam karışık bir şekilde. "Az önce o adamı öldürdün mü sen?"

 "Öf boş ver sen onu." dedi sabırsızlıkla. Uzun parmaklarından biriyle çenemi tutup gözlerimin içine baktı. Hayır, gerçekten içine baktı. Ruhumu uzun uzun araştırır gibiydi. Panik oldum, çünkü bu herif romantik bir şeyler yapınca sonunun iyi bitmediğini anlamıştım. Budala olabilirim ama o kadar da değilim.

 "Tuhaf," diye mırıldandı. "Hiç büyü gücün yok. Buraya kadar yürümüş olmalısın ama sağ kalamazdın ki." Sonra yüzü aydınlandı. "Büyük bir savaşçı mısın? Evet öyle olmasın!" dedi hevesle. Sonra pek de kaslı maslı olmadığımı fark etmiş olsa gerek hevesi sönmüş bir balon gibi yok oldu. "Sen bir savaşçı değilsin. Sen bir büyücü değilsin. Eh nesin ki o zaman?" diye sordu bir bulmacayı çözemeyip hayal kırıklığına uğramış bir çocuğun edasıyla. Sonra homurdanıp kafasını iki yana salladı.
 "Sen bir böceksin. Bir solucan. Bir kurtçuk. Sizin gibi kurtçukları n'aparız biliyor musun?" dedi alayla. Umarım ezmiyorlardır, diye düşündüm.

 Dişleri, pençeleri, kanatları, kuyruğu ve kafasındaki iki siyah keçi boynuzu kayboldu. Geriye benden bir kaç yaş büyük, yakışıklı bir delikanlı kalmıştı. Elinden bir gölge filizlenip bileğime sarıldı. Biçimlenip ince bir zincire dönüştü. "Senin gibiler hizmet etmekten başka şeye yaramaz." Tam konuşacaktım ki uzun parmaklarından birini dudaklarıma koyup beni susturdu.

 "Gel, Kurtçuk," dedi. "Arkadaşlarımla buluşmam gerekiyordu. Geç kaldım."