Kayıt Ol

hiçkimse-Yeni görev daveti

Çevrimdışı azizhayri

  • ***
  • 581
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
hiçkimse-Yeni görev daveti
« : 02 Aralık 2013, 14:34:07 »
YENİ GÖREV
   Sabahın, yavaş yavaş öğleye döndüğü saatlerdi. Güneş yeryüzünü ısıtmaya devam ediyordu. Yamacı tırmanan adam sıcağın ve yokuşun etkisiyle sık sık duruyor soluklanıyordu.  Her durduğunda kafasını kaldırıp yukarıya yamacın üst kısımlarına bakıyordu. Küçük çocukları zorla bir yerlere götürdüğünüzde sık sık “geldikmi? Diye sorarlar ya adam da o hava içerisinde bakıyordu yukarılara. Son durduğunda yine kafasını kaldırdı, baktı. Yüzünde yorgun bir gülümseme belirdi. Varmıştı. Son bir gayretle tekrar yola koyuldu.
   Adamın çıktığı düzlükte, manzara müthişti. Güneşin altında vadi göz alabildiğine yemyeşil uzanıyordu. Uzaklarda, yaz sonunun yorgunluğuyla kıvrımlanan ırmak güneş ışıklarının altında parıltılarla akıyordu. Irmağın hemen yanındaki yeşilliklerin arasında kaybolan kulübeler Af-Sa köyünün sakin halkını barındırıyorlardı. Af-Sa’lılar ,iki nesil önce, adını aldıkları ırmağın hemen yanında uzanan bataklığı kurutmuşlar, vadinin ırmağın uzağında kalan boz toprakları yemyeşil yapmışlardı. Adam bir kere daha soluklandı. Toprak basamakları çıkarak kulübeye vardı. Kapını tıklattı ama açan olmadı. Birkaç kere bağırdı “kimse yok mu” diye.  Cevap alamayınca kapının yanındaki sedire oturdu.
   Beş on dakika sonra beklediği ev sahibi, elinde uzun kulaklı bir tavşanla belirdi. Genç adam hem spor olsun, zinde kalsın diye hem de karnını doyurmak için sık sık ava çıkıyordu. Kendisini bekleyen adamı görünce “Keşiş, hoş geldin” dedi. Keşiş oturduğu yerden kalktı. Yüzünde bütün yorgunluğunu silen bir gülümseme vardı. “Hoş bulduk. İki adam kucaklaştı. Kısa bir hoşbeşten sonra mutfakta tavşanın kaynadığı ocağın yanında konuşuyorlardı.
   Keşiş, seni buralara çıkaran nedir? Adam kulübeye yayılan güzel yemek kokularından etkilenmişe benziyordu. Yürüdüğü uzun yol, kendisini iyice Acıktırmıştı anlaşılan. Aklı tencerede kaynayan Tavşan yahnisini unutmaya çalışarak cevap verdi
   Aslında hiç haber olmayışı, buraya çıkmamın ana nedeni. Yaşadığımız onca şey Tanrıların ilgisini gene çekmedi anlaşılan. Mağarada onca Kuzgunla savaşman, Kızıl Ejderhayı haklaman bir işe yaramamış gözüküyor. Hiç kimsenin gözleri daldı. Neredeyse onbeş gün olmuştu o macerayı yaşayalı.
   “Peki sen Payıtahta gidip olanları anlatmadın mı?
   “Anlatmaz mıyım? Hem öykü meydanında anlattım hem de yaşadıklarımızı yazıp kahramanlar duvarına astım.” Durdu birkaç saniye, sesindeki hüzün devam ediyordu. “Biliyorsun ki ben de olayların içindeydim.  Düşünceli bir ses tonuyla devam etti sözlerine. “Belki de ben yaşadıklarımızı iyi anlatamamışımdır.”  Birkaç süren sessizlikten sonra “Payıtahtta, Kraliyet merkezinde o kadar çok hikaye dolaşıyor ki senin yaşadıkların yaptığın onca kahramanlıklar vakıa-yı adiyeden sayılıyor. Adam gülümsedi. “Payıtaht mı? Vakıa-yı Adiye mi?”  Kızgınlığını gizlemeyen çalışan bir gülümsemeyle devam etti. “Hangi unutulan dilin nağmeleri bunlar… İnsanların yazılanları okumaması, acaba senin taş devrinden kalma dilin yüzünden olabilir mi? dedi alaycı bir sesle.
   “Neyse birde iyi haberim var.” İstediği merakı genç kahramanın yüzünde görünce, sözlerine devam etti.  Kralımız, senin başarından etkilendi. Tahtına musallat olan Kuzgun Kraldan kurtulduğuna seviniyor. Asi general ve onun Kuzguna dönüşen Ordusundan söz ettiğimi anlamışsındır.” Hiçkimse, düşüncelere daldı tekrar. Epey yormuştu kendisini bu savaş. Sonuçta güçte olsa mağaraya diri diri gömülmüştü onca karga. Ama ya ölmedilerse sorusu zaman zaman kafasını içerisinde dolaşıyordu.
   “Keşiş lafı dolandırmadan anlat” Sesi tatlı sertti. 
   “Afsay ırmağının, büyük sulara döküldüğü yerde, yeni bir yaratık peydahlanmış. Geçimini denizlerden balıklardan elde eden fukaraların canını yakıyormuş dediler. Balıkçıların teknelerini batırıyor, canlarını alıyormuş. Birçok kişi, balık tutmaya gittikten sonra bir daha dönmemiş. Kralımız, senin gidip sorunu çözmeni istiyor” dedi. Hiçkimse,  Gün batısını izlediği koltuğunda oturuyordu. Merak ettiği yerler aklına geldi.  Oralara gitmeliydi. Belki oralarda, neden burada olduğu hakkında bir fikir edinebilirdi. Kulübe kaldığı günler boyunca hep düşünmüş ama bir cevap bulamamıştı. Rahibin, kendisini buraya gönderen hakkında haberler vereceğini umut etmişti ama adam bu konuda hiç söz etmemişti.
   “Görev ne zaman” dedi. 
   “Sen ne zaman istersen, hazırlıklarını bitirir bitirmez diyelim mi? Genç yiğidin, yapacağı fazla bir hazırlık olmadığını biliyordu. Muhtemelen ertesi gün, seher vaktinde yola çıkardı. Yine de işini sağlama almak için “İnsanlar zor durumda, yardıma ihtiyaçları var” İki adam ister istemez başlarını kıvrılarak akan ırmağa çevirdiler. Vadi genişleyerek gün batısına doğru uzanıyordu.
   “Çok uzak mı o bahsettiğin büyük su.” Keşiş yerinden doğruldu. Ocağın üzerinde kaynayan tencereye yaklaştı. Tahta kaşıkla şöyle bir karıştırdıktan sonra “İyi bir yürüyüşle iki günde varırsın” Kaşığı tekrar daldırdı ve dolu çıkardı. Bir iki üflemeden sonra tadına baktı. Havuçların ve patateslerin doğranmasının zamanı gelmiş” dedi.
   Yemekten sonra veda zamanı gelmişti. “Karanlık çökmeden köye varmalıyım” Vedalaştılar Keşiş çantasını omzuna atınca “Bir de sana armağan var” dedi. Çantadan kocaman bir paket çıkardı “az daha unutuyordum” dedi. Paketi eline alan Hiçkimse ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. “Kızımız dan bir armağan “açtığında bir yelek ortaya çıktı. “Ne-Va, bebek ejderin kanatlarından sana bir yelek dikti. “ Bakışlardaki küçümsemeyi görünce “Öyle bakma sağlamdır” dedi. Bunu söylemesine gerek yoktu. Kızıl Ana’nın alevlerinden kendisini koruyan kalkanı bu kanatlardan yapmıştı mağarada.
   Uzun zaman izledi konuğunun uzaklaşmasını. Yola çıkmadan önce Ne-va’yı görmeliydi. O bayram gününden sonra bir daha görmemişti genç kızı. Oval yüzü, sarıya yakın renkteki kumral saçları ve uzun boyu aklına geldi. Daha O zaman kurtardığı kurbanla aralarında bir yakınlaşma başlamıştı. Başlamıştı ama köye gidip görecek cesareti kendisinde bulamamıştı. Keşişin görüntüsü kaybolasıya kadar ardından baktı… Rahibinde kendisiyle yola çıkacağını biliyordu. O olmasaydı kahramanlıkları kim yazacaktı.
"İnsanlığın en büyük trajedilerinden biri ahlakın din tarafından ele geçirilmesidir." Sir Arthur Charles Clark