Arka Kapak: Byzantiondan İstanbul'a uzanan, heyecan yüklü bir serüven...
Sarayburnunda, Atatürk heykelinin ayaklarının dibinde bir ceset, Avuçlarında antik bir pere.... Ama ne bu ceset son kurban, ne de bu antik para son sikke... Yedi kurban, yedi hükümdar, yedi sikke, yedi kadim mekân. Ve tek bir gerçek: Bu şehrin gizemli tarihi.
"Şehre bakıyorduk denizden. Sisler içindeydi İstanbul... Sisler içinde deniz... Sisler içinde teknemiz. Sultanahmetin minareleriydi görülen, Ayasofyanın kubbesi, Topkapı Sarayının kuleleri. Hiç yağmalanmamış, yıkılmamış, kirletilmemiş gibiydi şehir. Bembeyaz bir sisle örtmüştü doğa, ne varsa görüntüyü çirkinleştiren. Güneş doğmadan bir anlığına beliren bir hayal gibi... Büyülü bir bulut gibi... Bir masal imgesi gibi... Yeni kurulmuş bir kent gibi... Taze bir başlangıç gibi... Genç, umutlu, güzel...
İstanbula bakıyorduk denizden. Ölülerimizin yüzlerine bakıyorduk... Onların gözlerindeki kendi kederimize. Çaresizliğimize bakıyorduk, avuçlarımızda büyüyen zavallılığa, kanımızda filizlenen korkaklığa... Elimizden alman hayata bakıyorduk... Güneşli günlerimize, umut dolu sabahlara, eğlenceli bahar akşamlarına... Sönen anılarımıza bakıyorduk, ölen hayallerimize, yıkılan düşlerimize... Sönen anılarımızı, ölen hayallerimizi, yıkılan düşlerimizi yüklenip yorgun bir şilep gibi bizden uzaklaşan şehrimize... Şehrimizle birlikte yitirdiğimiz kendimize bakıyorduk..."
Yorumum: Sınıfımızda edebiyat dersinde okutulan kitap, İstanbul Hatırası, 40 güne yakın elimde sürünse de sonunda bitti. Kitabın sıkıcı olmasından değil, benim tembelliğimden her şey. Öhöm... Bir de sınavlar. Ahmet Ümit okumak adına çok güzel bir başlangıç oldu benim için. Niyetim vardı, okurken de bu kitapla doğru bir seçim yapmış olduğumu anladım. Hala okumayanlar varsa bu kitap ile başlayabilirler.
Hoca söylediğinde gidip aldım kitabı. Sadece cep boy vardı. Ucuz olmasına ucuz ama kullanışlı değil. Normal boyutunda olanı araştırıp bulmadığıma pişman oldum. Üstelik normal boyutlarda olanda kitaptaki cinayet bölgelerine uygun bir harita da varmış, okulda okuyanlarda gördüm. Cep boyu okurken çok narin olunması gerekiyormuş bunu da öğrendim. Sayfaların arasını caaaart diye ayırınca, kitabın sırt kısmı bir güzel zarar görüyormuş. Bundan ötürü hala okumayan ve okuyacak olanlara tavsiyem: Cep boy olanı görseniz de almayın, araştırın, bulun, büyük alın.
Bu sene kitap fuarında dört imza günü düzenleyen Ahmet Ümit'in üç tane imza gününde fuardaydım. Ama o ne sıradır o... Gözüm korktu, zamanım da az olunca giremedim kuyruğa. Hatta bir imza gününde forumdakilerle buluşmuştuk, Fiddler da sıraya gireyim diyerek yanımızdan ayrıldı ama o da upuzun kuyruğu görünce geri gelmiş bulundu.
Kitap hakkındaki düşüncelerime gelirsek... Kitap hem düşündürüyor hem bilgi veriyor dememiz mümkün. İstanbul hakkında onlarca bilgi ediniyoruz kitapta gerçekten. Tarihi hiç sevmediğimden büyüklerim bana "hikayeleştir kafanda" derlerdi. İşte bu kitap bence hem bu denileni benim için yapıyor hem de bilgi üstüne bilgi veriyor. Üstelik Ümit, akıcı diliyle güzel bir roman koyuyor önünüze.
Kitap, Başkomiser Nevzat'ın ağzından yazılmış. Kitapta Nevzat'ın sevgilisi Evgenia, yardımcısı Ali, Zeynep, arkadaşları Yekta ile Demir gibi karakterler mevcut.
Okuldan verilmesinden dolayı ön yargı ile başlasam da karakterlerin duygularını çok iyi veren yazar sayesinde kitaba kolay ısındım.
7 ayrı ceset, cesetlerin avuçlarına bırakılan 7 ayrı sikke, 7 ayrı tarihi yer, her cesedin bir sonraki cesedi gösteren ok şeklindeki elleri... Gerçekten etkileyiciydi.
"Hayat, bozmaktan korktuğu için dokunmaya çekiniyor hayallerimize..."