Kayıt Ol

Zümrüt ile Beyaz

Çevrimdışı Refeco

  • *
  • 35
  • Rom: 0
  • Aldattığını zannedenin aldanması yakındır.
    • Profili Görüntüle
Zümrüt ile Beyaz
« : 08 Aralık 2013, 13:58:58 »
Sanki madende az çalışmışım, işim gücüm yokmuş gibi yazıyorum. Sanki bunu okuyacak birileri varmış gibi, kendi kendimi kandırarak, karalıyorum şu eski parşömeni.

“Huc venire! Refeco! Loquor vobiscum. Etrusci la Turca!”
(Buraya gel. Refeco! Sana söylüyorum. Türk'ün Etrüsklüsü!)


Annemin bana seslenişini hatırlıyorum. O masum günlerimde Tiber nehrine doğru çırılçıplak koştuğum günlerin özlemini çekiyorum hala. Gözlerimi kapattığımda sanki yanıbaşımda o güzel ev. Meyve ağaçları, doru atlar, uçsuz bucaksız tarlalar…

Refeco ismim, İtalya’da doğdum ya da doğmuşum, yani öyle diyorlar. Ailem soylu bir kökene sahipti. Beyaz mermerden yapılma büyük bir evimiz vardı. Her sabah uyandığımda babamın yanına koşardım. Atların yanıbaşında olurdu. Hemen bir parça saman alıp Priska’ya verirdim. Dudaklarından akan salya ile ellerimi yapış yapış ederdi Priska. Sonra üstüme sıcak nefesini bırakıverirdi. Babam saçlarımı okşar ve annemi üzmemem gerektiğini söylerdi. Priska’ya bindikten sonra her zaman aynı cümleyi tekrarlardı.

“Nolite oblivisci. Vos es an Etrusci. Vivere quasi Etrusci.”
(Unutma. Sen bir Etrüsksün. Etrüsk gibi yaşa.)


Öyle hafızama kazınmış ki bu cümle. Ailemin kökenlerinin Roma İmparatorluğunun kurucu kabilelerinden biri olan Etrükslere dayandığını çok sonradan öğrendim. Etrükslerin kim olduğunu öğrenmek de bir o kadar zaman aldı. Neyse, tarih dersi kısmını sonraya bırakalım.

İnsanoğlu, hayatını seçemiyor. Hayat O’nu seçiyor. Sanki koca bir çocuk var, ismi de “Hayat”. Biz de O’nun oyuncaklarıyız. Canı sıkıldığında bir kenarı fırlatıyor bizi. Bazen bu güzel romanın baş kahramanı oluyoruz. Bazen de bir bahçedeki bir taş parçası.

“Lumina, quod viridi! Ahh illi oculi! Viridi similis smaragdo!”
(Gözleri yeşildi! Ahh o gözler! Zümrüt yeşili!)


Şimdi nerede miyim? Belki inanmayacaksınız ama bir Türk kasabasındayım. Binbir çeşit yemeği beğenmeyen ben, pazaryerinden mısır alıp haşlıyorum her gün. Baloların değişilmezi ben, alkol bile bulamadığım meyhanelerde geziyorum. Neden mi? Bir çift yeşil göz uğruna.

Bir çift yeşil göz efendim. Zümrüt yeşili gözler. Unutamadığım o gözler. Hala hayallerimi süsleyen o gözler. Uğruna her şeyi bıraktığım gözler. Uğruna hayatımı mahvettiğim gözler. Peki şimdi nerede o gözler?
Biraz şarap olsaydı ne olurdu sanki?

Cümleler iyice birbirine karıştı. Gözler diyordum. O güzel gözleri görmüştüm bir baloda. Yanıbaşında pala bıyıklı bir yeniçeri vardı. Yaklaşmıştım. Dün gibi hatırlıyorum her şeyi. Elini öpmeye çalışmıştım, yeniçerinin nasır tutmuş elleri aramıza girdi. Ben derdimi anlatmaya çalışıyordum, yeniçeri dinlemiyordu bile.
“Bacım, sen dedün deyü nerelere geldük, şimdi yerle bir edeceğün bu sünnetsüzü. Bre git belanı başkasından bul tohumu bozuk irezül!”

Türkçe bildiğimi bilmiyordu yeniçeri. Bozuntuya vermemiştim. Bir tercüman bulup, adetlerini bildiğimi falan söylemiştim. Az önceki hareketimle yaptığım terbiyesizlikten ötürü özür falan dilemiştim o gözlere. Ama nafileydi tabii, yeniçeri de hiçbir değişiklik yoktu. Sonra hanımefendiye bir hediye sunmak istediğimi söylettirmiştim tercümana. Yeşil gözleriyle şu boş dünyamı doldurduğu için diye eklemesini istemiştim. Tercümanın bana korku dolu bakışlarını hala hatırlarım. Sert bir şekilde çevirmesini emretmiştim. Sesi titreyerek ve gözünü yeniçerinin yatağanına bakarak çevirmişti. İşin doğrusu, ben de sert bir tepki beklemiştim. Ama öyle olmadı. O yeşil gözlerin altında iki güzel gamze ortaya çıkıverdi. O hokka gibi burnu genişledi, sonra ıslak dudaklarının arasındaki beyaz dişleri ortaya çıktı. Ahh be ne kadar güzeldi. Ne kadar güzel gülmüştü öyle!
Yeniçeri de gülümsemişti. Sebebini bilmiyorum. Sonra yeniçerinin eşliğiyle birlikte bahçeye çıktık. Ailemin nişan işareti olan gri bir kurt işlenmiş pelerini çıkardım heybemden. İşin doğrusu bu pelerini o akşam birlikte olmayı planladığım Cristia’ya hazırlatmıştım. Ama hayat işte, kime niyet, kime kısmet.

Pelerini alan o yeşil gözler, yeniçeriyle birlikte uzaklaştı. Hiçbir tepki yoktu. Ertesi günü aynı yeniçeri kapımıza gelip, bana bir mendil getirdi. Önce ne olduğunu anlayamadım. Sonra kaba bir İtalyanca ile “Mei Ab domine” (Sahibemden) dedi. Mendili açtım, elleriyle işlediği bir mendil. Üzerinde iki kelime vardı, alt alta şöyle yazıyordu.

“Gratias!”
(Teşekkürler!)
 ”شكرا.”
(Teşekkürler!)


Hep O’nu aradım sonraki günlerde. Bir kez daha görebilmek için her şeyi feda ederim diyordum arkadaşlarıma. Gülüp geçiyorlardı. Sonunda dayanamadım, üç direkli bir yelkenli kiraladım Roma’dan. Yola çıktım, Osmanlı topraklarına varıp bulacaktım o iki çift gözü. Ölmek pahasına bile olsa, tekrar görecektim o gözleri.

“Sancti ventus!”
(“Ulu rüzgar!”)


Yağmur ve fırtına, tuzlu suyun ciğerlerimi yakması, ana direğin çatırtıyla kırılması, denize kavuşmak…

O geceden hatırladığım daha fazlası değil. Sonradan kendimi bir gemide buldum. Gemide Osmanlı flaması dalganıyor diye ümitlenmiştim ama Yunan korsanlarının bir hilesi olduğunu görünce ümitlerim boşa çıktı. Derdimi anlatmak için o kadar dil döktüm ama nafile. Küreklerle buluştu ellerim önce, kalburum çıktı, nasır tuttu her tarafım. Vücudum yaralarla doldu. Açlık ve susuzluk bedenimi kavurdu. Kırbaçlandım. Kağnılara bağlı öküzler gibi saatlerce kırbaçlandım.

Bütün ihtiyacımızı kürek çekerken karşılıyorduk. Yemeğimizi orada yiyorduk, tuvalet ihtiyacımızı orada gideriyorduk, orada uyuyor, orada dayak yiyorduk. Ne kadar zaman geçti Tanrı bilir. Sonra birkaç Osmanlı kadırgasının saldırısıyla uyandık. Daha ne olduğunu anlayamadan korsanlar denizin dibini boyladı, bizleri ve gemiyi arkalarında getirdiler. Derdimi anlattım, şansım yaver gitti. Kurtuldum. Beni serbest bıraktılar. O’nu aradım ve buldum. Ne mi oldu? Tanımadı bile! Evet, tanımadı. Bir de babasının adamlarından iyi bir sopa yedim.

Gül peşinde koşan bu yürek,
Bilmem kaç papatyayı ezdi geçti.
Zannetme ey zümrüd-ü yeşil gözlüm,
Elbet yetecek senin de hüsranını görmeye ömrüm.

Bir nefes,
Bir kafes,
Bir mendil ,
Bir adımla biter mi yollar?
Bir rüzgar devirir mi o koskoca hayalleri?
Bir parça kumaş mıdır adamı adam yapan?
Birkaç yara izi mi beni serseri eden?

Şimdi, sadece sana bakıyorum.
Şimdi, sadece sana acıyorum.


Ahh şimdi nerede miyim? Bandırma diye bir kasabadayım. Yolum buralara düştü işte. Öyle kalabalık bir yer değil. Herkes işinde gücünde, herkesin kendine göre sıkıntıları var. Kimileri ekmek peşinde, kimisi çok para kazanıp buralara yerleşecekmiş, gününü gün edecekmiş falan. Arada kasabanın yanıbaşındaki tepelere oturuyorum ve uçsuz bucaksız mısır tarlalarını izliyorum. Aklıma İtalya geliyor, annem, babam, kardeşlerim, beyaz bir ev, taş avlu, balolar, güzel kızlar...

Özlemiyorum diyemem. Canımı acıtıyor da. Her şey geçer, her şeye alışır insan. Ama O’nun acısı beni hep daha çok acıtıyor.

Ne olurdu bir bardak şarap olsaydı şu masada?

Yarın madenler beni yani Refeco beyi bekler. En soylu madenci benim sanırım. Ahh şu felek! Buralarda güzel bir laf var.

“Kul kurar, kader gülermiş!”

Kalın sağlıcakla.

Sanki birileri okuyacakmış gibi…




"Adalet uğruna kılıcım, kalkanım ve tek kullanımlık bir hayatım var. Bırakın gelsinler!" Nûbarron'lu Hirran

Çevrimdışı

  • ***
  • 581
  • Rom: 47
  • Hayvan Yemeyelim!
    • Profili Görüntüle
    • http://bulentozgun.blogspot.com/
Ynt: Zümrüt ile Beyaz
« Yanıtla #1 : 11 Aralık 2013, 19:04:53 »
Güzel bir öyküydü. Kolay okunan bir diliniz var. Cümleler sade, noktalamalar yerinde, okunuşu kolay. Bir kaç yerde "şey" sözcüğü birleşik yazılmış, affınıza sığınarak haber vereyim.

Öykü ilginç, başlar başlamaz devamını getirdim, sıkılmadım. Bana, sanki daha büyük bir öykünün parçasıymış gibi geldi. Ana öykü kişisinin yaşadığı onca şey sıkıştırılmış ama bu beni rahatsız etmedi. İstenirse genişletilebilir; lakin bu haliyle de güzel. Sadece etraflıca yazılınca öykü kişisinin hakkı tam teslim edilir kanısındayım; çünkü sevdim kendisini. İtalyanca sözcükler, öyküyü çeşnilemiş, hoş bir ayrıntı olmuş.

Elinize sağlık.

Çevrimdışı Refeco

  • *
  • 35
  • Rom: 0
  • Aldattığını zannedenin aldanması yakındır.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Zümrüt ile Beyaz
« Yanıtla #2 : 11 Aralık 2013, 21:14:18 »
Okuduğunuz ve yorumladığınız için çok çok teşekkür ederim. Beğendiyseniz ne mutlu bana. :)

Hemen düzeltiyorum hatalarımı. :)

Aslında bu öyküyü, Rönesans Krallıkları isminde bir RP oyunu için yazmıştım. O yüzden hiç etraflıca yazma planım olmadı. Zamanım olursa üzerinde düşünüp, yazabilirim belki. :)

Bu arada İtalyanca cümleleri Google Translate ile çevirmiştim, sıkıntılar olabilir. :D
"Adalet uğruna kılıcım, kalkanım ve tek kullanımlık bir hayatım var. Bırakın gelsinler!" Nûbarron'lu Hirran