Kayıt Ol

İstila Bölüm 5

Çevrimdışı grikunduz

  • **
  • 368
  • Rom: 6
  • Est solarus oth mithas
    • Profili Görüntüle
    • HayalGezer
İstila Bölüm 5
« : 31 Aralık 2013, 16:16:23 »
Deli Adamın Hatıratı Sayfa 1 - Tuğrul Güç


Bugün istilanın resmi olarak 80. Yılı tamamlanmış durumda. Aslında istilanın tam olarak ne zaman başladığı hep bir tartışma konusu olmuştur benim için. Acaba herkesin dediği gibi ülkelere asker çıkarmaya başladıklarında mı başladı istila, yoksa yörüngemize ilk girdikleri anda mı? Hatta evrenimizdeki Ceytunlar için yaşanabilir tek gezegenin bizimki olduğunu da denkleme katacak olursak gezegenimiz dahi var olmadan önce Ceytunlar gezegenlerini terk etmeye hazırlandıklarında mı istila edilmiştik. Eğer o anda yeterli hesaplamaları, gerçekleri değiştirmeyecek şekilde yapabilecek biri ya da bir şey çıksaydı Ceytunların Arzı, gezegenimizi işgal edecekleri gerçeğine ulaşmakta zorlanır mıydı? Ve bu kadar bariz olan bir gerçek olmamış bir şey sayılabilir miydi? Peki ya bu işi biraz daha geriye götürecek olsam, Ceytunların var olduğu bir önceki gerçekliğe, denklem değişir miydi? Bütün bu olaylar silsilesi birbirini deviren domino sırası mıydı acaba, yoksa tek bir olay mı? Evrenlerin bitip yeniden var olacakları değiştirilemez bir gerçekti, başlangıcı olan her şey biter. Boş kalan her şey de dolar. Zaten boşluk, doluluğun seyrek hali değil midir? Tabi bütün bunları söylerken evrenlerin oluşumunda dış etkilerin olmadığı bir gerçeklik varsaydım. Ancak bu işi daha da karmaşıklaştıran bir durum daha var. Araştırmalarım sırasında Ceytunların artık kaybolmuş tarihleri üzerine yazılmış bir tahmin tezi ile karşılaştım ki bu bütün kabullerimi anlamsızlaştırıyor. İnsan düşüncesinin veya mantığın zayıf yönü de bu sanki. Denklemi ne zaman çözdüğünüzü, sonucu bulduğunuzu sansanız gene çok farklı bir sonuç kapının hemen arkasında bekliyor oluyor. Her şey bilinmeyenlerle dolu. Kabuller üzerinde yaşamanın doğal sonucu olsa gerek.

Konudan konuya atladığımın farkındayım. Veya tek bir düşünceyi bütün olarak incelemediğimin de. Ne zaman bir konuya bir argümanı kurmaya başlasam detaylarda kayboluyorum. Zaten bu bitip tükenmez doğruluk, gerçeklik tartışmalarım yüzünden asla kesin bir bilgiye sahip olamadım. Her zaman ettiğim laflardan, kurduğum cümlelerden şüphelendim. Bilinmeyenin olma ihtimalinden korktum hep. Sadece eşitliği olan sağlamasını yapabileceğim denklemler hoşuma gitti. Bana kendimi güvende hissettirdi. Genelde iddialarda bulunmaktan çok şunları doğru kabul edersek şunu doğru bulursunuz gibi varsayımsal tartışmalara girdim. Teknik olarak bu başkalarının fikirlerini rahatlıkla çürütmemi sağladı. (zira onların fikirlerinin temellerindeki kabulleri doğru kabul ederek başlayıp, fikirlerinin kendi içlerindeki tutarsızlıklarını bulmakta hiç zorlanmadım.) Tabi bu durumun doğal sonucu olarak da kendi fikirlerimi oluşturamaz oldum. Bu yüzden de beni dinlemeye hazır olmalarına rağmen kalabalıklar karşısında asla güç sahibi olamadım. Buna en çok muhtaç olduğumuz anlarda bile insanların karşısına geçip de “doğru şudur yanlış budur” diye bağıramadım. İsyan gruplarının teorik ideolojisini kuran tek akıl olmama rağmen örgüt içerisinde adımı duymuş insan sayısı iki elin parmaklarını geçmedi. Zira ben kendi içimdeki tartışmaları aşıp insanlara anlayabilecekleri tutunabilecekleri gerçekleri sunamadım. Filozoflarında sorunu bu olsa gerek, insanların çoğunun bizim kadar zeki olmadıklarını unutuyoruz. Onlar kesin gerçekler, belirli renkler istiyor. “Ceytunlar siyah biz ise beyaz” demek istiyorlar. Bir Ceytun’un yaptığı her şeyin yanlış olduğuna inanmak için şartlanabilmek istiyorlar. Kısacası rahatça küfür edebilecekleri acımayıp vahşetle yok edebilecekleri bir düşman istiyorlar. Ceytunların hareketlerinin onların cephesinden bakıldığında ne kadar gerekli ve normal olarak algılanabileceğini umursamıyorlar. Benim gibiler belirsizlikten başlayıp çözüm bulmaya giden yolu sever. Ama insanların çoğunluğu bundan korkuyor. Bunu anlamakta yaşadığım sorun beni her zaman başarısız etti aslında. Onlar Ceytunların haklı olabileceği hususunda düşünmek dahi istemiyorlar. Niye düşünsünler ki, Ceytunlar pürasa kötü varlıklar zaten. Düşman kötü diye şartlıyorlar kendilerini ve tek bir sonuca varıyorlar bundan. Benim hayatta kalmam için onların yok olması lazım, o yüzden bu yolda ölmem gerekse bile savaşmaya hazırım. Buradaki saçmalığı nasıl göremediklerini anlayamıyorum. Gerçeklerin bağlantılı olduğunu mu inkâr ediyor acaba beyinleri yoksa bütün olarak incelemekten korkuyorlar mı gerçekleri? Belki de hepsi tembellikten kaynaklanıyordur.

Neyse ki Koray bunlardan bahsetmemi istemiyor benden. Düşündükçe kızdığımın farkında galiba. Ayrıca bu tür karmaşık şeylerin işe yaramadığı kanısında. Ben her zaman düşünce kapasitesi gelişmiş kitlelerin, hayvan gibi güdülen, sürü mantığından daha üstün olduğunu iddia ettim. İnsanları eğitmeyi amaçladığım tartışmalara sürükledim. Kabulleri sorgulattım. Bu yüzden de etrafımda sadece birkaç kişi toplandı zaten. Ama Koray benim gibi değil. Farklı o, insanların aptal olduğu kanısına çoktan varmış. Sadece başarıya giden yoldaki detaylar olarak görüyor onları. “Sayılar bütünü” olarak düşünüyor belki de. Bazen örgütten kadınlarla düşüp kalkıyor, konumunun getirdiği karizmayla. Sinirden çılgına döndürüyor beni insanları böyle aldatması. Umursamamam gerektiğini söylüyor her zamanki sakinliğiyle. “Bu insanların umut ve arayışlarını kendi pis zevklerin için harcıyorsun” diyorum. Gülüyor, “bu kadar ciddi olarak kalabalık kontrol edemezsin” diyor. “Senin yaptığının yanlış olduğunu düşünseler de sana imrenmeliler. Hepsi senin yerinde olmak istemeli. Ve bu şekilde sisteme olan bağlılıkları artsın. Hem bu şekilde sana yaklaşanlara daha çok ayrıcalık sağlayacağını hissettirip herkesin senin için çalışmasını sağlayabilirsin” diyor her seferinde. İnsanların bu kadar dar olmalarını anlayamıyorum. Seviyorum Koray’ı olabilecek en iyi arkadaş belki de ancak mevzubahis fikirleri ve eylemleri olunca vücudumdaki son kıla kadar nefret ediyorum ondan.

Son bir hedefim var artık. Bir gün olur da beni anlayacak biri çıkar diye fikirlerimi anlattığım şu mektubu bitirebilmek. Çok yakında bitireceğim bu hikâyeyi eskilerin döneminden kalma mekanik bir makineyle. Tek hamle ve her yerde beyin parçaları... Bu silahları yapan insanlar oluşturacağı kirliliği çözmeye çalışmamış, hatta belki de o pisliği istemişler üretim sırasında. Bir ölüm aletinin nasıl çalışması gerektiği konusunda yıllarca felsefi tartışmalar yapmışlardır belki de. Ölüm pis bir şey olmalı diye düşünmüşlerdir onlar da tıpkı benim gibi. Burada biri ölmüş derken nefret ve tiksinti buruşmalı insanların yüzünde. Gerçekten bir insanın öldüğünü hissetmeli yaşayanlar derinlerinde bir yerde. Ve korkmalılar ölümden umutsuzca.  

Belki ölümümün ardından uzun zamandır ahmakça bekledikleri devrim denemesini de yaparlar.  Aralarında gerçekten Ceytunları yenebileceklerine inananlar var. Savaşların zafer için yapıldığını sanan bu ahmaklar, mağlubiyeti tadınca kaçacaklar anında. Bundan Koraya bahsettiğimde hiç ciddiye almadı beni. “Kendi kıyametine at sürüyorsun ahmak” diye bağırdığım zaman bile sonuç alamadım. Belki de benim bilmediğim bir şey biliyordur.


Neyse şu anda yazılarıma ara vermem gerekiyor. Sosyal Etkinlikler Sorumluluk Merkezi iki yüz bin kişilik bir miting için izin verdi bu sefer. Hiç anlayamadım şu mitingleri de zaten. Neyse Korayın miting konuşması üzerinde çalışmam gerekiyor. Kalabalıkları sarsacak bir şeye ihtiyacı var. Mitinglerde neden bağırılır acaba.[/img][/img]

Çevrimdışı M.K.Immortal

  • **
  • 290
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
Ynt: İstila Bölüm 1
« Yanıtla #1 : 01 Ocak 2014, 02:52:09 »
Sonunda yazmaya karar vermişsiniz, sevindim :) İlk bölüm için gayet güzeldi ama öyküden çok bir kitap girişi gibi olmuş. Kötü anlamda söylemiyorum, derin bir anlatımı var yani.

Konunun temelinden çok felsefi bakışlar ön plandaydı ki gayet iyiydi. Dediğim gibi, konuya girişi ağırdan aldığınız için ya çok uzun bir öykü serisi okuyacağız ya da bir zaman sonra roman olma yolunda ilerleyen bir yazıya dönüşecek gibi :)

Tartışma bölümünde konuyu detaylıca yazmıştınız ki orada hatırladıklarımdan dolayı okurken sorun yaşamadım Ceytun kimdir nedir diye. Fakat ilk defa okuyan biri için belki "ne oluyor yahu" diyerek sıkıcı görünebilir.

Devamını okumak dileğiyle. Elinize sağlık.

Çevrimdışı grikunduz

  • **
  • 368
  • Rom: 6
  • Est solarus oth mithas
    • Profili Görüntüle
    • HayalGezer
Ynt: İstila Bölüm 1
« Yanıtla #2 : 01 Ocak 2014, 02:59:18 »
Sonunda yazmaya karar vermişsiniz, sevindim :) İlk bölüm için gayet güzeldi ama öyküden çok bir kitap girişi gibi olmuş. Kötü anlamda söylemiyorum, derin bir anlatımı var yani.

Konunun temelinden çok felsefi bakışlar ön plandaydı ki gayet iyiydi. Dediğim gibi, konuya girişi ağırdan aldığınız için ya çok uzun bir öykü serisi okuyacağız ya da bir zaman sonra roman olma yolunda ilerleyen bir yazıya dönüşecek gibi :)

Tartışma bölümünde konuyu detaylıca yazmıştınız ki orada hatırladıklarımdan dolayı okurken sorun yaşamadım Ceytun kimdir nedir diye. Fakat ilk defa okuyan biri için belki "ne oluyor yahu" diyerek sıkıcı görünebilir.

Devamını okumak dileğiyle. Elinize sağlık.

Yazmaya karar vermemde sizin de payınız var aslında. Gaza geldim bir nevi. :D

Dediğiniz gibi kitap girişi gibi oldu zira Bu kitaptaki karakterin karışık kafası üzerinden uzun uzun tartışmalar işlemek istiyorum. Bunun dışında bir de dış dünyadaki aksiyon olacak ki bu yüzden dediğiniz gibi biraz uzayacak. En azından ben öyle umuyorum.

Sıkıcı gelme ihtimali konusunda ise kesinlikle haklısınız. Bunu biraz göze alarak attım aslında. Ama bazen hikaye için okuru feda edebiliyor insan ister istemez. İlerleyen zamanlarda kapatacaktır bu açığını hikaye umarım. :)

Yorumunuz için Teşekkürler.

Çevrimdışı grikunduz

  • **
  • 368
  • Rom: 6
  • Est solarus oth mithas
    • Profili Görüntüle
    • HayalGezer
Ynt: İstila Bölüm 2
« Yanıtla #3 : 07 Ocak 2014, 11:54:23 »
Yozlaşmak, Koray Engiçin Hatıraları Bölüm 1 Sayfa 1

Benim için her şey hastanedeki yeni doğan bir çocuğa Ceytunların el koyduğunu duymamla başladı. O güne kadar dünya devletlerini istila etmelerini oldukça uygun bulmuştum. Devlet dediğin bana göre yozlaşmış bir kurumdu. Onları ilk kurduğumuz zamanlarda bir amaçları vardı elbette bizim yapmaya erindiğimiz işleri yapacaklardı, toplu yaşamın sorunlarını çözeceklerdi. Ama bir yerde bir şey oldu ve her şey tersine döndü. Bir yerde devletler bize hizmet veren kurumlar olmaktan çıktılar. Bizi yöneten bize kim olduğumuzu söyleyen baskı merkezlerine dönüştüler. Bizlere ödevler yüklediler sorumluluklar yıktılar. Ve bağırdılar suratımıza karşı Devletin olduğu için şükret. Başımızda devletimiz olmasa çok daha kötülerinin geleceklerini söylediler. Ve bunu dünyadaki tüm insanlara yedirdiler. Buna nasıl inandık, ya da inandırıldık, hala emin değilim.

Ceytunların onlar gibi olacağını düşünmek için ahmak olmak gerekiyordu. Ceytun ırkı insanların aksine devlet kavramı için yaratılmış gibiydiler. Aile kavramları, kişisel mülkiyet kavramları, yükselme hırsları yoktu. Karınca sürüsü gibiydiler, koloninin hatırı için varlıklarının önemsiz olduklarının farkındaydılar. Ve sistemin yürümesi için hiçbir ayrıcalık gözetmediler. Hatırlıyorum “Bu tür varlıklar yozlaşamaz,” demişti Tuğrul. Onun kafası basardı böyle şeylere, başkalarının daha iyi olduğunu bildiğim konularda önderlik etmelerine fırsat veririm. Zaten beni bu istilanın başına geçiren de bu oldu. Yoksa herkesin birer Nemrut kesildiği bu dönemde tatminkâr bir halk hareketini yönetmek mümkün değildi. Tabii bütün bunlar çocuk vakasından sonra oldu. Onun öncesinde bir Ceytun sempatizanıydım dediğim gibi. Devrimin hikâyesi ise gözü yaşı bir kadınla başladı. diğer birçok şey gibi.

Çocuğunun doğumun hemen ardından alıkonulduğundan bahsetti bana yaşlı gözleriyle. O güne kadar haklarında iyi şeyler düşündüğüm Ceytunlara karşı şiddetli bir öfke hissettim bir anda. Yeni doğmuş bir çocuğu annesinden ayırmanın ne demek olduğunun farkında değillerdi. Bu kadar basit bir bilgiden nasıl bihaberlerdi. Anlayamayacaklarının farkındaydım ancak aradan geçen onca yıldan sonra Anne sevgisi gibi yaygın bir duyguyu öğrenmiş olmaları gerekirdi. Hırsla fırladım “Ceytun Yerel Halkla Etkileşim Merkezine.” Yapılan hareketin sebebini ve bunun ciddiyetinin farkında olup olmadıklarını sordum dişlerimin arasından. İlgili Ceytun her zamanki sakinlik ve soğukluğuyla sistemi inceleyerek hızlı bir cevap hazırladı benim için.

“Maalesef bahsettiğiniz çocuk da zeka geriliği bulunmakta. Bu yüzden de bilimsel amaçlarla el konulmuş vücuduna.”Konuşanın sakinliği ve önemsemez havası Ceytunların karakterlerinin bu olduğunu unutturarak öfkeye sürükledi beni. Bağırmaya başladım kontrolsüzce. Bir annenin çocuğundan ayrı kalmasının psikolojik sonuçları ve bunun gelecek hayatında yol açacağı olası sonuçlardan bahsettim. Görevli sakinliğini hiç bozmadan “Sistem ile ilgili bir şikâyetiniz varsa danışman Ceytunlardan sizin için randevu alabilirim” diye cevap verdi. Yumuşacık ve insanı sakinleştiren bir sesi vardı. Tıpkı diğer Ceytunlar gibi. O anda istediğim şey bu değildi, şu anda bağırmamdan rahatsız olmuş bana karşılık verecek küfür edecek bir canlı istiyordum. Kendimi garip hissetmeden kafa göz dalabilecek birisini istiyordum.ancak bir Ceytuna ne kadar zorlarsanız zorlayın kızamıyorsunuz. Her halleri konudan sorumlu olmadıklarını bağırıyor sanki. Koduğumun solucanları…

Ceytunların ilk günden beri nefret ettiğim tek yanlarıydı bu. Hiçbir olay kişisel değildi onlar için. Biraz hakkaniyetli bir fıtratınız varsa herhangi bir Ceytuna asla kızamazdınız. O sadece sistemin ona emrettiğini yapmış olurdu her seferinde. İşin komik yanı ise sistemin hiçbir Ceytuna bağlı olmamasıydı. Ceytun yönetimi tamamıyla önceden kurulmuş bir sisteme dayalıydı ve hareketlerin hiçbiri için sorumlu bulamazdınız. Her türlü olası gelişme düşünülmüş, tepki protokolü hazırlanmış ilgili Ceytunun beynine eğitim sürecinin bir parçası olarak yüklenmişti. Böyleydi onlar, sistem elemanları. Eğer bir dine inanıyor olsaydı Ceytunlar bu kesinlikle sistemin kendisi olurdu.

Ama en kötüsü elbette bu değildi. En kötüsü şeffaflıklarıydı.  Bir yönetim örgütünün şeffaf olmasının önemli olduğu kanısındaydım. En azından Tuğrul böyle olduğu hususunda beni ikna etmişti bir zamanlar. Ancak Ceytun hükumetinin şeffaflığı onlarla olan ilk savaşımdan beri beni çılgına çeviriyordu. Ceytun'ların sahip oldukları her şeyi inceleme hakkına sahiptik o zamanlar. Silahlarına, üretim tekniklerine, makine bilgilerine tam ulaşım hakkımız vardı. Merak ettiğimiz her şeyi sorabilir her konuda tam detaylı cevapları alabilirdik. Hatta öyle bir raddeye gelmişti ki artık cevabı bilen insanlar yerine soru sorabilen insanlar yetişmeye başlamıştı. Tabi biz isyancılar için bu cevapların hiçbiri hiçbir işe yaramıyordu. Mesela ilk isyanımız için silahları Ceytun cephanesinden almaya karar verdik. Bu son derece zeki planımızı gerçekleştirmek için “Saldırı amaçlı savaş aletleri” başvurusunda bulunmuş hepimizi silahlandırmaya yetecek kadar silah ve cephane almış bunlarla bir gece baskını planlamıştık. Operasyon saatine kadar gene onlardan aldığımız şarapları içerken aptallıklarıyla alay ettik. Ve saldırıya geçtiğimizde Ceytun plazma silahlarının Ceytun biyolojik yapılarında tamamıyla işlevsiz olduklarını fark ettik. Aslında biraz düşünseydik herhangi bir Ceytunun kendi ırkına zarar verebilecek bir silah üretmeyeceğini anlayabilirdik. Daha önce söylemişmiydim? Biz o zamanlar pek düşünmüyorduk. Tabi planımız baştan sona bir felaket olmuştu. Biz onlara çılgınlar gibi ateş ederken sakince üzerimize gelip silahları elimizden almışlar ve savaş aletlerine ulaşımlarımızın sınırsız olarak engellendiğini söylemişlerdi.

Şimdi düşünüyorum da bütün savaşım bu olayın ardından gelen kaybetmemiş olma çabasıydı. Bir yerden sonra bunu fark etmeye başladığımda  ilk yozlaşma izlerini görür gibi oldum üzerimde. Şu anda halkımın liderliğini yaparken ise bütün bunları düşündükçe kahroluyorum. Yozlaşmış bir liderim ben maalesef. Dünya hükümetlerinin yozlaşmasından o kadar çok bahsettim ki kendi yozlaşma ihtimalimi hiç düşünmemiştim.

İsyan etme fikri ilk Tuğrul'dan çıkmıştı galiba. Evet ondan çıkmıştı eminim. Ama işin garibi, isyan başladığı andan itibaren neredeyse her hareketimin karşısındaydı Tuğrul. Sürekli yöntemlerimden şikayet ediyor, Ceytun'larla Ceytunların kendi yöntemleriyle savaşmanın saçmalığından falan bahsediyordu. Hiç anlamamıştım onu o zamanlar, şimdi bile tam olarak anladığımı sanmıyorum. Ama içime bir hançer gibi saplanan sorusunu çok iyi hatırlıyorum. “Başa geçsen Ceytun'lardan farklı olabileceğini mi sanıyorsun bu halkın”  Tuğrul sözlerini ne kadar ciddiye aldığını kafasında bir kurşunla göstermişti bizlere. Bu eski dönem silahlarından kaldığına şaşırdığımızı çok iyi hatırlıyorum.

Çevrimdışı M.K.Immortal

  • **
  • 290
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
Ynt: İstila Bölüm 1
« Yanıtla #4 : 07 Ocak 2014, 16:44:23 »
Tüm hatları iyice irdelenip bunları okuyucuya anlatan yazıları çok seviyorum. Görünüşe göre sizin öykünüz de bu yolda ilerliyor. Daha detaylı şeyler öğreniyoruz gittikçe ve bunlar belirli mantık çerçevesinde gelişiyor. Şansen bu bölümden daha çok zevk aldım ki ilkini de sevmiştim. Umarım bu şekilde ilerledikçe daha da iyi olan bir seri okuruz :) Elinize sağlık.

Çevrimdışı grikunduz

  • **
  • 368
  • Rom: 6
  • Est solarus oth mithas
    • Profili Görüntüle
    • HayalGezer
Ynt: İstila Bölüm 1
« Yanıtla #5 : 07 Ocak 2014, 16:51:32 »
İlginiz için çok teşekkürler. Olaylar daha da ilginçleşecek umarım. (En azından öyle planlıyorum)

Çevrimdışı grikunduz

  • **
  • 368
  • Rom: 6
  • Est solarus oth mithas
    • Profili Görüntüle
    • HayalGezer
Ynt: İstila Bölüm 3
« Yanıtla #6 : 04 Şubat 2014, 17:33:58 »

Yozlaşmak Koray Engiç’in Hatıraları Bölüm 1 Sayfa 2

Herşeyi sırası gelince anlatacağım elbet, acele etmeyin, şimdi izin verin de kaldığım yerden devam edeyim. Etkileşim Ceytun’u bana randevumu ayarlamış ve bir saat kadar kısa bir süre içerisinde beni Danışman Ceytun’un ofisine sokmuştu. Ofisin nasıl olduğunu tarif edemeyeceğim maalesef hatırlayamıyorum. Hatta danışman Ceytun un kendisinden başka hiçbir şey hatırlamıyorum, bir de öfkemi elbette. Etkileşim Ceytunundan fiziksel olarak neredeyse hiçbir farkı olmayan Danışman Ceytun türlerinin normal soğukluğuyla karşıladı beni. Henüz patlamış bir fırtına gibiydim içeri girdiğimde.

“O çocukların hesabını vereceksiniz lan” diye gürledim odada. Söyleyeceğim her şeyi edeceğim tüm küfürleri hazırlamıştım gelmeden. İlk önce bu replikle girecek, savunmaya geçen Ceytuna küfrede küfrede onu kızdırıp sakinlik maskesini kıracaktım. İşte o zaman görecektik o çocuk hırsızlarının yüzlerini. “Düne kadar yanılıyormuşum meğer haklarında” diyordum kendi kendime. Türlerine karşı yıllar içinde biriktirdiğim bütün sempati bir anda nefret ve öfkeye dönmüştü. Şimdi düşünüyorum da kendi kendimi provoke etmişim aslında. Her zaman böyle oldum ben, olaylar başlamadan önce olasılıkları kafamda o kadar evirir çevirirdim ki en sevdiklerimden bile nefret ederken bulabilirdim kendimi.
“Elbette vereceğiz” diye karşılık vererek bütün planlanmış senaryomu bozdu Danışman Ceytun. Bunu beklemiyordum işte, böyle bir tepkiye karşı işgalci kuvvetin daha kibirli olması gerekirdi gerçek performansımı gösterebilmem için. Galiba Ceytunların Ceytun olduğu gibi bariz bir gerçeği göz ardı etmiştim.

“Ama öncelikle lütfen oturun” diyerek hafif bir el hareketi yaptı Etkileşim Ceytunu.

İşler en baştan beri planladığım gibi gitmemiş olabilirdi ama bir mağlubiyetle savaştan kaçacak kadar zayıf değildim ben. Büyük ihtimalle oturtarak beni sakinleştirmeyi planlıyordu o koca gri kafasında. Halbuki ben kaçın kurrasıydım, yermiydim hiç bunu. “Ayakta dinlemeyi yeğlerim” diye cevap verdim olabilecek en aşağılayıcı ifademle. “Elbette” dedi ve konuşmaya başladı.

“Şikayetinizin genel konusu üzerine kayıtları inceledim. Ve gördüğüm kadarıyla el konulan çocuğun ciddi bir zeka özrü olduğunu görüyorum. Bu yüzden insan zekası araştırmalarında kullanılmak için alıkonulmuş. Sizin de bildiğiniz üzere “Yerleşim Halklarını Anlama Komisyonu” türünüzün düşünme haritasını çıkarmak için çalışmalar yapan bir grup oluşturmuş durumda. Ve bu incelemelerin bir parçası olarak zeka geriliğine sahip insanlar üzerinde açık beyin ameliyatı yapmaktayız. Ve inceleme grubumuzun Beyin kıvrımlarınızın sırrını öğrenmek için ellerinden geldiğince verimli bir şekilde çalıştığı hususunda da sizi ayrıca bilgilendirmek isterim.”

Bu Ceytunların sesinde bir şey olduğunu düşünmüşümdür hep. Onlar konuşurken kızamıyor, gerilemiyordunuz, uyuşturucu hap gibiydiler. Dinledikçe sakinleşiyor o susana kadar bu ılımlı tavrınızı terk edemiyordunuz. Bu şekilde neler dediklerini anlayabiliyor ve hakkında düşünme şansı elde ediyordunuz. Seslerindeki sizleri dinlemeye zorlayan tını daha makul ve tartışılabilir bir hale getiriyordu sizi. Tabi susar susmaz, kolay kolay dinmeyeceğine emin olduğum öfkem yeniden yükseldi. Göğsümü şişirerek kükredim yüzüne karşı.
“Çocuğu geri istiyoruz lan. Vereceksiniz onu bize.”

Sözlerime aynı sakinlik ve anlayış halinde cevap verdi.

“Üzgünüm beyefendi ama çocuğun vücutsal fonksiyonlarının devam etmediği geçiyor kayıtlarda. Durmuş bir vücudu tekrar çalışır hale getirmek geçen çağlar boyunca başarısız olduğumuz tek konu ne yazık ki. Yaklaşık üç patlama öncesinde yaşamış son “Araştırma ve Geliştirmeci Ceytun” bu durumun imkânsız olduğunu ispatlayarak yaşam amacını da sonlandırmış oldu.”

Bunların diğer bir olayı da buydu. Yaşam amaçları denen bir şeyleri varmış, o dolduğu zaman bu Ceytunlar fiziksel sürekliliklerine son veriyorlarmış. “Vay be” dedim kendi kendime. “Adamlar üç patlama öncesinde Araştırma ve Geliştirmeyi kapatmışlar, keşfedecek bir şey bırakmamışlar ki açık bırakıp napacaklar sanki.” Tekrar sinirimi yükseltmek için zorladım kendimi. “Çocuk öldürmüştü lan bu caniler,”sinirlerimi tekrardan yükseltmek için bir an çabaladıktan sonra,

“Öldürdünüz mü lan çocuğu şerefsizler” diye haykırdım yeniden toparladığım sinirimle.

“Açık beyin ameliyatlarında tam verim alabilmek için beyinin çalışmasını durdurmamız gerekiyor. Maalesef bu sizin türünüzde fiziksel hareketin de durmasına sebep oluyor.” Diye sakin bir tonla cevap vermesi beni çileden çıkarsa da verecek cevabım, soracak sorum kalmamıştı. Olayları elmanın ağaçtan düşmesi kadar normal ve gerçekleşmesi zorunluymuş gibi anlatıyordu. Bir Ceytunla tartışmaya girdiğiniz zaman ister istemez hissederdiniz bunu. Sanki ateşe yanma, suya akma diyormuşsunuz gibi gelirdi. Adamlar sinir bozucu derecede haklıymış gibi davranırlardı.
Danışman Ceytun sormamama rağmen hala aklımda sorular kaldığı kanısına varmış olsa gerek ki sözlerine devam etti.

“Türünüzde hala anlayamadığımız bir durum var ne yazık ki. Genel yapınız ve hareketleriniz muazzam derecede ahmak olduğunuzu göstermekte. Savaşlarınız, tartışmalarınız, sınıf kavramınız, toplum örgütlenmeleriniz, tamamıyla ahmaklık. Arada sırada nadiren de olsa çıkan güzel fikirleri yok etmeniz ya da anlamsız hale gelecek kadar bozmanız ise daha da ahmakça. Ama yöntemler üzerinden deği lde sonuçlar üzerinden inceleme yaptığımızda çıkan sonuç çok daha farklı. Daha önceki ziyaret ettiğimiz gezegenlerde milyonlarca yılda gelinen adalet ve yönetim seviyesine birkaç binyılda gelmiş olmanız örneğin, ancak mükemmel bir zeka başarabilir bunu. Ama siz bu duruma tırnaklarınızla kazarak geldiniz. Dünyanıza ilk geldiğimizde genetik ile oynayabiliyor olmanız çok garip gelmişti bizlere. Bu çok üst bir teknoloji ve çok üst bir zekanın göstergesiydi. Ancak yöntemlerinizi incelediğimiz de fikirlerimiz tamamıyla değişti. O kadar barbarcaydı ki yaptıklarınız… DNA’ları önce parçalıyor sonra da rastgele ne olduklarını, ne sonuçlar doğurabileceğini hiç düşünmeden tekrar birleştiriyordunuz. Doğru olanı bulma umuduyla bunu milyonlarca kez tekrarlıyor ve sonuç alınca da mutlu oluyordunuz. Bu durumu tanımlayacak bir dile sahip değiliz maalesef. İşin çok daha garip yanı ise bugüne kadar nasıl hayatta kaldığınız. Asitler ve hassas kimyevi maddelerle gözleri kapalı dolaşan bir maymun gibi uğraşmanıza  rağmen hayatta kalmışsınız. Herhangi bir felakete sebep olmamış üstüne üstlük bir de başarılı olmuşsunuz. Tarihinizi incelediğimizde bulduğu her kimyevi maddeyi tadarak kontrol eden bilim adamlarına rastlıyoruz. Bütün bu durumlar ilk olarak aklımıza içinizde sizleri yönlendiren farklı bir tür olabileceği izlenimi uyandırdı. Ancak burada geçirdiğimiz uzun yıllar boyunca böyle gelişmiş bir medeniyete rastlayamadık. Bu sefer de insan beynini incelemeye karar verdik, belki kaçırdığımız bir şey vardır diye. Ne yazık ki geçen 5 yılda hiçbir ilerleme kat edemedik. Beyninizin kendisi bile nasıl çalıştığından bihaber. “

Danışman Ceytun bir süre sustu. Bunun üzerine bende sesinin oluşturduğu boşluktan faydalanarak kendime geldim. Hiç uğruna öldürülen çocuğu düşündüm. Ana karnından alınmış o bebeği… Bir anda yaşardı gözlerim ve ağlamaya başladım.

“Ama sizler adalete önem veriyordunuz hani, nasıl olur da masum bir çocuğu öldürürsünüz” diye veryansın ettim acizce. Artık tutunacak bir dalım, yapacak bir tartışmam kalmamıştı. Sadece basit bir acziyet belirtisiydi ağzımdan fırlayan.

“Bu konuda hiçbir rahatsızlığa kapılmayın lütfen. Çocuk öldürülmeden önce bilgisayar simülasyonlarıyla 100 yıllık mükemmel bir hayat yaşadı. Ve huzurlu bir ölüm tattı bu simülasyonun sonunda. Yaşayan birçok insanın edinemediği bir lüks olduğuna sizde katılırsınız eminim”
Kavgacı damarım parladı bir anda. Hunharca tepki verdim bu cevaba,

“Siz o simülasyonlara yaşamak mı diyorsunuz, o hayallerle yaşayınca yaşanmış mı oluyor sanki” Çığlıklarım Ceytunu etkilememiş gibi görünse de benim sinir katsayımı son derece arttırdı. Baştaki gibi çalışılmış tahrik edilmiş bir kızgınlık değildi bu, biz insanları anlayamamıştı bu ahmak solucanlar. Bizi tanıyamamışlardı buna rağmen bizleri yönetmeye çalışıyorlardı. Bunca yıldır kafamda oluşan adil yönetim tarzlarına olan güvenim bir anda yıkılıverdi. Bizler vahşi varlıklardık onlarsa sistem elemanları. Bizler rastgele varlıklardık, onlarınsa doğumları ve ölümleri çok önceden programlanmıştı. Bizler birey üzerinden yaşardık, onlarsa koloninin parçasıydılar. Bizleri yönetmeye hakları yoktu. Doğru tepemizdekiler bizleri soyuyor, aşağıdakiler de kavga ediyordu ancak bir kurt sürüsü zaten böyle yaşardı. Bütün bunlar vahşi doğamızın göstergeleriydi. Bizler sadece hayati mevzularda kullanırdık zekamızı, ilkel bir hayvan gibi atardık çığlıklarımızı. Tutkuyla, içgüdüyle savaşırdık. Hışımla çıktım görüşme odasından. Tuğrula doğru yönelttim yolumu, yolda bir mesajda Ayça’ya çekerek Tuğrulda bir toplantı yapmamız gerektiğini belirttim. O akşam vahşi doğamız hakkındaki konuşmayı yaptığım da anlar gibi salladı başını Tuğrul. “Çok haklı ve mantıklı olduğun hususlar var. Ayrıca savunması da kolay. Yer yer kibir kokuyor ki bu iyi bir şey. Kalabalıklar sever bunu. Gerçeğe de eser miktarda yakın ki bu ateşli tartışmalarına da haklılık hissi ve süreklilik katacaktır. Halk kitlelerini harekete geçirebilirsin bununla” diye konuştu hafif bir baş sallama eşliğinde. Bu Tuğrulun bende varım deme şekliydi galiba. İşte o gün İstilaya karşı isyan kararı aldık Tuğrulun evinde. Yozlaşmamın ilk adımını da o gün atmış oldum.

DEVAM EDECEK
[/b]

Çevrimdışı M.K.Immortal

  • **
  • 290
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
Ynt: İstila Bölüm 3
« Yanıtla #7 : 06 Şubat 2014, 02:18:41 »
Gerçekten tebrikler. Yer yer güldüğüm, yer yer gözlerimi dahi kırpmadığım ve çok eğlenerek okuduğum, detaylı, güzel bir kurguya adım adım ilerlediğini düşündüren bir bölümdü. Sabırsızlıkla takip ettiğim öykülerden birisi sizinkide. Ellerinize sağlık.

Çevrimdışı grikunduz

  • **
  • 368
  • Rom: 6
  • Est solarus oth mithas
    • Profili Görüntüle
    • HayalGezer
Ynt: İstila Bölüm 3
« Yanıtla #8 : 06 Şubat 2014, 18:09:11 »
Evren yazdıkça kafamda gelişiyor, dallanıp budaklanıyor. Umarım yakinda aksiyonu da başlatacağım.

Eğer güldürüp eğlendirebiliyorsam ne mutlu bana.

Ilginiz için teşekkürler

Çevrimdışı grikunduz

  • **
  • 368
  • Rom: 6
  • Est solarus oth mithas
    • Profili Görüntüle
    • HayalGezer
Ynt: İstila Bölüm 3
« Yanıtla #9 : 09 Mayıs 2014, 20:18:26 »
Spoiler: Göster
Çok ama çok uzun bir aradan sonra yeni bölüm karşınızda. :)


Deli Adamın Hatıratı Sayfa 2 - Tuğrul Güç
Deli nedir bilir misiniz?

Ben bilmiyorum, hiç bir zaman bir deliyi tam olarak hayal edemedim. O gözlerdeki bakışı düşündüm bazen, titreyen ellerini seyiren gözlerini de hayal ettim, konuşmalarındaki tutku dolu tınıyı hatırladım. Ama bir deliyi asla tam olarak hayal edemedim.

Bir zamanlar delilerin bizimle aynı fikirde olmayan liderler oldukları ile ilgili bir şey okumuştum. Bazıları lider doğar diyordu yazar. Onların kaderinde vardır bu. Ama her lider toplumuyla uyuşmaz, o zaman onaa deli derler. Liderin, lideri olduğu toplum tarafından yönetilmesi. Sevdim bunu. Tabii bu süreci geriye çevirmek de mümkün. Eğer deliler,  toplum ile aynı fikirde olmayan liderlerse, büyük liderlerde, toplumla aynı fikire sahip divaneler olacaktır. Kulağa garip geliyor değil mi. Doğru kelimeyi kullanmamız gerekirse delice belki de. Ne bekliyorsunuz ki insan medeniyetinden bahsediyoruz burada.

 Aslında bütün büyük liderlerin çabalarını, kavgalarını düşününce çok da anlamsız sayılmaz bu anlattıklarım. Hangi adam hayatının 40 yılını başkalarını öldürmek için harcar ki. Peki ölene kadar öldürmek için kendini yırtan bir adama deli denmez de ne denir. (Belli ki lider deniyor)

Hadi ama, kesin o saçma itirazlarınızı. Lider öldüren kişidir bu kadar basit.  Bakın gelin denklemi beraber kuralım. Temel kabul; Liderler toplumları yöneten kişilerdir. İkincil Kabul; Toplum ise birarada tutunmak için bir sebebe ihtiyaç duyar. Ki tecrübeyle sabittir ki bu sebep genelde "öteki"den korkudur. Ve İnsan toplumları erekte olup Mızrak Dİşli Kaplanları yok ettiğinden bu yana, kendi türünden başka düşmanı kalmadı. Sonuç olarak Liderler topluma, toplumlar düşmana ihtiyaç duyarlar. Düşmanlık ise savaşı ve ardından ölümü getirir.

Koray da bir liderdi. Ve az önce de dediğim gibi o da kendinden önceki diğer bütün liderler gibi deliydi. Delilerin biz sıradan insanları etkileyen özel bir yanları vardır. O sınır konmamış gözlerde oynayan ışıklar, ruhumuzun derinlerine gömdüğümüz temel hayvani güdülerimizi hatırlatır bizlere. Vahşi bir kurdun hırıldamasını duyarsınız o derin kuyularda, tepeleri görülmeyen yüksek ağaçların arasında, dudakları nefretle gerilmiş kızıl gözlü bir kurt canlanır gözlerinizde. Kar atıştırıyordur yavaş yavaş. Ormanın hayali bile üşümenize yeter. Kurt zarif adımlarıyla döner avının etrafında.Kulakları dikilmiş, tüyleri kabarmıştır. Burnunun titreşmesini hissedersiniz dudaklarınızda, yükselen hırıltısının kaşıntısı gelir gırtlağınıza ve avınızın eşit şekildeki nefreti yansır bakışlarınıza. Kendinizi tuttuğunuz o uzun yılların sonunda ilk defa özgür kalmışsınız gibi gelir. İlk defa tamamlanmış gibi hissedersiniz içten içe.

Liderleri takip etmek, uyuşturucu kullanmak gibidir. Bir kere bağladı mı sizi kendine, bir daha kaçamazsınız ondan. O özgürlüğü, o tatlı hafifliği bir kerecik daha hissetmek için ölümü bile göze alabilirsiniz rahatlıkla. Ve "öl" emri geldiğinde, ikinci kez düşünmezsiniz bile. Çünkü gerçek bir lider size siz olmayı vaad edecektir.

Korayın üzerimizdeki etkisini anlatmak gerçekten zor. O sanki yepyeni bir dünyanın sessiz habercisi gibiydi. Rahatlık ile Düzenin, tamamıyla dünyaya hakim olduğu bu günlerde o bize Kaosu ve özgürlüğü vaadediyordu.Ormandaki o kurdun avıyla karşılaştığı o soğuk kapışmayı vaadediyordu. Düzen ve Rahatlık ne kadar tatlı gelse de bizlere dişlerimizi hayata geçirme tırnaklarımızı duvarlarda parçalama isteğiyle dolduruyordu kalbimizi. İnsan rahatlık için yaşar bu doğru. Ama sadece kan dökmekten ve acı çekmekten gerçek tatmini alır sadece. Rahatlık ve mutluluk ufukta bizleri bekleyen bir ideal olduğunda güzel gelir bizlere. Hep orada uzakta kalmalıdır bu vaatler. Gerçekten mutlu insanlar, mutlu olmak için kendilerini yırtanlar bu yolda kanlarını akıtanlardır sadece.

Biliyorum. Konuyu dağıttığımı, kafamın dağıldığını falan sanıyorsunuz. Ama konu bu değil. İsyanın nasıl gerçekleştiğini öğrenmek için okuyorsanız bu eseri, hemen şimdi bir köşeye fırlatın bu kitabı. Ben size isyana yol açan olaylarını anlatmaya çalışmıyorum. Ben Korayı Koray yapanı, Beni ben yapanı, o anları aktarmaya çalışıyorum. Kararlarımızı şekillendiren o atmosferi sizlere hissettirmeye çalışıyorum. Ki aldığımız kararları alırken tarih kitaplarında geçen kibirli tanrılar olmadığımızı anlayasınız diye çabalıyorum. Kendi çıkarları peşinde koşan kabullenme ihtiyacı ile yanıp kavrulan iğrenç adamlar olduğumuzu göstermeye çalışıyorum elimden geldiğince.

Tabi bizden sonraki iktidarlar tarafından isyan, bir başarı hikayesi olarak anlatılıyor, neden bir arada kalmamız gerektiğini göstemek için kullanılıyordur herhalde. Bizden önceki bütün iktidarlar gibi sürüden ayrılanı kapacak bir kurt olarak gösterilmeye çalışılıyordur Ceytunlar. Tabi bu tahlilde kitabım ya yasaklanmış  ya da sansürlenmiş olmalı. Ve bu şartlara rağmen sen bu esere ulaşabildiysen halihazırda bir şeylerin yanlış olduğunun farkındasındır. Bir şeyleri düzeltme ihtiyacı hissediyorsun içinde bir yerde.

Merak etme, sana bu farkındalığı kullan ve yay demiyeceğim. Bu, yeni bir düzen kurmak için isyan etmekten başka aptalca bir sonuca sebep olacaktır sadece. Bizim yaptığımızı yapmak için çabalamış olacaksın basitçe. Dediğim gibi hiç gelmeyen o daha iyi gelecek için bugünden savaşmak. Tabi senin doğruyu gösterebilmek için eğitilen beynin, ne yapman gerektiğini söyleyecek, bu kadar mantıklı konuştuktan sonra doğruyu gösterecek bir cümle arıyordur yazının bu kısımlarında. Bir mentor bir yol gösteren bekliyordur. Sana verebileceğim tek doğru cümlem var okur. "Siktir et" Bir işe yaramıyor. Onca çaba ve mücadele tamamıyla boşa. Bu yaşadığın sorunları çözecek bir gelecek yok ufukta. Doğru bir sistem yok sonuçta.

Mantıklı bir direktif bekleme benden. Hatta iyisimi sen hiç kimseden mantıklı bir direktif bekleme. Ceytunlar bu dünyanın bir hayal olduğuna inanıyordu. (Tamam şaşırdın biliyorum. Ceytunlar hakkında bilmediğimiz o kadar çok şey var. Ve bildiklerimizin minicik bir parçasını bile anlatmamıza izin vermedi Koray. Ama Korayın kendinden sonraki zamanlar üzerinde bir hükmü yok. Ve bu kitap o ölene kadar yayınlanmayacak. Sonuç olarak az daha bekle. Gelecem bilinmeyen tüm o gizemlere) Bense bütün bunların bir şaka olduğuna. Tabi sıradaki soru bariz; Bütün bunları neden yazdım?

Cevap net. Bilmiyorum. Yaşlı bir adamın çığlığıdır bu belki. Ölümsüzlük arayışımın bir tezahürüdür, kimbilir? Ama en başta yaptığım o açıklamayı da gözardı etme sen gene de okurken. Büyük ihtimalle o açıklamamı da hiç anlamadın. Tamam kızma hemen anlamaman ya da yanlış anlaman oldukça normal. Sonlara geldikçe ne dediğimi daha iyi anlayacaksın.

Bu arada söylemişmiydim seni boz saçlı bir genç (Erkek) olarak hayal ediyorum okur. Ne saçma demi.

Çevrimdışı grikunduz

  • **
  • 368
  • Rom: 6
  • Est solarus oth mithas
    • Profili Görüntüle
    • HayalGezer
Ynt: İstila Bölüm 4 -Uzun bir aranın ardından-
« Yanıtla #10 : 11 Mayıs 2014, 00:35:46 »
Deli Adamın Hatıratı Sayfa 3


Hayır okur anlamıyorsun beni. Burada yazdığım bir çok şeyin anlamsız ya da tutarsız olduğunu ben de biliyorum. Ve bunlar senin sandığın gibi yaşlı ve bozuk beynimin bana oyunları değil. Sadece hissettiklerimi aktarmaya çalışıyorum sana. Gerçek süreci anlatmaya çabalıyorum basitçe. Beynimin kıvrımlarındaki elektriklenmeleri aktarmaya çalışıyorum bir bakıma.

Zira süreçler size öğretilenler gibi olaylar üzerinden şekillenmez. Size, büyük ihtimalle Ceytun istilasını tetikleyen olayın güçlü ülkelerin birbirlerine karşı aşırı silah gücü kullanması sonucu Ceytunların araya girmesi ve bu ülkelerin kendi kendilerini yönetemeyecekleri kanısına vardıklarını belirtmeleri olduğu söyleniyordur. Belki bir de, temel sorunun Ceytunların hammadde karşılığı teknoloji satmaları olduğundan bahsediyorlardır yüksek eğitim alıyorsanız. (Onlar diğerlerine öğretilenden farklı şeyler öğretmeyi severler) Ama olay 3. Dünya ülkelerinin, yeni teknolojilere Ceytun pazarında daha rahat ulaşabilmeleri değildi sadece. Tamam, teknolojik olarak gelişmiş ülkeler 3. Dünya ülkelerine kurdukları pazar alanını ve dolaylı olarak hakimiyet güçlerini, Ceytunların herkese açık sundukları pazar yüzünden kaybettiler bu doğru. Ve bu olay bir çok gücü tedirgin edip ilk ve tek nükleer savaşı başlattı, bu da doğru. Ama olaylar bundan çok daha derindi. Ve az önce de dediğim gibi süreçler, olaylar perspektifinde şekillenmez. Süreçler, toplum psikolojilerinde gerçekleşirler aslında. Önemli olan insan kitlelerinin yığınların ne hissettiğidir. Diğer bütün olaylar, bu sürecin sonuçlarıdır. O yüzden şekillenmeleri bu temelde incelenmeden gerçek bir anlayışa kavuşulamaz.

Tamam, biraz karışık konuşmaya başladım, farkındayım. İzin verin sizin için toparlayayım. İlk başta İlk temas ve sonrası olaylar çerçevesinde süreci bir özetleyelim. Ardından bu olaylara şekil veren psikolojik algıları konuşuruz. (Bunu hiç başarabileceğimi sanmıyorum ama umudumuzu kaybetmeye gerek yok değil mi.)

Şimdi siz o kadar sevmiyorsunuzdur ama, bizim zamanımızda ay, güzellik mutluluk ve güvenin simgesiydi. En karanlık gecede bile oracıkta durur usul usul parıldardı kendince. Ay Dede bile derdik ona. Sevgi dolu yaşlı bir amca gibi gelirdi gözümüze, pamuk pamuk sakalları, al kırmızı yanaklarıyla. Aşıklar geceleri onu izlerlerdi sessizce, insanlar onun altında hayaller kurarken tanırlardı kendilerini. İnsanlık için bir güven kaynağıydı o. Aya karşı oluşan bu güveni anlamanız önemli. İnsanlar varolduğu ilk günden bu yana gecelerden çekindi. Onlar "kötü" olanların gezdiği zamanlardı. Ve bu tehlikeli zamanların güvenilir bekçisiydi Ay Dede. Binlerce yıllık bir evrim boyunca bizimle gezdi Aydede.

Anlatamıyormuş gibi hissediyorum kendimi. Tamam izin verin bir kez daha toparlayayım sözlerimi;  Tecrübeyle sabit kabul, "geceleri insanlar korkarlar." En adi hırsız bile karanlığı kendisine zırh yapıp gezerken sessizce, ürperir gecenin karanlığından  içten içe. Ve insanların en çok korktuğu bu anlar, en çok koruyucuya ihtiyaç hissettikleri anlardır aynı zamanda.

Mızrak Dişin korkusuyla taştan silahlarına sıkıca sarınan Homo Sapiende, Düşman atlılarının seslerine kulak veren kamp nöbetçileride, Top atışlarının başlamasını bekleyen cephedeki askerlerde her karanlık gece kafalarını kaldırıp da göğe baktığında onu görüyordu, Ay Dedeyi. Ve o, en karanlık anımızda bile gülümsüyordu bizlere. Ay'a karşı duyulan bu güven doğal olarak binlerce yıllık evrimimizde kemiklerimize işlendi. Genetiğimizin bir parçası oldu zamanla. Ayla ilgili tatlı masallar yazıldı, güzel şarkılar söylendi. Ve bir gün, insan türünün en büyük dostunun aslında sadece sevecen bir uydu olmadığını, aynı zamanda bize potansiyel düşmanları karnında taşıyan bir uzay gemisi olduğunu öğrendik.

En sevdiğim tarafından ihanete uğramış gibi hissetmiştim içten içe iyi hatırlıyorum. Zaten o günden sonra biz, insanoğlu bir daha asla aynı olmamak üzere değiştik. Güven kavramı anlamını yitirdi birçoğunun gözünde. O günden sonra, isyanın en şiddetli olduğu, çatışmanın en kızıştığı anlarda bile o güvensizliğin parıldadığını gördüm gözlerde. İnsanlar kendilerine böyle bir şeyin olmadığını, Ayın bir uzay gemisi olmasının hiç bir şeyi değiştirmediğini söylediler tekrar tekrar fakat bazı şeyler gittikleri yerden ne kadar da uğraşsanız geri gelmezler. Derinlerde bir yerde, bizi biz yapan bir şey kırılmış ve yeni bir insan türü doğmuştu sessizce.

Ceytunlar, gezegene barış dolu amaçlarla geldiklerini söylediklerinde insanlar buna inanmak için can atmıştı adeta. Sizi terkeden eski sevgilinin gecenin bir yarısı "seni hala seviyorum" mesajı gibiydi bu. "Belki" dedik kendi kendimize, kulaklarımızın bile bizleri duyamayacağını sandığımız, beynimizin en derin köşelerinde, "Belki Ay Dede bize ihanet etmemiştir haince. Belki de gelenler birer dosttur kendilerince."

O zamanlar toydu insanoğlu. Dost ve düşman kavramı konusunda boyutsal bir algı kazanmak için çok toy.