not: Son girişi de yayınlayarak yardımlarınızı beklediğimi belirtmek istiyorum. İyi okumalar.-YOLDAŞ-
Sıkılmıştı artık. Saatine baktığında tam üç saattir bu şekilde oturduğunu fark etti. Apartmanın terasına açılan çelik kapıya sırtını dayamış, hemen karşısındaki korkuluklara bağlanmış yakın arkadaşına gözlerini dikmişti. İlk zamanlar düşündüğü çelişkili sorular bile kalmamıştı aklında. Ettiği duanın kabul olup olmadığını düşündü. Belki de Faruk farklıydı. Onun bedeni virüse dayanmıştı. Samet, iki eliyle gevşekçe tuttuğu kırmızı renkli baltasını yerde sürterken tam olarak bunları düşünmüştü.
“Hala bir değişiklik yok mu?” diye sordu Samet en yakın arkadaşına bakarak.
“Başım uyuşuyor arada. Belki güneş çarpmıştır” diyerek cevap verdi Faruk.
Gri gözlerini Samet’e döndürmek istemiyordu. Onun kendisine bir canavar gibi bakmasını istemiyordu. Bir süre sonra değişecekti ve arkadaşından istediği gibi kafasına baltayı yiyecekti. Bunu yapmak zorundaydılar. Yoksa Samet’in sonu da diğerleri gibi olacaktı.
“Bu kadar yeter!” diyerek yerinden kalktı Samet. Elindeki baltayı sıkıca kavramıştı bu sefer.
Faruk bir anlık dehşete kapıldı. Dönüşene kadar beklemek üzere anlaşmışlardı. Fakat belli ki arkadaşının bekleyecek sabrı kalmamıştı. “En başında yaptığımız planı şimdi gerçekleştirecek” diye düşündü.
Samet, arkadaşına iyice yaklaştıktan sonra elindeki baltayı korkuluklara dayalı şekilde dikine koydu. Faruk’un kahverengi kıvırcık saçlarını göğsüne bastırarak arkasına doğru eğildi. Kollarını sıkıca bağladıkları hortumu gevşetmeye başlamıştı ki Faruk kafasıyla onu savurdu.
“Delirdin mi!” dedi gri gözlerini kocaman açacak. “Bağlarımı açamazsın! Ya dönüşürsem, seni öldürmek istemiyorum!”
“Hadi ama olanları gördün. Birkaç dakika sadece, herkes birkaç dakikada saldırgan oluyordu. Sen belli ki farklısın. Üç saattir tek bir değişim bile yok… Gözlerinin dışında. Sende bağışıklık olmalı.”
“Ya yanılıyorsan?”
Samet buna cevap veremedi. Yanılıyorsam seni öldürürüm diyemezdi. Faruk’un gözleri ilk değiştiği zaman bile bunu yapamadı. Şimdi nasıl yapabilirdi ki? Bütün gün öylece bekleyemezlerdi. Bir şekilde ilerlemeleri gerekiyordu. Üstelik iyice susamıştı. Ellerindeki tek su kaynağı, Faruk’un sırt çantasındaki pet şişedekiydi. Ama onun etkilerini öğrenmişlerdi. Susuz kalmayı, bir yaratığa dönüşmeye tercih ediyordu.
“Belki ben de sudan içmeliyim” dedi Samet. Aklına başka bir çözüm yolu gelmediğini kafasını sallayarak gösterdi. Kendisi de dönüşürse eğer tüm sorunlarından kurtulacaklardı.
Çelik kapıdan gelen bağırtı ve yumruk sesiyle yine ürktü. Dün akşamdan beri o yaratıklar kapının önünde beklemişlerdi. Apartmandan çıkmanın tek yoluydu o kapı. Yedi katlı binanın, başka bir apartmanın çatısına atlayacak kadar yakınında bir yer yoktu. Sadece yumruklanan çelik kapıydı kurtuluşları. Ve kurtulamazlarsa, bu terasta açlıktan öleceklerdi.
Dün akşamüstü başlamıştı bütün her şey. Lisenin, son dersin bitiş zili çalınca kendilerini sokağa atmışlardı. Samet, sıcağın etkisiyle dalgalı saçlarını geriye atmıştı. Uzun boylu ve yakışıklı görünümü, kızların sürekli peşinde dolaşmasını sağlasa da, günün tüm vaktini en yakın arkadaşı Faruk ile geçirmeyi tercih etmişti. Okulların bitmesine bir hafta vardı. Bunun tadını çıkarmaya karar vermişlerdi.
Birkaç saatlik zaman geçirmenin ardından, park üzerinden dolmuş duraklarına yürüyorlardı. Durakta beklerken uzaktan gelen gürültülerle irkilmişlerdi. Gittikçe büyüyen çığ gibi artıyordu sesler. Ve en sonunda duraklarına hızla girip dolmuşları darmadağın eden otobüs ile yerlerinden sıçramışlardı. İnsanlar etrafta kaçışıyor, bağrışıyor ve birbirlerini öldürüyorlardı. Bütün bu katliamlar, onları bir an önce emniyetli bir yere gitmek için acele etmeye zorlamıştı.
Okullarına geldiklerinde okul kapısından tırmanıp içeriye atmışlardı kendilerini. Kırdıkları pencereden girip ellerine geçen yangın malzemeleriyle üzerlerine gelen birkaç gri gözlüyü alt etmişlerdi. Gözü dönmüş canavarların sayıları arttığında ise tekrar yollara koyulmuşlardı.
Onlarca ölen görmüş, bir o kadarını da öldürmüşlerdi. Faruk, okuldaki duvara asılı itfaiye malzemeleri arasında ilk eline geçirdiği şey olan mızrağı bir gri gözlü üzerinde bırakıp kaçtığında en yakınlarındaki apartmanın çatısına koşuyorlardı. Terasa açılan çelik kapının ardında kilit mekanizması olması onlar için büyük şanstı. Tabi bu şansları, sabah olup Faruk’un susamasıyla tersine dönmüştü.
Arkadaşının suyu içmesinden çok geçmemişti ki gözlerindeki değişimi fark etmişti Samet. Diğerleri gibi görünüyordu artık. Onları saatlerce kovalayan o vahşi yaratıkların gözlerini almıştı. “Gözlerin” diyebilmişti sadece. Devamını çok geçmeden anlamıştı arkadaşı. Kafasını öne düşürüp uzunca Samet’in elindeki baltaya bakmıştı. Kan kızılı baltayı istemesini, o yaratıklara dönüşmesiyle bağdaştırmıştı. Cani bir yaratık ve bir silah… Ama aklından geçenler öyle değildi. Başını kaldırıp parlayan gözlerini Samet’e çevirmiş ve “öldür beni” demişti. Aksi halde tıpkı diğerleri gibi o da Samet’e saldıracaktı.
Birkaç boşa sallanan baltadan sonra Samet bunu yapamayacağını belirtmişti. Hiç olmazsa şu an için. Faruk ise terasın köşesindeki sulama hortumunu alıp kendisini bağlamasını istemişti. Korkuluklara bağladığı arkadaşı dönüştüğü zaman ona verdiği sözü tutacaktı Samet. Fakat uzun süre o an gelmemişti.
Düşünceli dakikalar bulutların üstlerinden geçmesiyle kesildi. Samsun’un sıcak öğlen saatinde saatlerdir bekleyen iki genç için serin bir nimetti bu bulut. Samet kafasını kaldırıp gözlerini kapattı ve biraz da rüzgar esmesi için bekledi. Ruhunu okşayan hafif bir meltem esintisi veya bir meleğin nefesi olsa yeterliydi. Bir rüzgar bekledi... Yeter ki canının yangınını ondan alsın.
Faruk’un çığlığıyla yeşil gözlerini tekrar açarak geriye sıçradı. O, artık dönüşmüştü. Yıllardır aynı sırayı paylaştığı can dostu ve son bir gündür sırt sırta yaşam savaşı verdiği yegane arkadaşını da kaybetti. Bu acımasız dünyada yalnız kaldığını anladığında, arkadaşının da diğerleri gibi bir cani olmasıyla ağzını büzdü ve kaşlarını düşürdü.
“Artık bitti” dedi. “Düşüncelerim yanlışmış. Keşke… Keşke dönüşmeseydin.”
Faruk’a verdiği sözü tutması gerektiğinden önce silahını aradı. Baltasını onun yanında bıraktığını gördü. Elleri bağlı olsa da kurtulmak için delice çırpınan arkadaşına yaklaşmanın ne kadar doğru olacağını sorguluyordu. Yine de bunu yapmak zorundaydı. Kan kardeşinin son isteğini kendi hayatı pahasına yerine getirmeliydi.
Ağır adımlar ile Faruk’a yaklaşırken, onun delicesine çırpınması hortumu gittikçe gevşetiyordu. Hızlı olmalıydı. Baltanın durduğu kenardan iyice yaklaşıp uzandı ve baltasını eline aldı. Faruk’un onu ısırmak için delice uğraşmasına acınası gözlerle izliyordu. Yakın arkadaşının önüne geçtiğinde artık baltayı iki eliyle tutuyordu. Burnundan derin bir nefes aldı. “Beni affet kardeşim” diyerek baltasını havaya kaldırdı. Bulutun ardındaki güneş yüzünü tekrar gösterdiğinde, Faruk için Cennet’e açılan bir kapı olarak nitelendirmişti bunu. Balta inecek ve Faruk ışığa yükselecekti.
Son hamlesini yapmak için iyice gerinip hızla kollarını aşağıya indirdiğinde “DUUUR” sesiyle bir anda ne yapacağını bilemedi. Baltanın yönünü var gücüyle değiştirip korkuluklara çarptığında çıkan demir sesi tüm mahallede yankılandı. Faruk’un korkuyla kocaman olan gri gözlerine bakakaldı. “Dur” demişti ona.
“Ama… Sen…”
“Ne yapıyorsun?” diye karşılık verdi Faruk olanlardan habersizce.
“Sen dönüştün… Az önce, ama…”
Faruk neler olduğunu hatırlamaya çalışırcasına kafasını iki yana sallayıp tekrar arkadaşına baktı.
“Ben… En son senin sudan içmek istediğini söylemeni hatırlıyorum. Sonra tam karşımda baltayı bana savurdun!”
Samet yere oturup gözlerini diktiği arkadaşına garip bir ifadeyle bakmaya koyuldu. İnanılmaz ve aptalca gelen bir hikaye dinleyen çocuk gibi kaşlarını çatmıştı.
“Ne yani hatırlamıyor musun?” dedi.
“Neyi?” diye sorarken Samet’ten daha fazla bir şaşkınlık vardı yüzünde.
“Nasıl olur” düşüncesi, Samet’in aklında şimşek gibi parlayan fikirle anında silindi.
Ayağa kalkıp etrafını hızla kontrol etti. Terasın köşesindeki korkuluklara asılmış halıyı almak için büyük adımlarla yürüdü ve koca halıyı aynı hızla arkadaşının yanına kadar getirdi.
Faruk’un “ne yapıyorsun?” sorularına aldırış etmeden aklındaki düşünceyi denemeye koyuldu. Önce gökyüzüne baktı. Güneşin etrafında bulut yoktu. Sonra arkadaşına döndü ve halıyı onun üzerine serdi.
“Manyaklaştın mı?” sorusundan birkaç saniye sonra Faruk’un konuşmaları, böğürtüler ve inlemelere dönüştü. Samet’in çıkardığı sesi duyunca ise yine deliye döndü ve kafasını sağa sola sallamaya başladı. Samet, ucundan kavradığı halıyı çektiğinde arkadaşının sinir dolu ifadesiyle tekrar karşılaştı. Fakat bu çok uzun sürmedi. Öfkeli bakışlar yerini anlamsızlığa bıraktı.
“Hassiktir” dedi Samet garip bir mutlulukla. Tekrar gökyüzüne bakıp yakınlarda bulut olup olmadığını kontrol etti. Ardından arkadaşının hortumla bağlanmış ellerini çözmeye başladı.
“Lan neler oluyor olum?” diyerek karşılık verdi sadece Faruk. Samet bir şey demeden aklından geçenleri yapmaya koyuldu sadece. Faruk’u çözdüğü elinden tutarak ayağa kaldırdı. Eskiden alışkanlık olarak yaptıkları, her kenarı kirlenmiş okul üniformalarını temizlemeyi denememişlerdi bile.
“Buldum olum” dedi Samet mutluluğuna ara vermeden. Onu kolundan tutarak terasın köşesine kadar götürdü. “Zaten buradan kurtuluşumuz yok, dua et ki düşündüğüm herkesin üzerinde işe yarasın. Burada bekle.”
Faruk daha neler olduğunu anlamadan Samet koşar adımlarla teras kapısının yanında bitti. Dikkatlice kapının kulpunu yukarı çevirip çok daha hızlı şekilde arkadaşının yanına koştu. Faruk daha “Ne yapıyorsun!” demesine kalmadan kapıdan içeriye üç gri gözlü dalmıştı.
Etraflarına baktıktan sonra sinirli ifadelerini Samet’e çevirip hızlanmaya başladılar. Faruk, Samet’i korumak adına kendini siper etmek için öne atıldığında gri gözlülerin adımları da yavaşladı ve birkaç metre kala durdular. Hepsinin yüzünde Faruk’un halının ardından çıktığı ifade vardı. Şaşkın ve anlamsız bakışlarını birbirleri ve kendi üzerlerinde gezdirirken Samet, Faruk’a dönüp heyecanlı şekilde konuşmaya başladı.
“Güneş” dedi ilk önce gözlerini kocaman açarak. “Güneş normale döndürüyor. Bulduk lan işte. Güneş.”
“Güneş mi?” diye sormak zorunda hissetmişti Faruk kendini.
“Evet. Ne zaman güneş ışığı olmasa deliriyor gözleri farklı olanlar. Güneş dostum, güneş” sonraki kahkahası tüm sokakta yankılanmıştı. Söylediklerini anlamayan diğer gri gözlülerin ise şaşkın ifadelerinin yerini korku alıyordu. Neler oldu sorusu vardı hepsinde. Aralarındaki tek kadın ise eksik parmaklarını görünce çığlık attı.
“Parmaklarım!” derken diğerleri de onun çığlığıyla daha çok korkmuşlardı. “Parmaklarım yok” diyerek dizleri üstüne çöken kadının ağlamasıyla Samet’in mutluluğu da kayboldu. Güneş onları durduruyordu belki ama, bu insanlar dönüştüklerinde kendilerinden bir parça bırakıyorlardı kimi zaman. Gölgelerden uzak durmak zorunda olan hasta birer insandı onlar.
Aklında beliren düşünceler, bir süre sonra çok daha büyük bir korkuyla ağlamasına neden olmuştu Samet’in. Bu insanların yerinde olmanın ne demek olduğunu anlamıştı. Sadece kendilerine değil, sevdiklerine bile istemeden zarar veren birer canavardı onlar. Üstelik onlardan biri en yakın arkadaşıydı.