Kayıt Ol

Lyner

Çevrimdışı Death Symbol

  • **
  • 67
  • Rom: 0
  • Dare to...
    • Profili Görüntüle
Lyner
« : 01 Şubat 2014, 23:15:14 »
Bölüm 1 - Ryner

Yeşil arazi, tek bir kulübe ve kulübenin etrafındaki birkaç iri çiftlik hayvanı dışında bomboştu ve dolayısıyla fazlasıyla sıradan görünüyordu. Orta yaşlı bir kadın kulübenin etrafındaki çiçekleri sulamakla meşguldü. Gereksizce gülüyordu. Olması gerekenden daha mutluydu. O kadını, herhangi bir şey bile mutlu edebiliyordu ve buna petunyaları sulamak da dâhildi.

Hasırdan yapılma bir salıncak üzerinde oturup annesinin sıcak gülümseyişini izleyen çocuğun adı Lyner’dı. En fazla sekiz, dokuz yaşlarındaydı. Gözlerini yarıya kadar örtecek, siyah, uzun saçları ve yumuşak yüz hatlarıyla, pek can yakacak bir oğlana benziyordu.

Arazinin ücra bir köşesinde, yaklaşık iki yüz asker ile birlikte kulübeye doğru yürüyen komutanın ismi ise Ryner’dı. Kralın sağ kolu olarak da bilinen, Ryner Deobilis. İsmini tüm Resdan krallığı içinde bilmeyecek tek bir kişi bile olamazdı. O, zalimdi. Zalimliği, diğer tüm krallıklar için bile fazla ünlüydü. Tabi o bile, kralın kendi kadar zalim olmayı beceremiyordu.

Ryner, tüm Resdan krallığındaki en güçlü büyücü olarak bilinirdi. Yine de, onun bile korktuğu şeyler vardı. Bugün, bu arazide, tedbirli bir şekilde ve bu kadar askerle yol alışının sebebi de bu korkularının en büyük kaynağı olan Lyner, kendi öz oğluydu. Kulübe Ryner’ın görüş mesafesine girdiğinde, çocuk her şeyden habersiz salıncakta sallanıyor, bir yandan da bir melodi mırıldanıyordu. Fazla nazik, narin ve masum görünüyordu, oradaki askerler için bile. Bunu göremeyecek en kör zalimlerden birinin kendi babası olması büyük talihsizlikti.

İşte o askerler, hızla kulübenin görüş alanına girdi. Resdan askerlerini gören Leila, yüzündeki gülümseyişi birkaç milisaniyede şok ifadesine, daha da küçük bir sürede ise korku dolu bakışlara dönüştürdü. Bu değişim, insan beyninin bir şaheser oluşunun en belirgin görünümüydü. En olağanüstü senaryolar gerçekleşirken, durumu kusursuz bir şekilde analiz edebilir, bir o kadar kısa bir sürede de ne yapılabileceğine dair fikir üretebilir. Dolayısıyla, kulübeye doğru bir anda yöneltilen yüz kadar oka karşı kadının muhteşem bir kalkan oluşturması, nerdeyse okların serbest bırakılışıyla aynı salise gerçekleştirilmişti.

Mavi, yuvarlak bir büyü şeridi birkaç saniyede evin etrafını kuşattı. Bu, bir annenin oğlunu kurtarmak için verdiği umutsuz mücadeleydi. Oklar, bu şeride çarpıp yere düştüler. Hemen ardından, güçlü bir yıldırım büyü şeridinden, ordunun olduğu tarafa doğru yöneldi.

Ryner, Leila’nın oluşturduğu kalkan şeridinin on katı büyüklüğünde bir kalkan yaratabilirdi, evet. O yıldırımın yüz kat güçlüsüne karşı bile bir ülkeyi koruyabilecek bir kalkan. Fakat o, sadece kendini koruyacak küçük bir kalkan yapmayı tercih etti. Bunu fark eden askerlerden, sadece büyü kullanabilenleri kendini koruyacak bir kalkan yaratabildi, kalan tüm okçular ve askerler ölümle sonunda tanışmışlardı. Yıldırımın çarptığı toprakta, yuvarlak bir iz kalmış, toprak içine çökmüştü.

Ryner’ın uzun kızıl saçları, yıldırımın ardından esen bir rüzgar sayesinde havada uçuşurken, kulübeye doğru hızla koşmaya başlamıştı. Hayatta kalanlar onu takip ettiler. Ryner’ın gülümsemesi ziyadesiyle kuşkuluydu.

Tüm bunlar olurken, Leila oğlunun yanına koştu ve eliyle sırtına dokundu. Aslında tüm bunlar o kadar hızlı olmuştu ki, çocuğun salıncağı durdurup “anne” demesiyle, annesinin onun sırtına dokunması aynı saniyeye denk geldi. Leila Lyner’ın sırtına dokunduğu anda, zavallı çocuk derin bir uykuya daldı. Çocuk annesinin kolları arasında uykuya dalmışken, annesi onu yavaşça yere bıraktı. Görevi Leila’nın sarı, uzun, ipeksi saçlarını toplamak olan kelebek görüntüsündeki bir saç tokası o sırada saçlarından yere düştü. İnanılmaz güzel bir kadındı aslında ve tüm bunları hak etmeyecek kadar temiz yürekliydi.

Oluşturduğu kalkan tam da bu sırada çatladı ve toz halinde yok oldu. Leila’nın bunu fark edişiyle, şüpheleri doğrulanmış oldu. Bu güçte bir kalkanı böyle kolay yok edebilen bir büyücü, bu işin arkasındaki isim, Ryner’dan başkası değildi. O bunu fark edene kadar, kızıl saçlı o şeytan, çoktan kadının birkaç metre ilerisinde dikilmişti zaten.

Ryner kalkanı yıkıp hızla içeri atılırken, askerleri de onu takip etmişti. Ryner’ın Leila’yı öldürmek gibi bir gailesi yoktu. Zira, onu seviyordu. Böyle hastalıklı bir kalp bile, birilerini sevebiliyordu belki. Ama kesinlikle Lyner’ı öldürmeliydi.

İlk öne Leila’yı gördü. Kadın, yüzündeki gülümseyişiyle onu bekliyordu. Fakat, oğlundan bir iz yoktu.

“Leila, güzel kadın!” dedi. “Benim tatlı sevgilim, gücünden hiç düşmemiş.” Duraksayıp etrafına bakındı “Aşkımızın küçük meyvesi nerede? Belki babasına hoş geldin demek isteyecektir?”

“Biraz geç kaldın Ryner.” Diye cevapladı Leila. Kadının burnundan kan akmaya başlamıştı. “O burada değil.”

Adamın gülümseyişi bir anda sona erdi. “Ne yaptın sen, Leila?” diye sordu.

Leila, şimdi çok daha içten gülümsüyordu. “Tanıdık olduğun bir büyü. Usasiki.”

Kadının burnundan kan akmaya devam ediyordu. Ryner’ın gülümsemeden ifadesizliğe dönen yüzünü bir anda korku almıştı.

“Yapmış olamazsın!”

Leilanın gülümseyişi güçlendikçe, adamın öfkesi körükleniyordu. Ryner kudretli bir çığlık attı ve gözleri kızıla dönüştü. O kızıla çalan gözlerinde, mavi bir mühür belirdi bir anda.

Her şey, Leila’nın olmasını istediği gibi oluyordu. Ryner’ın, hayatında ikinci kez, ki ilki doğduğu sıradaydı, gözünden yaş damladı. Bu bir damla yaş yere düşene kadar, kapkaranlık bir perde yayıldı her yere. Saçtığı öfkenin hüküm bulmuş hali olarak, askerlerini doğrayan gölgelere dönüştü bu siyah perde ve her şeyi parçalara ayırdı. Önce askerler, sonra kadın ve en son olarak kendisi, o uğultulu karanlığın içinde ölümü tattı.

O karanlığın içinde Ryner hıçkırıyordu. “Bu gözlere sahip olmak, benim hatam değildi Leila” diye bağırıyordu. Zavallı kadın da, son nefesini onun için harcamıştı.

“Biliyorum, Lyner’ın da değildi.” Ve yok oldu.

Ay karardı ve karanlık bir duman, tüm krallığın üstünde belirdi. Bu, Ryner’ın öldüğü andı.
'cos everybody hurts, sometimes.

Çevrimdışı M.K.Immortal

  • **
  • 290
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
Ynt: Lyner
« Yanıtla #1 : 02 Şubat 2014, 08:09:22 »
Yanlış anlamazsanız öykünüzün daha iyi olması adına gözüme takılan bir iki şeyden bahsetmek istiyorum. Öncelikle çok sık aynı kelime ve isim tekrarları bulunuyor öykünüzde. Ardı sıra cümlelerde hatta aynı cümlede aynı kelimeyi defalarca görmek mümkün. Zaman zaman şiirsel bir hava katsa da fazlalığı biraz göze batıyor ne yazık ki.

Ryner ve Leila mıdır acaba sadece büyü yapabilen diye düşünürken askerlerin de bazılarının buna hakim olmasını gördükten sonra size bir öneride bulunmak istiyorum. Genelde fantazya yazarlarında sık sık yapılan bir görmezden gelmedir bu. Öyle bir dünya var ki, bir kişi onlarca kişiyi hemen öldürebiliyor. Kral olsanız mesela, askerlerinizin arasına kolayca harcanacak, büyü bilmeyen kişileri koyar mıydınız? Ya da askerler bunu kabul eder miydi? Demem o ki dengeli bir dünya oluşturursanız emin olun okuyucu da çok daha keyif alacaktır yazdıklarınızdan. Sadece çok güçlü büyücüler veya çok güçlü birkaç savaşçı olmasın. Askerler bu kadar basit telef olmamalı yani. Eğer ki Ryner ve Leila ayrıcalıklı bir güce sahipse de bunu bir iki cümle ile belirtseniz sevinirdim. Demem o ki; Ryner'ın kalkanı kıracak kadar güçlü olduğunu, Leila'nın da çok güçlü kalkan yaptığını biliyoruz ama sadece onlar mı bu kadar güce sahipler?

Sakın şevkiniz kırılmasın bu arada. Öykünüzü çok sevdiğim için bunları söylüyorum. Yani çok daha güzel bir yönde ilerlemesi adına kendimce tavsiyeler vermek istedim. Öykünüz iştah kabartan cinsten. Aksiyon seven biri olarak bir solukta okudum diyebilirim. Merak unsuru had safhada. Cümleleriniz tekrar eden kelimeleri saymazsak gayet akıcı. En kısa zamanda devamını okumak dileğiyle. Ellerinize sağlık.

Çevrimdışı Death Symbol

  • **
  • 67
  • Rom: 0
  • Dare to...
    • Profili Görüntüle
Ynt: Lyner
« Yanıtla #2 : 02 Şubat 2014, 14:48:33 »
Eleştirinizden dolayı çok teşekkür ediyorum, beni gerçekten çok mutlu ettiniz. Kelime tekrarlarının göz yorar cinsten olduğunu siz söyledikten sonra metni okuyarak ben de fark ettim. Buna hikayenin devamını yazarken çok daha dikkat etmeye çalışacağım. Okuduğunuz için de ayrıca teşekkür ediyorum.
'cos everybody hurts, sometimes.

Çevrimdışı Death Symbol

  • **
  • 67
  • Rom: 0
  • Dare to...
    • Profili Görüntüle
Lyner
« Yanıtla #3 : 02 Şubat 2014, 18:13:21 »
Bölüm 2 - Rylei

RYNER’IN ÖLÜMÜNDEN 14 YIL ÖNCE

Rylei, orta yaşlı bir adamdı ve kendini ülkenin yararına olabilecek savaşçılar yetiştirmeye adamış, onurlu bir büyücüydü. Onun yöntemleri hep fazla sert görülürdü. Ancak hiçbir öğretmen, onun sevdiği kadar öğrencilerini sevemezdi. Bu adam, bir çok efsanevi büyücü yetiştirdiği için, efsanelerin lideri gibi bir lakapla anılırdı.

Saçları yer yer beyazlamış, mavi gözlü bir adamdı. Onun tek gayesi, yıllardır ülkenin başında hüküm süren zalim kralların ülkeye yaptığı zalimlikleri düzeltebilecek bir kahraman yaratmaktı, ama zavallı adamın şu ana kadar yetiştirdiği tüm büyücüler bu zorbalığı devam ettirmiş kör nankörler olmuşlardı. Bunun için kendini suçlardı Rylei.

Leila ve Ryner, onun şu sıralar ümitlerini omuzlarına yüklediği öğrencileriydi.  O ikisi, masum bir aşkın kurbanıydılar ve Rylei aşkın insanları güzelleştirdiğine inanırdı. Onları diğerlerinden özel yetiştirişinin sebebi buydu.

Leila o kadar güzel bir kadındı ki, bu Dünya’dan olduğuna inanmak şahit isterdi. Ryner ise ona yakışacak bir yakışıklılıktaydı. Kısa kızıl saçları yukarıya doğru dikilmiş, yüzünün hatlarını ortaya koyuyordu. İnanılmaz keskin yüz hatları vardı. İnce dudakları, düzgün burnu ve çatık kaşlarıyla, pek çok genç kadının arzuladığı bir gençti.

“Siz ikinizle ayrılacağıma ziyadesiyle üzülüyorum.” Diyordu Rylei alıştırma kampının kuzeyindeki korulukta yürürlerken. “Ayrıca daha önce kimseye güvenmediğim kadar size güveniyorum. Bu ülkeye yetiştirdiğim en iyi öğrencilerimden olduğunuzu düşünüyorum. Size bu tekniği öğretmek istememin sebebi de buydu.”

Adam bir ağacın önünde durdu. Öğrencilerinin gözlerinin içine bakıyordu. “Usasiki. Gözlerin aynası olarak bilinen büyü.” Sessizleşmişti ve piposunu yaktı. “Kendi varlığınızı yok edip, başka bir yerde yeniden var edebilmenizi sağlar.” Şeklinde konuşmaya devam etti.

Ryner ve Leila şaşkın bir ifadeyle yaşlı adama bakmaya devam ediyorlardı.

O sırada Rylei, bir salise içinde ortadan yok olup, hemen arkalarında belirdi ve Ryner ile Leila’nın sırtına ellerini dayadı. Şimdi, onları iteleyerek yere düşürmüştü. Adamın ortadan yok oluşuyla arkalarında var oluşu arasında en ufak bir salise farkı bile yoktu.

Ryner ve Leila şok içinde yerden kalkıp adama döndüler. Rylei’nin burnu kanıyordu.

“Ancak varlığınızı ne kadar uzakta yaratırsanız, hayatınız o kadar kısalır.”

Ryner, o esnada, hiç sormaması gereken bir soru sordu.

“Peki bunu başkalarına yapmak mümkün müdür?”

“Kendi hayatınızın tamamını vermek şartıyla başkasını yok edip başka bir yerde yeniden var edebilirsiniz. Ama kendinizde bu büyüyü yapabilmek için bile yıllarca tecrübe etmek gerekir. O tip bir şey yapmak çok kolay olmasa gerek.”

Zavallı adam, Ryner’ın bir şeytan olduğunu ve Leila’nın bu büyüyü oğlunu ışınlamak için kullanıp kendini feda edeceğini bilmeden, öylece gülümsemişti o sırada. Kimse kötü bir şey yaptığını söyleyemezdi. Ama iyi bir şey yapıp yapmadığı da tartışılırdı.

RYNER’IN ÖLÜMÜNDEN 12 YIL SONRA

Kuzeydeki asker kampında, herkes birbirini sevip sayardı. Kuzey, ülkenin en çok savaşmak durumunda kalan bölgesiydi. Ölüm korkusu, buradaki askerleri birbirine sevgiyle kenetliyordu.

Kuzey kampının en önemli özelliği, tüm askerlerin büyü kullanabilmesiydi. Stratejik önem taşıyan bu bölge, kral tarafından sıkça ziyaret edilir, iyi korunduğuna hep emin olunurdu. Ülkenin kuzeyindeki Leon imparatorluğu, yıllardır yaptığı vur kaç politikasını uzun bir süredir yapmıyor gibiydi. Kuzey kampı lider komutanı Bay Filler, bunu hiç hayra yormamaktaydı. Sanırım Leon krallığının kuzey kampıyla verdiği küçük ama ölümcül mücadelelerin uzun bir süredir yapılmayışı, fırtına öncesi sessizlik gibi bir şeydi.

Bölgeye yeni transfer edilen bir grup asker, gecenin karanlığında ve ormanın uğultulu sessizliği ardında, at arabalarıyla kampın ışıklarını arıyordu. Doğrusu bu çaylaklar kuzey kampına gecenin bir yarısı varmayı kendileri de planlamamışlardı. Onlar sadece kuzey kampını korumak adına güneyden gönderilen yeni askerlerdi.

At arabalarından tekini sürerken sürekli uyuyup yeniden uyanıyordu Lyner. Hayatının kalanını verirdi belki tek bir yatak ve bir yastık için. Saatlerdir bu ruh hali içindeydi fakat bir şekilde arabayı sürmeyi başarıyordu.

Kampın ışıklarını ilk gören o oldu. Konvoyun en önünde falan değildi ve son derecede yorgun ve uykuluydu, ama yine de o ışıkları ilk gören o olmuştu. Çevresine bakındı. O tarafa doğru yönelen bir toprak yol olmalıydı. Belki geride bırakmışlardı? Yine de, konvoyu takip etmeye devam etti.

Konvoyun en önündeki at arabasında bulunan kişi, Amiral Torc’du. O da kampı birkaç saniye önce fark etmiş, sürücüye bağırmakla meşguldü. Sürücü durdu. Onu takip eden tüm at arabaları da durdu tabi. Amiral herkesin arabalardan inmesini işaret etti. Kampa yaya olarak ulaşacaklardı.

Amiral Torc, yaşlı, beyaz saçlı, şişman bir adamdı. Fakat şişmanlığının sebebi yağ değil, aksine kaslarıydı. Korkutucu bir kas torbasıydı bu adam ve ülkenin en iyi yakından dövüşebilen büyücüsüydü. Yumruklarını ateşe dönüştüren bu adamın lakabı, Demir yumruk Torc’du. Şu aralar kralın sağ kolu gibiydi. Ryner öldükten sonra, kralın amiral yapmaya karar kıldığı isimdi. Belli ki, birlikte çalıştıkları bu son yedi – sekiz yılın ardından, Kral onu, onun adına kuzey kampını kontrol etmesi ve yeni çaylaklar taşıması için gönderebiliyordu.

Kuzey kampının lider komutanı Bay Filler, Amiral Torc’u kampın girişinde karşıladı. Amiral, bu kez çok daha fazla çaylak taşımıştı yanında.

“Hoş geldiniz, Amiral Torc” dedi Filler. Torc kampın girişinde, Filler’in önünde durdu ve sağlam bir kahkaha atarak yanıtladı onu. Buraya taşıdığı çaylaklar da onun arkasında durdu.

“Misafirperverliğinden ve resmiyetinden hiç ödün vermiyorsun Filler” dedi. “Şu haline bak, savaş korkusu saçlarını bile senden almaya başlamış.”

Filler, son zamanlarda gür siyah saçlarının yerini beyaz ve kuşkusuz ki çok daha az sıklıkta bir saç örtüsü aldığının elbette ki farkındaydı. Ancak bu tip samimi şakaları bir iblisin sağ kolundan duymayı hak etmiyordu.

“Saçlarımın beyazlamasından bahsediyorsanız Amiral, bunun savaş korkusundan çok yaşlanmaktan olduğunu düşünüyorum. Zira sizin gibi tüm gün haremde oturup envai çeşit sulu meyve yiyen birinin bile, kafasında saç kalmamış.”

Amiral bu sözlere epey bozulmuştu. Fakat ona gülümsedi ve bunu şakaya yordu. Onun bu sakin hallerini bozan şey, hemen arkasındaki gruptan gelen bir kıkırdama oldu. Arkasına sert bir ifadeyle baktı ve yeniden Filler’e döndü:

“Eh, artık yaşlandığımızı kabul etmek gerek.” Dedi. Arkada kıkırdayan her kimse, şimdi bir kahkaha atmıştı. Torc’un yüzünde kızdığını belli eden bir ifade oluştu ama dikkatinin dağılmasına izin vermedi. “Geçen seneden bu yana kaç asker kaybınız oldu?” diye sordu Filler’a.

“Yaklaşık iki yüz kişi”

Kıkırdamalar bitmişti. “Beklediğimden daha az oldu.” Dedi Torc. “Sanıyorum Leon imparatorluğu boşuna savaştığını anlayıp geri çekiliyor.” Filler ciddi bir ifade ile onu dinliyordu. “Bunlar yeni askerleriniz. Bu kampta görev yapacak yaklaşık üç yüz kişi. Üstelik kimisi Rylei’nin öğrencisiymiş.”

Filler’in ciddi ifadesi bozulmamıştı. Hafifçe kafasını eğerek yetindi.

Torc, geldiği yere döndü. Çaylakların arasından geçerken, Filler’in gür sesini duyuyordu: “Buradan gelin, size boş çadır bulayım” diyordu. Yavaşça ilerlemeye devam etti. At arabalarından birine binerek, ormanın içinde kayboldu.
'cos everybody hurts, sometimes.

Çevrimdışı M.K.Immortal

  • **
  • 290
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
Ynt: Lyner
« Yanıtla #4 : 02 Şubat 2014, 18:49:19 »
Ve anladım ki teknik konularda eleştirmek için fazla erken davranmışım :D Önceki yazıdaki 2. paragrafımı tamamen yutuyorum karşınızda :D

Kurgunuz çok güzel ilerliyor. Merak devam ediyor. Anlatım da bir anda okutacak kadar akıcı. Yine bir iki konuda kelam etmek istemiştim fakat sırf eleştirmek için eleştiriyormuş gibi olmamak adına vaz geçtim. Zaten çok önemli konular da değil :) Kısa zaman içinde devamını okumak dileğiyle. Elinize sağlık.

Çevrimdışı Death Symbol

  • **
  • 67
  • Rom: 0
  • Dare to...
    • Profili Görüntüle
Ynt: Lyner
« Yanıtla #5 : 02 Şubat 2014, 20:02:34 »
Beni çok onure ettiğinizi söylemek durumundayım. Çok mutlu oldum bunu duymaktan. Bu şekilde beni daha da yazmaya teşvik ediyorsunuz ki bende aklımdakileri bir an önce yazıya dökmek için sabırsızlanıyorum.

Çok teşekkür ediyorum.
'cos everybody hurts, sometimes.

Çevrimdışı duhan

  • **
  • 284
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
Ynt: Lyner
« Yanıtla #6 : 02 Şubat 2014, 22:27:28 »
Ryler öldüğünde orta yaşlıydı ölümünden 14 yıl önce orta yaşlı olduğunu bir kez daha vurgulamışsınız ki bu durumda ryler öldüğünde orta yaşlarında sayılamaz ve yine ikinci bölümde orta yaşlı dediğiniz paragrafın ardondan her kadının arzuladığı bir genç diye bahsetmişsiniz kafam karıştı aynı anda hem orta yaşlı hem genç olamaz değil mi? :) düzeltirseniz bu kArmasadan kurtarırsınız beni

Çevrimdışı Death Symbol

  • **
  • 67
  • Rom: 0
  • Dare to...
    • Profili Görüntüle
Ynt: Lyner
« Yanıtla #7 : 02 Şubat 2014, 22:37:50 »
Siz sanırım Ryner ile onun öğretmeni Rylei'nin ismini karıştırdınız =)
'cos everybody hurts, sometimes.

Çevrimdışı Death Symbol

  • **
  • 67
  • Rom: 0
  • Dare to...
    • Profili Görüntüle
Lyner
« Yanıtla #8 : 02 Şubat 2014, 22:40:19 »
Bölüm 3 –  Filler

Lyner derin bir uykudaydı. Onu uyandırmak için yaklaşık yirmi kişi uğraştı. Çadırda kalan diğer askerler, genç oğlanı uyandırmak için elinden geleni ardına koymadı. Onu uyandırmaya en yaklaşmış kişi Feur ismindeki bir diğer askerdi. Lyner’ın yüzüne bir bardak su dökmüş, Lyner “Bunu bir kere daha yaparsan seni öldürürüm” diye sızlanıp uyumaya devam edince bunu tekrar denemeye cesaret edememişti.

Askerlerin sabah altıda antrenman sahasında toplanacağı öngörülmüştü fakat Lyner’ı uyandırmaya çalışmanın faydasız olduğuna karar veren arkadaşları bunu denemekten vazgeçip onu almadan gitmek durumunda kaldılar.

Komutan Filler’in ilk başta durumdan haberi yoktu tabi ki. Eski ve yeni tüm askerler antrenman sahasında toplanmışlardı ve Filler bile kaç kişi olduklarını bilemezdi ya da sayamazdı. Fakat ne yazık ki Lyner’ın şakaya karışık tehdidini ciddiye alan Feur, durumu komutanına bildirmekten en ufak bir vicdansızlık duymadı.

Filler’in sinirlenişinin iki sebebi vardı. Birincisi Lyner adlı bu çaylağın böyle önemli bir toplantı sırasında uyuyor oluşuydu. Ama daha da sinirlendiği şey, arkadaşlarından birinin onu kendisine ispiyonlamasıydı. Sinirle on dokuzuncu çadıra yürümeye başladı.

Feur son üç yıldır Rylei ustanın yanında büyü eğitimi almış biriydi. Lyner, sekiz yaşından beri Rylei ustanın yanındaydı. Dolayısıyla birbirlerini tanıyorlardı ve Rylei ustanın birkaç öğrencisi daha bu kampa onlarla birlikte gelmişlerdi.

Filler çadırdan içeri girdi ve gerçekten de 18 – 19 yaşlarında bir oğlanın arkadaki yatakların birinde uyuyor olduğunu gördü.

“Uyanmak için sana sadece üç saniye veriyorum!” diye bağırdı. “Üçe kadar sayacağım. Eğer uyanmazsan, şiddete başvuracağımın garantisini veriyorum.”

Filler daha dikkatli bakınca, bu çocuğun dün akşam Torc ile olan konuşması sırasında kıkırdayan çocuk olduğunu gördü. Gerçekten korkusuz ve sorumsuz bir tiplemeyle karşı karşıya kaldığının farkına varmıştı.

“1, 2, 3!”

Adam yuvarlak bir büyü şeridi oluşturdu. Bu büyü şeridinden çıkan ve şiddetle Lyner’ın yüzüne doğru ilerleyen bir su hortumu, zavallı genci uyandırmayı bırakın, yatağı kırmış, çocuğu adeta yere gömmüştü.

Lyner ayağa kalktı ve şaşkın bir şekilde etrafına bakındı. Komutan Filler’ın kızgın yüzünü görünce gülümseyip selam verdi.

“Son derece rahatsız bir yataktı zaten” dedi. “Daha yumuşağını verirseniz sizi affederim.”

Filler’in duyduğu öfke tarif edilemezdi. Bu çocuğun kendine olan güveni ve bu kadar sempatik oluşu kabul edilemezdi ve nasıl bu kadar rahat olabildiğini anlamakta sıkıntı çekiyordu.

“Peki,” diye yanıtladı adam alaycı bir şekilde. “Kesinlikle bana darılmanı istemiyorum. Sana daha yumuşak bir tane vereceğim.”

“Anlıyorum.” Dedi Lyner. “O halde uyumaya devam etmek istiyorum.” Bir başka yatağa doğru yürüdü.

Arkadaki askerlerden bir kıkırdama duydu. Bu çocuk aptal falan mıydı?

“Benimle dalga mı geçiyorsun!” diye bağırdı. Hayatında ilk kere bu kadar sinirlendiğini hissediyordu. Bir diğer büyü şeridi yarattı. Bu kez çok daha hızlı davranmıştı. Büyü şeridi maviydi ve üstündeki semboller, sıradan büyü çemberlerindekilerden çok daha farklıydı.

Filler’in amacı Lyner’ı öldürmekten başka bir şey değildi. Güçlü bir yıldırım şeritten fırladı ve Lyner’a çarparak genci duvara, sonra da yere yapıştırdı.

Herkes şok olmuş bir şekilde olayı izliyordu. İçlerinden en çok şoke olmuş olanı, kesinlikle Filler’dı. Lyner ayağa kalktı. Hala gülümsüyordu.

“Oh, bir an öleceğimi sandım.” Dedi.

Sıradan bir büyücü, Filler’ın yarattığı büyü şeridinin diğer büyü şeritlerinden farklı olduğunu anlayamazdı. Sıradan bir büyü şeridi yuvarlaktır ve üstünde iki üçgenin iç içe geçtiği bir sembol vardır. Filler’in yarattığı bu büyü şeridinde, üç üçgen iç içe geçmişti. Dolayısıyla sıradan bir büyücü, sıradan bir kalkan yaratmaya çalışıp, sonucunda başarısız olurdu. Peki, en ufak bir kalkan yaratmadan böyle bir saldırıdan canlı kurtulmak, nasıl mümkün olabilirdi? En azından oradaki askerler böyle düşünmüşlerdi. Filler’in aklındaki soru ise, tamamen bambaşkaydı. Bu genç çocuk saldırıya maruz kalmadan hemen önce kendini duvara nasıl ışınlamıştı? O çocuk hiç saldırıya maruz kalmamıştı, sadece maruz kalmış gibi rol yapmıştı.

Filler arkasına dönüp dışarıya doğru yürüdü.

“Rylei’nin öğrencisi misin?” diye sordu bir yandan da. Bir cevap beklemedi. Cevabı çok iyi biliyordu. Işınlanmak, Rylei’nin kullandığı bir teknikti ve ona bile güvenip öğretmemişti. Eğer bu çocuğa güvenip öğretmişse, Filler de ustasına inanıp bu çocuğa güvenecekti.

O ihtiyarı bulduğu yerde, yüzüne bir yumruk çakmak istiyordu. Kıskanmıştı.

O dışarı yürürken, Lyner da cevap vermedi ve adamı takip etti. Ne de olsa artık uyanmıştı.

Dean

Tüm askerler alıştırma sahasında toplanmışlardı. Filler en nihayetinde herkesi toplamış, konuşmaya başlayabilmişti.

“Dediğim gibi, sürekli savaşa hazır bir halde olmalısınız. Leon krallığı ile sürekli çatışmak durumunda kalıyoruz. Bu sebeple sürekli antrenman yapıyoruz. Bunun için de iki kişilik takımlar oluşturup büyü alıştırmaları yapacaksınız. Herkes kendine bir eş bulsun ve önceden burada olan askerlerin yaptıklarını yapmaya başlasın.”

Hali hazırda burada asker olanlar, ikişer kişilik takımlar halinde alıştırma sahasındaydılar. İki kişilik gruplar, kendi içlerinde büyü saldırılarında bulunuyordu. Bir kişi büyü yaparken diğeri kalkan yapıyor, sonra kalkan yapan saldırıp büyü yapan kalkan yaratıyordu.

Yarım saat geçmeden yeni gelenler de iki kişilik takımlar kurarak onlara katıldı. Lyner, Dean ile bir takım oluşturmuştu. Dean onun en yakın arkadaşıydı ve Rylei ustayla birlikte çalışmışlardı. Dean; kısa, koyu mavi saçları olan; kısa boylu, çelimsiz bir tipti. Sırtında bir kılıç taşıyordu. Aşırı uzun ve süslü bir kılıçtı bu. Dean kılıcı mavi alevlerle sarıyor ve bu şekilde savaşıyordu. Herkes ona yıldırım lakabını takmıştı, zira kılıcını o kadar hızlı sallardı ki, mavi alevler bir kıvılcım gibi görünür ve parlarlardı.

Lyner çok rahat bir şekilde Dean’ın yaptığı kılıç darbelerini bir kalkan ile durduruyordu. Dean’ın Lyner’ın şimşeklerini savuşturması da bir o kadar kolaydı, ama sıradan bir büyücünün çok zorlukla karşılayabileceği türdendi.

Onları izleyen Filler’ın ilk fark ettiği, Dean’ın tüm gücüyle saldırdığıydı. Lyner ise sanki gücünü kısıtlamaya çalışıyor gibiydi.

“Bu çocuk nasıl bir canavar böyle” diye düşünmeden edemedi Filler. Kusursuz bir şekilde yıldırımı kullanabiliyordu. Hemen arkasından gelen kılıç darbesini kusursuzca durdurup, bu kez bir ateş büyüsüyle saldırabiliyordu. Büyüler arasında değişimi ve hâkimiyeti çok güçlüydü. Filler’ın fark ettiği, Lyner’ın yüzündeki sıkıntılı ifadeydi. Sanki Dean’a zarar vermekten korkuyor gibiydi.


'cos everybody hurts, sometimes.

Çevrimdışı M.K.Immortal

  • **
  • 290
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
Ynt: Lyner
« Yanıtla #9 : 02 Şubat 2014, 23:14:01 »
Yine sürükleyici güzel bir bölüm ancak şöyle bir korku belirdi içimde bu sefer. Daha önce bir başka arkadaş bir animeyi bire bir kopyalayarak kendi öyküsüymüş gibi eklemişti Kurgu İskelesine. Sizin karakterlerinizin de renkli saçları olması ve avatarınızdaki anime resmi bir an için acaba yine aynı vaka mı yaşanıyor dedirtti açıkçası. Umarım öyle bir durumla karşılaşmayız.

Olayın bu yanını kenara bırakırsak kurgu hala merak uyandırıcı ve akıcı. Olaylar gelişimi gayet yerinde. Ki bir anime izler gibi olduğum için zaten bu korkuyu yaşamıştım. Elinize sağlık.

Çevrimdışı Death Symbol

  • **
  • 67
  • Rom: 0
  • Dare to...
    • Profili Görüntüle
Ynt: Lyner
« Yanıtla #10 : 03 Şubat 2014, 00:01:53 »
Yeniden çok teşekkür ediyorum.

Profil resmim, Fairy Tail animesindeki bir karakter olan Gray'e ait. Doğrusunu söylemek gerekirse de pek çok animeyi zevkle izledim ve hala izlemeye devam ediyorum. Dolayısıyla anlatımımın ya da konu seçimlerimin animelere benzetilmesi pek kolay olur. Lakin hikayenin herhangi bir animeye ait olmadığını gönül rahatlığıyla belirtebilirim. Olsa olsa, yeni bir anime olurdu bu hikayeden. Ha tabi alçak gönüllülükle bir itirafta bulunacak olursam, büyüyü oluşturulan bir halka ile yapmaları benim animelerden gördüğüm bir şey. Fairy Tail de dahil olmak üzere pek çok animede büyü bu şekilde yapılıyor. Eğer bu fikir çalmak olduysa, özür dilemek isterim. Karakterlerin renkli saçlı olmalarıysa, sanırım yine benim anime tutkumdan kaynaklanıyor. Ama bu evrendekilerin kafaları vücutlarından büyük değil ya da gözleri kafalarından büyük değil :D

İlginiz için yeniden teşekkür ediyorum.
'cos everybody hurts, sometimes.

Çevrimdışı M.K.Immortal

  • **
  • 290
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
Ynt: Lyner
« Yanıtla #11 : 03 Şubat 2014, 10:54:21 »
O kadar esinlenme çalmak olsaydı bütün dünya edebiyatını kilit altına almak gerekirdi :D Demek istediğim öykünüz çok güzel. Size ait bir kurgu olması konusunda istekliydim ki sizden bunu duyduğum için sevindim. Elinize sağlık.

Çevrimdışı Death Symbol

  • **
  • 67
  • Rom: 0
  • Dare to...
    • Profili Görüntüle
Lyner
« Yanıtla #12 : 03 Şubat 2014, 17:02:52 »
Bölüm 4 – Noa

12 YIL ÖNCE

Elli beş yaşındaydı, ama kısa beyaz saçlarına nispet yapar gibi, yüzü pek bir diri görünüyordu Rylei’nin. Bir akşamüstü, evinde oturmuş, tatilin keyfini çıkarıyordu. Henüz bir hafta önce, kalan son öğrencisini, Filler’i eğitmeyi tamamlamış, artık emekliye ayrılmanın zamanı geldi diye düşünüyordu.

Belki de mezun ettiği son öğrenci olduğu için, ya da belki de sadece açık yürekli bir genç olduğu için, Filler’dan ayrılışına hayli üzülüyordu. Yine de, elden bir şey gelmezdi.

Piposunu yaktı ve yenile hazırladığı çayından bir yudum aldı. Havanın soğuk olmasından dolayı öğleden sonra yakmıştı evindeki taş şöminesini. Bu, günümüz şömineleri gibi süslü bir sıcaklık kaynağı değildi elbet. Kendi icadı, hatta belki de tüm mal varlığıydı. Ahşap küçük sandalyede oturmuş, bir yandan da yalnızlığa mahkûm kalışına isyan ediyordu.

Tam da bu sırada, genç bir oğlan çocuğu şöminenin önünde belirdi.

Havada, uğultulu bir sessizlik hâkimdi. İhtiyar, şaşkınlıkla oturduğu yerden havaya sekti, elinde tuttuğu çay kâsesi hışımla yere düştü. Fakat bunun farkında bile olmadı, sadece çocuğa dikkat kesilmişti. Görünüşe göre, çocuk derin bir uykudaydı.

Çocuğun yüzüne ellerini götürdü, fakat herhangi bir hareketlilik yoktu. “Uyan, evlat.” Dedi. Çocuktan bir ses gelmedi. Büyü ile uyutulduğuna yemin edebilirdi. Çocuğun sırtına dokundu. Başka türlü, Lyner bu kadar erken uyanmayacaktı.

Ancak, tam da çocuğun uyandığı sırada her taraf karardı. Karanlık bir sis perdesi tüm ülkenin üstüne çökmüş, her yeri kör, koyu bir perde kaplamıştı. Lakin ihtiyar buna şaşıracak zamanı bulamadı. Çocuğun gözlerindeki o kızıl çembere odaklanmıştı zira. Sadece birkaç salise görmüştü onu, o şeytani gözleri.

“Bu mümkün değil!” dedi.

Hiçbir şeyden haberi olmayan Lyner, pencereden gelen ışığı kesmekte olan karanlığın dağılışını izliyordu. Pencereden içeri yeniden ışık girmeye başladı ve o kasvetli, soğuk hava yok oldu.

“Siz kimsiniz? Annemi istiyorum!” dedi Lyner. Fazla korkmuş görünüyordu. Rylei’nin yüzündeki şok ifadesi ise, hala ziyadesiyle belirgindi. O ifade, Lyner ağlamaya başlayana kadar hiç dağılmadı. Zavallı çocuk ağlayarak, annesinin yanına dönmeyi arzuluyordu.

İhtiyar piposunu bir kenara koyarak, ona sarıldı. “Söyle bakalım, genç.” Dedi. “Annen senin ağladığını görse ne derdi? Erkek adam, asla başkalarının önünde ağlamamalıdır!” Yutkundu ve bir nefes aldı. “Annen kimdi? Seni ona götüreceğim.”

Çocuk, bir anda ağlamayı kesip gülümsedi. “Beni ona götürür müsünüz gerçekten? Onun adı Leila.”

İhtiyar, şimdi yüzüne daha sağlam bir şok ifadesi yerleştirdi. Tüm senaryo, tek bir isimle açığa kavuşmuştu. Şöminenin önüne ışınlanan bir çocuk, gözlerindeki kızıl leke, her yerin kararması.

“Yoksa…”

İhtiyar önce ağlamak istedi. Zira, Leila’nın bu çocuğu ışınlayarak kendini feda edişi, çok açıktı. Sonra, yeniden ağlamak istedi, zira çöken karanlık, Ryner’ın gözlerinin uyanışını temsil ediyordu. Daha sonra, yeniden ağlamak istedi, zira az önce, bu çocuğa tutamayacağı bir söz vermişti.

İhtiyar ayağa kalkıp, sandalyesine oturdu. “Hemen ayağa kalk, çocuk” dedi. Lyner’ın, büyük bir hevesle ayağa kalkışın seyretti. “Şimdi de arka bahçeye gidip, tüm domatesleri sulamanı istiyorum.”

Lyner anlam veremeyen bakışlarla ihtiyara bakıyordu.

“Anneni tanıyorum. Benim öğrencimdi. Sana büyü öğretmem için seni bana gönderdi.”

Lyner, anlam veremeden bakmaya devam ediyordu.

“Ne duruyorsun, çık hemen!” bu kez bağırmıştı. Lyner korkuyla kendini evden dışarı attı. “Ben uyuyacağım, beni uyandırırsan, seni öldürürüm.” Şeklinde bağırmaya devam ediyordu, Rylei.

Onu hemen dışarı yollamasının, çok daha önemli bir sebebi vardı. Lyner evin arka tarafına doğru koşarken, ihtiyarın gözleri çoktan sulanmaya başlamıştı. O genci evin dışına göndermesinin sebebi, bu iki çift gözyaşıydı tabi. Kendini kalkıp, yatağına yürürken buldu.

Leila’nın, Lyner’ı şöminenin önüne ışınladığını hatırladı yaşlı adam. “Şöminenin önü ha!” diye düşündü. “Bu, ona iyi bak mı demek oluyor, seni kahrolası velet!” O şöminenin Rylei için ne kadar önemli olduğunu bilen, onun en büyük sırrını paylaşabildiği tek kişi, Leila, artık ölümü tatmıştı.

LYNER’IN KUZEY KAMPINA VARMASINDAN İKİ HAFTA SONRA

Lyner, aylaklık ve tembellik yapmanın imkânsız olmasını kınayarak her saniyesine küfrettiği hayatını, ne daha kötü yapabilirdi diye düşünürken, cevabı Filler verdi.

“Bu gecenin nöbetçisi sensin, Lyner.”

Eğer bir volkan olsaydı, Lyner kesinlikle patlardı. En sıkıcı işlerin ve sorumlulukların sırtına yük edildiği bu hayattan tek beklentisi, günün elli altı saatini rahatsız edilmeden uyuyabileceği ve sınırsız yemeğin kendine servis edileceği bir han odasında, yumuşak bir yatağa sahip olmak ve hiç para vermemekti. Fakat o, herkes yavaş yavaş yatağına girerken, somurta somurta gözetleme kulesine tırmanmaya koyuldu. Gerçi aklındaki tüm isyan mekanizmalarını gecenin bir yarısı bir kenara atıp, uyuya kalmıştı. Eğer uyuya kalmasaydı, saat iki civarında kampın kapısından içeri dalan Leon casusunu görürdü.

Lyner, ancak birkaç saat sonra uyanabildi. Gökyüzünde patlayan bir bomba, ya da ona benzer bir şey, gökyüzünü kızıla çalmıştı. Çıkardığı ses o kadar yüksekti ki, Lyner bile derin uykusundan aniden uyanarak gözetleme kulesinin üstünde yalpaladı ve neler olduğunu anlamaya çalıştı. Dikkatle çevresine bakındığında, Komutan Filler’ın çadırını delerek göğe değin yükselen büyünün kızıl dumanlarla bıraktığı izi gördü. Bu, apaçık bir işaret fişeği gibiydi. Hemen ardından, son derece kalabalık bir asker grubunun, kampın girişinden içeri daldığını görebildi.

Lyner’ın hayatta ilk kez tattığı bu duygunun ismi, pişmanlıktı sanırım. Birkaç saniyede, neler olduğunu kavramayı denedi ve ne yapması gerektiğini bulmaya çalıştı. Çadırlarından dışarıyı gözetleyen bir grup pijamalı asker gördü.

“Kahretsin!”

Leon askerlerinden bir ya da birkaç kişi gizlice içeri dalıp, komutan Filler’ı bir savaş başlatmadan önce savaş dışı etmeye çalışmış olmalıydı. Peki o kızıl işaret, başarılı olduklarını mı gösteriyordu, yoksa başarısız olduklarını mı? Bunu anlamak için, kapıdan içeri bir sürü halinde dalan Leon askerlerinin yüzlerine baktı. Tedirginlik. Eğer o işaret başarı anlamına gelmiş olsaydı, askerlerin yüzü gülmez miydi?

Lyner iki seçenek üstünde durdu. Filler’ın çadırına gidip duruma müdahale edebilirdi. Ya da içeriye dalmakta olan yüzlerce Leon askerinin karşısına dikilip, kendi askerlerine savaşa hazırlanmaları için zaman kazandırabilirdi.

Birkaç salise içinde, kendini Leon askerlerinin karşısına ışınlamayı başardı. Filler ile alakalı aklındaki negatif düşünceler ve hissettiği bu garip huzursuzluk, ki tam açılımı kendini suçlu görmekti, beynini kemirip duruyordu ama o yine de en doğru olan seçeneği birkaç saniye içinde bulup, o yönde kararlar vermişti.

Kendini kampın girişine ışınladığında, iki yüz kadar askeri seçebiliyordu Lyner. Fakat uzaklardan hala buraya doluşmakta olan askerler olduğunu da görebiliyordu. Bu bir çatışma falan değildi, bu, resmen bir savaştı.

İri yarı, uzun burunlu bir adam, askerlerin en önünde durmuş, kendine güveni ziyadesiyle yüksek bir şekilde etrafına göz gezdiriyordu. Başı o kadar büyüktü ki, kafasındaki hasır şapka bir oyuncak gibi görünüyordu. İri yarı kolları ve bacakları, diğer Leon askerlerine kıyasla son derecede fiyakalı bir üniforması vardı. Uzun bıyıkları tüm yüzünü gizliyor, hasır şapkanın altından birkaç tel beyaz saç fışkırıyordu.

Diğer askerlerden birkaç metre ileride durmuş, beklediği gibi karşılanmayışının verdiği soru işaretleriyle kafasını meşgul ediyordu. Karşısında yüzlerce asker bekliyordu, küçük bir çocuk değil.

Lyner gülümseyerek adama dik dik bakıyordu.

“Hoş geldiniz” dedi. “Buraya savaşmak maksadıyla geldiyseniz, oturup bir kâse çay eşliğinde konuşarak anlaşabileceğimize inanıyorum.”

Lyner dalga falan geçmiyordu. Bir çocuğun savaşları saçma bulması kadar olağan, dünyada başka hiçbir şey olamazdı. İnsanlar birbirlerini öldürmemelidir. İnsanların yapacağı tek iş, oturup karşılıklı birer kâse çay içmektir çok çok, en azından Rylei böyle söylerdi.

Lakin Leon komutanı bu davranışı küstahça ve fazla kendinden emin buldu. Onun için kabul edilemeyecek tek şey, bu yerden bitme çocuk tarafından dalga geçilmekti. Yüzündeki gülümseyiş ve kendinden eminlik kayboldu ve çok daha ciddi bir ifade aldı.

“Benim kim olduğumu biliyor musun sen, çocuk!” dedi. “Adım Noa. Leon imparatorluğunun yüksek amirali.”

Lyner gülümseyişini gıdım dahi azaltmadan, adamın gözlerinin içine bakmaya devam etti.

“Benim zalim kralım bile bir ülkeyi fethe çıktığında ültimatom göndermenin onurlu bir davranış olduğunu biliyor.” Lyner, kampın dışına dikkatle baktığında, ucu bucağı görünmeyecek kadar çok asker olduğunu gördü. Yüzlerce asker. Israrla, oradan buradan akın etmeye, kalabalık Leon askerlerine katılmaya devam ediyorlardı. Lyner gibi bir genç için bile, durumun ciddi bir hal aldığı açıktı.

Noa, şaşkın bir ifadeyle çocuğun yüzüne bakmaya devam ediyordu.

“Bu işler böyle yapıldığında daha zevkli oluyor, evlat.” Dedi. “Onurlu savaşlar geçtiğimiz yüzyılda kaldı. Savaşları bilirsin. Onurlu olup olmamak, ölü sayısını değiştirmiyor.”

Lyner esneyerek adamın gözlerinin içine bakmaya devam etti ve gülümsedi.

“Eğer topraklarınız nüfusunuzu barındırmakta zorlanacak kadar azsa, size bir iki ev satın alabilirim.” Dedi. “Sonuçta sadaka ile savaşlar arasında çok ince bir çizgi vardır.”

Yaşlı amiral şok geçirmiş bir halde çocuğun yüzüne bakmaya devam etti. Birkaç yüz askerin önünde ilerleyen, yer yer beyazlamış saçları olan, ancak hala orta yaşlı olduğu belli bir adamı o sırada seçebildi. Yüzünü o tarafa çevirdi. Küçük bir kahkaha attı.

“Komutan Filler, sonunda yüzünüzü görebildik. Eh, bu kadar kolay ölmeyeceğiniz belliydi.”

Filler yalnız başına yüzlerce askeri havaya uçurabilecek türden bir adamdı. Amiral Noa için bile, ziyadesiyle zorlu bir rakip olabilirdi. Sayı üstünlüğüne sahip olmanın bu tip adamlar karşısında önemsiz olduğunu biliyordu Noa. Kurduğu strateji de, bu tip bir gücü daha savaş başlamadan saf dışı edebilmekti, ancak başarısız olacağı daha en baştan belliydi.

Noa’nın ordunun en önünde savaşması, büyük bir riskti. Ancak, askerlerin arkasından gelmesi, çok daha büyük bir risk olurdu. O hem bir motivasyon kaynağı, hem de önemli bir savaşçıydı.

“Lyner, buraya gel.” Dedi Filler. Yüzünde, daha önce hiç olmadığı kadar ciddi bir ifade vardı. Lyner’a kızgın değildi, tam tersine minnettardı. Belki aylaklık etmek isterken görevini yerine getirememişti, lakin Filler onun uyuyacağını zaten bile bile onu görevlendirmişti. Üstelik yüzlerce düşmanın karşısına dikilip, askerlerin hazırlanması için zaman kazandırdığını görmemek, bir nankörlük olurdu.

“Hayır, efendim. Bu adamla şerefli olmak üzerine hoş bir sohbet içerisindeydik zira.” Diye yanıtladı Lyner. Komutan Filler’a bakıp gülümsüyordu. Komutan Filler derin bir iç çekti. Nasıl bir cevap verebileceğini bile kestiremiyordu.

Noa’nın iki elini vücudunun önünde birleştirmesi, o kadar kısa bir sürede gerçekleşti ki, Filler son ana kadar bunu göremedi.

“Üç başlı Salamander!”

Filler henüz bir büyü şeridi yaratamadan, başı ejderhaya benzeyen üç büyük ateş topu, hızla üstüne doğru ilerledi. Ellerini önde birleştirdi, ama çok yavaş olduğunu fark etmekte gecikmedi.

Bu, Filler’in yaklaşık iki hafta önce Lyner’a saldırırken kullandığı büyü şeridi gibi, üç üçgenin iç içe geçtiği bir büyü şeridiyle oluşturulmuştu. Filler ve askerlerinden hiçbiri, bu büyüye karşılık verebilecek anı yakalayamamıştı. Lyner dışında.

Yuvarlak bir büyü halkası hızla büyüdü ve Noa’nın yaptığı büyünün önüne kendini siper etti. Lyner’ın kullandığı büyü şeridi, normal bir şeritti. Ateşten ejderhalar kalkana çarpıp, onu un ufak etti ancak, kalkan büyüyü birkaç saniye de olsa tutabilmişti. Filler’ın karşı büyü oluşturmak için ihtiyacı olduğu zamanı kazanması, bu birkaç saniye sayesinde oldu.

“Kuzeyin üçüz ışınları!”

Üç beyaz ışın, hızla salamanderlere çarptı ve havada patlayarak her iki saldırı da birbirini bloke etti.

Noa’nın gözleri, Lyner’a kaydı. Sıradan bir büyü kalkanıyla dahi, bu amansız saldırıyı birkaç saniye tutabilmişti. Lyner kalkanın kırılacağını çok iyi biliyordu. Noa’nın yarattığı büyü şeridinin çok farklı bir büyü şeridi olduğunun farkındaydı. Lakin, tüm gücüyle Filler’a birkaç saniye kazandırmak için hızlı bir karşı savunmada bulunmuştu. Bunu hem Noa, hem de Filler rahatlıkla fark edebildi.

Fakat tuhaf olan şey şuydu ki, Noa şaşkın bir ifadeyle Lyner’ın olduğu yere yeniden bakınca, onu orada göremedi. Şaşkınlığı iki katına çıkmıştı ve gözleri onu aradı. Sırtındaki hançeri o sırada fark edebildi.

“Ne güzel, konuşuyorduk.” Dedi Lyner. Noa’nın arkasında, elindeki hançeri Noa’nın sırtına dayamış bir şekilde duruyordu. “Gerçekten de, neden böyle ahlaksız bir harekette bulundunuz?”

Her şey sadece birkaç saniyede gerçekleşti. Noa’nın askerleri hemen birer büyü şeridi oluşturarak şok içinde Lyner’a doğrulttu.

Noa, Lyner’ın onu öldüreceğini sandığı için, vermemesi gereken bir emir verdi.

“Beyler, saldırın!”

Lyner eski yerine ışınlanırken, ateş ve yıldırımlardan oluşan bir büyü yığını, direkt olarak Noa’ya çarptı. Leon Amirali, kendi adamları tarafından, tam o sırada saldırıya maruz kalmıştı.

Lyner ifadesiz bir şekilde olayı seyrediyordu.

“Sanırım, yine birinin ölmesine sebep oldum.” Dedi.

Noa’nın tekrar ayağa kalkmasına sevinen tek Resdan askeri, o olmalıydı.
'cos everybody hurts, sometimes.

Çevrimdışı Stormholder

  • *
  • 46
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Lyner
« Yanıtla #13 : 04 Şubat 2014, 02:42:26 »
Surekli farkli zaman dilimlerinin anlatilmasi basta karisik gibi gorunmustu gozume fakat okudukca hikayenin butunlugunun bozulmadigini fark ettim. Bir de, sanirim bana has bir sorun, kisa surede fazla isim kullanildigindan karakterlere adapte olamadim. Hangi animelerden etkilendiginizi gorebiliyorum fakat kopyalama soz konusu degil. Gayet guzel esinlenmeler. Onun disinda kurgu beni surukluyor :)

Çevrimdışı M.K.Immortal

  • **
  • 290
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
Ynt: Lyner
« Yanıtla #14 : 04 Şubat 2014, 11:08:19 »
Güzel demek az kalır artık. Peş peşe her bölümde yorum yapıyorum ama böyle bir öykü için yorum yapmamak da kabalıkmış gibi geliyor.

Sadece şurasını pek sevmedim diyebilirim bu bölümde:

"İhtiyar önce ağlamak istedi. Zira, Leila’nın bu çocuğu ışınlayarak kendini feda edişi, çok açıktı. Sonra, yeniden ağlamak istedi, zira çöken karanlık, Ryner’ın gözlerinin uyanışını temsil ediyordu. Daha sonra, yeniden ağlamak istedi, zira az önce, bu çocuğa tutamayacağı bir söz vermişti."

Sebebi ise özellikle "zira" kelimesini pek sevmeyişimden kaynaklanıyor :D Yani tamamen bana has bir durum.

Öykünüzün devamını bekliyor olacağım. Elinize sağlık.