Kayıt Ol

Lyner

Çevrimdışı Death Symbol

  • **
  • 67
  • Rom: 0
  • Dare to...
    • Profili Görüntüle
Ynt: Lyner
« Yanıtla #15 : 04 Şubat 2014, 13:39:57 »
@Stormholder;

Yorumunuz için çok teşekkür ediyorum. Aslında karakterlerin çözümlenmesi, benim zamanla sindirmeyi sevdiğim bir husustur. Örneğin bir savaşın orta yerinde aniden olayla hiç alakası olmayan bir karakterin geçmişine dönebilirim ya da tamamen farklı bir karaktere geçiş yapabilirim. Bu genellikle insanların aklını karıştırıyor ve bu konuda haklısınız da. Lakin yine de, ben bunun yarattığı farklılıktan hoşlanıyorum ve umarım siz de zaman içinde buna ısınabilirsiniz.

@ M.K.Immortal;

Bahsettiğiniz kısım benim on kere düzenleyip istemeye istemeye bu şekilde bıraktığım bölümdü. Aslında o tip bir paragrafa hikayenin ihtiyacı yoktu. Sonuçta ağlamak istemesi adamın karizmasını bir nebze çiziyordu. Fakat işin arkasında, Leila ve Rylei arasındaki bağ ve büyük sırlar var. Dolayısıyla şimdilik her ne kadar adamın karizması çizilmiş gibi görünse de, birkaç kere daha geçmişten kesitler verdiğimde adamın neden bu kadar üzüldüğü daha iyi anlaşılabilir. "Zira" kelimesi ile ilgili olarak da haklısınız. Şiirsel bir şekilde görünmesi için çok fazla tekrar ettim fakat sanırım sonunda yine rahatsız edici bir görüntü oluşturdum. Bunu amatörlüğüme vermenizi rica edip tekrar tekrar yorumladığınız için çok teşekkür ediyorum. :)
'cos everybody hurts, sometimes.

Çevrimdışı Death Symbol

  • **
  • 67
  • Rom: 0
  • Dare to...
    • Profili Görüntüle
Lyner
« Yanıtla #16 : 04 Şubat 2014, 14:16:46 »
Bölüm 5 – Savaş

Noa hışımla ayağa kalktı. Tek bir yara dahi almamıştı. İşaret parmağıyla ileriyi gösterdi.

Aslında ayağa kalkma sebebi, Lyner Noa’nın arkasında belirdikten sonra alelacele yaptığı bir büyüden dolayıydı. Sırtını demirden bir kabuğa dönüştürdü ve çift üçgenli herhangi bir büyünün ya da sıradan fiziksel saldırıların delip geçemeyeceği bir kalkan yaratmış oldu.

“Saldırın, askerlerim!”

O kadar sinirliydi ki, fazla aceleci ve düşüncesizce verdiği bir emirdi bu. Fakat askerler bunu önemsemedi. Kampın bir savaş alanına dönüşmesi birkaç saniye içinde gerçekleşti. Büyü ve kalkanların havada ışık gösterilerine dönüştüğü o andan itibaren, her iki tarafın da kayıp vermeye başlaması kaçınılmazdı.

Noa’nın gazabının askerlerini yakmasına izin vermeyen Filler’ın işi hayli zordu. İki lider de birbirlerine karşı bir üstünlük mücadelesine girişti. Lyner ise oradan oraya ışınlanıyor, Leon ya da Resdan’lı olmasını gözetmeksizin insanlara bu mücadeleyi durdurmasını söylüyordu. Gözleri korku ile bezenmişti. Kimseye saldırmadı. Kalkanlarla saldırıların içine daldı, sayısız pek çok hayatı kurtardı. Fakat birkaç dakikanın sonunda, verdiği mücadelenin imkânsız bir mücadele olduğunu fark etmişti. Bu insanların öfkesi dinmeyecekti. Kurtardığı her can, teşekkür dahi etmeden savaşmaya devam ediyordu.

Önce bu bir ego mücadelesiydi. Sonraları, kendilerini zayıf görenlerin öfke ve kin mücadelesine dönüştü.

Dean, çoktan birkaç Leon askerini kılıçtan geçirmişti. Fakat aklı, Lyner’ın yaptığı absürtlüklerdeydi. Kendisi de savaşmaktan yana değildi, ancak bu, şu anda bir hayatta kalma mücadelesiydi. Lyner’ın ağacın tekinin üstüne çıkmış, olayı izlemekte olduğunu fark etti. Savaşı izlerken, gözlerinin kızıl bir halka haline büründüğünü gördü, sadece birkaç saniyeliğine. Konsantrasyonunu kaybetmeden, bir sonraki düşmanına karşı hamlede bulundu.

Filler ve Noa, üç üçgenli çemberlerle birbirlerine saldırıp duruyorlardı. Şiddetli saldırıları, yer yer diğerlerinin ilgisini çekecek sarsıntılar yaratıyordu. Lyner onları izlerken, son iki haftadır yaptığı alıştırmaları hatırlıyordu. Bir taraf saldırır ve diğer taraf savunur, sonra savunan taraf saldırırdı. Savaşlar da aynen bu şekildeydi, ancak herkes hızlı davranmaya ve bir açık yaratarak düşmanını katletmeye çalışıyordu bu kez.

Lyner sadece izledi ve savaşlar bitene kadar hiçbir hamlede bulunmadı.

“Bu ısrarınızı anlayabilmiş değilim, Amiral.” Diyordu Filler. “Israrla topraklarınızı genişletmeye çalışıyorsunuz.” Art arda birkaç yıldırımı hızla Noa’ya gönderdi.

“Yıllardır dış ülkelere yönelik küçümseyici tutumunuz, çok mu anlaşılabilirdi komutan?” dedi Noa. “Oak imparatorluğuna yaptıklarınızı ne çabuk unuttunuz?”

Üçlü bir salamander daha yarattı.

Filler bile Noa’nın haklı olduğunu görüyordu. Kendi imparatorluğunun kalır yanı yoktu bu Leon pisliklerinden. Sadece birkaç saniyeliğine, arkadaki ağaçlardan tekine tünemiş Lyner’ı gördü. Çocuk kendince, savaşa katılmayarak, savaşları protesto ediyordu adeta.

Belki de pislik, imparatorluklarda değildi. Belki de kötü olan, sadece insanların kalpleriydi. Kimilerinin. Ya da Lyner’ı görünce Filler’ın düşündüğü şey buydu.

Filler’ın gardını düşürdüğü an o andı. Üstüne gelen ateş huzmesinden son anda kaçınabildi, fakat kolunun dibinden geçen ateş büyüsü kolunu yakmıştı. Savaşın iplerinin Noa’ya geçmesi, bu küçük dikkatsizlikle oldu.

 “Jasi!” diye haykırdı Noa. Neden sonra, etraf bir anda zifiri karanlığa dönüştü. Ay kırmızı bir hal aldı ve kendi dışında hiçbir şeyi aydınlatamazdı ne yazık ki.

Filler, Noa’nın illüzyonlarından birine yakalandığını hemen fark etmişti. Eline baktı. Siyah bir yara gördü, büyümüştü ve bir zehir gibi eline yayılıyordu. Etrafına baktı. Etrafındaki herkes, bir bir düşüyordu.

“Senden de daha azını beklemezdim. İllüzyonu ateş büyüsüne katmak.” Dedi. İllüzyondan kurtulmak için birkaç büyü denedi, fakat kurtulamadı.

“Ben de senden daha azını beklemezdim. Bunun bir illüzyon olduğunu bu kadar erken fark etmen, şaşırtıcı.”

Belki Noa illüzyonun içinde olduğu yerde duruyordu, ama gerçekte bitirici darbeyi yapacak bir saldırıyı çoktan hazırlamıştı.

“Kahretsin” dedi Filler. Hangi büyüyü denerse denesin, illüzyondan kurtulamıyordu.

Salamander şeklinde iki büyük ateş topu Filler’ın bedenine hızla çarptı.

*

Dean, gözüne zorlu bir rakip kestirmişti. Leon askerlerinden biri, şimşekle bezediği kılıcıyla, Resdan askerlerini biçerek ilerliyordu. Dean’ın iki seçeneği vardı. Ya bir şekilde onu durduracaktı, ya da arkadaşlarının çok büyük bir kısmını kaybetmek pahasına o da Leon askerlerini biçerek ilerleyecekti.

Öldürmektense, korumayı tercih etti. Fakat henüz harekete geçmişti ki, yıldırım kılıçlı Leon askerinin kendisine doğru koştuğunu gördü. Yıldırım kılıçlı askerin de ilgisini çekmiş olacaktı sanırım.

Kimse tek bir söz bile konuşmadı. Sadece kılıçlar havada buluştu ve ateş ile şimşeğin çatışması, birkaç yakıcı kıvılcım açığa çıkardı. Arkasına, birkaç güçlü kılıç darbesi daha atmıştı Leon askeri, ama başarılı bir şekilde bu saldırıları atlatmayı başardı Dean. Sıradan gözlerin göremeyeceği kadar hızlı birkaç kılıç darbesi daha havada birleşti. Hemen sonra, Leon askeri boşta kalan eliyle bir yıldırım büyüsü yarattı ve Dean’e bir yıldırım topu gönderdi. Dean de diğer eliyle bir kalkan yaratarak bu büyüyü karşıladı. Bu kez, Dean bir büyü çemberi oluşturdu.

Leon askerinin hatası, bir kalkan yaratmak oldu. Fakat Dean, büyü çemberini elini ateşe bürümek için yaratmıştı. Kalkanın üstünden geçirdiği eliyle düşmanın suratına vurdu Dean.

Asker bu beklenmedik hareketin ardından havalanarak sırt üstü yere oturdu. Güzel yüzünün yandığını hissetmişti. Fakat bu önemli olmadı. Zira, daha ayağa kalkamadan kalbine Dean’ın kılıcı saplandı.

*

Noa, yerde yatan cesedin yanına emin adımlarla ilerledi. Lakin Filler’ın cesedi, karnındaki o devasa yaraya rağmen ayağa kalktı. Noa, bunun nasıl mümkün olduğunu algılayamadı. Ta ki sırtındaki eli hissedene değin.

“Yanılmışım, senden çok daha fazlasını beklerdim Noa. En basit illüzyonu dahi göremedin.”

Filler’ın elinden çıkan şimşek, direkt olarak adamın vücuduna, bu denli yakından temas etti. Noa birkaç metre ileri savruldu ve yere yapıştı. Her şey, sırtını demire dönüştüremeyeceği kadar hızlı olmuştu. Sağ kolu Gaio’yu aradı Noa’nın gözleri. Epey ilerde, Gaio’nun kalbindeki kılıcı çıkarmaya çalışan Dean’ı gördü. Bu da, yaşlı Noa’nın gördüğü son şey olmuştu.

Yaklaşık yarım saat süren savaşın zorlu kısmı bu şekilde sona ermişti. Büyü savaşları böyleydi. En ufak bir hata, ölüme sebep olurdu ve son sözler hiç söylenemezdi. Filler ve askerleri, kalan Leon imparatorluğu askerlerini birkaç saat içinde temizleyeceklerdi.

***

Lyner’ı Filler uyandırdı. Ağacın üstüne tünemiş olan Lyner, savaşın sonlarına doğru uyuya kalmıştı. Gözlerini soğuk geceye açtı.

“Senin sayende kazandık Lyner” dedi. “Onları meşgul ederek askerlerin hazırlanmasını sağladın. Bu ani bir saldırı olsaydı, bu işin bu kadar kolay olmayacağına eminim.”

Lyner esnedi ve gülümseyerek adamın gözlerinin içine baktı.

“O halde bana yumuşak bir yatak borçlusunuz” dedi Lyner. Dolayısıyla Filler’ın sinirlerine hâkim olamayıp attığı yumrukla ağaçtan aşağı yuvarlandı.

“Bu düşmanca tutumunuz yüzünden kalbim kırılıyor Komutan Filler” dedi Lyner, bir yandan da ayağa kalkmış, üstünü silkeliyordu. Yüzündeki gülümseyişi hiç eksiltmedi. Hemen ardından Filler aşağı atladı.

“Eğer onları oyalamasaydın, verdiğimiz kayıp sayısı çok daha fazla olurdu Lyner, sana olan teşekkürüm samimiydi.”

“Orada yüzlerce kişi öldü Komutan. Bizim nüfusumuz da yarı yarıya azalmıştır. Tam olarak hangi kazanmaktan bahsediyorsunuz?” Derin bir nefes aldı.

“Eğer sen de savaşsaydın, belki daha azı ölürdü.”

Lyner ilk başta bir cevap vermedi. Etrafındaki, savaş mahallini tertipleyen askerleri gözetliyordu. Onların, cesetleri kampın dışına, yüksek ihtimalle gömmek için taşıdığını seyretti.

“Haklısınız. Ne de olsa artık savaş başlamıştı ve durdurulamayacaktı. Bencilce bir davranıştı.” Ardından, sıkıntılı bir ifadeyle, diğer askerlere yardım etmek için yürümeye başlamıştı. Son anda aklına gelmiş gibi durup Filler’a baktı.

“Bir de, şu farklı büyü şeridini nasıl yaptığınızı bana öğretir misiniz?” dedi.

“Rylei sana bunu öğretmedi mi?” diye sordu Filler.

“Hayır. O bana dışarıdaki Dünya’da üç şeritli sihir halkaları görebileceğimi söylemişti. Fakat ben bunu kullanamazmışım.”

“Evet. Herkesin kullanabileceği bir şey değil bu. Ama ben senin o güce sahip olduğunu düşünüyorum.”

Lyner gülümsüyordu. “O bana, benim kullanabileceğim büyü halkasının daha farklı olduğunu, bu yüzden de üç üçgenli olanı öğretmek için vakit harcamayacağını söyledi. Fakat öteki büyü halkasını da öğretmedi. Sonuç olarak hiçbir şey öğrenemedim. Ama böyle bir yerde sıradan büyü şeritleriyle pek bir şey başaramayacağımı anladım.”

Güneş doğmaya başlıyordu. Filler’in şakaklarından soğuk ter damlıyordu. Bu Lyner denen çocuk onu şaşırtıp duruyordu.

“Lyner, sana Rylei büyü öğretmeye başlarken bir test yapmış mıydı?”

“Test mi?”

“Bir bardak suyun içine yaprak koyuyorsun ve sonra da…”

Lyner hatırlayarak Filler’ın sözünü kesti. “A, evet. Yaprak kendi etrafında dönüyordu.”

“Kaç kere dönmüştü?” Filler’ı heyecan basmıştı. Akıttığı soğuk terler ve yüzündeki endişeli bakış Lyner’ı korkutuyordu.

“6” diye yanıtladı Lyner. Hala gülümsüyordu.

Filler, Lyner’ın sadece dalga geçtiğini, onunla eğlendiğini düşündü. Fakat ne kadar saçmalasa da, Lyner’ın hiç yalan söylemeyeceğini ve ondan her şeyin beklenebileceğini çoktan öğrenmişti. “O halde altı üçgenli bir büyü çemberi yaratabilirsin Lyner. Ama ben bu gezegende, sana bunu öğretebilecek biri var mı bilmiyorum.” Bir an duraksadı. “Sıradan bir büyücü iki üçgenli bir çember yaratabilir. Kimileri üç veya dört çemberli büyüler de yaratır. Bu konu ile alakalı bir bilgi verecek olursak, iki üçgenli çemberler genel olarak tüm büyüleri yapmanı sağlarlar. Üç üçgenli çemberler ise element ve kalkan büyülerini daha güçlü yapmanı sağlar. Dört çemberli büyüler iyileştirme büyülerini güçlendirir. Çok ender görünen bir büyü şerididir. Ölmediğin takdirde seni dimdik ayağa kaldırabilecek türde güçlü iyileştirme büyüleri yapabilirsin. Fakat diğer büyü çemberlerine dair bir fikrim yok maalesef. Aslında benim bildiğim, büyü çemberlerinin sadece 3 ya da dört olabileceğiydi.” Onun da aklı karışmıştı.

“O halde belki illüzyon büyülerini ya da kara büyüyü güçlendirmek içindir beş ve altı üçgenli büyü çemberleri?”

“Bu konuda bilgi sahibi değilim. Ama şimdi hatırlıyorum da, Rylei bir keresinde anlamadığım bir büyü çemberi yapmıştı. Sanırım kara büyüydü. Belki onun da çemberi beş ya da altı üçgenlidir? Ama o aynı zamanda üç üçgenli çemberi de yaratabiliyordu. O ihtiyarın bir şeyler sakladığına eminim.”

“O aslında bana büyü eğitiminden çok ev işlerini yaptırıyordu. Bana bir şeyler öğretmekten kaçınıyor gibiydi. Hep basit şeyleri öğretmişti.”

“Madem sana büyü öğretmekten kaçınıyordu, neden ışınlanma büyüsünü öğretti ki?”

“Aslında öğretmedi. Küçükken bu büyüye maruz kaldığım için, bir yan etki oluştu. Onun aksine ben ışınlandığımda burnum kanamıyor. Benim için ışınlanmak nefes almak gibi bir şey oldu.”

Filler, bilgi sahibi olmadığı bir konuya çatmıştı. Ortada bir tuhaflık olduğu çok açıktı ancak, onun gibi zeki bir adam bile ne olduğunu çözemedi.

“Şimdi gidip savaş alanındakilerine yardım edelim Lyner. Bu konuyu yeniden konuşacağız.” Dedi. Birlikte, diğer askerlerin cesetleri taşımasına ve dağınıklıkları toplamasına yardım etmeye gittiler. Güneş doğduğunda zarar görmüş çadırlar hala düzeltilememişti.

Kuzey kampının nüfusu, o gece dörtte üç oranında azalmıştı. Güneş doğduktan bir saat sonra, Lyner yeniden uyuya kalmıştı.
'cos everybody hurts, sometimes.

Çevrimdışı Death Symbol

  • **
  • 67
  • Rom: 0
  • Dare to...
    • Profili Görüntüle
Lyner
« Yanıtla #17 : 04 Şubat 2014, 18:39:14 »
Bölüm 6 – Lyner

İKİ AY SONRA

Filler’ın doğum günü için hazırlıklar neredeyse tamamlanmıştı. Leon ordusu, yaşadığı ağır yenilgiden sonra daha uzun bir süre ses çıkarmayacak gibiydi.

Hayat Lyner için ziyadesiyle zordu. Hala, aylaklık etmek veya uyumak için pek zamanı kalmıyordu. Haftanın her günü alıştırmalar devam ediyordu ve her iki haftada bir gece nöbeti sırası ona geliyordu. İçlerinde Rylei ustanın öğrencileri olan birkaç arkadaşını da savaşta kaybetmişti ve kamp artık olması gerekenden daha sessiz gibiydi. Lakin bu gece, gürültü yapmak için uygun bir gece olacaktı.

Lyner, şatafatlı bir doğum günü olmasını istemişti. Bu, benmerkezciliğinden değil, askerlerinin kafasını bir nebze de olsa dağıtmak içindi. Doğum günü gece olacaktı. Çok büyük bir kamp ateşi yakılacak, bu kamp ateşinin etrafında tüm askerler oturacak ve müzikler, hikayeler ile bir birlerini eğlendirmeye çalışacaklardı. Ayrıca en iyi ateş büyücülerinden oluşan bir grup, gecenin ilerleyen saatlerinde bir havai fişek gösterisi yapacaktı. Elbette ki kimse hediye falan almayacaktı. İstese de alamazlardı.

Lyner, burada olmayı tamamen işkence olarak görüyordu ama buradan giderse, büyük ihtimalle özlerdi. İnsanların burada birbirine duyduğu bağlılık onu bile etkiliyordu.

Ki tam olarak her şey böyle oldu.

Parti başlamadan hemen önce Filler’ın çadırında özel bir konu konuşuyorlardı.

“Lyner, buraya gelme sebebin neydi?” diye sormuştu Filler. Lyner’ın isteksizliğinin farkındaydı ve çok enteresan bir yaşama stiline sahip olduğunu görebiliyordu.

Lyner’ın cevabı gecikmedi.

“Amiral Torc önemli bir görev için öğrencileri orduya almaya gelmişti. Önemli görev dediği ise tam olarak bu kampa getirilmemizdi. Rylei usta benim eğitimimin bitmediğini ve diğerlerini almasını söylemişti ama Amiral Torc “büyü kullansın yeter” deyip beni de yanına aldı. Aslında ben asker olmayı istemiyordum.”

“Amiral Torc sizi emrivaki aldı öyle mi?” Filler şaşırmıştı. Bu lanet olası ülkede tam olarak neler dönüyordu böyle? “Her neyse. Rylei’nin yanına dönmeni istiyorum Lyner. Sana bir mektup vereceğim. Bu mektubu ona ileteceksin. Bunu Rylei’ye ilet ama mektubu okumanı istemiyorum. Zamanı geldiğinde, eğer bir asker olmaya karar verirsen, tekrar buraya dönebilirsin.”

“Ben savaşları sevmiyorum Komutan. Gidersem dönme…”

Filler sinirle Lyner’ın sözünü kesti.

“Dinle evlat! Savaşları ben de sevmiyorum. Bu ülkeyi sevmiyorum. Bu ülkenin kralını da sevmiyorum. Şu ana kadar sadece ve sadece değer verdiğim insanları korumak için savaştım. Ben savaşmayı sevsem de, sevmesem de, birileri hep savaşacak. Sen bir dost kazanmak için her şeyini verirsin ama başkaları seni düşman görmek için elinden geleni yapar. Günün sonunda birileri masum insanların hayatına göz koyar. Ne yapacaksın? Oturup bunun bir soykırıma dönüşmesini mi izleyeceksin? Önemli olan, ne için savaştığındır! Kimse savaşmaktan zevk almanı beklemiyor. Ama kimsenin, senin sevdiğin şeyleri senden bu kadar kolay almasına da izin veremezsin. İnsanların değer verdiği şeyler için savaşması yanlış değildir!”

Lyner Komutanın bu ani çıkışından dolayı şaşırmıştı. “Lakin ben sevdiğim birinin olup olmadığını bilmiyorum. O yüzden korumam da gerekmiyor, değil mi?”

Filler bir kahkaha attı.

“Bu ülkenin zalimliğine boyun eğmek zorunda kalmış masum insanları seviyorsun.” Dedi. “Rylei’yi, Dean’ı, aileni, hatta belki beni de seviyorsun. En önemlisi, kendini seviyorsun. Aylaklık etmeyi, uyumayı. İnsanları güldürmeyi seviyorsun. Çünkü onları mutlu görmek seni de mutlu ediyor. Kendini, sevmekten mağdur bir kalpsiz olarak görürsen, bir gün öyle olursun Lyner. Sen duygusal ve yumuşak kalpli adamın tekisin. Leon askerlerini bile korumak isteyecek kadar seviyorsun. Kendini odun mu sanıyorsun?”

Lyner şaşkın bir ifadeyle adamın yüzüne bakmaya devam etti.

“Kalbinin etrafına yerleştirdiğin o buzul dağının ne kadar gereksiz olduğunun farkında değil misin? Böyle saf bir kalbi, insanlara iyilik yapmak için kullandığın zaman hayatta bir amacın olacaktır.” Yeniden bir kahkaha attı. “Sen mi insanları sevmiyorsun? Güldürme beni.”

Lyner bir şey söylemedi, ama kalbinde bir heyecan hissetti. Kimse, zavallı gencin annesinin ölümünden dolayı kendini suçladığını bilmiyordu. Ama Filler, farkında olmadan Lyner’ın aklına başka bir düşünceyi sokmuştu. "Senin suçun değildi." Annesi, sadece değer verdiği şey için savaşmıştı. Bu, insanları seven bir kalbin yapması gereken şeydi.

“İnsanların değer verdiği şeyler için savaşması yanlış değildir!”

Filler’ın bu sözleri, Lyner’ın zihninde yankılanıp duruyordu.

Filler, elindeki beyaz zarfı Lyner’a uzattı. “Parti başlamadan gitmeni istiyorum. Ormanın girişindeki at arabalarından birini alabilirsin. O ihtiyara da ayrıca selamımı iletmeni istiyorum.”

Lyner mektubu aldı ve kapının dışına yöneldi. Son kez arkasına döndü ve "Bu arada, doğum gününüz kutlu olsun." dedi. Gülümsüyordu.

İçindeki bu mutluluğun sebebini kendi de bilmiyordu. Tek bildiği, buradan ayrılacağı için ya da o bunak ihtiyarın yanına döneceği için değildi.

Filler’ın patavatsızlığı ve açık sözlülüğü, Resdan Krallığına yeni bir kahraman doğuracaktı.

15 YIL ÖNCE


Ryner, her şeyin başladığı bu yere bir kez daha ayak basmayı hiç planlamamıştı. Kışın göbeğinde, bir kar fırtınasının tam ortasında, atıyla, geçtiği yerde iz bıraka bıraka ilerledi. Kar tanecikleri kızıl saçlarını yer yer beyaza boyamıştı. Yüzündeki gülüş, bir iblisinkini andırıyordu ve şiddetli soğuğa rağmen üstünde sıradan bir üniformadan fazlası yoktu ki, bu onu daha da korkunç kılıyordu.

Rylei’nin eski kulübesini vadinin Hun dağına bakan yamacında, dimdik ayakta gördü. Bacasından dumanlar çıkıyor, sanki soğuğa karşı amansız bir mücadele veriyormuş gibi bir izlenim yaratıyordu. Evin arka bahçesinde, kiraz ağaçlarının üstüne tırmanmış, evin bacasındaki karları aşağıya iteleyen 18 – 19 yaşlarındaki oğlan çocuğunu gördü. Filler, o dönemler pek bir yakışıklıydı. Gür siyah saçları kısacıktı ve yüz hatları son derece belirgindi. Elmacık kemikleri çok olmasa da genişti. Oldukça iyi giyinmiş, yine de zayıf bir çocuk olduğunu gizleyememişti.

Ryner atını hızlandırdı ve çabucak evin önüne vardı. Atını evin girişindeki bahçe kapısının demirliklerine bağladı.

Onu ilk gören kişi, Filler olmuştu. Çocuk kiraz ağacından aşağı atladı. Yanına yaklaşana değin, adamı tanıyamadı.

Ryner Deobilis. Bu adamı tanıyordu. Yüzünü kabuslarında dahi ezberlemiş, onunla yüz yüze geleceği günü hep büyük bir hırsla beklemişti. Filler'ın bu adama duyduğu büyük öfke, tamamen boşu boşunaydı. Çünkü Resdan’ın en güçlü büyücüsünün tamamen kendisi olmasını istiyordu, ama bu çocuksu bir hayalden ötede olamazdı.

Ellerini önünde birleştirdi.

“Hazırlan!” dedi. “Seni düelloya davet ediyorum.”

Ryner’ın kuşkulu gülümseyişi bir nebze dahi olsun azalmadı. Filler daha bir büyü şeridi oluşturamadan, Ryner çoktan üç üçgenli bir ateş büyüsünü çocuğun üstüne gönderdi. Filler’ın tek yapabildiği bir kalkan oluşturabilmek olmuştu. Fakat hiç beklemediği bir şekilde, Ryner’ın büyüsü kalkanı delik deşik edip Filler’ın vücuduna çarpmaya hazırlandı.

Filler, bir anda Rylei’nin yanında bittiğini gördü. İhtiyar’ın elinde garip bir büyü çemberi vardı.

“Ryleiris!”

Ryner’ın büyüsü henüz çocuğa temas edemeden, tamamen ortadan kayboldu.

Filler, Rylei’nin yüzündeki öfkeyi görebiliyordu. “Te, teşekkür ederim usta.” Dedi. Yaptığı büyü çemberinin çok farklı bir büyü çemberi olduğunu görebilmişti. Fakat farklılığın ne olduğunu algılayamayacak kadar toydu.

“İçeri gir, Filler.” Dedi. “Bu adamı şu an ya da gelecekteki herhangi bir zamanda yenebileceğini düşünmüyorum.”

Filler şevki kırılmış bir şekilde içeriye yürüdü. Bu ellili yaşlardaki ihtiyardan, kimi zaman nefret ettiğini düşünmüyor değildi. Ama hep bir şey olur, yine bu adamı hayranlıkla takip etmeye devam ederdi.

“Seni hangi rüzgar buraya attı, Ryner? Ne kadar nankör bir adam olduğunu bir de gözlerimle görmemi mi istedin?”

Ryner’ın yüzü hala gülüyordu. “Sen ve senin gibi sıradan insanların bana konuşmaları bile yeterince cüretkar. Meydan okumak da neyin nesiymiş! O çocuk bunu hak etmişti.” Dedi.

“Onun cüretkarlığı genç oluşundan kaynaklanıyor Ryner. Ama senin cüretkarlığını hafifletecek en ufak bir kalıp bile uyduramıyorum.”

“Sana karşı nefretim asla dinmeyecek ihtiyar.” Ryner’ın gülümseyişi bir sırıtma haline dönüşmüştü. “Az önceki büyü. Demek hep gizli bir silahın vardı.” Bir kahkaha attı.

“Nasıl böyle bir insana dönüştün, Ryner?” dedi Rylei. “Güce olan hırsın seni kör etmiş.”

“Bana doğuştan verilen bu gücü kullanmanın nesi yanlış ihtiyar! Dinle. Ortagarth’dan aldığım ender bulunan cinsten büyülü bir kitapta, çok değerli bir bilgi vardı. Bunun doğruluğu ile ilgili olarak sana danışmak için geldim.”

Rylei, adamın delirmiş gibi bakan yüz ifadesini görmezden gelerek dinlemeye devam etti.

“Kitapta, aynı kandan olup bu güce sahip olan insanların, birbirleri için büyük tehlike arz ettikleri yazıyordu. Bunun ne anlama geldiğini biliyor musun?”

Rylei şok içinde Ryner’a bakmaya devam etti. “Bu konuda bir şey bilmiyorum, Ryner.” Dedi.

"Emin misin?" diye sordu Ryner, yeniden. İhtiyar sadece kafasını sallayarak geçiştirdi.

"Şimdi izin verirsen işime dönmek istiyorum." dedi.

“Böyle söyleyeceğini tahmin ediyordum.” Ryner'ın sırıtışı, şimdi tüm suratına yayılmıştı. Ellerini havaya kaldırdı.

Bir anda garip bir karanlık dağın eteklerine indi. Yağmaya devam eden kar taneleri siyahlaştı. Amansız bir kan kokusu, tüm vadinin üstüne çökmüştü.

“Soruyu değiştiriyorum ihtiyar. Tam olarak kaç kişiyi öldürdüğümde konuşacaksın?”

Ryner’ın çıldırmış yüz ifadesi ve takındığı o sırıtış, Rylei’nin tüm tüylerini diken diken etmeye yetmiş de artmıştı bile...
'cos everybody hurts, sometimes.

Çevrimdışı M.K.Immortal

  • **
  • 290
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
Ynt: Lyner
« Yanıtla #18 : 05 Şubat 2014, 08:40:26 »
Türkiye'de anime yapılsa (ama adam akıllı tabi, sırf yapalım olsun diye değil, güzel çizimlerle falan) anlıyorum ki çok da iyi senaryolar çıkar. İnanın anime izler gibi okuyorum yazdıklarınızı. İskelede bir sürü kaliteli yazar ve beğenip iştahla okuduğum öykü var ve sizin öykünüz de bunlardan birisi.

Lyner'ın savaşlara bakış açısını kendi bakış açıma benzettim. Filler da güzel cevap verdi fakat her ne olursa olsun silah yok, savaş yok demek gerekiyor :D Mesajlarıyla, öyküleme yanıyla, konuşmaları ve aksiyonuyla çok keyif aldığım bir seri. Elinize sağlık.

Çevrimdışı grikunduz

  • **
  • 368
  • Rom: 6
  • Est solarus oth mithas
    • Profili Görüntüle
    • HayalGezer
Ynt: Lyner
« Yanıtla #19 : 05 Şubat 2014, 10:15:46 »
Heyecanla devam eden bir öykü. Immortal'ın anime benzetmesi gerçekten oturmuş. Devamını merakla bekliyorum.

Ayrıca karakter tanımlamalarına daha derin girseydin daha zevk alınacak bir hikaye olduğunu düşünüyorum.


Çevrimdışı Death Symbol

  • **
  • 67
  • Rom: 0
  • Dare to...
    • Profili Görüntüle
Ynt: Lyner
« Yanıtla #20 : 05 Şubat 2014, 21:09:39 »
Bölüm 7 – Dönüş

Yaklaşık bir haftasını aldı, ama Lyner sonunda varmıştı. Hun dağlarının dibindeki Rylei ustanın evi açıklıkta kaldığı için, birkaç kilometre uzaktan dahi belli belirsiz seçilebiliyordu. Çok değil, daha birkaç ay önce ayrılmıştı buradan. Burayı sevdiğini anlaması için önce ayrılması, sonra yeniden dönmesi gerekiyormuş demek ki.

Buraya ilk geldiğinde, her şey pek sessizdi. Sürekli Rylei onu bahçe işleriyle oyalar, fakat o yalnız başına oyunlar icat edip oynardı. Rylei sürekli uyur ve aylaklık ederdi, Lyner’ın huylarını kimden aldığı belliydi. Lyner dağa tırmanmıştı bir keresinde. Sürekli uçsuz bucaksız ovada koşuşturmuş, çocukluğunun hakkını yalnız büyüyen birine göre iyi vermişti. Neden sonra birkaç genç de geldi. Lyner sürekli onlara yaramazlık yaptı, zira kendisinden büyük oldukları için onunla oynamıyorlardı. Rylei aslında eğitmenliğine bir son vermişti, lakin bu genç çocuk yüzünden, birkaç sene daha devam etmenin yarar sağlayabileceğine kanaat getirmişti. Onlar mezun olduktan sonra yenileri geldi. Bu kez büyüdüğü için, gelenler yaşıtıydı ancak, oyun zamanı çoktan geçmişti.

Lyner at arabasını evin önünde durdurdu ve içeri girdi. Kapıyı çaldı. Açan olmamıştı. Israrla çalmaya devam etti.

Rylei neredeyse yetmiş yaşını buluyordu, ama saçları gürlüğünü korumuş, sadece beyazlamışlardı. Yüzü sivriydi. Hafif de olsa alnında kırışıklıklar başlamış, yaşlandığını yavaş yavaş gösteriyordu. Kapıyı açıp Lyner’ı görmeyi beklememişti yaşlı adam.

Derin bir iç çekti.

“Senden bir türlü kurtulamayacak mıyım ben?” Dedi. Fazla aksi bir hoş geldin olmuştu bu. “Neyse, içeri gir. Çay yapmıştım.”

“Şu yatağı değiştirdin mi?” diye sordu Lyner içeri girerken.

İhtiyar kapıyı kapatıp “Hangi yatak?” dedi. “Sert olan mı? Hayır. Sanmıyorum.”

Lyner kendine bir yer bulup oturdu.

“Sana bir mektup gönderdi.” Dedi. “Filler. Komutanım oydu. Benim orduya katılmadan önce bir süre daha burada kalmamı söyledi.”

“Ah lanet olsun, emekli oldum artık ben!”

İhtiyar hışımla mektubu aldı. Üstündeki mühür henüz açılmadığını gösteriyordu. Hoyratça mektubu yırtıp sabırsız bir şekilde kendine oturacak bir yer buldu.

İhtiyar, mektupta yazanları dikkatli bir şekilde okudu. Piposunu yakmış, açıkça mektup üzerinde hayli kafa yormuştu. Lyner mektupta ne yazdığını sormadı, zira bilmesi gereken bir şeyse, bir şekilde kendisine söylenecekti.

Rylei şimdi bir kahkaha atmıştı.

“Mektuba bir fıkra mı eklemiş?” dedi Lyner. “Filler’dan da bu beklenirdi.”

Rylei’nin kahkahası silikleşip yüzünde sönük bir gülümseme kalınca konuşmaya başladı.

“Senin farklı biri olduğunu ve eğitime ihtiyacın olduğunu söylüyor.” İhtiyar piposundaki tütünü yenilemek için köşedeki bir kutuyu alıp açtı. Bir miktar tütün yerleştirip yeniden yaktı. “Bunun dışında söylediklerini bilmen gerekmiyor. Her neyse. Geri dönüp bilmen gereken her şeyi öğrettiğimi söyle.”

“Beni ölüme yolluyorsun ihtiyar.” Dedi Lyner. “Dışarıdaki dünyada büyünün nasıl işlediğini gördüm. Çift üçgenli büyü şeritleri Leon imparatorluğunun amirallerinden Noa’ya çizik dahi atmıyordu.”

İhtiyar yüzüne korkutucu bir ifade yerleştirdi.

“Öğrettiklerime minnettar olan herhangi bir öğrenciye ne zaman rastlayacağım ki ben! Her biriniz güçlü olma isteği ile egolarınıza yenildiniz. Neden öğrettiklerimle yetinmek yerine bu şekilde karşıma dikiliyorsun!” İhtiyar sinirlenmişti. “Sen üç üçgenli büyü şeridi kullanamazsın Lyner! Sıradan bir büyü çemberiyle dahi anormal bir enerji harcıyorsun. Dengesizsin! Kullanacağın enerji miktarını ayarlayamıyorsun. Üç üçgenli kontrolsüz bir element büyüsü ile kendine zarar vereceksin. Başkalarına da zarar vereceğini söylemiyorum bile, zira büyü zaten zarar vermek için kullanılır değil mi?”

“Yanılıyorsun.” Dedi Lyner. “Birincisi, ben daha güçlü olmak falan istemiyorum. Egolarıma yenik düşmedim. Benim bu hayattan tek beklentim bir yerlere oturup aylaklık etmekten fazlası değil. Bana yaptıkların için sana hep minnettar oldum ihtiyar. Bunu anlaman için dile getirmem mi gerekirdi? Bana büyü öğretsen de, öğretmesen de, seni seviyor ve sayıyorum. Ama yanılıyor oluşunun bir sebebi daha var. Büyü zarar vermek için kullanılmaz. Büyü, sadece değer verdiğimiz şeyleri korumamız içindir! Güçlü olanların güçsüz olanları yok ettiği değil, koruduğu bir ülke hayal ediyorum ben!”

İhtiyar, Lyner’ın yüzüne dikkatlice bakmaya devam ediyordu.

“Filler bana çok önemli bir şeyi fark ettirdi. Ben, insanları seviyorum. Aylaklık etmeyi tercih ederdim tabi. Beni daha güçlü bir hale getirmeseniz dahi umurumda olmayacak. Ama öğretseydiniz ve değer verdiğim şeyler için savaşsaydım, iyi olurdu.”

İhtiyar ne diyeceğini bir an bilemedi. Onu kalbindeki karanlıktan kurtaran, Lyner’ın en son söyleyecekleriydi.

“Kendine haksızlık ediyorsun ihtiyar! Babam ve onun gibi birkaç çürük elma yüzünden, kendini ve kalan sağlıklı elmaları suçluyorsun. Oysa babamı bir canavar yapan sen değil, kendi yaşantısıydı. Onu eğittiniz evet, ama aynı zamanda sizin öğretilerinizle oğlunu koruyabilen ve gözü açık gitmeyen bir anneyi de eğittiğinizi ne çabuk unuttunuz? Ülkesinin masum insanları için kendini hiç düşünmeden siper edebilecek bir adam olan Filler’ı da siz eğitmediniz mi? Annemin ölmesine sebep olan o adamın yolundan mı gideceğimi sanıyorsun? Bana babalık eden o değil, sen olmuştun.”

Söylemek istediklerini bu kadar net ifade eden bir kimse değildi, dolayısıyla Rylei’yi pek şaşırtmıştı bu sözleri.

“Madem öyle, şimdi beni iyi dinle evlat.” Dedi.  “Sana ileri seviyede büyü eğitimi vereceğim. Babana bile beş ve altı üçgenli büyü çemberini öğretmemiştim. Sana bunu da öğreteceğim. Ama öncelikle, enerjini doğru bir şekilde harcamayı öğrenmen gerekiyor.”

“Sen beş ve altı üçgenli büyü çemberini kullanabiliyor musun?”

“Sözümü kesme! Dinle, üç üçgenli büyüyü öğrenmende bir sıkıntı yok. Ama dört üçgenli büyü çemberini kullanamazsın. Çünkü o tip insanlar özeldir ve sende öyle bir güç yok. Beş ve altı üçgenli çemberlerden de sadece bir tanesini öğreneceksin, çünkü her ikisini de öğrenirsen herhangi birinde ustalaşman neredeyse imkânsız olur. Ben ikisini de öğrendiğim için, herhangi birinde ustalaşamadım ve sahip olduğum enerji bu büyüleri sürekli kullanmama yetmiyor. Ama senin enerji konusunda bir sıkıntı çekeceğini sanmam. Zira gözlerin seni bu konuda tam bir canavar yapıyor.

Bu yaptığın konuşmayı zamanında baban yapsaydı, ona bu büyüleri öğretmezdim. Zira onun kalbindeki karanlığı içten içe seziyordum.” Gülümsedi.  “Zaten, onun gözleri ile seninkiler birbirinden çok farklı. Babanın seni öldürmek istemesinin bir sebebi vardı. Bu gözlere sahip olan ve aynı kandan gelen iki kişinin birbirlerine karşı tehlikeli olduğunu biliyordu, ama sebebini bilmiyordu. Sana sebebini söyleyeceğim.

Aynı kandan gelip bu kızıl gözlere sahip olan insanlardan biri diğerini öldürdüğünde, kızıl gözler özelliklerini değiştirir. Bu gözlere sahip olan insanlar çok sevdikleri birini kaybettiklerinde ölmeye mahkûmdurlar. Bu gözlere koruyucu meleğin gözleri denmesinin sebebi budur. Bu gözlere sahip olanların görevi, sevdiklerini korumaktır ve başarısız olduklarında gözler onların ölümüne sebep olur. Babanın kalbindeki karanlığı görmeme rağmen ona güvenmemin sebebi de buydu. Lakin kuşkusuz baban anneni çok seviyordu ki, annen ölünce babanın gözleri etkisini göstererek onu öldürdü.

Tam da bu noktada, senin gözlerin kimlik değiştirdi. Çünkü her ne kadar babanı öldüren sen olmasan da, orada bulunma sebebi sendin. Dolaylı yoldan ölmesine sebep olduğun için, senin gözlerin kimlik değiştirdi.”

Lyner şok olmuş bir şekilde Rylei’ye bakıyordu.

“Gözlerim kimlik mi değiştirdi?”

“Evet. Gözlerin ilk başta Yuu, Koruyucu meleğin gözleriydi. Şu an Zea, Tanrı’nın armağanına dönüştü. Eğer babanı isteyerek öldürseydin, gözlerin Zula, Şeytanın Muskasına dönüşürdü ve tamamen farklı bir şey olurdu, ki bu çok kötü bir durumdur. Sana ileri seviyede büyü öğretmeyi kabul etmemin sebebi de bu. Çünkü senin gözlerin, kuşkusuz ilk şekline göre sana çok daha büyük bir güç veriyor,  ama herhangi birini öldürmen durumunda senin ölmene sebep oluyor. Şimdi sana neden güvenebildiğimi anlıyor musun? Çünkü sen kimseyi öldüremezsin.”

Lyner ifadesiz bir şekilde adamın yüzüne bakıyordu.

“Ne yani, sırf gözlerimin ismini sevdiğin için mi eğitmeyi kabul ediyorsun. İşte bu tam da senden beklenecek bir davranış.”

Rylei bazen Lyner’ın aptal olduğunu düşünürdü.

“Her neyse, seni eğitmeye başlamamdan önce, sana bir görev vereceğim. Başarısız olursan eğitmekten vazgeçerim.”

Lyner somurtmaya başlamıştı.

“Bu işin sonunda bir şey çıkacağı belliydi.”

“Hardem köyüne evin birkaç ihtiyacı için gittiğim sırada, geceleri ortaya çıkıp köylüleri rahatsız eden bir yaratıktan bahsettiler. Bu olayın üstünden üç gün geçmiş olmalı. Gidip bir bakmanı istiyorum. Görelim bakalım insanları korumaya ne kadar istekliymişsin.”

Yaşlı adam hemen sonra içeriye geçip kendini yatağına attı.

Lyner bu uzun yolculuğun ardından yorulmuştu. Akşama kadar uyuyup köye akşam gitmeye karar verdi. Hardem köyü, dağın hemen arkasında kalan, buraya en yakın köydü ve çocukluktan beri ihtiyarla sürekli gittikleri bir yerdi. Zaten yaratık gece ortaya çıkıyorsa, gece gitmek daha mantıklıydı.

Önce dağın girişindeki sıcak su kaynağına gidip biraz temizlendi ve kendini yordu. Sonra eve dönüp, sağlam bir uyku çekti.
'cos everybody hurts, sometimes.

Çevrimdışı Stormholder

  • *
  • 46
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Lyner
« Yanıtla #21 : 06 Şubat 2014, 03:19:16 »
Gozlerin kimlik degistirme olayini tuttum baya. Bunu belirtmek istedim. Kurguda eksik bir taraf bulamadim. Yalnizca 5. bolumde bir cumleye (“Jasi!” diye haykırdı Noa. Neden sonra, etraf bir anda zifiri karanlığa dönüştü.) takildi gozum. Iyi gidiyoruz devam boyle :)

Çevrimdışı M.K.Immortal

  • **
  • 290
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
Ynt: Lyner
« Yanıtla #22 : 06 Şubat 2014, 08:38:10 »
Stormholder'a göz kimliği konusunda katılıyorum. İlginç ve güzel bir detay. Kurgunuz da gittikçe detaylanıyor.

Nedendir bilinmez baya sevdim bu öykünüzü. Hele bu bölümün sonlarına doğru "aha da görevler geliyor" gibi ciddi ciddi heyecanlandım yahu   :uhe

Sanırım tam bana hitab eden cisnten bir tarzı ve ilerleyişi var. Yeni bölümü de sabırsızlıkla bekliyorum. Elinize sağlık.

Çevrimdışı Death Symbol

  • **
  • 67
  • Rom: 0
  • Dare to...
    • Profili Görüntüle
Ynt: Lyner
« Yanıtla #23 : 06 Şubat 2014, 12:52:06 »
Yeniden çok çok teşekkür ediyorum.

Stormhold, bahsettiğin Jesi bir illüzyon büyüsüydü. O kısım pek hızlı geçtiği için ufak bir aksaklık yaşanmış olabilir. Okuyup yorumladığın için ayrıca teşekkür ediyorum.

M.K. Immortal, bu tip yorumlardan sonra ben de en az senin kadar heyecanlanıyorum doğrusu. En başından beri hikayeyi takip ediyorsunuz ve yaptığınız yorumlarla beni yazmaya daha da teşvik ediyorsunuz. Size de ayrıca teşekkür ediyorum.

Edit: Ben daha çok bundan sonraki bölümde heyecanlandım ki, o da geliyor şimdi u.u
'cos everybody hurts, sometimes.

Çevrimdışı Death Symbol

  • **
  • 67
  • Rom: 0
  • Dare to...
    • Profili Görüntüle
Lyner
« Yanıtla #24 : 06 Şubat 2014, 13:11:19 »
Bölüm 8 – Gaélo

Lyner Hardem köyünün güneyine ayak bastığında, gece yarısına yaklaşıyordu. Herkes evine kapanmış, pek çoğu uyumuştu. Lyner atını bulduğu ilk ağaca bağlayıp, köyün boş sokaklarında sözde yaratığı aramaya koyuldu.

Aslında korkuyordu. Yalnız başına olmak Lyner’a göre değildi belki de. Kesinlikle yalnız başına bir şeylerin peşine düşüp gizemli bir şekilde insanlara yardım eden garip kahramanı oynamak onun kaldırabileceği türden bir şey değildi.

Sokakları benjamin ağaçları süslüyordu ve birçok ağacın yerdeki yaprakları iç içe geçmiş, rüzgardaki hışırtıları bir melodi gibi tüm köyü içine işliyordu. Bazı evleri kiraz ağaçları süslüyor, mevsimin ve gecenin soğukluğuna meydan okuyormuş gibi dimdik bir şekilde aya bakıyorlardı. Havada yarım ay vardı, her şeyi bir o kadar daha silikleştiren bir loşluk yaratıyordu.

Lyner buraya kadar gecenin bir yarısı kalkıp gelmişti ve en ufak bir ipucu dahi bulmadan ayrılmayı düşünemezdi. Ev sakinlerinin kapılarını çalabilirdi, ama bunu yapmak için birkaç saat önce gelmesi gerekirdi. Heyecanla etrafta dolanmaya devam ederken, birinin kendisine seslendiğini işitti.

“Kimsiniz?”

Lyner arkasına döndüğünde, on üç - on dört yaşlarında olduğunu tahmin ettiği bir kız çocuğu siluetini gördü.

“Ah, ben sadece bu köyde bir şeyler olduğunu duymuştum ve…” Lyner utanarak kafasını kaşıdı. Kelimeleri seçmekte zorlanıyor gibiydi. Çocuk onun sözünü kesmişti.

“Siz kralın askerlerinden misiniz? Oh, hiç gelmeyeceğinizi sandım! Sadece siz mi varsınız?”

“Evet. Yani hayır, ben…”

Çocuk yaklaştıkça, kısa altın saçlı, iri gözlü bir kız olduğunu fark etti Lyner. Minyon bir tipi vardı kızın ve elmacık kemikleri pek belirgindi.

“Oh, o halde hayli güçlü olmalısınız. O hep gece yarısı ortaya çıkıyor. Fakat sizi görmesini istemezsiniz. Buraya saklanın, gelin.” Çocuk bir evin bahçesindeki ot yığınını gösteriyordu. “O neredeyse burada olacak.”

Lyner ödlek adımlarla kızın gösterdiği yere ilerledi. Çömelerek ot yığınının içine saklandı. Çocuk da hemen yanına saklanmıştı.

Sadece on dakika kadar beklediler, ama bu on dakika Lyner’a bir kabus gibi geldi. Lakin asıl kabus, on dakika sonraydı.

Yaratık yere ayak bastığında, Lyner yerin titrediğini hissetti. Bu, hayatında gördüğü en büyük şeydi sanırım. Dört ayağının üstünde duruyordu. Yeşil, kalın derisi, parıltılı pullarla bezenmişti. Vücudunun yarısı uzunluğundaki kuyruğu, kalından başlayıp inceliyor, kuyruğunun ucundaki sivri kısımdan ise yeşilimsi bir alev gözleniyordu. Kanatları açıkken, vücudunun uzunluğundan daha uzun oldukları görülebilirdi. Kalın lakin uzun bir boynu vardı ve başı bir timsahınkini andırır nitelikteydi.

Yaratık bir anda yere konmuş, varlığını en ufacık dahi hissettirmemişti.

“Çok güzel, değil mi?” dedi çocuk. Gülümsüyordu. “Bize zarar vermiyor. Ama her gün ağaçlardan birini söküp götürüyor.”

Lyner ise hala şok içindeydi.

“Bu... Bu… Bunlar gerçekten varlar mıymış?” dedi. Doğrusu yaratık dendiğinde korkmuştu evet, ama bir ejderha görmeyi o da beklememişti.

Çocuk saklandığı yerden dışarı atıldı.

“Hey! Hey! Artık ağaçları götüremeyeceksin! Burada çok güçlü bir asker var!”

Çocuk bağırıyordu. Ejderha çocuğu görünce paniklemiş, hemen birkaç adım geri gitmişti. Yüzü Lyner’a pek endişeli göründü. Fakat Lyner, çocuğun yaptığı bu ani hareketten dolayı korkmuş, hemen kendini çocukla ejderha arasına atmıştı bile.

“Bize zarar vermek istediğini sanmıyorum” dedi Lyner. “Baksana, korkmuş görünüyor. Bence hemen evine gidip biraz uyumak falan isti…”

Lyner’ın sözleri yarım kaldı, zira ejderhanın ağzıyla oluşturduğu yeşil enerji topunu son anda görebildi. Yaratık ağzını açmış, ağzında toplanan enerji gittikçe büyümüş, görkemli bir hal almıştı.

Enerji topu tamamlandıktan sonra, son derecede hızlı bir şekilde Lyner’a doğru ilerledi. Lyner hemen kendine bir kalkan oluşturmuştu.

Lyner’ın çift üçgenli büyünün bir ürünü olan kalkanı, üç üçgenli bir büyü halkasından çıkan büyüyü dahi birkaç saniye tutabilmişti daha önce. Lakin, enerji topu daha henüz kalkana çarpmıştı ki, kalkanı tamamen parçalara ayırdı. Lyner, o sırada, saniyenin onda biri hızla, kendini başka bir yere ışınlayarak, saldırıyı son anda atlatabilmişti. Enerji topu yere çarptı ve çarptığı yerde derin bir iz bırakarak orayı tamamen kül etti.

Olay çocuğun yakalayamayacağı kadar hızlı olduğundan, kız çocuğu Lyner’ın ezilip tamamen kül olduğunu sanmıştı. Kalbine yerleşen korkunun ismi, ölüm korkusuydu. Fakat bu korku onu delirtmeden önce, hemen yanındaki Lyner’ın sesini duydu.

“Endişelenme, ben iyiyim.”

Çocuk anlam veremedi, ama bu olay, Lyner’a sonsuz güvenmesine neden oldu. Hoş, ne yazık ki, Lyner’ın bu tip bir yaratığa karşı ne yaparsa yapsın başa çıkamayacağını kendi de bilmiyordu.

“Sen ışınlanabiliyor musun?” diye sordu çocuk.

“Evet.”

“Vay! O halde hiç yürümene gerek yoktur. Dünyanın her yerinde bir anda bulunabilirsin!”

“Bunu yapamam!” dedi Lyner. “Bende senin gibi yürümek zorundayım. Bu büyü benim için bile çok enerji harcıyor.”

Lyner doğru söylüyordu. Sıradan büyü kullanıcıları ışınlanma büyüsünü kullandıklarında vücutları kanar ve hayatları kısalırdı. Lyner’ın hayatı kısalmıyordu, ki bu büyüye çocukken maruz kalmasından dolayıydı, ama bu büyü için büyü enerjisi harcaması gerekiyordu. Üstelik gözleri ona olağanüstü bir enerji kaynağı sağlasa da, bu gücü tam olarak kullanmayı bilmeyen Lyner, en fazla iki yüz metre uzağa gidebilmişti ve bunu arka arkaya dört kereden fazla tekrarlayamamıştı. Yani ejderhanın saldırılarından sadece birkaç kere kaçınabilirdi.

Bir anda Lyner korkuya kapıldı. Şimdi yanında bir küçük çocuk vardı ve onu korumak zorundaydı.

Önce güçlü bir yıldırım saldırısı denedi. Saldırı ejderhaya temas etmiş, lakin hayvan gıdıklanma derecesinde dahi saldırıyı hissetmemişti. Derisi adeta demirdendi! Hemen sonra illüzyon yapmayı denedi, ama yaratık illüzyona yakalanmanın yanından bile geçmedi.

Lyner’ın duyduğu korku delilik derecesine ulaştı. Kendinin bile anlam veremediği şeyler yapmaya koyuldu. Dengesizce saldırmaya, yaratık bunlardan etkilenmedikçe delirmeye devam ediyordu.

Saldırmaktan vazgeçip yere çömeldiğinde, yaratık saldırmaya hazırlandı. Kız çocuğu, Lyner’ın yaptığı her hamlenin başarılı ve mantıklı olduğunu sanıyor, sanki bir spor mücadelesi izlermiş gibi havaya sekerek, neredeyse tezahürat ediyordu.

Yaratığın saldırısı Lyner’a çarpmadan önce, ihtişamlı bir ses gökte çınladı.

“Isairis!”

Siyah çubuklar bir yerlerden gelip ejderhanın etrafına çakıldılar. Ejderhanın saldırısı yarım kalmıştı. Hemen sonra, çubukların üstüne siyah, dikdörtgen bir plaka kapandı ve resmen bir kafes oluşturdu. Ejderha gecenin karanlığında gökleri çınlatan, tiz bir çığlık kopardı. Kafese vurdu, lakin kafes en ufak dahi yerinden oynamadı.

“Ah, bir genç. Yeşil bir tanesini görmeyi ummuyordum.”

Lyner ardına baktığında, siyah paltolu bir adam gördü. Beyaz uzun sakalları ve beyaz uzun saçları birleşmiş, ahenk içinde karnına kadar devrilmiş bir adamdı. Yüzündeki kırışıklıklar o yaklaştıkça daha da belirginleşiyor, adamın yaşını ortaya koyuyordu.

“İyi bir mücadele verdin genç çocuk.” Dedi adam. Siyah gözleri parıldıyordu. Zayıftı, lakin göbeği vardı. İçkiden olduğu gayet belli oluyordu. “Adın nedir?”

“Lyner, efendim. Hayatımı kurtardınız. Teşekkür ediyorum.”

“Ah, o mu? Önemli bir şey değildi.”

Lyner, adamın kullandığı büyünün açıkça çok farklı bir boyutta olduğunu görebiliyordu.

“Bu, pek tanıdık bir isim. Önemli biriyle benziyor ismin. Ama aynı değil. Her neyse. Bu ejderhayı ben alıyorum. Bunu hak ettim değil mi?”

Lyner, bu ejderhayla ne yapacağını sormak istemişti adama. Lakin bir sebepten sormadı.

“Benim ismim Gaélo.” Dedi.

Lyner bu ismi pek iyi biliyordu. Az önce, Resdan imparatorluğunun kralı ile tanışmış olmuştu.

Sonra hem kral, hem de ejderha ortalardan kayboldu. Geriye, şaşkın bakışlar içindeki Lyner ve küçük kız kalmıştı.
'cos everybody hurts, sometimes.

Çevrimdışı Quid Rides

  • **
  • 399
  • Rom: 17
  • #800000
    • Profili Görüntüle
Ynt: Lyner
« Yanıtla #25 : 06 Şubat 2014, 14:36:08 »
M.K. Immortal'ın dediği gibi okurken bende anime etkisi yaptı. Hatta anime ile yakın zamanda haşır neşir olduğumdan karakterleri aklımda canlandırmam sorun olmadı zira karalterlerin bir çoğunu izlediğim animelerdeki karakterlere benzettim. Tebrikler. :D

Lakin sorularım var cevaplarsan mutlu olurum.

Rylei nasıl telaffuz ediliyor? Ben kendim okurken hep One Piece te Gol D. Roger'ın yardımcı kaptanı Rayleigh ismi gibi telaffuz ediyorum. Son bölümde yaptığınız Rylei tasviride aklımın bu doğrultada kaymasını kolaylaştırdı.

İşin içine büyüler vs. gibi şeyler girince aklımda Full Metal Alchemist'in Edward karakteri geliyor. Gerek babasının gizemli bir karakter olması da bunu etkileyen şeylerden.

FMA da ülke kralı kötüydü bu arada. Bir benzerlik daha.

Son bölümdeki ejderha tasviri ise bena Pokemondaki charizardı cağrıştırdı aklıma yeşil bir charizard geldi diyebilirim. Hatta Lyner'ın onu yenememesi, ejderhanın çok güçlü olması da cabası. He birde ağzı timsah gibi deyince dahada kuvvet kazandı bu durum.

Gözler ise direk Narutoda geçen gözlerle bağlantı kurmama neden oldu.  Orada Akatsukinin lideri Painin gözleri özeldi hatta tanrının gücü mü gözü mü öyle bor şeyler deniyordu o gözler için. (Baya uzun zaman oldu tam hatırlayamıyorum kusura bakmayın.)

Işınlanma meselesi ise Asteriks ve Oburiksi getirdi aklıma. (Kazana düşme meselesi :D)

Güzel harman olmuş. Hikayenizin devamını dilerim. Umarım sizi incitecek bir şey yazmamışımdır. Ben yazarken (sanırım yazan herkes için bu böyledir) bir yerlerden etkilenirim ve ben yazdığım herhangi bir hikayede bu etkinin başkası tarafından farkedilmesini isterim. Bu sebepten ötürü ben, hikayeyi okurken.bana çağrışım yapan şeyleri yazma gereği duydum. Hiç bir kötü niyetim yoktu. :D Tekrar söylüyorum umarım kırıcı olmamışımdır.

http://turanmemre.wordpress.com/
Bana dönek demiş itin birisi
Açığım ne imiş sor hele hele

Çevrimdışı Death Symbol

  • **
  • 67
  • Rom: 0
  • Dare to...
    • Profili Görüntüle
Ynt: Lyner
« Yanıtla #26 : 06 Şubat 2014, 17:59:39 »
Hayır kesinlikle kırıcı olmadınız.

Rylei, Raylei olarak okunuyor. Aslında Rylei karakterini Kill Bill filmindeki o ihtiyar ustayı düşünerek yaratmıştım. One Piece'i çok severek izliyor ve hala takip ediyorum ama oradaki Rayleigh karakteri aklımın yakınından dahi geçmedi. İsimlerin okunuşunun aynı oluşu çok sağlam olmuş gerçi, bilinçaltımdan mı kopup gelmiş bilemiyorum.
 
Bahsettiğiniz FMA'nin ilk sezonunu seyretmiştim. Bir sebepten beni aşmadı ve ileriye götüremedim. Çok eski bir zamandı ve konuyu dahi unuttum açıkçası. Büyü sistemini oradaki simyaya benzetmeniz beni şaşırttı. Pek alakaları yok maalesef ki. Bunu büyü sisteminin derinliklerine girdiğimde - ki yavaş yavaş girdik aslında - daha iyi anlayabilirsiniz.

Ejderha ise mistik bir ejderhadan öte değil. Onu Chalizard'a benzettiyseniz bunu benim tanımlama konusundaki başarısızlığıma bağlayıp onu normal bir ejderha olarak düşünmenizi isterim. Orta çağın bağrından kopup gelmiş, normal bir ejderha olarak.

Naruto konusuna gelirsek, bahsettiğiniz gözler Rinnegan ve şu aralar o gözlerin sırlarını açıklıyor anime güncelde. Çok pis spoiler vermek istiyorum şu an :D Sadece şunu diyeceğim, Rinnegan olayı o kadar karmaşık ve mükemmel bir senaryonun örneğidir ki, benim yarattığım Tanrı'nın hediyesi o senaryoyla kıyas dahi kaldıramaz. Doğrusu henüz ben de bu gözleri tam anlamıyla tasarlayamadım, fakat aklımda birkaç fikir var ki ileride sürprizlerle karşılaşacağınızı söylemem gerekir.

Asterix ve Oburix ile alakalı da pek bir bilgim yok açıkçası. :D Okuyup yorumladğınız için teşekkür ederim.

Edit: Sadece FMA'de değil, kainattaki tüm monarşik hikayelerde ve hatta gerçekte, hep bir kötü kral oluyor zaten :D
'cos everybody hurts, sometimes.

Çevrimdışı M.K.Immortal

  • **
  • 290
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
Ynt: Lyner
« Yanıtla #27 : 06 Şubat 2014, 18:29:58 »
Kuyruktaki alev konusunda ben de bir yerden tanıdık diye düşünürken Quid Rides tam yerinden vurmuş :D Yine de Death Symbol'un ejderhasının kendine has yanları var.

FMA'yı tamamen izlemediyseniz bu arada, anime sevdiğinizi öğrendiğimden kesinlikle izlemenizi öneririm. Orada da simya adı altında aslında büyü yapıyorlar diyebiliriz. Ama daha önceden de dediğiniz gibi bir çok animede büyü sistemi çember içinde semboller olarak yapıldığı için bunu direkt FMA'ya benzetmek yanlış olur. Ve babasının oğlu şeklindeki göndermeler çooook daha eskilere dayanır.

Animeye benzetmemizin sebebi onlardan esinlenmeler olması zaten. Ama asıl nokta sizin kurgunuzda yatıyor. Tüm animeler de bakarsanız birbirlerine benzerler. Hele ki çizimleri. Saçlarını ve göz renklerini çıkardığınızda tüm anime karakterleri neredeyse birbirinin aynısıdır mesela :D O yüzden bu benzetmeleri birer eleştiri olarak almayınız. Siz kurgunuzla okutuyorsunuz öykünüzü ki zaten en önemli etken de bu olmalı.

Asterix ve Oburix benzetmene çok güldüm bu arada Quid Rides :D Lyner kazana düştüğü (bu durumda annesinin büyüsüne düştüğü dersek daha doğru olur) için ışınlanıyor yani :D

Öykü son kısma kadar sıradan ilerledi fakat son noktada "hadiii" gibi bir tepki verdim. Yine devamını merakta bırakacak bir son olmuş. Ama beklentim daha çok Herkül'ün 12 görevi misali bir yere gidip zorluklarla karşılaşıp onu alt etmesi yönündeydi. Fakat bu bölümün sonu tüm beklentimi değiştirip "acaba şimdi ne olacak" sorusuna bıraktı.

Tekrar elinize sağlık.

Çevrimdışı Death Symbol

  • **
  • 67
  • Rom: 0
  • Dare to...
    • Profili Görüntüle
Lyner
« Yanıtla #28 : 06 Şubat 2014, 20:25:30 »
Bölüm 9 – Eğitim Başlıyor

Lyner ancak öğlene doğru uyanabilmişti. İhtiyarın kendisini sabahın köründe uyandırmaması çok garip ve alışılmışın dışında bir durumdu. Lyner, akşam eve gelir gelmez koltuğun üstüne kendini atmış, sabah ihtiyar onu yara ve morluklar içinde bitap düşmüş bir halde görünce, uyandırmaya kıyamamıştı. Lyner’ın üstünü örtmüş, bir yandan da gerçekten zorlu bir şeylerle karşı karşıya kaldığını anlamıştı. Gururlanmıştı. Eve dönmesi, görevde başarılı olduğunu gösteriyordu.

Öğlene doğru, çiçeklerini sularken, Lyner’ın arkasında bittiğini gördü. Heyecanla dönüp çocuğa baktı. Yüzünde bir mutluluk gözetleniyordu.

“Başaramadım, ihtiyar.” Dedi Lyner. “Eğitilmeyi hak etmiyorum ben.”

Rylei tuhaf bir bakış fırlattı. “Ne demek istiyorsun? Yaratıkla ilgilenmeden kaçtın mı?”

“Hayır, hayır! Öyle değil. Sadece, o şey çok büyük ve güçlüydü. Onun gibi bir şeyi daha öne hiç görmemiştim. Sanırım bir ejderhaydı. Kaçmadım tabi, ama saldırılarım ona işlemiyordu ve fırlattığı o yeşil enerji topları kalkanımı un ufak ediyordu.”

Rylei, şok içinde çocuğu dinlemeye koyuldu. Bir ejderha, ancak çok güçlü büyülerle durdurulabilirdi. Ona neler döndüğünden emin olmadan böyle bir görev verdiği için kendini suçlamaya başladı.

“O çocuğu korumak için elimden geleni yaptım. Ama neredeyse koruyamayacaktım. Tam her şey bitmişti ki, o geldi.”

“Kim?” Rylei endişeyle dinlemeye devam ediyordu.

“Gaélo. Onu bir kafesin içine hapsetti ve ortalardan kayboldular.”

Rylei Lyner’ın üzgün yüzüne bakmaya devam ediyordu. Bu ismi duyunca şaşkınlık derecesi yükselmişti.

“Görevde başarısız falan olmadın Lyner. Benim verdiğim görev gidip ne olduğuna bakınmandı. O, senin yenebileceğin türden bir düşman değildi. Yüksek ihtimalle yavru bir ejderhaydı senin gördüğün. Yetişkin bir tanesiyle karşılaşsaydın yaşayabileceğini sanmıyorum. Ama o ejderha orada ne arıyordu ve Gaélo neden böyle bir yerde ortaya çıktı? Eğer o ejderha yetişkin olsaydı, Gaélo ardına bile bakmadan kaçardı, emin ol.” Yüzünü öfke bürüdü. “Ona hayatını borçlusun öyle mi?” dedi. Sinirden bir şeyleri yumruklamak istiyordu şimdi.

“Dinle Lyner. Eğitiminin yaklaşık iki yıl süreceğini tahmin ediyorum. Günün sonunda benim bile durduramayacağım bir güç yaratmış olacağım. Bunun karşılığında ben, o adama karşı en ufak bir sempati dahi duymanı istemiyorum. Dili fazla etkileyicidir, aklı da öyle. Senden haberi olursa himayesine katmak için elinden geleni ardına koymayacaktır. Ki zaten öyle olacak, bir asker olacaksın. Ancak, aklını ele geçirmesine izin vermeyeceksin. O adamın düşünceleri fazla hastalıklıdır. Kalbindeki zulmün kurbanı olmanı asla kabul edemem.”

“Benim ona duyduğum şey minnettarlık değil ihtiyar. Beni kurtaran kişinin o olmaması gerekiyordu, daha çok, sinir oluyorum bu durumdan.”

“Güzel. Seni iyi yetiştirmişim.”

Böyle bir durumda bile kendiyle övünebilen Rylei’ye ifadesiz bir bakış attı Lyner.

“Gidip bir yerlerde pinekleyeceğim.” Arkasını döndü ve ilerledi. Lakin arkasına döndüğü sırada tam karşısına dikilmiş bir şekilde yeniden Rylei’yi gördü. Bir an tırsarak geri adım attı.

“Ne yapıyorsun ihtiyar?” dedi.

“Sana enerjini har vurup harman savurmadan kullanmayı öğretiyorum. Beni takip et. Aylaklık edecek zaman değil.”

İhtiyar evden dışarı çıkıp bomboş arazide yürümeye koyulmuştu. Lyner onu izledi. Evden epeyi uzakta durdular.

“Şimdi iyi dinle, Lyner. Gözlerin kapalı bir şekilde, yaratabileceğin en güçlü şimşek saldırısını yapmanı istiyorum. Enerjinin son damlasına değin, hepsini harcaman gerekiyor.”

Lyner gözlerini kapatıp elini vücudunun önüne attı. Evden uzaklaşmalarının sebebi, sanırım önemli bir şeylere zarar vermemek içindi. Önce ne yapacağın bilemedi. Sonra, her zamanki gibi bir büyü çemberi yarattı. Sahip olduğu, gerçekten tüm enerjiyi, bir şimşek yaratmak için harcadı.

Yıldırım birkaç kilometre yol almıştı. Son derecede şiddetli bir büyüydü onun yaptığı. Sıradan bir büyücünün yapabileceği gibi değildi. Yıldırımın ardından sağlam bir ses geldi. Yer gök, büyünün görkemiyle sarsılmıştı.

Gözlerini açtığında, bir baloncuğun içinde olduğunu gördü. İçi enerji yüklü bir baloncuktu bu. Tüm enerjisini verdiği için yere çökmüş, kalbinde derin bir ağrı hissetmişti. Etrafını kaplayan baloncuğun ne olduğunu bilemedi. Nefes almakta zorluk çekiyordu.

“Bu bir enerji balonu” dedi Rylei. “Onu sen gözlerini kapattığın sırada yerleştirdim. Dinle. Büyü yaparken içindeki büyü enerjini kullanıyorsun, bildiğin gibi. Fakat harcadığın enerjinin bir miktarını kullanmadan dışarı atıyorsun. Enerjinin tamamını kullandığını sanıyorsun, ama göründüğü üzere çok büyük bir kısmını kullanmamışsın. Boşu boşuna dışarı vermişsin sadece. Ki bu büyük bir balon. Enerjinin neredeyse onda dokuzluk bir kısmını oluşturuyor. Kısacası gönderdiğin yıldırım, yapabileceğinin onda biri gücündeydi. Onda onluk enerji harcadın ama sadece onda birlik verim alabildin.

Yaptığın ikinci hata, Şimşeği fazla uzağa göndermendi. Açığa çıkarmadığın enerjini kontrol edemediğin gibi, açığa çıkardığın büyü formunu da kontrol edemiyorsun. O yıldırımı küçük bir mesafede uygulasaydın, o sıkıştırılmış enerjinin bir düşmana vereceği zararı hayal dahi edemiyorum.”

Lyner enerjisini geri kazanıyordu yavaş yavaş. Balonun içine doluşmuş enerji kendine geri döndü. Ve balon küçülerek vücuduna yapıştı.

“Sürekli aynı şeyi tekrar edeceksin. Balonun en az seviyede şişmesini ve aynı zamanda yıldırımın olabildiğine kısa bir mesafeye yayılmasını amaç edin kendine. Enerjin tükendiğinde çok acı çekecek ve hareket dahi edemeyeceksin, ama buna katlan. Bunu her gün, enerjin tükenene ya da sen tatmin olana değin yapmaya devam edeceksin. Tahminlerimce başarman aylar alacak, ama bir kere başardığında üç üçgenli büyü şeridini öğrenmen kolay olacaktır. Bu eğitimin sonunda, düşmanının kim olduğuna göre ne kadarlık bir enerji harcayacağını saptayabilecek, en ufak enerjini dahi boşa harcamayacaksın. Dolayısıyla çift üçgenli büyü şeritleri ile yaptığın büyülerin, sıradan bir büyücünün üç üçgenli büyü şeritleri kadar güçlü ve verimli olacak. Ama sakın gözlerin açık yapma bunu! Yoksa gözlerinin sana bahşettiği enerjiyi de kullanmış olacaksın. Dolayısıyla balon kaldıramayacağı kadar çok enerji ile dolacak ve patlayarak gerçekten de enerjinin boşa kaçmasını sağlayacak. Ayrıca gözlerin açıkken enerjinin tamamını bir büyüye vermen imkânsız olur.”

İhtiyar eve doğru yürümeye başladı. Bu eğitimi ilk kere bir öğrencisine uyguluyordu. Ölmeden önce, kendi ustasının öğretilerini aktarabilecek kadar güvenebileceği bir öğrenciye sonunda sahip olması, onu sevindirmişti.
'cos everybody hurts, sometimes.

Çevrimdışı Death Symbol

  • **
  • 67
  • Rom: 0
  • Dare to...
    • Profili Görüntüle
Lyner
« Yanıtla #29 : 06 Şubat 2014, 23:42:19 »
Bölüm 10 – İkinci adım, çember seçimi

6 AY SONRA

Mevsim bir kez daha değişiyordu. Rylei ustanın evinin civarındaki ova yeşillenmiş, baharın gelişini gözler önüne seriyordu. Bugün Lyner’ın doğum günüydü ve yirminci yaşını artık tamamlamıştı. Bu, ciddi bir durumdu. Artık “On dokuz yaşındayım” diyemeyecekti. Yirmili yaşlara ayak basmış olmak hem başkalarının, hem de kendinin, onu bir yetişkin olarak nitelendirmesini sağlayacaktı. Lyner bu durumdan ötürü hafif buruk hissediyordu.

Bugün, Lyner’ın eğitimde yeni bir adıma geçeceği gündü aynı zamanda. Baloncuklarla geçen eğitimi fazla acı doluydu. Enerji kullanımı konusunda ilk başlarda fazla vasattı. İlk bir ay, balonun şişmesini az bile olsa engelleyememişti, ama yıldırımın mesafesini yarı yarıya kısaltmıştı. İkinci ay, balonun şişmesi az da olsa azalmış, yıldırımın uzunluğu da bir o kadar kısalmıştı. Her gün her gün enerjisi tükenene değin uğraşmış, enerjisi tükenince hissettiği o acı yüzünden bağırıp çığlıklar atmak istemişti. Fakat üçüncü ayın sonunda acıya olan direnci yükseldi. Baloncuğun şişme oranı da yarı yarıya inmişti.

En hızlı değişim, dördüncü ve beşinci aylar oldu. Beşinci ayın sonunda, bir seferde enerjisinin onda dokuzunu verimli bir şekilde kullanabiliyor, bunu yaparken yıldırımını elli metreye sınırlandırabiliyordu. Fakat büyük sıkıntı bu noktada başladı. Daha ilk seferde enerjisinin büyük bir kısmını başarılı bir şekilde kullanabildiğinden, bir günün içinde ikinci bir deneme şansını elde edemiyordu. Bu da eğitimin verimliliğini azaltmıştı. Lakin o, ısrarla çalışmaya devam etti.

Lyner altıncı ayın sonunda, nihayet başarıya ulaşmıştı. Enerjisinin tamamını verimli bir şekilde kullanabiliyor, bunu yaparken de yıldırımın uzunluğu on metre olabiliyordu.

Bu altı ayda çok fazla enerji harcadığından, enerjinin kendini yenileme süresi gün geçtikçe azalmıştı. Ayrıca, sahip olduğu maksimum enerji miktarı da epey gelişmişti. Saldırısının uzunluğunu hedefin bulunduğu yere göre ayarlayıp, tam bir verimlilik kazanıyordu. En ufak enerjiyi bile boşu boşuna salmaması ise bu eğitimin en önemli parçasını oluşturuyordu. Bunların, kendi farkında bile olmamıştı ama Rylei bunun çok iyi bilincindeydi. Eğer altı ay önceki hali ve şimdiki halini kıyaslasaydı, Lyner’in yüzde beş yüz oranında güçlendiğini rahatlıkla söyleyebilirdi.

Rylei ve Lyner, evin bahçesinde oturup çay yudumlarlarken, bu konuları konuşuyorlardı.

“İşin kolay kısmı geride kaldı Lyner” diyordu Rylei. “Üç üçgenli büyü halkasını öğreneceğiz ki bu yarım saatini dahi almayacak. Bu adım çok kolaydır.”

“Sadece yarım saat mi?” Lyner şaşırmıştı.

“Kesinlikle. Çünkü hâlihazırda bildiğin büyüleri sadece farklı bir çemberle yapacaksın. Sana yıllar önce öğretmiştim ben element ve kalkan büyülerini. Bilmen gereken ekstra bir şey yok.”

“Yani bir günde bunu öğrenip beş ve altı üçgenli büyü sembollerine mi geçeceğiz?”

 “Ne yani, Filler de mi bunu sadece bir günde öğrenmişti?” diye sordu Lyner.

“Filler’ın bunu öğrenmesi yıllar aldı, çünkü onu baloncuk eğitiminden geçirmemiştim. Bu eğitimden de kimseye söz etmeyeceğine bana söz vereceksin.”

“Usta, anlamıyorum.” Dedi Lyner. “Birkaç ayda daha güçlü olunacağı bir şekilde öğretmek yerine, neden yıllar içinde ve daha az güçlü olunacağı bir şekilde öğrettiniz bu büyüyü diğerlerine?”

“Sen anlamıyorsun, Lyner.” Dedi Rylei. “Şu an senin çift üçgenli büyü çemberin bile Filler’ın üç üçgenli büyü çemberinden daha güçlü oldu. Onu neden bu kadar güçlü yapacaktım ki? Herkesi bu kadar güçlü yapsaydım bunun ne anlamı olurdu?”

İhtiyar çay kâsesini yere koyup, eline çift üçgenli bir büyü çemberi yarattı.

“Aynısını tekrarla Lyner” dedi. Lyner’ın öğrendiği ilk şeydi bu. Bir büyü çemberi hazırlamak. Hemen aynısını tekrarladı.

“Bunu çağırmayı sana nasıl öğrettiğimi hatırlıyor musun? Sahip olduğun enerjinin serbest kalmasını sağlıyor ve bunun bir halka şekline bürünmesine izin veriyorsun. Diğer büyü halkalarını da aynı şekilde çağırıyoruz. Tek farkı, sahip olduğun enerjiyi dönüştürerek bunu yapacak olman. Enerji kontrolü iyi olmayan biri bunu yapmakta zorlanırdı ama senin bunu hemen yapabilmen gerekiyor. Enerjini agresifleştirirsen, üç üçgenli büyü halkası oluşur ve sadece element saldırıları yapabileceğin güçlü bir halkaya dönüşür. Eğer enerjini pasifleştirirsen, yine üç üçgenli bir büyü halkası oluşur ama bu kez sadece kalkan büyülerini yapabilirsin.”

Lyner, sahip olduğu enerjiyi saldırganlaştırmayı denedi. İlk başta başaramadı, ama yaklaşık on dakikalık bir uğraşla başarabildi. Bu kez, enerjisini tamamen pasifleştirmeyi denedi. Bunu da, daha erken bir süreçte uygulayabilmişti.

“Bu yeni gücü denemek ister misin?” diye sordu Rylei.

Lyner ayağa kalkıp uzak bir yere doğru elini sabitledi. Bir yıldırım büyüsü deneyecekti.

Enerjisinin onda birini bile kullanmadı. Lakin şu ana kadar gördüğü en muazzam şeydi. Yıldırım, muazzam bir şekilde elinden çıkıp birkaç metre ilerledi. Hemen ardından öyle kudretli bir ses geldi ki, tüm vadi bu sesle inlemişti. Muazzam bir sıcaklık ve enerji kaynağıydı bu saldırı. Lyner’ın tüyleri bile, bu korkunç güçten diken diken olmuştu.

“Bu birini öldürürdü” dedi Lyner.

“Bu büyünün bir amacı var. Enerjinin onda onunu harcayarak bile böyle bir güç açığa çıkaramazdın çift üçgenli büyü halkası ile. Çok daha az enerji harcayarak, çok daha kudretli bir element büyüsü yapabiliyorsun artık. Kalkanın ise, aynı muazzamlıkta bir güce karşı gelebilir.”

İhtiyar derin bir nefes aldı.

“Aslında baloncuk eğitimine rağmen enerjini bu denli kolay manipüle edebilmeni ben de beklemiyordum. Enerjinin formatını değiştirmek Filler’ın on ayını almıştı.”

Rylei, Lyner’ın gözlerinin içine bakmaya devam ediyordu.

“Şimdi, sana doğum günün için küçük bir hediye vereceğim. Burada beklemeni istiyorum.” Dedi. İhtiyar emin adımlarla ayağa kalkıp, içeri geçti. Birkaç dakika sonra, kapalı bir kutu ile geri dönmüştü.

Kutu yer yer siyah, yer yer beyaza boyanmış, küçük, esrarengiz bir şeydi. Fazla tuhaf bir görüntüsü vardı. Daha en baştan Lyner’ın ilgisini çekiyordu. İhtiyar kutuyu açtı ve içindeki üç taşı eline aldı. Taşlardan biri siyah, biri beyaz, diğeri ise kızıl renkteydi. Lakin boyut olarak tamamen aynıydılar.

“Bu taşları görüyor musun? Bunlar sıradan taşlardı Lyner. Ama sen daha çok küçükken, sahip olduğun güçlerin bir kısmını bu taşlara mühürlemiştim.”

Beyaz olanı eline aldı.

“Bu, senin beş üçgenli çemberi yaratabilmen için gerekli olan şey. Enerjini saflığa dönüştürme yeteneğin bu taşın içinde yatıyor. Enerjini saflaştırarak beş çemberli üçgen yaratabilir, aydınlık büyüleri kullanabilirsin.”

Siyah olanı eline aldı.

“Bu ise senin altı çemberli büyü çemberi yaratmanda gereken şey. Enerjini korkuya dönüştürme yeteneğini mühürlediğim taş. Bununla karanlık büyüleri kullanabileceksin.”

Derin bir nefes daha aldı.

“Mühürleme benim aydınlık elementini kullanarak yaptığım bir şeydi. Bu tip şeylerle ilgiliysen tavsiye ederim. Işık elementi diğer tüm büyülerin direncini kırabilir. Karanlık elementi ise illüzyonlar ve pek çok aklının hayalinin kaldıramayacağı şeyleri yapmanı sağlayabilir. Lakin bunlar iyilik ya da kötülüğü temsil etmiyor Lyner. Aydınlık elementini kullanabilen bir kötü görebilirsin. Ya da karanlık elementini kullanan bir iyi. Hoş, bu yeteneğe sahip olanların bir elin parmaklarını geçtiğini sanmıyorum” Taşları havaya savurup yeniden tuttu.

“Seçtiğin taşlardan birinin mührünü kıracağım. Fakat öteki bende kalmaya devam edecek. Seçtiğin yeteneğin üstünde ustalaştığında ötekinin de mührünü kaldıracağım, ama kullanmanı tavsiye etmiyorum. İkincisini de kullanmaya çalışırsan diğerinde yeteneklerin körelecektir. Bunu bizzat deneyimledim ve büyük bir hataydı.” İçini çekti.

Kızıl olan taşı eline almıştı şimdi.

“Bunun mührünü ise sen buradan ayrılırken kıracağım. Bu, senin gözlerini mühürlemeyi denediğim taş. Eğitime ihtiyacı olan bir güç değil, bu senin içinde var olan güç. Fakat gözlerini mühürlemeye çalıştığımda, bir şeyler mührü tamamlamamı engellemişti. Yani gözlerinden gelen gücün sadece bir kısmı bu taşa mühürlenebilmişti. Hangi kısmı olduğunu bilmiyorum. Yine de bir şekilde, gözlerinin gücünün tam olarak açığa çıkmamasının sebebi bu mühürdür.

Seni uyarmak isterim. Bu mührü kırdığımda gözlerin sonsuza kadar kızıla dönüşecek ve herkes kim olduğunu anlayacak. Bunun sonuçları ne olur, ben de bilmiyorum evlat.”

“Gözlerim sinirlenince ve ben istediğimde kızıla dönüşebiliyor zaten usta.” Dedi Lyner.

“Evet. Bu taş, onların gücünü tamamen açığa çıkaracak şey. Baban sadece istediğinde gözlerini dönüştürebiliyordu. Ama dediğim gibi, senin gözlerin ve onunkiler birbirinden çok farklı.”

İhtiyar duraksayarak, büyük bir merakla sordu.

“Her neyse. Siyah taş mı, beyaz taş mı?”

Lyner önce bir dakikalığına düşündü. Sonra, “Bana en iyi bildiğini öğret ihtiyar.” Dedi.

Rylei bir kahkaha attı.

“Pekâlâ, kara büyü öğreneceksin.” Dedi. Beyaz ve kızıl taşları kutuya koydu. Kutuyu sakladığı yere geri götürdü. Geri döndü ve siyah taşın mührünü kıracak sihirli sözleri söyledi.

“Aesiermondis!”

Taş bir anda rengini yitirdi ve sıradan bir taşa dönüştü. Lyner kendinde herhangi bir farklılık hissetmemişti, ama dikkatle ihtiyarı incelemeye devam ediyordu. İhtiyar yeniden konuşmaya koyuldu.

“İlk önce enerjini korkuya dönüştür evlat.” Dedi. “İlk deneme biraz acıtabilir ama yapması kolaydır. Önemli olan çemberi yapmak değil. Sana kara büyü öğretmek zaman alacak.”

Lyner, on beş yirmi dakika kadar enerjisini korkuya dönüştürmeyi denedi. Tam vazgeçiyordu ki, aklına bir anda yayılan o deliliği hissetti.

Delilik. Lyner hislerini anlatacak olsa, kesinlikle bu kelimeyi kullanırdı.

Önce her yer karardı. Lyner oturduğu yerden yere düşerken, elindeki çay kâsesi ile birlikte düştü. Çay onu yakmıştı, lakin hissettiği acıya oranla Lyner çayı hissetmedi bile. Rylei hemen ayağa kalkıp Lyner’ın üstünü çıkarmıştı. Lyner’ın elinde altı üçgenli bir halka duruyordu. Doğrusu ihtiyar Lyner’ın bunu denemesini bekliyor, onu anlamsız bir şekilde bekliyordu, lakin bu kadar erken başaracağını hiç düşünememişti.

“Biraz dayan evlat, geçecek!” diyordu.

Lyner hayatının en acı dolu dakikalarını yaşadı. Enerjisini korkuya dönüştürmüştü, lakin bu korku dolu enerji ona acı veriyordu. İç organları bu yeni enerjiye alışmakta sorun çekiyordu. Bu yakıcı enerji onları tamamen yakıyordu. Asıl önemli olan nokta ise, aklındakiler ve gördüğü kâbuslardı. Annesini kanlar içinde görüyordu. Yüzünü hiç görmediği babasının kendisini doğradığını gördü sonra. Filler ile birlikte kendini gördü. Pek çok arkadaşının savaş sırasında öldüğünü gördü. Kralı gördü sonra. Anlamsız bir şekilde bakıp kahkaha atıyordu. Devasa bir ejderhanın kendisini ezdiğini gördü. Onlarca, hayır yüzlerce korkunçluğun aklından çıkıp gitmesini sabırsızlıkla bekledi, bekledi.

Yarım saat kadar bir sürenin ardından uyanabilmişti. Kendini yerde yatarken, çıplak bir halde buldu. İhtiyar korkulu bakışlarla ona bakıyordu.

“Her şey geçti evlat. Kendine gel!”

Lyner bir anda havaya fırladı.

“Usta?” Lyner hala şok içindeydi. “Bitmesine sevindim ama bana tam olarak ne oldu?”

“Enerjini dönüştürdün ama enerjinin bu formuna vücudun alışmakta zorluk çekti. Gayet normal bir durumdu. Ayrıca eline bak.”

Lyner eline baktı. Elinde, altı üçgenli bir büyü şeridi duruyordu.

Gözleri vücuduna kaydı oradan.

“Seni sübyancı yaşlı züppe!” dedi. “Bu nasıl bir “durumdan fayda çıkarmak”tır böyle!”

Lyner’ın yirmi yaşını tamamlaması tam olarak bu şekilde oldu.
'cos everybody hurts, sometimes.