Kayıt Ol

Hırtık

Çevrimdışı Yossarian

  • *
  • 4
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Hırtık
« : 07 Nisan 2014, 16:27:37 »
BÖLÜM 1
        Adem, yine o çirkin horozun çirkin sesiyle uyandı. İki senedir karısının güzel sesi yerine o piç horozun sesiyle uyanıyordu. Yatağından yavaşça kalktı çünkü vücudunun her bir hücresi ağrıyordu ve her bir hücresi ona bağırıyordu
“Olduğun yerde kal orospu çocuğu.”
Ama o aldırmadı çünkü bugün onun için özel bir gündü. Karısı öleli tam iki yıl oluyordu bugün. Karısı doğum yaparken ölmüştü ve maalesef çocuk ölü doğmuştu. Karısının mezarını ziyaret etmeliydi bugün.
Bu yüzden yataktan sessizce kalktı ve büyük bir ciddiyetle testiden boşalttığı buz gibi suyu yüzüne çarptı. Soğuk su onu kendisine getirdi.
Sonra yine büyük bir ciddiyetle abdest aldı çünkü bugün karısının mezarında tabi ki Kuran okuyacaktı. Buz gibi suyla abdest almanın en zor kısmı ayakları yıkamak oldu. Su sağ ayağına değdiği anda sanki buzdan bıçaklara dönüştü ve ayağını kesti. Kesik acısı o kadar içtendi ki Adem ayağına baktı. Acaba kan akıyor muydu? Dişini sıkarak sağ ayağını yıkarken sol ayağına bir an baktı. Bembeyaz ayağı kurbanlık koyun gibi sırasını bekliyordu.
Abdest aldıktan sonra tabi ki en güzel kıyafetlerini giymesi gerekiyordu. İçliğinin üstüne yepyeni kahverengi şalvarını geçirdi. Yılın bu ayında Fırat Nehri’nin olduğu bu bölgede içlik giymezseniz soğuk paçalarınızdan girer ve sizi yatak döşek hasta yapar.   Şalvarın üstüne de bembeyaz köyneğini giydi. Daha sonra yeşil kuşağını beline sıkıca bağladı. Sonunda bitmişti. Artık karısının yanına gidebilirdi.
 Ahıra doğru genç atına binmek için adımlarını atmaya başladı. Burası kasabanın yukarısında bir tepeydi ve bu tepedeki tek ev onun eviydi ve o tek başına yaşıyordu.
Kasaba biraz uzaktaydı bu yüzden atla gitmesi gerekiyordu kasabaya. Ahırda iki koyunla beraber 1,5 yaşındaki Dost vardı. Çünkü Dost karısı öldüğünden beri onun tek dostuydu.
Aslında karısının mezarı 500 metre ilerideki bahçede kavak ağacının yanı başındaydı ama onun kasabaya inmesi gerekiyordu. Çünkü karısına en güzel çiçeklerden almalıydı. “En sevdiği çiçek hangisidir, acaba?” diye düşündü . Çünkü daha önce yani o ölmeden önce ona hiç çiçek almamıştı. Bunu düşününce utandı. Ama geçmişi değiştiremezdiniz.
 Ahırın kapısını iki eliyle açtı ve donakaldı. Fakat soğuktan değildi bu, gördüğü şey karşında donakaldı. Dost ter içindeydi. Dost’a en son iki hafta önce balta almak için kasabaya indiğinde binmişti. O anda düşünebildiği tek şey vardı. O saçma hatta komik ama bir o kadar da korkutucu kelime “Hırtık”.

BÖLÜM 2
     “Adem, hadi kalk seni uyuşuk geç kalacaksın”.Adem annesinin bağırışıyla uyandı. Yataktan hemen fırladı.
 Güzel bir yaz sabahıydı. Hızlıca annesinin bir testi su ile beklediği bahçeye çıktı. Annesi testiyi boşaltırken o da elini yüzünü serinletici ve bir o kadar da berrak suyla yıkadı ve annesinin hazırladığı yumurtaları mideye indirmek için hızla eve doğru ilerlemeye başladı.
7 yaşında bir erkekti ve gelişme çağında olduğu için sık sık acıkıyordu. Annesi arkasından bağırana kadar da aklında yemekten başka bir şey yoktu.
“Abdest almadan mı Kur’an kursuna gideceksin Adem. Çabuk gel buraya seni salak çocuk şimdi tokadı yiyeceksin.”.
Adem uslu bir çocuğun yapması gerektiği gibi annesinin yanına gitti ve güzelce abdest aldı.
Daha sonra annesiyle baş başa kahvaltı etti. “Anne, babam ne zaman dönecek?” Annesinin yüzünden birden sorulan bu soru karşısında bir şaşkınlık ifadesi geçtiyse de oğluna belli etmedi. Sakince cevapladı:
“Biliyorsun ki baban nehre ticaret yapmaya gitti ve yaz bitene kadar dönmeyecek.”
Bu cevaptan sonra kahvaltı derin derin verilen nefesler dışında büyük bir sessizlikle yapıldı. Adem Kuran kursuna geç kalmamak için çayını bitiremeden ayaklandı ve Elif-Be’sini koltuğunun altına alarak evden çıktı.
      “Adem gel oğlum buraya” dedi Adem Hoca. Hocasının adı da onun gibi Ademdi.Sessizce adaşının önüne oturdu. Adem Hoca:
“Ettehiyyatü değil mi?”
“Evet hocam.”
“Oku bakalım.”
“Ettehiyyatü lillahi vesselavatü…ııııı…”
“Vetteyibaaaat, değil mi?”
“Evet hocam.”
“Bak çocuğum Sübhaneke’den sonra herkese zor gelir bu dua ama yaz bitmeden ezberle artık şu duayı. Yoksa tokadı yersin. Geç şimdi yerine.”
       Dualar ve Kuran okuma dersi bitince Hoca söze başladı:
“Evet çocuklar bugün sizlere cinleri anlatacağım. Çoğu insan üç harfli der ama Kuran’da bol bol cin adı geçer. Hatta Cin Suresi diye bir sure bile vardır. Cinler gerçektir çocuklar. Bazıları bize kötülük yapmak isterler ama biz Allah’a sığınarak onlardan korunuruz. Dini tam, imanı tam kimselere zarar veremezler merak etmeyin. Eğer korkarsanız Nas Suresi’ni okuyun.”
 Hoca uzun uzun onlardan bahsetmeye devam etti. Sonra da dersini bitirdiğini ilan ederek çocukları kocaman gözlerle ve titreyen ellerle salıverdi. Bir tek Süleyman korkmuşa benzemiyordu.
      Hoca konuyu kapatmıştı ama açılan bu konu öyle kolay kapatılamazdı. Çocuklar kendi aralarında büyük bir heyecanla cin hikayeleri anlatmaya başlamışlardı. Ama o bunları pek dinlemiyordu. Düşündüğü tek şey Nas Suresi’ni öğrenmesi gerektiğiydi. Eve gidince ilk iş Nas Suresi’ni ezberlemek olacaktı.
Süleyman bağıra bağıra bir hırtık hikayesi anlatıyordu. O, cin hikayeleri anlatmayı çok severdi.
       Hırtık, ayakları ters kötücül bir cindir, kılığına girdiği insanın arkadaşına ya da akrabasına gidip, onlarla konuşarak nehir kıyısına götürüp boğmaktadır. Ayrıca bu cin insanların atlarını alıp bütün gece koşturur ve geri getirir. Bu cinden kurtulmanın tek yolu ateş yakmaktır.
        Süleyman’ın anlattığı hikaye her zamanki gibi kahramanın ateş yakarak hırtığı yenmesi ile bitti.
Adem arkadaşlarının yanından eve doğru koşmaya başladı. Eve geldi ve kapıyı tıklattı. Kimse kapıyı açmadı, kapı zaten açıktı.
Adem, cin hikayelerinden de etkilenerek içeri girmekten korktu ama içindeki insani merak dürtüsüyle kapıyı araladı.
Annesi içerideydi ama ağlıyordu. Annesine yaklaştı ve “Ne oldu, anne?” dedi. Annesi onu ilk defa görür gibi bir bakış attı ve “Baban…” ağlama krizi. “Nuh’um…” tekrar ağlama krizi. “Nuh’umun gemisi.” Sonunda annesi kendini toparladı ve “Nehirde, babanın ticaret gemisi batmış ve baban boğularak ölmüş.”

BÖLÜM 3
        Hayır, hayır saçma sapan, çocukları korkutmak için uydurulan hikayelere inanacak değilsin, diye düşündü Adem. Bir yandan da kasabaya doğru yürüyordu. Acaba, diye düşündü,deliriyor muyum?
Atın sırtına tutkal sürmüştü Hikayelere göre Hırtık atı tekrar almasın diye atın sırtına tutkal sürülürdü. O da aynen böyle yaptı. Ama yaptığının büyük bir saçmalık olduğunu biliyordu. Bu saçmalık yüzünden kasabaya yürüyerek gidiyordu.
Kasabaya aklında bin bir düşünce içinde girdi. “Her neyse” dedi Adem “Buraya sevgili karıma çiçek almaya geldim”
       Çiçekçi İbrahim’in karşısına dikildi ve:
“Selamün Aleyküm İbrahim”
“Aleyküm Selam, Adem. Hayrola” dedi Çiçekçi İbrahim.
“Karıma çiçek almak istiyorum”
“Hangi karına?” dedi Çiçekçi şaşırarak.
“Benim kaç tane karım var salak herif vefat eden hani” dedi Adem. Sinirlenmişti. Bu adam salağın teki diye düşündü. Çiçekçinin yüzü şaşkınlıktan taş gibiydi ama sonra kendini toparladı ve “Hangisinden istersin?” dedi.
“Hepsi de çok güzel görünüyor. Hepsinden birer tane koyarak demet yapsana”
            Çiçekçi İbrahim hızlı ellerle en güzel çiçeklerden bir demet hazırladı ve ona verdi.
“Ne kadar?”
“2 dinar yeter”
Cebinden çıkardığı paraları adamın yüzüne bakmadan verdi.
“Eyvallah” dedi çiçekçi, Adem’e acıyarak bakarak. Çiçekçiden uzaklaşırken bu adam kafayı yedi herhalde diye düşündü. İbrahim’in ona acıyarak bakması gözünden kaçmamıştı. Adem uzaklaşırken Çiçekçi İbrahim de kendi kendine konuşuyordu. “Yazık, yazık o günden sonra iyice kafayı yedi.”
            Adem eve doğru hızla ilerlmeye başladı. Bir an önce karsına kavuşmak ve çiçekleri iletmek istiyordu. Karısına kavuştu çünkü karısı onun tam karşısında, ayaktaydı.

Arkadaşlar hikaye 7 bölümden oluşuyor. Bu benim bitirebildiğim ilk yazım, o yüzden yorumlarınınız önemli. Lütfen açıkça yazın.

Çevrimdışı duhan

  • **
  • 284
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
Ynt: Hırtık
« Yanıtla #1 : 07 Nisan 2014, 19:13:06 »
Şevkinizi kırmak için değil, daha iyi olabilmeniz adına bir kaç eleştirim olacak.

Öncelikle imla hataları çok fazla. Yarım kalmış gibi duran cümleler akıcılığı sekteye uğratıyor. Noktalam işaretleri hususunda çok fazla eksiğiniz var. En azından virgül ve nokta koyulacak yerleri es geçmezseniz düzene girer bu yazı. Bir de sık sık isim tekrarı yapmaktan vazgeçin. Dalog kısımların da her cümleden sonra dialog sahibinin ismini yazmasanız daha iyi olur. Kimin hangi cümlenin sahibi olduğu zaten belli oluyor. Son olarak, cümleleriniz çok basit. Bir kaç devrik cümle ve tasvirle bu eksiği de kolayca kapatabilirsiniz. Teknik detaylar böyle.

Hikaye benim özel olarak ilgi duyduğum bir konu üzerine. Bu ndenle devamını beklediğimi belirtmem lazım. Giriş kısmı ve Adem'in çocukluğunu konuya yedirmeniz gayet iyi olmuş. Kolay gelsin.

Çevrimdışı Yossarian

  • *
  • 4
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Hırtık
« Yanıtla #2 : 07 Nisan 2014, 22:22:27 »
Okuduğunuz ve zaman ayırıp eleştirdiğiniz için teşekkürler.İsim olayı benim de dikkatimi çekti. Elimden geldiğince düzeltmeye çalıştım.İmla olarak eksik olduğumu biliyordum, maalesef

Hikayeye başladığımda bu kadar uzun olmasını beklemiyordum. Kısaltmak ve ana konuya yer kalması için çevre tasviri yapamadım. Devamını yarın paylaşacağım.

Çevrimdışı Yossarian

  • *
  • 4
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Hırtık II
« Yanıtla #3 : 08 Nisan 2014, 18:57:59 »
BÖLÜM 4
        “Adem, kaldır kafanı oradan. Yusuf’a olanı unuttun mu yoksa?” Adem kafasını yavaşça kuyunun dipsiz gibi görünen boşluğundan kaldırdı. Annesi onu kuyudan su çekmeye göndermişti ama onu evin balkonundan izliyordu. Geçen hafta Yusuf’a olanlardan sonra bir süre daha kuyudan korkacaktı annesi.
        Yusuf, ondan 1 yaş büyük olmasına rağmen ondan küçük gibi hareket ederdi ama ikisi iyi arkadaşlardı. Hatta Yusuf onu öz kardeşlerinden çok severdi. Zaten öz kardeşlerinin de onu sevdiği söylenemezdi.
 Yusuf 9 gün önce birden ortadan kaybolmuş ancak 2 gün sonra bulunabilmişti. Onun kuyuya düşme olasılığı nedense kimsenin aklına gelmemişti. Büyük olasılıkla kuyunun etrafında oyun oynarken kuyuya düşmüştü. Kuyunun bulunduğu bölgede onu çıkarmak için bütün köy bulunuyordu. Adem de oradaydı. Arkadaşının kurtuluşunu görmek için umutla bekliyordu. Yusuf’un bedeni kuyudan çıkarıldığında büyük bir sessizlik hakimdi.
        Yusuf’un bedeni yerde yatıyor. Birkaç saniye boyunca kimse kıpırdamıyor. Birisi -galiba Adem Hoca- soğukkanlı bir şekilde kulağını Yusuf’un ağzına götürdü. Bir fısıltı “Ölmüş” sonra yüksek sesle  “Hakk’a kavuşmuş. Allah rahmet eylesin”
        Sağır eden bir kaç saniyelik sessizlik. Yusuf ile birlikte tüm umutların ölümü. Sonrasında kadınların feryatları, erkeklerin iç çekişleri. Adem Hoca sessiz bir şekilde bir şeyler mırıldanıyor. Adem arkadaşının bembeyaz bedenine ulaşmaya çalışıyor ama başaramıyor.
          “Unutmadım anne” diye bağırdı Adem. Yavaşça kovayı çekti. Kova yüzeye ulaştıktan sonra ağır kovayı bacaklarına çarparak eve götürmeye başladı.
           
BÖLÜM 5
   “Sen de nerden çıktın?” Adem şaşkınlıktan küçük dilini yutacaktı.
   “Ne demek nerden çıktın? Ben hep buradaydım” Karısının yüzünden gerçek bir şaşkınlık ifadesi geçti. “İyi misin? Sana ayran yapayım mı? İyi gelir.”
   “Sen” uzun bir sessizlik “Sen öldün. Hırtıksın sen. Beni boğmaya geldin değil mi? Allahım hırtık hikayeleri doğruymuş.” bağırırken tükürükler saçıyordu.
   “Ölmediğimi ikimizde çok iyi biliyoruz. Seni gerizekalı. Hatırla o akşamı hatırla.”
   “Sus artık. Hangi akşamı hatırlayayım onu bile bilmiyorum.”  Başı dönüyordu. Beyni patlamak üzereydi.
   “Seni terk ettiğim akşamı. Ama artık geri döndüm. Sarıl bana.” Lilith ellerini iki yana açtı. onu kollarının arasına almak için bekliyordu. Adem ise ona sarılırsa onu boğacağını düşünüyordu. Hırtıktı o. Başka açıklaması olamaz.
   “Hayır” diye bağırdı Adem. “Sen beni terk etmedin. Sen öldün. Seni gömdüm ben. Hatta seni ziyarete gidiyordum. Öldün sen.”
   “Acaba gerçekten gömdün mü beni. Ama ben buradayım. Git hadi ziyaret et beni benim için dua et. Gerçekten ben mezarın içindeysem.”
Koşuyordu. Lilith’in son sözlerini bitirmeden koşmaya başlamıştı. Karısından uzaklaşıyordu ama aynı zamanda karısına yaklaşıyordu. Karısının mezarına vardığında nefes nefeseydi.
Mezarın yanında mezarı çapalamak için bulunan çapayla kazmaya başladı mezarı. Bu esnada mezarına yapılan bu saygısızlıktan dolayı karısından özür diliyordu. Adem artık zaman mefhumunu kaybetmişti. Ne kadar zamandır kazıyordu. Bilmiyordu.
Sonunda mezarın tahtasına ulaştı. Artık elleriyle kazıyordu. Tahtayı kaldırdı. Gözleri kapalıydı karısının kemiklerine bakmak ona büyük bir acı verecekti. Gözlerini aralamasıyla tekrar kapatması bir oldu. Çukurun içi boştu.

BÖLÜM 6
   Sıcak bir yaz günü sabah erkenden camiye Kuran kursuna giden Adem yerine oturdu. Hoca bugün ona yine ettehiyyatü duasını soracaktı. Yine ezberleyememişti duayı ve bu sefer büyük bir azar işiteceğinden çok emindi. Bu yüzden köşede ufalarak görünmemeye çalıştı.
Herkes camiye geldikten sonra hoca onlara peygamberlerin hayatlarını anlatmaya başladı. Kızıldenizi yararak Yahudileri kurtaran Musa’yı, kardeşlerinin attığı kuyudan sağ çıkan Yusuf’u, cinlerle konuşan Süleyman’ı, atıldığı ateşi çiçek bahçesine çeviren İbrahim’i ve tabi ki bütün insanların atası Adem’i ve karısı Havva’yı anlattı. Adem ve Havva birlikte mutlu bir şekilde çoğalmış ve insanoğlunun ataları olmuşlardı.
Hoca onlara “Anlattıklarımı iyi belleyin. Size sorular sorabilirim.” dedi ve daha sonra teker teker çocukları yanına çağırarak dualarını okutmaya başladı. Sıra Adem’e geldiğinde yavaş bir şekilde hocanın karşısına oturdu. “Yine ettahiyyatü değil mi, Adem?” diye sordu hoca bıkkınlıkla. Ama biraz da sinir sezilebiliyordu. “ Oku” dedi etkileyici bir ses tonuyla. Kuran’ın inen ilk ayetindeki gibi.
Adem yutkunduktan sonra başladı. “Ette…”
“Dur seni orospu çocuğu”
 Dışarıdan bağırışlar yükseliyordu. Herkes dışarı çıktı neler olduğunu anlayabilmek için.
Musa yani köyün çobanı elinde koyunları gütmek için kullandığı asayı elinde sımsıkı tutarak koşuyordu. Koyunlarda önünde koşuşturuyordu ama asıl ilginç olan koyunların sahibi Ramiz’in kılıçlı adamları ve en arkada Ramiz’in onun peşinden koşmasıydı. Koşarken bir yandan da bağırıyordu. “Yakalayın onu koyunlarımı çalıyor”
Adem, Musa’nın ondan dokuz yaş büyük olmasına rağmen çok severdi ve onun böyle bir şey yapabileceğine ihtimal bile vermiyordu.
Fakat gerçeği gören herkes onun peşinden koşmaya başlamıştı. Onlar da ihtimal vermiyorlardı fakat gerçeği öğrenmek istiyorlardı. Adem de peşlerine takıldı diğer bütün çocuklar gibi. Bu arada dua okumaktan da kurtulmuştu.
Uzun bir koşuşun ardından Musa ve koyunlar Fırat Nehri’nde kapana kısıldılar. Bütün köy de Musa’yı izliyor ve bu olayı anlamlandıramıyordu. Köyün muhtarı bağırarak “Ne yapıyorsun? Delirdin mi sen? Niye Ramiz’in koyunlarını çalıyorsun?” dedi.
“Ben onları çalmıyorum muhtar. Ramiz koyunlara hiç iyi bakmıyor. Yemlerini az veriyor ve onları dövüyor. Ben onları nehrin karşısındaki bereketli topraklara götürüyorum. O topraklarda koyunlar çok mutlu olacak” dedi içtenlikle.
Ramiz’in siniri iyice fırladı. “Ne yapıyorsam kendi koyunlarıma yapıyorum seni amcık herif. Koyuna iyi davranmakta neymiş. Adı üstünde koyun onlar manyak herif.” Adamlarına bir baş hareketi yaptı ve adamlar harekete geçtiler.
Musa yaklaşmayın diye bağırarak asasını havaya kaldırdı. O an Adem için büyülü bir andı. Hoca’nın daha bugün anlattığı peygamber Musa’nın denizi ikiye ayırma hikayesini izler gibiydi. Adem çocukça bir heyecanla nehrin yarılmasını bekledi ama hiçbir şey olmadı. Musa kaldırdığı asayı kılıçlı adamlara savurmaya başladı. Kılıçlı adamlar kolayca sıyrılıp Musa’yı üç yerinden deldiler. Musa’nın ölü bedeni nehre büyük bir gürültüyle düştü. Herkes Musa’nın cesedine bakıyordu ta ki nehir onu alıp götürünceye kadar.

BÖLÜM 7
   Adem gözleri yaşlarla dolu bir şekilde eve dönüyordu. Eve vardığında, karısını gördü. Hiç bir şey söylemeden Lilith’e sarıldı ve “Hadi evimize dönelim” dedi. Delirdiğini düşünüyordu ama karısı yanında olduğu sürece önemi yoktu.
   Karısının yanında suratında salakça bir sırıtmayla yatıyordu. Gökyüzü tertemiz havada tek bir bulut görünmüyor ve yıldızlar ışıl ışıl parlıyordu.
   Birden içindeki tanıdık bir dürtüyle uyandı. Kafasında tek bir düşünce gökyüzündeki yıldızlar gibi parlıyordu. Nehre gitmeliydi. Babasının boğularak ve Musa’nın kıyısında can verdiği nehre. Ahıra doğru ilerledi. Dost’un sırtındaki tutkalı gördü ve üstüne bir çarşaf atarak atın üzerine bindi.
   Artık nehre doğru yol alıyordu. Ay tepesinde her şeyi izleyen koca bir göz gibi onu izliyordu. Bu izlenme fikrini hiç sevmedi. Başka bir yoldan gitmeyi denedi fakat koca göz sürekli tepesindeydi, ondan kaçış yoktu.
   Sonunda nehre ulaştı. Fırat nehri hiç uyumadan akmaya devam ediyordu. Adem seslendi “Bana onun öldüğünü söylemiştin ama o geri döndü. Bana yalan söyledin”
   Büyük bir sessizlik hakimdi ama Adem sessizliğin içinde bir şey duydu. “Sana yalan söylemedim karın öldü… öldü… öldü…” son kelime birkaç kez yankılandı Adem’in kafasının içinde.
   “Artık dediğin hiçbir şeye inanmam. Herkes yalan söylüyor. Beni kandırmaya çalışıyor.” Adem ağlamak üzereydi.
   “O zaman kendi kendine yalan söylüyorsun demektir. O kadın öldü. Hayal görüyorsun. Karım diye kendi kendine konuşuyorsun. Delirmişsin sen.” Ses artık onu yargılıyordu.
   “Peki ben şuan kiminle konuşuyorum” dedi. “Allah’ım kafayı yiyorum.”
   “Adem, sen benimle çocukluğundan beri konuşuyorsun ama şimdiye kadar kim olduğumu hiç sormadın. Çünkü kim olduğumu gayet iyi biliyorsun. Ben senin babanı boğan, Musa’ya geçit vermeyen Fırat’ım. Ben, senin senelerce korktuğun şeyim. Benden korktuğun için bana taptın. Benim her dediğime inandın. Karın seni terk etti Adem. Her gece buraya gelip benimle konuştuğun için. Senin delirdiğini düşünüyordu. Ama sen gerçekten de delisin çünkü onu hayalinde geri döndürdün.”
   “Hayır sen bir yalancısın. Senden hiç korkmadım. Sana güvendim ama sen bana yalan söyledin. Bundan sonra hiçbir dediğine inanmam.”
   “Arkana bak kimin sana yalan söylediğini gör.”
   Adem arkasını döndüğünde karşısında karısı Lilith’i gördü. Karısının güzel yüzü üzgündü. Karısı ağzını açtı ve “Her gece buraya atla gelip konuşuyorsun. O yüzden uyandığında hep yorgunsun ve o yüzden atını terli buluyorsun. Sen “hırtığın” ta kendisisin.”dedi.
 Adem karısına doğru yürümeye başladı fakat karısı sis gibi bulanıklaştı ve dağıldı.
   “Hayır. Onu benden alma. O benim tek varlığım.” dedi Adem bütün sahip olduğu sesi sonuna kadar kullanarak. “Bunu neden yapıyorsun? Neden Musa’yı ve babam Nuh’u öldürüyorsun? Halbuki hikayelerde insanlar ölmez.” Yere çökmüş ağlıyordu.
   “ Üzgünüm ama bu gerçek bir hikaye Adem. Burada gemin batarak ölebilirsin de, hırsızlık yaptığın için bıçaklanabilirsin de ve sanki hiçbir çocuk kuyuya düşüp de ölmemiş gibi ölebilirsin de. Her gün binlerce kişi bu şekillerde ölüyor Adem.”
   “Ama onlar ölmeyebilirdi de. Neden öldüler?” Adem artık iyice sinirlenmişti. Anlayamıyordu. Onlar nasıl ölürler?
   “Belki de ben bu şekilde istemişimdir” dedi ses.
   Adem son cümleyi beklemeden ve duymadan nehrin kıyısındaki bir kayanın üzerine çıktı ve kendini bıraktı, acımasız Fırat’a. Sonuçta “hırtığın” istediği olmuştu.

Çevrimdışı duhan

  • **
  • 284
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
Ynt: Hırtık
« Yanıtla #4 : 09 Nisan 2014, 17:47:24 »
Bu hikaye 7 değil olsa olsa 2 bölüm olur. Neden bu kadar kısa bölümler halinde yayınladığınızı alayamadım doğrusu. Bölüm dediğimiz şey gelişme gösterir ama sizinkilerde pat diye bitiyor, ki zaten çok kısalar. Bu yazıyı bölümlere bölmeden de yayınlayabilirdiniz.

Çevrimdışı Yossarian

  • *
  • 4
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Hırtık
« Yanıtla #5 : 09 Nisan 2014, 19:55:46 »
evet haklısınız fakat bölüm yazısına lütfen takılmayın. Bu sadece çocukluktan şimdiye, şimdiden de çocukluğa dönüş için bir ayrım sadece. Hikayeyi nasıl bulduğunuzu da yazarsanız çok mutlu olurum.

Çevrimdışı M.K.Immortal

  • **
  • 290
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
Ynt: Hırtık
« Yanıtla #6 : 09 Nisan 2014, 22:58:52 »
Keşke isimlerin bir anlamı var diye belirtmeseydiniz. Okuyucunun bunu çözmesi daha fazla zevk verecektir ki az biraz dini hikayeler bilen insanlar eminim anlayacaktır göndermeleri. Sadece Lilith sanırım çok fazla bilinmez ama onu da merak edip araştıranlar eminim hikayeye olan katkısını anlayacaklardır.

Öykünüz güzeldi, ancak okunaklı değildi ne yazık ki. Bolca yazmanızı hatta bir sürü öykü okumanızı tavsiye ediyorum. Çoğu zaman kendi yaptığımız hataları başka öykülerde görebiliyoruz ve böylece kendimizi geliştiriyoruz. Eminim ki bol bol yazıp diğer örnekleri okuyup ders çıkararak akıcılığınızı geliştirebilirsiniz.

Elinize sağlık.