Bölüm 2
Aydın Şehir
Oval çizgi boyunca inşa edilmiş surların üstü ağaçlarla doluydu. Dallar şehrin görülmesini engelliyor, üstündeki ateş böcekleri surların dışını aydınlatıyordu. Yıldırım patlamalarına benzer şekilde etrafına ışık yayıyorlardı. Işık surun bir ucundan diğer ucuna dalgalanarak gidiyordu.
‘’Nice savaşlarda düşmanın üstüne ateş olarak düştü bu ağaçlar, kızgın yağın yanında öldürücü darbeyi vurdu. ‘’ Atını ormanın engebeli arazisinden çıkardığı için hızlandırmıştı. Huşu dolu gözlerle baktığı sura gidiyordu.
‘’ Savaş bittiğinde ne oluyor? Ağaçlara yani?’’ dedi yanında duran küçük çocuk. Yaşına göre büyük bir ata binmişti ama dengeliydi. Merakla bakan safir mavisi gözlerini yaverine çevirmişti.
‘’ Saray Bahçesindeki Yıldırım Ağaçları sura taşınıyor. Ateş böcekleri de onlarla birlikte. Savaşın güzel göründüğü şehirdir burası. Destanlarda geçen çoğu savaş burada oldu. Duvarların ardındaki şehrin zenginliği, kervan yolları içindi ama destanları bilirsiniz, hep farklı ve ilginç nedenler bulurlar. Bunu bir ozan yerine bir askere sorarsanız, ya da ailesine; göz yaşından başka alacak cevap bulamazsınız. Umalım ki o güzel görüntülerden mahrum kalırız. ‘’
Konuşmadan yollarına devam ettiler,yaklaştıkça surun güzelliğini daha iyi fark ediyordu.
Bir, iki, üç, dört, beş ve ışık. Beş yürek atımında bir parlıyor. Diye düşündü çocuk. Her seferinde gözlerini kısmak zorunda kalıyordu. Yukarıya, ağaçların yanındaki askerlere bakamıyordu. Keskin gözlerini kullanamadığı için korkuyordu, yaşı küçüktü biliyordu ama herkes gözleri, dengesi ve ilgisiyle tanıyordu onu. Belki bu yüzden buraya gelmişti. Halef’i düşündü. Babasına yolladığı mektupta çocuğun parlak biri olduğunu O’nu değerlendirmek istediğini söylüyordu. Yaveriyle birlikte hazırlanıp en kısa zamanda Aydın Şehre gitmeliydi. Kâtip’in gelişini beklemeli ve ona hürmette kusur etmemeliydi.
Kâtip’e dikkat et. Diye öğüt vermişti Babası gitmeden önce.
Kâtip her zaman kendi çıkarı için iş yapar, tıpkı ölen diğer Kâtipler gibi. İsimsizler de. Kral göremiyor, ya da görmek istemiyor. Bu seni aşıyor çocuğum, sadece dikkatli ol ve Yaver Nazım’a güven.Işık patlamaları gözünü yoruyordu artık, kafasını eğerek ilerlemeye başladı. Yukarıda neler olduğunu içeri girdikten sonra öğrenecekti. Koruma düzenleri nasıldı merak ediyordu. Kapıya geldiklerini seslerden anlamıştı. Ağır hareketlerle çekilen zincirin sesi yorgunluklarının üstüne bir şarkı gibi geliyordu. İçerideki gürültüler duvarları aşıyor şehrin yaşadığını belli ediyordu.
‘’ Hoş geldiniz, Haszade sizi bekliyor. Sizi ve refakatçi yaverinizi. ‘’ Hafifçe başını eğip ilerlemeye başladı. ‘’ Lütfen takip edin. Haszade bu tarafta. ‘’ Koridor labirenti andırıyordu. Bir kapı ve ardından iki kapı daha, yukarı, geniş salonun tozlu masalarını geçtikten sonra sağa ve büyük kapıdan içeri. Haszade odasında durmuş pencereden dışarı bakıyordu. Odadaki parşömenlerin üzeri tozlanmış, bazıları küflenmişti. Yanlarındaki kalemlerin mürekkepleri kurumuş olmalıydı. Duvarlara halılar asılmıştı. Birinde Aydın Şehrin diğerinde Diyar’ın haritası vardı.
‘’ Lütfen oturun. ‘’ Dedi Haszade arkasını dönerken. ‘’ Uzun yol beraberinde yorgunluk getirir. ‘’ Kendisi de sandalyesini çekti, eski sandalyenin tahtaları gıcırdarken oturdu. ‘’ Nasılsın Vâris Kerel, görüşmeyeli bir iki santim uzamışsın. Omuzların genişlemiş ve yüzün ah, evet aynı babana benziyorsun. Zırhların içinde daha yakışıklı olacaksın ve atını sürerkenki duruşun şarkılarda anılacak. Şarkıları sever misiniz Vâris.’’
Oturduğu yer kendisine rahatsızlık veriyordu. Huzursuzca ayağa kalktı, gövdesi masaya denk geliyordu. Çocuk olduğu belliydi ama çoğu zaman çocuk gibi davranılmamıştı. Buna alışkın değildi ve karşısındaki Haszade’nin ona bir Şehrin Vâris’i gibi davranmasını istiyordu. ‘’ Pek değil Haszade Felenti, çocukluğumda, annem kollarında dinletirmiş ve ağlarmışım. Şimdi bunun için zamanımın olmayacağını düşünüyorum. Umarım aynı fikirdeyizdir. Ne zaman eğitimlere başlıyoruz. ’’ Şehri gösteren duvar halısının önünde duruyordu. Meraklı gözlerle şehri inceliyor, neyin nerede olduğunu aklına kazıyordu. Çok zor olmasa gerek.
Ertesi gün masanın başında, tahtadaki muallimi Diyar Tarihi anlatırken düşündüğü tek şey zor olduğuydu. Bunca yıl ve olayın nasıl aklında kalmasını bekliyorlardı. Savaşlar, yıkımlar ve yeniden doğmuş şehirlerin bu kadar çok olduğunu hiç düşünmemişti. Şu an sadece başlıkların üzerinden geçilse bile Aydın Şehir Vâris’inin içini sıkmaya yetiyordu. Dayanmalıydı, Halef ilerde şehrin yönetimini kendisine verecekti. Belki beş ya da on yıl sonra Haszade olacaktı. Kalemini mürekkebe sürerek yazmaya devam etti.
‘’Bağ’lıların arasında yemin bozanlar galip geldi. İki yüzyıl boyunca hükmünü sürdürdü ve nereden geldikleri hala şüpheli olan Alevler ile çarpıştılar. Alevler bundan sonra bir daha gözükmedi. Yenilgi sonrasında kalan bütün Yemin bozanlar temizlendi. ‘’ Babasının bahsettiği Kâtip’i düşündü.
Demek yemin bozanlardan değilmiş. Kalemini kenara koydu. ‘’ Yemin bozanlardan başka Kâtipler de var mı?’’
Muallim kafasını tahtadan kaldırarak arkasını döndü, yaşlı yüzü ve kambur sırtı ölmesine az kaldığını söylüyordu. İnce saç tellerinden çok azı hala kafasının üzerindeydi. Tebeşirli eliyle burnunu okşadı. ‘’Bilmem, Yemin Bozanlarla yaptıkları savaştan kaçanlar varsa, evet. Tabi ne kadar iyi saklandıklarına bağlı. Ne diyorduk? Yemin bozanlar temizlendi ve Alevler söndü. Akademik bir kitapta böyle edebi safsatalar olmamalı bence, sen ne dersin çocuğum? Alevler kayboldu yaz, böyle daha iyi, evet. Bugünlük bu kadar tarih yeter. Yarın ki kılıç dersin için dinlen ve tekrar et. Yarın daha zor olacak ama sen çocuğum küçük bir şehrin vârisi değilsin. Diyar’ın en zengin şehri, kervanların gelmek için birbirlerine tuzak kurdukları yer. Şehri dolaştın mı çocuğum, onlar seni tanımadan bir dolaş ve halk ile tanış, evet.’’
Şehrin zemini tek tek yerleştirilmiş taşlardan oluşuyordu. Birleştiğinde ortaya çıkan desenler yürürken kafanızı eğip bakmanızı sağlayacak güzellikteydi. Yol boyunca uzanan dükkanlar gelen kervanlara ev sahipliği yapıyordu. Tenleri koyu insanlar, tenleri açık insanlar, saçları bağlı erkekler, saçları kısa kadınlar, uzun sakallı, sakalsız erkekler, bilinen ve bilinmeyen dillerde konuşanlar her yeri doldurmuştu.
Bir handa birşeyler içmek için duraksadılar. İçeri girdiklerinde ne oturacak bir yer ne de içecek getirecek boşta garson vardı. Herkes kendi derdiyle dertlenmiş bir şekilde konuşuyordu. Kimi karısından şikayet ediyor, kimi sıcaktan, kimi de geç gelen mallarından ama kimsenin sorunu para değildi. Şehir zengindi ve buradan başka şehirlere gidenler Haszadelerle aynı şekilde yaşıyor gibi görünürdü. En iyi atların çektiği ipek perdeli tahtırevanlarla yolculuk ederler, kimseyi yürütmezlerdi. Kervanlarını en iyi askerler korurdu. Dışarı şehirlerin kervanları buraya geldiğinde anlaşılırdı. Yerli halk, misafirlerden farklı ve daha güzel giyinirdi ama hiçbiri bunu önemsemez gibi dururdu. Gelenleri küçük düşürecek birşey yapmaktan kaçınırlardı ancak bunun da istisnaları olmuyor değildi.
‘’Dikkat etsene velet.’’ Dedi kapıdan girerken Vâris’e çarpan, göbeği gömleğini yırtacak gibi duran adam. ‘’ Burada bekleme ya gir ya da çık.’’ Koca dudakları hareket ederken irice bir öküzün konuşmasını andırıyor diye düşündü Vâris.
‘’ Kimsin?’’ diye sordu düşüncelerinin arasından. ‘’ Kimsin ve ne iş yaparsın?’’
‘’ Hanın sahibiyim ve burada durmamanı söylüyorum velet, git konuşacak vaktim yok görmüyor musun? ‘’ Eliyle masaları gösterdi.
‘’ Demek hanın sahibisin. Ne kadar kazanıyorsun Hancı? ‘’ Yaver’ine baktı, Nazım gözleriyle içeriyi süzüyordu ama konuşmayı dinliyordu.
‘’ Buradaki herkesten fazla ve herkes kadar. Onların cebindekiler kadar kazanıyorum. Hadi şimdi ikile.’’
‘’ Gitmiyorum hancı, beni kovmaktan vazgeç. Buranın insanları nasıldır? Zengin olmanın dışında tabi başka maharetleri veya zafiyetleri var mı? Haszade’yi severler mi?’’ Hancı soruları cevaplamak yerine odasına doğru ilerledi. Yapacak hesapları ve verecek siparişleri vardı. Küçük çocukla uğraşmak istemiyordu ama çocuğun merakını sevmişti ve bir garson fena olmazdı. İki masa geçtikten sonra Vâris’i yanına çağırdı. Yaver’i hiç fark etmemiş gibi duruyordu. ‘’ Gel evlat, sorularını odamda cevaplarım.’’ Vâris hancı odasına ilerlerken geri dönüp Yaver’e odanın kapısında beklemesini söyledi.
‘’ Gel velet otur. Kimsin? ‘’
Dışarı çıkmadan önce bu tür durumlar için sahte bir kişi oluşturmuşlardı. ‘’ Buraya gelen Kervanlardan birinin sahibiyim. Aslında sahibi babam ama o hasta olduğundan benim sayılır. Bu şehir hakkında birşeyler öğrenirim diye ummuştum. ‘’
‘’ Pek bir şey yok, herkes zengin ve rahat. Bazıları kibar ve bazıları kibarlıktan öte yaltakçı. Ben kibar olanlardanım ve bu yüzden sorularını cevaplayacağım. ‘’
Adama üstünkörü sorular sorduktan sonra dışarı çıktı. Bulmayı umduğu adam bu değildi ama şehir hakkındaki bilgisi muazzamdı. Nerede ne satılır, yerli satıcılar kimlerdir ve ne satarlar. Pazarlık için bir kaç ipucu bile vermişti. Hatta şehrin altından geçen, gizli yollar olduğunu söylüyordu. Bütün şehri kimseye görünmeden dolaşmanın bir yolu ve birine denk gelseniz bile kimse birbirini görmez demişti sırıtarak.
Çoğu kişi yüzünü saklar ve o karanlıkta yüzünüzü saklarken kimseyi göremezsiniz. Merakını gizleyip Yaver ile birlikte dışarı çıktı.
‘’ Hanlar çoğu zaman doluymuş, birşeyler yiyeceksek Pazar alanına gidecekmişiz. Acele edelim derse üç saatten az kaldı ve açken kılıç sallamak istemiyorum. ‘’
‘’ Pekala.’’ Handan uzaklaşıp dükkanların arasında ilerdikten sonra ‘’ Ne konuştunuz? ‘’ diye sordu.
Vâris dükkanları inceliyordu. Kimsenin kendisini duymasını istemediği için sessiz ve temkinli şekilde konuşmaya başladı. ‘’ Pek bir şey değil, handan, gelirler ve giderlerden, mekanlardan ve satıcılardan. ‘’ Sesini biraz daha kısıp Yaver’e yaklaştı. ‘’ Aradığımız kişi hakkında soru sormadım, güvenilmez biri ama bir tünel varmış. Şehrin altında ve bütün şehir boyunca ilerliyormuş. Belki işimize yarar. ‘’
Yaver gözlerini devirdi. ‘’ Güvenilmez bir insanın sözü, ve güvenilmez bir tünel. Tabi ki oraya gitmen yasak Vâris Kerel. Öte yandan bir uğrayıp bakacağım. Kâtip’i bulmamızı beklemiyordum ama bulsak iyi olurdu.''
Güneş her zaman tepedeydi. Muhafızlar her köşe başında mevzilenmiş, ziyaretçilerin güvenliğini sağlıyorlardı. Binalar işlemeli desenlerle süslenmişti. Yapraklar sütunların üzerinden hanların balkonlarına kadar uzanıyordu. Bazı duvarlarda mozaiklerle figürler resmedilmişti. Birbirleriyle savaşan insanlar, atlar ve havaya kalkmış tozlar eski savaşları anlatıyordu. Hepsinin ismini sayamazdı ama birkaç ay döngüsü sonra bilecekti. Köşeyi dönüp başka bir sokağa girdiler. Bazı sokaklar ağaçlar gökyüzünü kapattığı gerekçesiyle genişletilmişti. Şehrin güzelliğine dair hikayeler duymuşlardı ama içinde bulunmak ayrı bir zevkti. Pazar alanına doğru yöneldiler.
Şehrin merkezindeki avluda insanlar birbirleriyle konuşuyorlar, bağrışıyorlardı. Baharatlar, meyveler, içkiler, Diyar’ın dışında yaşayan hayvanların etleri, sütleri ve kürkleri vardı. İçeriye doğru çeşitler değişiyor, kılıçlar, kalkanlar, miğferler, kaliteli ve kalitesiz metaller, demirler, safirler, opallar,elmaslar ve diğer değerli taşlar bulunuyordu. Demirciler, verilen işleri yetiştirmeye çalışıyor, bazen etraftaki mücevhercilerle alış veriş yapıyorlardı. Terziler ölçü alıyorlar, kumaş satıyorlardı. Ortada bulunan geniş süs havuzunun etrafı yemek satıcılarıyla doluydu. Karınlarını doyurmak için birine yaklaşıp taburelerden birine oturdular.
‘’ Pirinç getir, üstüne baharat ve süt koy. Yanında biraz bal ve et. Acelemiz var, içecek için mayalanmış süt ve nane özü ver. ‘’ Çevresinde oturan insanlar gülerek kendisine bakıyordu. Vâris nedenini anlamıştı. Çocuk muamelesi görmeyi sevmiyordu. ‘’ Erkek olmak için kafamızın ve organımızın yerinde olması gerekiyor, bira ve şarap midemizde olmasa da olur. Bir de kılıç, isterseniz sizler için bir tane ayarlayabilirim. ‘’ Yaverine baktı, Nazım onaylamayan bir şekilde kendisini süzüyordu.
Yoksa bana saygıları kalmaz. Yaver’e söylemek istedi ama sanki aklından geçenleri okumuş gibi cevap verdi. ‘’Saygı da gereklidir, ama önce sizi sevmeliler. ‘’ Adamların üstlerine geldiğini görünce ayağa kalktı. Pelerininin altında kalan kemeri açarak adamlara bir kılıç ve nişan gösterdi. Aralarındaki en iri yarı olan, biraz daha ilerlemeyi göze aldıysa da Yaver’in elleri kılıcın kabzasına giderken durdu ve geri döndü. Etrafta oturanlar fısıldaşmaya başladılar. Vâris olan biteni izlemek yerine yemeğini yiyordu. ‘’Teşekkürler Nazım, kim olduğumu öğrenmemeleri iyi oldu ama seni öğrendiler. ‘’ Gülüşü Yaver’e de bulaşmıştı. İkisi de çeşmenin yanında, kimsenin anlamadığı bir sebepten gülüyorlardı. ‘’ Eski bir nişan ama hala işe yarıyor. Bu yüzden içimde onlara karşı sevgi bile besliyorum. ‘’ Elini kemerinde gezdirerek nişanı çıkarıp masaya koydu. Üstünde Diyar dışı bir dille yazılmış kelimeler ve ateşli kılıç duruyordu.