Bölüm 5: Mahcub ile MahmurElyaf, bu şirin mi şirin pembe evin, lila kapısını çalıyor. Kapı açılıyor ve Pamuk, karşısındaki yüzü zor da olsa tanıyor; bu Mahmur. O çok iyi bildiği yüz, şimdi sakal ve bıyıktan arındırılmış; biraz rimel biraz allık ve biraz da rujla süslenmiş, renklenmiş.
“Buyruuun kimi aradınıııız?”
“Ben… Pamuk.”
“Ay sen bizim Pamuş musun, ay tanıyamadım kııııız ne çok değişmişin, ay anam gel sana bi’ sarılayım gel, ne çok özlemişim kız seniiiiii”
Mahmur, Pamuk’a suyunu çıkarırcasına sarıldıktan sonra yukarı kata sesleniyor:
“Kız Mahcuuuuub, gel bak kim geldi, koş koş!”
Yukarıdan yumuşacık bir cevap geliyor:
“Kimmiş ayol bu kadar yaygara çıkartmana sebep olan misafir, çok merak ettim doğrusu.”
Kaşları alınmış, sürüm sürüm sürmelenmiş Mahcub, Pamuk’u görür görmez, ayolları patlatıyor.
“Ayol, ayol, ayol bu, ayol bu bizim Pamuk değil mi? Ay vallahi de o billahi de o! Kız sen n’apıyon buralarda şıllık, ay ne çok zaman oldu görüşmeyeli, vallahi özlemişim.”
Mahcub da içine almak istercesine Pamuk’a sarılıyor, içinde ayollar cicimler kızlar geçen onlarca sevgi sözcüğü söylüyor ve Pamuk’u bırakıyor. Bıraktığı anda hem o hem de Mahmur devasa çığlıklarla Elyaf’a saldırıyorlar.
“Ay ay ay ay ay burada kimler varmış kimler varmış, ay kız bu ne güzellik haspa, bu ne şirinlik, ben seni yerim ben seni yerim, bebişim benim.”
“Anam böyle bişey var mı yaaaa, şu dudaklara şu gözlere bak, kız sen cennetten mi düştün, bu ne güzellik böyle.”
Mıncık mıncık mıncıklanan Elyaf, şaşırıyor; annesi onu kurtarsın diye şaşkın gözlerle Pamuk’a bakıyor. Pamuk onca çığırışın içinde kaybolmasın diye sesini yükseltiyor:
“Kızım Elyaf, tanıştırayım.”
Boyalı ikizler Pamuk’un sesiyle irkiliyorlar, önce birbirlerine sonra Pamuk’a bakıyorlar.
“Ay kız ne şirin şey bu, maşallah, nazar değmesin tü tü tü tü tü!”
Mahcub devam ediyor:
“Gel kız otur, ayakta kaldın, gel geç şöyle.”
Pamuk, süslü püslü, pembe ağırlıklı eşyalarla döşenmiş evin, pespembe bir kanepesine ilişiyor, kızını da yanına oturtuyor. Mahmur merak ediyor:
“Eeee kız, hangi rüzgar attı seni buralara?”
“Herifle kavga ettik, ben de vurdum kapıyı çıktım.”
“Aman iyi yapmışın kıııız, hoş geldin vallaaaa, biz de dertleşicek birini arıyoduk, iyi oldu geldiğin. Eeee daha başka, anlat bakalım…”
Bu cümleyle birlikte gece yarısına dek sürecek bir sohbetin, curcunanın, sazlı sözlü eğlencenin fitili ateşleniyor. Geçmişten, gelecekten, yemeklerden, makyaj ürünlerinden, aşktan, seksten, alışverişten, giyimden ve en çok da erkeklerden konuşuluyor. Bardaklar içkiyle doluyor, boşalıyor. Gece bitiyor herkes bir yana sızıyor. Sabah olunca, Pamuk için her şey daha da netleşiyor: Mahcub’la Mahmur çok değişmiş, o eski taş söken, küçük boylu dev yürekli, sert adamlara benzemiyorlar. Biraz şeyler, nasıl denir… Yumuşak. Dün gece yaşanılan eğlence âlemi ve çoğu duvarı sarmış olan pos bıyıklı iri adamların resimleri, Pamuk’un tahminlerine tuz biber ekiyor. Böyle bir evde yetiştiremez kızını. Kimse uyanmadan çıkıp gidiyorlar.
Bölüm 6: Mutlu SonBir saatlik yolculuğun sonunda bir köye varıyorlar. Pamuk, bir berber dükkanına giriyor ve adres soruyor:
“Bu adresi biliyor musunuz, Safi abinin eviymiş, nerede acaba tarif edebilir misiniz?”
Dükkân sahibi, Pamuk’u şöyle bir süzüyor.
“Ne için arıyorsun Safi’yi?
“Yakınım olur, ziyaretine gelmiştim. Tanıyor musunuz kendisini?”
“Tanımaz mıyım, Otçul Safi’yi kim tanımaz, buraların en çok iş yapan satıcısıdır. Yalnız, son partiyi piyasaya hızlı sürünce, polisleri işkillendirdi anadın mı, sonra tak! Soluğu kodeste aldı.”
Pamuk elini ağzına bastırıyor ve boğuk bir “Aman Allah’ım!” çıkartıyor. Elyaf’ın elini kaptığı gibi dışarıya fırlıyor.
“Ben şimdi ne yapacağım, tanıdığım, güvenebileceğim kimsem kalmadı. Of Allah’ım of, ne kara yazım varmış.”
Kızını sımsıkı sarmak için kucağına alan Pamuk, ağlaya sızlaya yürümeye devam ediyor. Bir saate yakın yürüdükten sonra temiz yüzlü, pak giyimli kısacık bir çocuğun onları takip ettiğini fark ediyor, arkasına dönüp çocuğa bakıyor.
“Ne istiyorsun oğlum, niye bizi takip ediyorsun?”
Çocuk ay gibi gülümsüyor, Pamuk’u tanıyan gözler, ışıl ışıl parlıyor.
“Siz Pamuk Prenses değil misiniz?”
Soruya şaşıran, prensesliğini hatırlayan Pamuk, cevabı geç veriyor.
“E-e-e-e evet o benim, Pamuk Prenses. Sen kimsin oğlum?”
“Babam hep sizden bahsederdi, ben sizin içinde şarkılar söyleyip dans ettiğiniz masallarla büyüdüm. Gözlerinizi, dudaklarınızı, çenenizi ezbere biliyorum. Odam sizin fotoğraflarınızla dolu.”
İyice şaşkına dönen Pamuk, soruyor:
“Senin babanın adı ne oğlum?”
“Adı, Çokyaşar. Benim ki de Prens.”
Pamuk, kızına daha sıkı sarılıp, sevinçten ağlıyor.
“Demek sen, Çokyaşar’ın oğlusun, eviniz nerede oğlum, beni evinize götürebilir misin?”
“Tabi Pamuk Prenses, çok mutlu olurum.”
Beraber neşe içinde yürüyen iki küçük bir büyük insan, az sonra, mutluluk halesi sinmiş küçük bir evin küçük kapısına geliyorlar. Prens kapıyı çalıyor. Sıcacık bir “kim o?”.
“Benim anne, Prens.”
O sıcak ses daha da ısınıyor:
“Geldim güzel oğlum.”
Kapı açılıyor ardına dek. Küçücük minicik bir kadın, elini önlüğüne siliyor ve Pamuk o an anlıyor çocuğun o ay-gülüşü kimden aldığını. Kadın gülümsemesini silmeden konuşuyor:
“Hoş geldiniz.”
“Anneciğim, onu getirdim sana, Pamuk Prenses’i.”
Kadının gülümseyen yüzü, coşku dolu bir şaşkınlıkla bezeniyor.
“Gerçekten mi, siz Pamuk Prenses misiniz, aman Allah’ım gerçekten osunuz, inanamıyorum, hoş geldiniz hoş geldiniz! Ne güzel bir gün bugün, hoş geldiniz, sefalar getirdiniz evime. Keşke Çokyaşar da yanımızda olsaydı da bugünleri görebilseydi.”
Sevinç nidaları ile içeri davet edilen Pamuk, bu cümleyle sarsılıyor. O acı günlerde ona en çok destek olan dostu, sırdaşı şimdi bu dünyada değil. Tam da mutluluğu bulduğu sırada, acının buna katık olması Pamuk’un yüreğini eziyor. İçeri giriyor ve içi dışı güzel kadın ve oğluyla uzun uzun sohbet ediyor, Çokyaşar’ı ve onun kendisine duyduğu derin sevgiyi dinliyor iki ağızdan. Kararını o gün veriyor.
“Bütün yaşamımı Çokyaşar’ın eşine, oğluna ve Elyaf’a adayacağım.”
Günün akşamında bu sıcak yuvanın kapısı tekrar çalınıyor. Kapıyı Pamuk açıyor bu sefer, yüzüne kapanan kapılara inat. Karşısında koca bir demet çiçek buluyor. Çiçekler iniyor ve Kral’ın gülümseyen yüzü ortaya çıkıyor.
“Affet beni güzel Kraliçe’m, bundan sonra seni ve kızımızı mutlu etmek için bütün hayatımı feda edeceğim.”
Masal boyunca ağlamaya alışan Pamuk, feryadı basıyor. Hüngür hüngür ağlayarak, kocasına sarılıyor.
Hem Pamuk hem Kral sözünü tutuyor ve bu garip masaldan sonsuza dek mutlu yaşamaya aday dört kişilik yeni bir aile doğuyor.
Yazanlar: Bülent Özgün,
Jacob ve Wilhelm Grimm