Kayıt Ol

Anadolu Toprakları Serisi - Kitap 1 - Karakoncolos

Çevrimdışı Rhuben

  • *
  • 4
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Anadolu Toprakları Serisi - Kitap 1 - Karakoncolos
« : 26 Temmuz 2014, 14:25:02 »
Anadolu Toprakları Serisi
Kitap 1
Karakoncolos

Not: Bu benim yazmaya kalkıştığım ilk kitap. Umarım yarıda bırakmam. Umarım seversiniz. Toplam bölüm sayısı 10 diye kafamda kurdum. Ama olayları anlatış uzunluğuma göre değişebilir. Bu sizi yanıltmasın. Haritayla yaklaşık 45 dakika uğraştım. Bayağı yordu. Bir de hatalarımı ister konunun altından ister özel mesaj olarak atarsanız, kendimi geliştirmem de yardımcı olursunuz. Şimdiden okuyan, yorum yapan ve eleştiren herkese teşekkür ediyorum.

Yazar: Rhuben

Giriş Kısmı: Yüzyıllar önceydi. Dört kardeş kavim Anadolu'da uyum içerisinde yaşıyordu. İkisi yurdun batısında, diğer ikisi ise doğusundaydı. Bu kardeş kavimler, bir gün ateşkes imzalama kararı aldılar. Madem savaşmıyorlardı, bunu kağıda da dökmek istediler. İstediler istemesine ama bir türlü gerçekleştiremediler. Birbirlerine konaklamaya gittikleri zaman  çocuklar bir gece de ortadan kaybolmaya başladı. Bu durumu hep konakladıkları kavimlerin suçu gibi anladılar. Ve savaş kararları aldılar. Yurt ikiye bölünmüştü. Ve bölünme de coğrafi açıdan elverişliydi. Aradaki sıradağlar düşman kavimleri birbirinden ayırdı. Gün geçtikçe çocuklar özellikle erkek çocuklar kaybolmaya devam etti. Neden olduğunu kimse anlamamıştı. Sebep kavimler değildi. Gece canavarı Karakoncolostu...

Harita: (Haritayı görmek için ister buraya tıklayın, isterseniz aşağıdaki Gösterin içerisinden bakın).

Spoiler: Göster


Bölüm 1
Hayal mi gerçek mi?

Gözcü kulelerinin güney cephesinde nöbet tutan bir asker, gece vakti Terkedilmiş Bölge'den gelen bir kaç insan görüyordu. Silahını kuşanıp, kulenin aşağısına doğru koşar adımlarla inmeye başladı. Gözcü kuleleri, Anadolu'nun iki yakasına geçiş aracı olarak kullanılıyordu. İki adet kule vardı. Ve kule de nöbet tutan askerler kulenin hemen yakınındaki gecekondu mahallesinde kalıyorlardı.

Asker silahını gelenlere doğru doğrulttu. Üç kişi koşar adımlarla yaklaşıyordu. Asker onlara doğru bir adım attı ve seslendi. "Durun, kimsiniz?" Sesi çok az çıkmış olacak ki gelenler durmayıp daha da hızlandılar. Asker boğazını temizlemek için yere tükürdü. Ve Anadolu Toprakları Kuralları'na göre bu suçtu, ama kim görebilirdi ki? Şimdi bunların düşünme sırası değildi. Gözlerini topraktan kaldırdığında adamları önünde göremedi asker. Ve hızla arkasını döndü. Arkasında da yoktu. Asker silahını yere bıraktı ve gözlerini ovuşturdu. Hayal gördüm galiba diye düşündü. Gülümsedi.

Kulenin girişine doğru yaklaştı, ıslıkla bir şarkı uydurmuştu. Ritmi de hoşuna gitmişti. Silahı omzuna asmış, dolunayın az da olsa aydınlattığı yerlerden gitmeye çalışıyordu. Kulenin kapısının önüne geldiğinde ıslığı kesti ve öksürdü. Bir şey boğazına yapışmış gibiydi. Kapıda kanlarla Göktürkçe bir şeyler yazıyordu. Asker ne yazdığını bilmiyordu. Okuma yazması  yoktu. Zaten okuyamanları asker yapıyorlardı. Hayatı film şeridi gibi gözlerinin önünden geçti. 18 yaşında bir delikanlıydı. Boğazına ip geçirilmişti. Arkasından kaba bir erkek sesi duydu. Bir şeyler mırıldanıyordu kulağına. Ama adamın dilini bilmiyordu. Gözleri patlarcasına büyüdü askerin. Silah elinden düştü ve beynine oksijen gitmiyordu. Sanki beynine çekiçle vuruyorlar gibi hissediyordu. Her an patlayıp beyni dışarı fışkıracak gibi. Ve hayatı film şeridi gibi gözünün önünden geçti. Ölmesine ramak kala adam onun dilinden konuştu. "Karakoncolos geri döndü!" Asker o sırada can vermişti bile. Karakoncolos askerin ölüsünü sırtladı ve kapının yanına kadar götürdü. Kanla yazdığı yazının tam altına, poz verircesine cesedi bıraktı. Ve gülümsedi.

Kulenin içerisinde hızla adım attı Karakoncolos. Bu geceyi atlatacak bir yer arıyordu. Ve en üst kata çıktı. Şansına boştu kule. Sadece gencecik bir askere emanet etmişlerdi. Onun hatası değildi. Yanlış yerde, yanlış zamanda bulunmuştu o kadar. Kulenin en üst katında camın tam altına doğru uzandı. Yer pislik götürüyordu, ama kimin umurunda? Karakoncolos yerden daha pisti. Görünüşüne uyan bir hayvan yoktu. Ağzı yok konuşuyor, yemek yiyor, gülümsüyordu. Gözleri alabildiğince kanlıydı. Suratının tamamını kaplayan bir saç sakal karışımı vardı. Boyu normal insan boyundan uzundu. Kilosu boyuna oranla azdı. Bacakları uzundu, kolları kısaydı. Ama parmakları neredeyse ayrı bir organmış gibiydi. Tırnakları yıllardır hiç kesilmemişti sanki. Uykuya daldı Karakoncolos. Yarın ki planını rüyasında görmek için.

Bu sırada yurdun doğusunda, kavimler olaydan habersiz bir gece geçiriyorlardı. Yüzatlılar bu gece uyumayıp, kavimlerinin kuruluş gününde ziyafet veriyorlardı. Şehrin ortasında ki Kut Han'ında buluşmuştu tüm kavim. Masalarda binbir çeşit yemek vardı. Kavim lideri Arslan Yüzatlı, tavuk budundan kocaman bir ısırık aldıktan sonra ağzını bir mendile sildi ve ayağa kalktı. Boyu kısaydı. Diğer insanların onu görebilmesi için sandalyenin üzerine çıktı. Ve iki elini birbirine vurdu. Handa ki herkes konuşmasına devam ediyordu kimse Arslan Yüzatlı'yı farketmemişti bile. Arslan hafifçe eğildi ve masada bulunan boş tabak ile çatalı aldı. İkisini birbirine sertçe vurdu. Tabak ortadan kırılmıştı ve Arslan herkesin dikkatini sonunda çekmişti.

Konuşma yapacağı açıkça belliydi. Öksürdü. Ve ses tonunu yükselterek konuşmaya başladı. "Sevgili Yüzatlıllar. Kavmimizi bildiğimiz günden beri tam 120 yıl geçmiş. Hey gidi günler hey. Bu gün kuruluş günümüzdür. Diğer kavimlerle dosttuk. Ama onlar çocuklarını bizim çaldığımızı söylediler. Bizimkileri de onlar çalmışlardı. Bu nasıl bir öç almadır? Biz çalmadık bile! Her neyse.. 10 güneşten önce savaş yakındır. Herkes bol bol yemek yesin. Özellikle erkekler. Savaşta ihtiyacımız var herkese. Afiyet olsun". Arslan konuşmasını bitirdikten sonra zıplayarak kendini sandalyesine bıraktı ve elindeki tabak parçasıyla çatalı yere attı. Tekrardan tavuk budunu ısırdı. Şarabından yudumladı.

Aynı şenlik Yüzatlılara komşu kavim olan Gürsoylar için geçerli değildi. Onlar yas tutuyorlardı. Daha 3 ay önce kavim lideri Halis Gürsoy'un 3 oğlu kaçırılmıştı. Onlarda bu durumu Yüzatlılardan biliyorlardı. Halbuki çocukları kaçıran kavimler değildi. Kavimlerin arasında dolaşa bir canavar olan Karakonculustu. Şimdiki hedefi yurdun batısıydı.

Bilgilendirmeler

X Güneş: 1 Güneş, 1 Günü ve sonrasını temsil etmekte.
X Ay: 1 Ay, 1 Gün öncesini temsil etmekte.

Bu olayın sebebi günlerin güneşle doğup, ayla sonlanmasıdır. Kavimlerin ortak kararıyla bu düzen kabul edilmiştir. İlk bölüm savaştan 10 güneş öncesini anlatmaktadır.

Çevrimdışı Rhuben

  • *
  • 4
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Anadolu Toprakları Serisi - Kitap 1 - Karakoncolos
« Yanıtla #1 : 26 Temmuz 2014, 15:27:43 »
Bölüm 2
Çocuk Kurban


Sabah olmuş, kuşlar cıvıldamaya başlamıştı. Karakoncolos kafasına bir kuşun konmasıyla uyandı. Kuş, kafasına konduktan sonra sakalının arasına gagasını sokarak yiyecek arıyordu. Karakoncolosun sakalını yemek aracı olarak görmüştü. Karakoncolos ayağa kalktı ve boynunun tutulduğunu fark etti. Atik bir hareketle boynunu kıtlattı.  Cama doğru yaklaştı ve camdan aşağıya sarktı. Gözleri fırıl fırıl dönüyordu. Etrafta birinin olup olmadığına baktı. Kimseyi görmediğinden emin olduktan sonra, kulenin merdivenlerinden aşağıya inmeye başladı.

Karakoncolos kapıyı açtı ve asker hala yerdeydi. Kimse fark etmemiş diye düşündü. Sonra askerin ölüsünü içeri çekip kıyafetlerini çıkardı. Kendi kıyafetleri üzerine giydi. Askerin silahını da aldıktan sonra kapıyı kapadı ve Ateşoğulları'nın sınırına doğru yürümeye başladı. Dün askerin ıslıkla tuttuğu ritmi tutmaya başladı. Arada kahkalar atıyordu. Bayağı bir yol yürüdü. Tepede duran güneş, giydiği zırh sebebiyle onu yakmıştı. Fazlasıyla terliyordu. Arada dinlendi ve tekrardan yürümeye başladı.

Ateşoğulları sınırına geldiğini farketti bir anda. Toprak renk değiştirmişti. Daha doğrusu toprak yerini kuma bırakmıştı. Ateşoğulları, Ateş Çölü'nün ortasında yaşıyorlardı. Çöl kıyıya yakın olduğu için su sıkıntıları olmuyordu. Ve yemek sorunlarını da kavimlerle ticaret yaparak sağlıyorlardı. Karakoncolos gündüz vakti yerleşim yerine gitmenin iyi olmayacağını düşündü. Ve sınırın yakında bulunan Çakmak Dağı'na doğru ilerledi.

Karnı gurulduyordu. Acıkmıştı. Kurbanını gece yakalayabilirdi, o kadar da yol yürümüştü, geri dönüp askeri yiyemezdi. Neden dün gece yememişti ki zaten? Kafasına vurdu, kendine kızarmışçasına. Dağın eteklerine doğru gelmişti. Gözlerini kıstı. Ve sakallarını sıktı. Yüzü sakalla kaplı olduğu için çok terliyordu. Sakalını sıkmasıyla sakalından bardak bardak ter akmaya başladı.

Dağa doğru paralel çıkmaya başladı. Gözleriyle yiyecek bir şey arıyordu. Ve bir ceylan gördü. Silahı ceylana doğru doğrulttu. Gözünü nişan yerine getirdi. Tam sıkacaktı ki silahı yere attı. Yerleşim yerine çok yakındı ve gündüz vakti silah sesi çok abes kaçabilirdi. Silahı ayağıyla itti ve üstünde bulunan zırhı çıkardı. Yere eğildi ve yerdeki bir avuç çimi kopardı. Çimleri bir bütün tutarak vücuduna sürmeye başladı. Terleri siliyordu. Sonra çimleri yere attı ve ceylana doğru yaklaşmaya başladı. Yavru ceylan her şeyden habersizdi. Midesiz bir pisliğe yemek olacaktı.

Ceylana iyice yaklaştı Karakoncolos. Ve naralar atarak koşmaya başladı. Hareketinden önce sesi duyan ceylan tam tersi yöne koşmaya başladı. Ceylan, Karakoncolos'tan hızlıydı. Karakoncolos bir kaç metre koştuktan sonra yoruldu ve dizlerinin üstüne eğildi. Soluk soluğaydı. Tepedeki güneş şartları iyice zorlaştırıyordu. Bir ceylan daha gördü. Derin bir nefes alıp, bağırmadan koşmaya başladı. Ceylan son anda fark etti ve dağın aşağısına doğru koşmaya başladı. Karakoncolos'ta koşuyordu. Koşarken ayağı bir taşa takıldı ve tepe takla yuvarlanmaya başladı. Ceylana koşarken yetişemiyordu, ama şimdi ceylandan daha önce dağın en altına kadar indi. Yere oturdu. Kafasını iki yana salladı. Geceyi beklemekten başka çaresi yoktu. Ve zırhı bıraktığı yere doğru yürüdü. Ağaçlık bir yer buldu kendine. Ve ağacın altına yaslandı, uyumaya çalıştı. Yaslandığı gibi gözleri kapanmıştı bile yorgunluktan.

Uyandığında saat gece olmuştu bile. Hava kararmış, şehirde tek tük evin ışığı yanıyordu. Karakoncolos zırhı giydi, silahını aldı ve şehire inmeye başladı.

Şehire indikten sonra kalenin arkasından dolandı. Amacı bir eve girip, erkek çocuk kaçırmaktı. Sonra onu bir güzel afiyetle yiyecek, karnını doyuracaktı. Bu gece kale de Bozok kavminin reisi vardı. Ve kavim ailesi olarak buradaydılar. Oğullarının oğlu, kızlarının kızı, torunları, kuzenleri, amcaları... Tüm sülaleleriyle buradaydılar. Karakoncolos gece kondu evlerine doğru yürümeye başladı. Evin önünde oynayan bir erkek çocuğu gördü. Şansına bir eve girmesine bile gerek yoktu. Çocuk yerde bir taşla şekiller çiziyordu. Çocuğun önüne zıpladı Karakoncolos. Ve sesini değiştirerek konuşmaya başladı. "Senin bu vakitte burada ne işin var çocuk?" Çocuk kafasını kaldırdığına gece karanlığında asker elbisesiyle Karakoncolosu gördü. Ama onun o olduğunu anlamamıştı. "Oyun oynuyordum, annemler kaledeler. Birazdan gelecekler, bende vakit geçiriyordum" dedi. Sesi o kadar tizdi ki biraz bağırsa plan mahvolabilirdi. Karakoncolos kendinden emin bir şekilde: "Ben askerim, gel seni kaleye kadar götüreyim. Eğer burada durursan seni gece canavarı yakalayabilir!" Son kelimenin üstüne basarak söylemişti. Çocuk bir çığlık attı ve Karakoncolos çocuğun ağzını kapadı. Etrafına baktı, bir kaç evin ışığının yandığını farketti. Ve çocuğu elinden tutarak götürmeye başaldı.

Yola yürürken çocuk bir çok soru soruyordu. Karakoncolos bayılmanın eşiğine gelmişti. Kalenin önüne geldiklerinde kalenin kapılarının açıldığını farketti. Çocuğu kucaklayarak çalıların arasına çekti. Çocuk bağırmaya başladı. "Baba!" Karakoncolos eliyle yerde taş aradı ve bulduğu gibi çocuğun kafasına vurdu. Çocuğun son sözleri boğazında tıkanmıştı. Karakoncolos kafasını havaya kaldırdı ve kaleden çıkanlara baktı. Etrafa bakınıyorlardı. Adam "Geldim çocuğum geldim" diye söyleniyordu. Kıyafetlerine bakılırsa oldukça soylu birilerine benziyordu. İyi bir iş çıkardığını düşündü. Ve çocuğun boynuna daldı. Boynundan bir ısırık alınca, kan fışkırmaya başladı. Kan öyle pompalanıyordu ki, gece karanlığında buradan geçen kaynak bulduğunu zannedecekti. Çiğ çiğ yiyordu. Çocuğun kafasını vücudundan ayırıp kafa tasını çıkardı. Beynini parmak uçlarıyla parçaladı, ve içine bir kaç kez kan doldurdu. Onun için bu kelime anlamıyla bir tastı. Ve çorba niyetine çocuğun kanıyla beynini içti. Yemeğin ağırlığıyla orada sızdı.

Sabah olduğunda etrafta ki bağırışmalarla uyandı. Bozok reisi Salih Bozok, Ateşoğullarına bağırıyordu. Oğlu ortalıkta yoktu. Ve bu daha önce hiç yaşanmamış bir şeydi. Karakoncolos, dün gece ki yemeğini aradıklarını anladı. Ve yerde eğilerek Çakmak Dağı'na doğru koşmaya başladı. Arkasından biri ona bağırdı. "Dur!" Karakoncolos'un eli ayağı titriyordu, arkasını dönmeden cevap verdi. "Evet?" Eğer dönseydi, kıllı suratı görünürdü. "Asker aferin, çocuğu dağda ara. Orası aklımıza gelmemişti" Derin bir nefes aldı Karakoncolos. Az daha yakalanıyordu. "Anlaşıldı efendim" dedi. Ve koşar adımlarla dağa doğru ilerledi.

Çevrimdışı Aget

  • *
  • 14
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Anadolu Toprakları Serisi - Kitap 1 - Karakoncolos
« Yanıtla #2 : 28 Temmuz 2014, 02:08:42 »
Başarılı bir hikaye. Tebrikler. Yalnız çocuğu yeme kısmını betimlemeseydinde "çocuğu yedi" deseydin sadece. Rahatsız ediyor çünkü.

Çevrimdışı Rhuben

  • *
  • 4
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Anadolu Toprakları Serisi - Kitap 1 - Karakoncolos
« Yanıtla #3 : 17 Ağustos 2014, 15:50:29 »
Yorumun için teşekkürler, içimden geldi ve yazdım. Yazarken zevk aldım açıkçası, sadist ya da o tür düşüncelerde olan biri değilim ama hoşuma gitti böyle yazmak. YGS/LYS çalışmasına başladığım için yeni bölümleri yazamadım bir türlü. Kağıda yazmaya karar verdim. 2 bölüm daha yazdım ve onları bir haftasonu paylaşacağım umarım. Sevgilerle.

Çevrimdışı umutlu_kurgucu

  • *
  • 18
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Anadolu Toprakları Serisi - Kitap 1 - Karakoncolos
« Yanıtla #4 : 18 Ağustos 2014, 18:32:43 »
Zihninizde uyananlar bana tam olarak yansımadı. Akış çok hızlıydı, betimlemeler zayıf kalıyordu.

Ben çocuğun yenme kısmının anlatılmasının karakterin tanınması açısından önemli olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden anlatılması daha iyi... Ama burda da anlatmak istedikleriniz tam yansıtılamamış gibi geldi bana...

Yazılarınıza biraz daha zaman ayırırsanız ortaya daha güzellerini çıkarabilirsiniz.  :)