Kayıt Ol

Enisard Günceleri - Kehanet

Çevrimdışı The Archowner

  • *
  • 25
  • Rom: 0
  • They will kill everything on their way, but YOLO!
    • Profili Görüntüle
Enisard Günceleri - Kehanet
« : 28 Temmuz 2014, 02:35:46 »
Merhaba rıhtım okurları. Uzun zamandır bir diyar oluşturma hayalim vardı, sonunda yavaş yavaş şekil almaya başladı. Bu diyarı frp için düşünmüyorum, belki ileride, lakin şu an roman yazıyorum bu diyarda geçen. Kendi okuduğumu pek eleştiremeyeceğim için kendimi sizlerin bilgilerine bırakıyorum. İnşallah okurken sıkılmazsınız :)

GİRİŞ - Enisard

Uzayın derinliklerinde bir yerde Enisard adında bir diyar vardı. Diyar, evrenin koruyucusu ve iki tanrının çocuğu olarak bilinen Ela tarafından inşa edilmişti. Diyar cıvıl cıvıldı ve tek parçaydı. Diyarın kuzeyindeki Ela adındaki büyük ormanda henüz büyük ve kudretli olmayan, kanatlı büyük kertenkeleler olan ejderhalar, doğusundaki yüksek dağlarda kadim ve kutsal varlıklar olan melekler, güneyindeki çayırlarda kürklerinin rengine göre iki türe ayrılmış insana benzeyen kaplanlar, batısındaki geniş ovalarda bazılarının elemental adındaki ruhlarla bağ kurabilen insanlar ve diyarın tam ortasında da Renum adında bilinen Ruhlar Ağacı'nın yaprakları altında yaşayan büyü ustası ve doğanın korucuları kısa boylu elmirler yaşıyordu. Bu ırklardan en üstünleri olan melekler diğer ırklara her zaman küçümseyerek bakmıştı, özellikle de ejderhalara. Ela bunu görmüş ve meleklere ibret olması için ejderhalara güç vermişti ve ejderhaların şu anki bilinen devasa ve kudretli hallerini almalarını sağlamıştı. Bu melekleri bu sefer kıskançlığa itmişti. Onları kafirliğe sürüklemiş, bedenlerinin ve ruhlarının solmasına neden olmuştu. Nephilim adı verilen kara meleklere dönüşmüşlerdi. Meleklerin kralı Vrochus kendini kaybederek ejderhaların kralı Doran'ı öldürmesiyle iki ırk arasında bir savaş başlamıştı. Daha sonra tigralar nephilimlerin, insanlar ise ejderhaların yanına katılarak onlar da savaşa dahil oldular. Sadece barışçıl ve Renum'u korumak isteyen elmirler savaşa girmemişti. Bu efsanevi savaş yıllar boyu devam etmişti. Hatta öyle ki o zamana kadar tek bir kara parçası olan Enisard, toprak elementallerinin kara büyülerden etkilenmesiyle 4 ayrı kıtaya bölünmüştü. Nephilimler sapkınlıklarıyla birlikte elde ettikleri karanlık ve şeytani büyüler sayesinde tek biri kalana kadar bütün ejderhaları katletmişlerdi. Bu kalan ejderha, kral Doran'ın oğlu prens Drathin idi. Drathin babasından kalan, ona tanrılar tarafından verilmiş altın kılıç ile melek kralı Vrochus'u katletti. Kılıç, meleğin lanetli kanıyla ve prensin ona duyduğu inanılmaz nefretle simsiyah oldu. Fakat bu savaşı durdurmamıştı. Bütün ejderhaların ölmüş olmasına rağmen Vrochus'un oğlu Korrnakh, ırkının yönetimini ele geçirdi ve diyarı yok etmeye başladı. Artık Enisard ve Renum tehlikedeydi. Bu yüzden elmirler en sonunda savaşa katıldılar ve insanlar ve son ejder ile bir olarak nephilimleri Enisard'dan kovdular. Günahkarların yanında savaşan tigralar ise diyarın batıya ayrılmış kıtasına sürüldüler. Sonunda ejderha prens savaşın temelli bittiğini düşünmüş, fakat yine yanılmıştı. Birdenbire ortaya çıkan, kendine kahin diyen esrarengiz bir adam Drathin'e ileride nephilimlerin döneceğini ve kaderi belirleyecek son bir savaş yapılacağını bildirdi. Fakat o zaman geldiğinde Drathin yaşamayacaktı. Bu yüzden Drathin insanların o zaman geldiğinde hazır olmalarını istediği için onlara doğuda bir krallık kurmalarında yardım etti. İnsanlar ejderhayı ölene kadar kralları olarak bildiler. Krallığın ismini de onun isminin arkasından koydular.

Drathin uzun yıllar sonunda ölme vaktinin geldiğini anladı. O, Nefretin Siyahı olarak bilinen kılıcını ölmeden önce büyüyle mühürlemişti ve ileride gelecek birinin bu mührü kırabilecek kadar güçlü olduğunu biliyordu. Bu kişi ilerideki savaşın kilit taşı olacaktı. En sonunda Drathin öldü ve tahta insanlar geçti. Fakat bu sırada çok önemli bir olay oldu. Bir ruhani, bir ejderha ruhuyla bağlı olarak dünyaya gelmişti. Bu imkansızdı, çünkü ruhaniler elementallerle sonradan bağ kurarlardı ve bu zamana kadar hiçbiri ejderha ruhu olmamıştı. Ejderha ruhuna sahip insan büyüdüğünde kendini o devasa ve kadim yaratığa dönüştürebilmeye başlamıştı. Güçleri tıpkı onlarınki gibiydi, üstelik bir süre sonra onların en güçlüleri kadar da uzun yaşayabildiğini farketti. Ardından insanlardan ayrılarak Ela'da yaşamaya ve yeteneklerinde ustalaşmaya başladı. O kişi normal bir ruhani olmadığı için ona Long dendi. İlk longun ortaya çıkmasından yaklaşık iki yüzyıl sonra ejderha ruhuna sahip farklı bir ruhani daha doğdu. O da diyarı gezerek kendini geliştirdi. Yüzyıllar daha geçti ve bir long daha dünyaya geldi... Şu ana kadar dünyaya 3 long gelmişti. Drathin ölmeden önce kahin adamın dediklerini insanlara söylememişti, fakat bu ejderha ruhlu insanlar bunu doğduklarından beri biliyorlardı. Meydana gelme nedenlerinin bu olduğuna inanıyorlardı. Yine de hiçbiri ataları Drathin'in mühürlediği o kudretli kılıcı serbest bırakamadı. Ama Drathin'in hatası yoktu, gizemli kahinin verdiği bilgiye göre o kişi muhakkak gelecekti, ve Enisard'ı beklenen o mutlak kıyametten kurtaracaktı.

Bütün bunlar olurken kimse Ela'yı görmemişti...

Bölüm 1 - Batan Güneş

İnsanların surlar ve güçlü muhafızlar arasında huzur ve mutlulukla yaşadığı Lotheas şehrinde bir gün daha sona eriyordu. Güneş, batının yüksek dağlarının ardındaki Westgate kasabasına doğru alçalıyordu. Esnaflar ve zanaatkârlar yavaş yavaş dükkanlarını kilitlemeye, akşam için hazırlık yapmış hancılar ise ışıklarını yakmaya başlamıştı. Sokaklar yazın bunaltıcı havasında çalışmış, şimdi evlerine gidip ailesiyle zaman geçirmek isteyen insanlarla doluydu. Bazıları evlerine yürüyerek gidiyor, bazıları ise şehrin diğer ucuna ulaşmak için at arabalarını tercih ediyorlardı. Bu sırada insanlar ne kadar bitkin olsalar da, şehrin ortasındaki, surların arasındaki o göz alıcı ve devasa saraya bakmadan geçmiyorlardı. Şehrin tam ortasındaki büyük Lotheas sarayı, yüzyıllar önce yaşamış Sir Rector Lotheas tarafından inşa ettirilmişti. Komutan Sir Lotheas, tigraların oluşturdukları tehdidi gördüğü için çok geç olmadan Tignoel kıtasını ele geçirmeye başladı. Bunun sonucunda da Drathin Krallığı'na bağlı bir eyalet olan Lotheas şehri ortaya çıkmıştı. Şehrin sınırları Tignoel'in neredeyse yarısını kaplıyordu. Tignoel'de yaşayan insanlar ise genellikle savaşçılardı, bu yüzden ana şehir, daha güvenli olan Drathin kıtasında bulunuyordu. Burada tigra bulunmazdı, fakat onları destekleyen ve krallığa ihanet edenler bulunurdu. Yine de Lotheas şehri bu yıkılmaz devasa surlarım arasında güvendeydi ve Sir Lotheas'ın soyundan gelen Lord Thalden Lotheas'ın varlığıyla da öyle olmaya devam edecekti...

Lynn Rattleheart, şehrin nam-ı diğer en genç yetenekli silah yapımcısı, herkes gibi şehrin merkezindeki dükkanını kapatıp surlara yakın olan evine doğru kafasını eğmiş usul adımlarla ilerliyordu. Şu sıralar krallığa ihanet edenlerin eylemleri ve saldırıları artmıştı, muhafızlar onları surlardan uzak tutmak için canla başla savunuyorlardı. Şu ana kadar ölen hiç muhafız olmamıştı. Onların çoğu silahlarının tamiri ve bakımı için Lynn'e gidiyordu ve bu işler yanındaki yetenekli iki yardımcısına rağmen onu yoruyordu. Yine de elde ettiği para hiç de küçümsenecek değerlerde değildi. Çalışmasının ve alın terinin hakkını yeterince alıyordu genç silah ustası. Bugün son teslimatını da yaptıktan sonra dükkanını güvenilir yardımcılarına emanet etmişti ve şimdi rahatlamak ve kardeşi avdan dönene kadar kestirmek için eve doğru yoldaydı. Lotheas'ın sarayı ve yakınındaki büyük dükkanlarını ve hanlarını barındıran merkez bölgesi diğer bölgelerden kısa köprülerle ayrılmıştı. Lynn doğu tarafındaki köprüden geçerken son bir kez arkasına bakmak istedi. Bunu her gün yapıyordu, çünkü saray kulesinin tam bu noktadan görünen kısmındaki balkonunda tam bu vakitte biri beliriyordu. Saçları batmakta olan kızıl güneşin altında daha da kızıllaşan ve kan kırmızısı bir renk alan bu kişi Lord'un kızı Carmine Lotheas idi. Carmine hee gün bu saatte odasının balkonuna çıkar ve batmakta olan güneşi seyrederdi. Onu uzak olmasına rağmen keskin gözleriyle her zaman görürdü Lynn. Ona karşı ayrı bir hayranlığı vardı. Henüz bu hayranlığın nedeninin aşk veya sevgi olup olmadığını fark edememişti silah ustası, fakat bunu fark etse de ona bir faydası dokunmazdı. Leydi Carmine, yüksek rütbeli bir komutanla nişanlıydı, Lynn'in hayal dahi edemeyeceği bir rütbedeki bir komutanla... Lynn bir ruhaniydi, bu yüzden savaş deneyimi vardı. Zamanında şehri kendi yaptığı kılıcını büyük bir çeviklikle kullanarak savunmuştu. Bunun için bir madalyası vardı, fakat bu onu soylu kademesine ya da herhangi bir rütbeye çıkarmamıştı; sadece ülkesine sadık genç bir seferber olarak tanınmasını sağlamıştı. Bunu asıl neden olarak ülkesi için yapmadığını bilen ve anlayan sadece tek bir kişi vardı, bu yüzden bu gibi rütbelerle ve seviyelerle uğraşmıyordu. Onun için önemli olan kendisi ve bütün ailesi olan iki kişiydi. O günden sonra onları kaybetmemek için elinden ne gelirse yapar olmuştu. Avcı kardeşi ve sadık kurt dostu Blig onun herşeyiydi, onları kaybedemezdi...

Önünde beliren bir muhafızın üzerindeki ejderha figürlü gümüş zırhı ile ışığı onun gözüne yansıtmasıyla birden kendine geldi. Düşüncelere, eski anılara dalıp gitmişti, kendini nasıl bu denli kaptırdığını anlamamıştı.

Muhafız Lynn'i kolundan tuttuğu gibi kenara çekti.
“Bir gün biri nereye baktığını fark edecek!” dedi kulağına doğru fısıldayarak. Bu, silah ustasının başını derde sokabilirdi, fakat o bunu aldırmıyordu. Hem herkes kızıl saçlı leydiye hayrandı, kim onu özellikle fark edecekti ki... Lynn muhafızın sert çelik eldivenler giyen ellerinden çevik bir hareketle ayrıldı. Eldivenin altında ezilmiş bileğini ovuşturarak muhafıza hafif sinirli bir bakış fırlattı.

“Ah Fredix, öyle bir niyetimin olmadığını biliyorsun. Sadece o rüzgarda ipek gibi dalgalanan kırmızı saçlarını izlemek hoşuma gidiyor.”

Bu son kısmı istediğinden fazla yüksek bir sesle söylediğinin farkına varmıştı. Fakat etraftaki insanların onları duyacak halleri bile yoktu, ki çok az kişi vardı. Herkes çoktan şehir merkezinden çıkmıştı bile. Bunu görünce ikisi de rahatlarcasına derin bir nefes aldı.
Muhafız kendine geldi, şu an böyle konulara kafa yoracak vakti yoktu. O yüzden bu olayı zihninden uzaklaştırdı ve buraya geliş nedenini hatırladı. Komutanından önemli bir emir almıştı, ve bunu için onun seçilmesinin tek sebebi ise Rattleheart ailesini yakından tanıyor oluşuydu.

Lynn, dağların ardında kaybolmaya başlamış güneş ile birlikte leydinin içeri girdiğini görünce artık burada kalmasının sadece zaman kaybı olacağını anladı. Fakat tam gitmeye yeltenmişken ejder zırhlı muhafız onu durdurdu.

“Bekle, seninle birşey konuşmam gerekiyor.”

Lynn bunun üzerine durdu ve sağ yanağında eskiden kalma bir yaranın izi olan muhafızın yüzüne “Ne var?” dercesine bir bakış attı. Yorgundu ve evine gidip yumuşak yatağına uzanmak istiyordu.

Fredix kimsenin onları dinlemediğinden emin olmak için etrafa bakındı, ardından silah ustasını biraz daha kenara çekerek kulağına fısıldadı. “Başmuhafızdan Valen'ı saraya götürmemle ilgili bir emir aldım. Bana bunun ülkenin güvenliğini ilgilendirdiğini bu yüzden de gizli kalmasını söyledi.”

Lynn duyduklarından birşey anlamamıştı. Neden başmuhafız Valen'ı isterdi ki? Ayrıca bunun, ülkenin güvenliğiyle ilgili ne gibi bir bağlantısı olabilirdi? Muhafız, dostunun aklında beliren soru işaretlerini tahmin ediyordu. “Evet garip gelebilir, fakat başmuhafız bana başka bir bilgi vermedi.” dedi canı sıkkın bir şekilde. “Fakat acele etmemiz gerekiyor, onun sabırsız biri olduğunu biliyorsun...”

Lynn bunu biliyordu, lakin yapabileceği birşey yoktu

“Valen yarın sabaha kadar burada olmayacak” diye cevap verdi. “Bolt ile birlikte şehrin dışındaki ormana avlanmaya gitti, orada sabahlayacaktır. ”
Fred bunu duymaktan korkuyordu. Valen her ay böyle avlara çıkardı ve bu ay tam da bu gün çıkası gelmişti. Sabaha kadar bekleyip işten kovulmanın bir manası yoktu.
“Öyleyse hemen onu bulalım” diye yanıtladı. Lynn de aynı fikirdeydi, sonra birden oraya kısa sürede nasıl ulaşacakları sorusu ikisininde zihninde gündeme geliverdi...

Çabucak saray surlarına gittiler. Yürüme mesafesiyle gayet uzakta bulunan şehir kapısına varabilmeleri için atlara ihtiyaçları vardı. Fakat başmuhafızı onları orada bekliyor olarak bulmaları adeta başlarından aşağı kaynar sular dökmüştü, özellikle de Fredix'in.

Başmuhafız, beklediği kişiyi göremeyince sert ve kaslı alnı çatılarak daha da öfkeli bir hal aldı.

“Valen Rattleheart nerede? Buraya sadece kardeşini getirmişsin!” dedi iri başmuhafız Fredix'e doğru yürüyerek.

Fredix, refleksi sayesinde hemen hazır ol pozisyonuna geçti.

“Komutanım, Valen şu an şehirde değilmiş. Fakat kardeşi Lynn yerini biliyor. İzninizle iki ata ihtiyacımız va-”

Öfkeli ve sabırsız komutan, muhafızın sözünü keskin bir bıçak gibi kesiverdi.

“Zaman yok! Madem kardeşi burada, sana ihtiyacım kalmadı. Onu bulmaya ben gideceğim, daha fazla zamanı çöpe atamayız.”

Fredix'in bu kaba ve sabırsız komutanına karşılık verebilme gibi bir lüksü yoktu. Şehrin başmuhafızı ve komutanı olan Tardus Stoneford ondan katbe kat üstündü, üstelik Lord ile yakından bir bağı vardı. Ona karşı ters tek bir kelimesi, üzerindeki siyah ejderha motifli çelik zırhı giymesini sağlayan rütbesinin alınmasına yeterdi. Başmuhafız Tardus çabucak öfkelenebilen iri ve güçlü bir adamdı, ve onu öfkelendirmeyi kimse istemezdi. Fakat aynı zamanda ülkesine ve lorduna sadık bir askerdi. Krallığı tehdit eden herhangi bir şey karşısında daima saldırgan ve öfkeli olurdu. Bu yüzden Fredix hiç sesini çıkarmadı. Sadece her zaman kendi bildiğini yapan arkadaşının bu sefer de aynı şeyi yapmaması için dua ediyordu...

Lynn bu adamı her zaman küstah ve itici bulmuştu. Kendini gücü ve seviyesi yüzünden çok yüksekte görüyordu ve emri altındakilere zor işler yüklemekten hoşlanıyordu. O güzel ve narin leydi Carmine'in nasıl olup da bunun gibi kaba saba bir herifle nişanlı olduğunu pekalâ anlayamıyordu. Bir gül kadar narin olan leydi buna layık değildi, muhtemelen her zaman olduğu gibi sosyal statü için olan bir evlilikti bu. Lynn içindeki öfkeyi bastırmaya çalışıyordu, bunun tek nedeni ise dostunun başına kötü birşeyin gelmesini önlemekti.

Tardus sadece basit bir silah yapımcısı olarak tanıdığı Lynn Rattleheart'a döndü. “Kardeşinin nerede olduğunu bana söyle, senin daha ilerisine gelmene gerek yok.” dedi sert ve kalın sesiyle. Lynn artık kendini daha da zor tutuyordu, az kalsın adamın suratına bir yumruk savuracaktı. Fakat muhtemelen bu onu etkilemezdi, bu yüzden bu fikirden vazgeçti.

Tam komutana zorunlu bir cevap vereceği sırada kapının oradan komutana seslenen bir ses onu kurtarmıştı.

“Komutan, neden bu kadar acele ediyorsunuz? Benim kitabımda acele etmek sadece düzeni ve istikrarı bozar. Buna hiç gerek yok.”

İri komutan Tardus bu sesi işitince titremesine engel olamamıştı. Hemen sesin geldiği kişiye doğru döndü ve dizlerinin üstüne çökerek birden alçalan ve sakinleşen sesiyle konuşmaya başladı.

“Ama efendim, burada olduğunuz bilinmemeli. Şehirde ajanlar olabilir. Eğer burada olduğunuzu-”

“Bu kadar önlem yersiz” diyerek adeta süt dökmüş kediye dönen muhafızın sözünü kesti. Ardından kapının gölgesinden ileriye çıkarak, üzerinde spiral şeklindeki ejderha motifleri bulunan yeşim rengi büyücü cüppesiyle kendini gösterdi. Yaşlı gözlerini kısmıştı ve gümüş sakallı yüzünde sakin ve oldukça samimi bir gülümseme vardı.

“Bir ejderhayı böylesine küçük bir sarayda gözlerden ırak tutamazsınız”

Bölüm 1 sonu.

Çevrimdışı The Archowner

  • *
  • 25
  • Rom: 0
  • They will kill everything on their way, but YOLO!
    • Profili Görüntüle
Ynt: Enisard Günceleri - Kehanet
« Yanıtla #1 : 31 Temmuz 2014, 03:21:03 »
Sanırım kimse beğenmedi, ya da yoeuma değer bulmadı. Ben yine de paylaşacağım, belki okuyup da yorum atacak vakti olmayanlar da vardır.

Bölüm 2 - Zayıflık

Elindeki baltasıyla her an atılacakmış gibi duran ve gözünü önündeki kurbanından ayırmayan avcı çok heyecanlıydı. Omuzlarına kadar uzanan düz siyah saçları bütün gün yaşadığı maceradan dolayı darmadağın olmuştu. Geniş ovalardaki saf topraklar gibi kahverengi olan gözleri pür dikkat hedefine kitlenmişti. Sağ elinde tuttuğu balta küçüktü ve fırlatılmaya oldukça ekverişliydi. Ayrıca kemerinde bir başkası da vardı. Üzerindeki avcılara özel yapılmış zincirden zırh hem onu koruyor hem de hafif oluşuyla rahatça hareket edebilmesini ve ekstra ekipman taşıyabilmesini sağlıyordu. Ayaklarındaki kaliteli deriden üretilmiş botlar geçen ay uzun uğraşlar sonucu yakaladığı büyük timsah-yılanın bir ödülüydü. Valen Rattleheart, tam teçhizat donanmıştı ve bütün dikkati önündeki su içen küçük yaratıktaydı. Böyle bir şans her yılda bir olurdu. Valen her sene buraya bunun için gelirdi fakat hiçbir zaman şansı yaver gitmemişti, lakin bu sefer şeytanın bacağını kırmayı başarmıştı. Aslında ona bunu haber veren bir yabancıydı, Valen şu an o yabancıya sonsuz bir minnettarlık içindeydi. Karşısındaki açık yeşil bir kürkü olan ve kafasından bir saç demeti gibi ortaya çıkmış yapraklara sahip küçük bir tavşandı. Kafasındaki yapraklar aynı nadir bulunan bir yoncanınki gibi dört taneydi ve etrafa ayrılmıştı. Onun ayağını taşıyan kişinin sonsuza kadar şanslı olacağına inanılırdı. Sonuçta o bir avcıydı, riski ve heyecanı sevdiği için ne ile karşı karşıya olacağını her zaman bilemeyebilirdi. Bu yüzden o tavşana ihtiyacı olduğunu hissediyordu. Onu yakalayacaktı, fakat bu sanıldığından da zordu. Ufak tavşan çok hızlıydı, o kadar hızlıydı ki, rüzgar ruhları bile onu yakalamak isterdi fakat başarısız olurdu. Valen bunu başından beri bildiğinden, yanında kardeşinin ruh dostu olan kurt Neon'u da getirmişti. Güvendiği tek kozu oydu, aksi halde yonca tavşanını bulsa bile yapabileceği tek şey sadece onun saniyeler içinde hoplayarak gözden kaybolmasını izlemek olurdu.

Valen tavşanın biraz daha yaklaşmasını umarak sabı bekliyordu. Sabır ve irade gibi şeyler onun için pek bir önem taşımazdı, fakat bu sefer elinden ne gelirse yapmalıydı. Tavşan hâlâ ormanın ortasındaki gölün kenarında su içiyordu ve herhangi bir sese karşı yeşil kulaklarını dikmeye hazır bir şekilde duruyordu. Yonca tavşanları hızlarının yanında duyu yetenekleriyle de bilinirdi. Bu zamana kadar avcının yanında sakince beklemiş Neon aniden huysuzlanmaya başladı. Sanki bir çeşit tehlikeli bir koku sezmişti. Hırlayarak etafına döndü, fakat bulundukları koyu yeşil çalılar ve yeni batan güneşin arkasında bıraktığı karanlıkla dolu arazide hiçbir kımıldama yoktu. Rüzgar bile doğru düzgün esmiyordu, Neon'un burada olmasına rağmen. Valen havaya doğru hırlayan kurdu fark etti ve bu onu endişelendirdi. Eğer onu susturmazsa tavşan bunu duyabilir ve daha onlar hiçbir şey yapamadan topukları yağlayabilirdi. Valen huzursuzca etrafında dönüp boşluğa doğru hırlayan ve az kalsın havlayacak olan kurdu fısıldayarak uyardı.

“Hey Neon! Şansımızın elimizden kayıp gitmesini istemiyorum, bu yüzden sessiz ol ve yanıma gel!”

Neon hâlâ kokuyu hissediyordu, fakat birden koku azalmaya ve yok olmaya başladı. Tehlikeli koku tamamen kaybolduğunda Neon rahatlamıştı. Lakin çoğu rüzgar ruhu gibi zeki bir varlık olduğu için etrafına olan dikkatini bozmadı. Çimlerin arasından adeta hiç ses çıkarmadan yürüyerek ona doğru kızgınca bakan Valen'ın yanına geldi ve hareketini yaptı. Adeta hiçbir sinirli varlık bu sevimli ve tüylü yüze karşı koyamazdı, bu yüzden Valen'ın siniri yok oldu. Bu yüzden nefret ediyordu, kardeşi ondan onun istemediği bir şey istediğinde hep Neon'a o hareketi yaptırırdı; her zaman da işe yarardı...

Valen aniden bakışlarını tavşana döndürdü, çünkü göz ucuyla onun hareket ettiğini görmüştü. Küçük yeşil tavşan şimdi Valen ve Neon'un önündeki böğürtlen çalılarına doğru ilerliyordu. Bu onlarım ilk ve son fırsagı olabilirdi, o yüzden sakinliğini korudu ve Neon'a işaret verene kadar hazır beklemesini fısıldadı ve o da pozisyonunu aldı.

Tavşan yaklaşıyordu. Ayın ışığı kafasındaki yaprakların üzerine düşüyor, parlak yeşil yaprakları daha da yeşile bürüyordu. Her adımı Valen'ı daha da heyecanlandırıyordu. Onca büyük ve tehlikeli yaratıkla savaşmıştı, fakat o zamanlarda  bile stresten hiç bu kadar terlediğini anımsamıyordu... Çabucak bu saçma heyecandan kurtulmaya çalıştı ve zihnini sadece bu yürüyen küçük şans bitkisine odakladı. Çok az kalmıştı, biraz daha yaklaştığında zafer kaçınılmaz olacaktı. Sadece biraz daha. Sonra tavşanın gözlerini gördü; o parlak, simsiyah, zeytin gibi gözleri. Ve içlerindeki masumiyeti, acizliği...

“Şimdi!”

Minik tavşan birden neye uğradığını şaşırmıştı. Önündeki lezzetli böğürtlenlerin arkasından lacivert kürklü, gözlerinden yıldırımlar çıkan bir kurt fırlayıverdi ve tam üzerine düşüyordu. Fakat tavşanın refleksleri bunun için yeterince gelişmişti, gerisin geri döndü ve bir yay gibi sıkıştırdığı arka ayaklarını inanılmaz bir hızla serbest bıraktı. Yaklaşık yüz metre uzağa uçmuştu, ve kaçmaya devam ediyordu...

Bu olay sadece bir saniye içinde gerçekleşmişti ve kurt bile onun hızını algılayamamıştı. Valen ise şaşkındı. Tavşanın arkasında bıraktığı toz ve duman çizgisine bakakalmıştı. Nedense az önceki emri verenin kendi olmadığını hissediyordu. O gözler sanki ona çok şey hatırlatmıştı. Böylesine küçük ve savunmasız bir yaratığa daha önce hiç zarar vermek istememişti. Dövüştüğü yaratıkların hep kocaman dişleri ya da bir jilet gibi keskin pençeleri olurdu, fakat bu tavşanın yapraklarından başka savunması yoktu. Yapraklar da sadece onu güneşten veya yağmurdan koruyabilirdi, keskin bir baltaya veya bir pençeye karşı tamamen dayanıksızdı...

Valen içinde bulunduğu durumun farkına vardı. Korkmuştu, aciz ve savunmasız bir yaratığa saldırmaktan korkmuştu. Çünkü bir zamanlar o da aciz ve savunmasızdı. Ona saldıranlarda ise şefkat ve merhamet yoktu. Az kalsın daha çok gençken hayata gözlerini yumacaktı. Gözünün önüne geldi o asla unutamayacağı gün. Ona doğrultulan kılıcı hatırladı; ve o sarı kürklü, siyah çizgili yüzdeki ciddiyeti. Yalvarışlara hiç cevap vermeyişi. Sonra elindeki bıçağı ona atışını, küçük sarı kulağın kanlar içinde ikiye ayrılışını, kılıcın ona doğru hızla inişini. Ve annesinin araya girmesini, yüzüne sıçrayan kanı...

Valen dizlerinin üstüne çökmüştü, ve kahverengi gözlerinden süzülen yaşlar birer birer kuru toprağı ıslatıyordu. Nasıl bir canavar olmuştu. İçinde hiç merhamet yok muydu? Öylesine savunmasız bir yaratığa sırf kendi çıkarları için saldırmak, bu onu onlardan farksız yapmaz mıydı? O çıkarcı ve acımasız tigralar ailesini, annesini ondan çalmıştı, ve şimdi onlara mı benzemeye başlamıştı? Ayağa kalkıp hâlâ elinde tuttuğu baltayı öfkeyle karşısındaki ağaca fırlattı. O kadar sert bir şekilde atmıştı ki, baltanın metal kısmının neredeyse hepsi ağacın içine gömülmüştü. Bu, kendine olan öfkesiydi. Orada hiçbir şey yapamamıştı, sadece donup kalmıştı. Annesi o an önüne atlamasaydı şimdi o yaşamıyor olurdu. Kılıç onu tam kalbinden delmişti ve kanlı bir şekilde arkasından çıkarak Valen'ın yüzünün annesinin kanıyla kaplanmasına neden olmuştu. O kılıcı şu an kardeşi Lynn taşıyordu. Bunun nedeni ise Valen'ın kılıç kullanmayı onun kadar iyi bilmiyor oluşuydu. Annesinin intikamı kusursuz bir şekilde alınmalıydı, bu sayede annesinin ruhu sonsuz bir huzura kavuşacaktı, onunki de öyle.

Valen, bacağını dürten kurda döndü. Kürkünün altından gelişmiş kasları hafifçe belli olan lacivert kürklü kurdun gözleri artık yıldırımlar saçmıyordu. Yerlerini sevimli iki kara göz almıştı ve avcının gözlerine doğru endişeyle bakıyorlardı. Valen da endişeli kurdu daha çok üzmemek için sakinleşmeye çalışıp düşüncelerini zihninden uzaklaştırdı. Ardından eğilip Neon'u okşamaya başladı.

“Tamam dostum, sorun yok. Sakinleştim bak tamam mı?” diyerek gülümsedi. Bunun üzerine rahatlayan kurt neşeyle aniden Valen'ın üstüne sıçradı ve yüzünü yalamaya başladı. Valen onu zar zor durdurmuştu, ama bunu yaparken gülüyordu. Morali biraz yerine gelmişti. En azından yalnız değildi, yanında ona önem veren bir kardeşi ve onun elemental dostu Neon vardı. Beraberce zaten mutluydular, bazen kavga etseler de...

Valen oturduğu yerden doğrularak üzerini silkeledi ve yerdeki çantasını sırtına aldı.

“Hadi gidelim artık, ” dedi Neon'a dönerek. “Eminim Lynn şimdi meraktan deliye dönmüştür.” Neon ise neşeli bir havlamayla cevap verdi. Bunun üzerine Valen baltasını almak üzere ağaca doğru yürümeye başladı. Fakat tam baltaya uzanacağı sırada beklenmedik bir olay oldu. Yerden fırlatılan bir bola Valen'ın ayaklarını yerden kesti ve o daha baltaya dokunamadan yere kapaklandı. Tam bu sırada Neon tehlikeyi fark etti, az önceki kokuyla aynıydı bu. Hemen ardından çalılıkların ardından ona da bir bola fırladı, fakat o bundan şimşekvari refleksleriyle anında kaçmıştı. İki taraftan da yaklaşık on adam çıktı ve onlar çevrelediler. Valen diğer baltasıyla hemen ayaklarını çözüp karşı koymaya çalıştı, fakat anında başka bir bolayla kolları da bağlandı ve tekrar yere düştü. Neon bunu görüp ona yardım etmek için atılıverdi, fakat havadayken onu büyük bir çekiç karşıladı ve yaklaşık yirmi metre geri uçtu. Valen bu düşmanları yenemeyeceklerini anlamıştı. Bunlar hainlerdi, ve her hain çetesinin yanında onkardan en az bir tanesi bulunurdu. Sarıları değil fakat beyazları gizlilik ve suikast konularında biçilmiş kaftandı. Drathin'e gizlice girmeyi başarabiliyorlardı, bu yüzden son zamanlarda şehirler büyük tehdit altındaydı. Her gece hava kararır kararmaz kapılar kapatılır ve sabaha kadar sıkı denetim ile korunurdu. Kapılar şimdiye kadar kapanmış olmalıydı, fakat muhafızların bir elementali kabul etmesini umuyordu.

Valen ağzını bağlamaya çalışan adamın elini neredeyse kıracak şekilde ısırarak üç kişi tarafından köşeye sıkıştırılmış kurda doğru olağan gücüyle bağırdı.

“Git ve kardeşime haber ver! Ben iyi olacağım!”

Neon bir an tereddüt etse de başka şansı olmadığını hemen kavramıştı, bu yüzden hızla önündeki adamın üstüne atladı ve kaslı bacaklarını son gücüyle geri iterek gökyüzüne doğru fırladı. O anda, gökyüzünde hiç bulut olmamasına rağmen şiddetli bir şimşek çakıverdi. Neon, düşmanların otuz metre ilerisine düşüp var gücüyle şehre doğru koşmaya başladı. Bir rüzgar elementali olduğu için çok hızlıydı, hatta gelmiş geçmiş en hızlısı neredeyse oydu. Koşarken adeta ayakları yere basmıyordu, rüzgarla bir olmuştu. Beş kilometre uzaktaki şehre doğru olan yolunu yarılamıştı bile...

Valen sadece gök gürlemesini duymuştu, çünkü hemen onun başına bir çuval geçirilmişti. Sonra Valen anidem başının döndüğünü hissetti. Çuvalda bayıltıcı bir koku vardı, ve bu Valen'ı anında etkilemişti. Yavaş yavaş direnmeleri yavaşladı, en sonunda bilincini kaybedip karanlığa gömüldü. Hainlerin elindeydi. Savunmasız bir şekilde, ve aciz...

Bölüm 2 sonu.

Çevrimdışı duhan

  • **
  • 284
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
Ynt: Enisard Günceleri - Kehanet
« Yanıtla #2 : 31 Temmuz 2014, 10:58:10 »
Beğenilmemesinden değil, okunmamasından kaynaklıdır yorumsuz kalması. işin açıkçası bu alternatif diyarları,dünyaları konu alan o kadar çok film, kitap dizi var ki, insanlar bıktı artık diyebilrim. çok fazla suistimal edildi bu tür. şahsım adına söyleyeyim, ilgimi çekmiyor artık bu tür. Yanlış anlamayın, elbette seveni vardır ve okuyup yorumda bulunacaktır.

Çevrimdışı The Archowner

  • *
  • 25
  • Rom: 0
  • They will kill everything on their way, but YOLO!
    • Profili Görüntüle
Ynt: Enisard Günceleri - Kehanet
« Yanıtla #3 : 31 Temmuz 2014, 11:47:52 »
Beğenilmemesinden değil, okunmamasından kaynaklıdır yorumsuz kalması. işin açıkçası bu alternatif diyarları,dünyaları konu alan o kadar çok film, kitap dizi var ki, insanlar bıktı artık diyebilrim. çok fazla suistimal edildi bu tür. şahsım adına söyleyeyim, ilgimi çekmiyor artık bu tür. Yanlış anlamayın, elbette seveni vardır ve okuyup yorumda bulunacaktır.
Suistimalden kastınız nedir acaba? Bir hata yapmak istemiyorum, o yüzden merak ettim.

Çevrimdışı duhan

  • **
  • 284
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
Ynt: Enisard Günceleri - Kehanet
« Yanıtla #4 : 31 Temmuz 2014, 14:22:52 »
Beğenilmemesinden değil, okunmamasından kaynaklıdır yorumsuz kalması. işin açıkçası bu alternatif diyarları,dünyaları konu alan o kadar çok film, kitap dizi var ki, insanlar bıktı artık diyebilrim. çok fazla suistimal edildi bu tür. şahsım adına söyleyeyim, ilgimi çekmiyor artık bu tür. Yanlış anlamayın, elbette seveni vardır ve okuyup yorumda bulunacaktır.
Suistimalden kastınız nedir acaba? Bir hata yapmak istemiyorum, o yüzden merak ettim.

Sanırım yanlış kelimeyi kullandım, suistimalden çok sömürüldü demem gerekirdi. Yanlış anlamayın sizi itham etmiyorum, elbette istediğinizi yazmakta özgürsünüz, ama üzerinde çok fazla kalem oynatılan bir türe niyet etmeniz sizin için beklentilerin yüksek tutulmasına neden olacaktır. Yani ben sizin hikayenizi okumaya başladığımda diğerlerinden farklı özgün birşeyler arayacağım. ilk benzerlikte bu da diğerleri gibi deyip okumayı bırakacağım. anlatmak istediğim buydu.

Çevrimdışı The Archowner

  • *
  • 25
  • Rom: 0
  • They will kill everything on their way, but YOLO!
    • Profili Görüntüle
Ynt: Enisard Günceleri - Kehanet
« Yanıtla #5 : 31 Temmuz 2014, 15:12:26 »
Beğenilmemesinden değil, okunmamasından kaynaklıdır yorumsuz kalması. işin açıkçası bu alternatif diyarları,dünyaları konu alan o kadar çok film, kitap dizi var ki, insanlar bıktı artık diyebilrim. çok fazla suistimal edildi bu tür. şahsım adına söyleyeyim, ilgimi çekmiyor artık bu tür. Yanlış anlamayın, elbette seveni vardır ve okuyup yorumda bulunacaktır.
Suistimalden kastınız nedir acaba? Bir hata yapmak istemiyorum, o yüzden merak ettim.

Sanırım yanlış kelimeyi kullandım, suistimalden çok sömürüldü demem gerekirdi. Yanlış anlamayın sizi itham etmiyorum, elbette istediğinizi yazmakta özgürsünüz, ama üzerinde çok fazla kalem oynatılan bir türe niyet etmeniz sizin için beklentilerin yüksek tutulmasına neden olacaktır. Yani ben sizin hikayenizi okumaya başladığımda diğerlerinden farklı özgün birşeyler arayacağım. ilk benzerlikte bu da diğerleri gibi deyip okumayı bırakacağım. anlatmak istediğim buydu.
Şimdi daha iyi anladım. Bunu biliyorum o yüzden özgün ve saçma gelmeyecek elimden ne geliyorsa eklemeye çalışıyorum. Burada paylaşmamın sebebi de hatalarımın görülmesi ve eleştiri almaktı,  fakat görünüşe göre kimse ilgilenmiyor artık böyle hikayelerle.

Çevrimdışı duhan

  • **
  • 284
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
Ynt: Enisard Günceleri - Kehanet
« Yanıtla #6 : 31 Temmuz 2014, 16:15:13 »
Valla ilk paragrafı okudum ve direk, elfler,cüceler, insanlar çağrıştı bende. lotr öykünmesi gibi hissettim açıkçası. demek istediğim tam olarak bu işte. sen ırk yaratıyorsun ama yarattığın ırkın adı farklı olsa da, direk daha önce yaratılmış bir ırkı çok bariz çağrıştırıyor. bu durmda okumak için bir motivasyon kalmıyor. umarım canınızı sıkmıyorumdur bu yorumlarımla.

ayrıca ilk long'un doğumundan ikyüzyıl sonra bir tane daha long doğdu, ondan sonra bir tane daha ve sonra bir tane daha demişsiniz. bu hesaba göre 4 long doğmuş oluyor ama siz devam eden cümlenizde bugüne kadar 3 long dünyaya gelmişti demişsiniz. gözüme çarptı ekleyeyim dedim.

Çevrimdışı The Archowner

  • *
  • 25
  • Rom: 0
  • They will kill everything on their way, but YOLO!
    • Profili Görüntüle
Ynt: Enisard Günceleri - Kehanet
« Yanıtla #7 : 31 Temmuz 2014, 17:13:57 »
Valla ilk paragrafı okudum ve direk, elfler,cüceler, insanlar çağrıştı bende. lotr öykünmesi gibi hissettim açıkçası. demek istediğim tam olarak bu işte. sen ırk yaratıyorsun ama yarattığın ırkın adı farklı olsa da, direk daha önce yaratılmış bir ırkı çok bariz çağrıştırıyor. bu durmda okumak için bir motivasyon kalmıyor. umarım canınızı sıkmıyorumdur bu yorumlarımla.

ayrıca ilk long'un doğumundan ikyüzyıl sonra bir tane daha long doğdu, ondan sonra bir tane daha ve sonra bir tane daha demişsiniz. bu hesaba göre 4 long doğmuş oluyor ama siz devam eden cümlenizde bugüne kadar 3 long dünyaya gelmişti demişsiniz. gözüme çarptı ekleyeyim dedim.
insan bariz bir ırk. Elmirler halfling kadar kısa bir ırk fakat hiç halflinglere benzemiyorlar. Tigralar ise kaplan ırkı, ünlü eserlerde pek görmedim. Aksine, canımı sıkmıyorsunuz beni mutlu ediyorsunuz. Her rleştiriyi ve tavsiyeyi göz önünde bulundururum. Demek ki ırklar için hayal gücümü biraz daha zorlamam lazımmış... Lotr'a bu kadar benzemesini istemiyorum. Bir de, dünyada elf ya da ona benzeyen bir ırk yok. Elfleri sevmiyorum ve klasikler.

Uyarınız için sağolun, onu değiştirmiş olmam lazımdı fakat unutmuşum herhalde. 3 long var diyarda şu an.