Çok uzun zaman önce sona eren yaz, yapılacak düğünün arifesinde tekrar canlanmıştı. Dağların eteklerindeki karlar eriyor, yaz çiçekleri kocaman açıp insanın tekrar tekrar içine çekerek huzur bulduğu kokularıyla şölen ortamı yaratıyordu. Kışın ağaç kavuklarında uyuklayan kuşlarda cıvıl cıvıldı şimdi. Hele kelebekler! Kışın bir tane dahi göremeyeceğiniz altın rengi kelebekler bir anda üremiş, tüm ormanı kaplamıştı.
Genç elf Folwin, bu yaz için özellikle heyecanlıydı. Çocukluğundan beri sevdalısı olduğu Prenses Eloren ile, biricik aşkı ile düğünü vardı bu yaz. Binlerce şarkı, şiir yazmıştı sevgilisine. Her akşam gizli saklı derenin kenarında buluşurlar, hasret giderirlerdi. Artık gizlisi saklısı yoktu. Elf kral Gethmert uzun uğraşlar sonucu da olsa, aşklarını özgürce yaşayabilmeleri için izni vermiş, düğün hazırlıklarını başlatmıştı.
Bugün Folwin'in yapması gereken çok işi vardı. Bir aksilik olmaması gerekiyordu. Bu düğün öyle büyük ve görkemli olmalıydı ki, komşu elfler düğünün zarafeti altında ezilmeliydi. İlk önce dostu Carnarel'e uğradı. Carnarel genç, kaslı ve epeyce de yakışıklı bir gençti. Maalesef ki bir bacağı topaldı. Folwin dostuna sabah selamını verdi ve sarmaşıkların birbirine geçirilmesiyle yapılan koltuğa oturdu.
"Ne hoş bir sabah, öyle değil mi? " dedi Folwin.
Carnarel yazı masasından kaldırdı başını. Pek keyfi yok gibiydi.
"Öyle, öyle ama, bu hoş sabahta yalnız bıraktı beni ilham perilerim," dedi Carnarel, sıkıntılı bir geçirerek.
"Üzülme dostum," dedi Folwin, "ilham perileri geri geldiğinde çok daha iyilerini yazacağına eminim."
"Beni de korkutan bu, "diye cevap verdi Carnarel." Ya ilham perilerim geri gelmezse, o zaman ne olacak?"
Folwin cevap veremedi. Dostunu, can yoldaşını hiç bu kadar çaresiz ve karamsar görmemişti. Oysa Carnarel, çok neşeli ve şiir yazma konusunda çok yetenekli bir elfti. Folwin'in ricası üzerine onlarca şiir yazmıştı. Hepsi de mükemmeldi. Ancak Carnarel şiirlerini tekrar tekrar okuyor, sonra onların değersiz ve basit olduklarını düşünüp bir kenara atıyordu. Folwin ne kadar uğraşırsa uğraşsın, şiirlerin harika yazıldığını kanıtlayamamıştı.
"Hiç böyle olmazdım, Folwin," dedi sonunda Carnarel." Hiç. Aklıma fena şeyler geliyor hep, kafamı karıştırıp kayboluyorlar. Geceleri rüyalarıma giriyor kan revan içinde kalmış cesetlerin görüntüsü. Bilirsin takmam kafama böyle şeyleri, ama olmuyor işte. Yazmak istemiyorum, çünkü her kalemi oynattığımda mürekkepten siyah değil, kızıl akıyor."
Folwin oturduğu yerden ağaya kalktı ve arkadaşının sırtını sıvazladı.
"Beni korkutuyorsun dostum, gel biraz seninle dolaşalım. İyi gelir."
"Bana hiç bir şey iyi gelmez bundan sonra," dedi Carnarel. "Ama seni kırmayacağım, gezelim öyleyse."
Böylece beyaz çiçeklerin pırıltılar saçtığı yolu takip ederek derenin kenarına indiler. Kayalıkların üstüne oturdular. Algorther derlerdi bu dereye. Doğunun soğuk dağlarından, ısınarak gelir. Yavaş akar ama güçlü ve berraktır, gürdür. Önüne çıkanı sürükler durur. Elfler kayalıkların üstünde oturup muhabbet etmeyi, şarkılar söylemeyi pek severler. Hele ki derenin hararetlendiği günlerde kayalıkları döve döve, sıcacık suyunu sıçrata sıçrata akıp gittiği anı daha da severler.
"Ne zamandır yazamıyorsun?" diye sordu Folwin.
Carnarel başını kaldırdı, alev alev tutuşan yeşil gözleriyle Folwin' e döndü.
"Babam kaybolduğundan beri."
"Rüyalarına giriyor mu?"
"Hayır," diye cevapladı Carnarel." Hayır, çehresini bile unuttum babamın. Ne rüyalarıma, ne hayallerime ne de hatıralarıma uğrar oldu." Sesi belli belirsiz bir hüznün, öfkenin kıvılcımı gibiydi." Saçını, bakışını unuttum. O muhteşem sesini unuttum ya, kendimi daha da rezil hissediyorum, Folwin!"
Folwin bir kez daha arkadaşının sırtını sıvazladı, onun yanında olduğunu, her zaman da yanında olacağını söyledi. Onların bağları daha çocukluktan geliyordu. Carnarel'in babası gür ve kahverengi saçlarını tarardı hep. Folwin bunu hatırlıyordu. Dostuna anlattı. Zihninde babasını kaybeden dostuna tekrar hatırlatmaya çalıştı babasını. Ama Carnerel, öfkeyle elini salladı ve daha fazla dinlemek istemediğini söyledi Folwin' e.
"Sus dostum, sus. Babamı hatırlayıp kahrolmak istemiyorum."
"Babanı unutursan daha da kahrolacaksın!" diye bağırdı Folwin. "Babanın hayatta olduğunu ve elbet bir gün geri döneceğini söylemedi mi sana Yeşil Büyücü?"
Carnarel hışımla ayağa kalktı. "Yeşil Büyücü? O sadece Yeşil Büyücü. Ağaçlarla konuşur, onların nefesini dinler, gerekirse duygularına hükmeder. Ama babam hakkında hiç bir şeyi bilemez!"
"Büyücüler irfan sahibidir," diye hatırlattı Folwin. "Yeşil, Beyaz veya Gri, farketmez. O büyücü. Yapraklar, ağaçlar, ormanlar ona söyleyebilir babanın dönüp dönmeyeceğini."
Carnarel susup kaldı. Ama içinde kimbilir ne fırtınalar kopuyordu. Daha fazla arkadaşını üzmeden arkasını döndü ve gitti. Folwin'in başından aşağıya doğru buz gibi sular boşalmıştı sanki. Hem suçlu hem de haklı olduğunu düşünüyordu. O da daha fazla kalmadı derenin kıyısında. Rüzgarın uğultusuyla sallanan soluk fenerlerin ışığı altında, çimenlerin üstüne uzandı ve derin bir uykuya daldı.