Kayıt Ol

Kırık Kafa Tavernası

Çevrimdışı Rhuben

  • *
  • 4
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Kırık Kafa Tavernası
« : 23 Ağustos 2014, 18:14:49 »
Özet: Üç tane kafadar cüce, Buhar Mağarası'nın tepesine bir taverna açarlar. Amaçları yeteri kadar para toparlayıp, mağaradan ve düşmanlarından kurtulabilmektir. Ogre, verdiği sözde durmayacak. Bu üç arkadaş, amaçları uğruna bir çok şeyden fedakarlık etmeyi göze alacak ama bakalım o yürek, bu üç cüce arkadaşta var mı? Kim bilir, ummadık taş baş yararmış...

Birinci Bölüm
Taverna Kuruluyor

"Sanırım midemin ağrısından ölüyorum Hilmi!" dedi Halim, iki eliyle de midesini ovuyordu. Hilmi, kovuğun mutfağında, bir elinde tuttuğu yemek kitabına bakarak, akşam yemeği için yemek yapmaya çalışıyordu. Halim ise yerdeki döşemenin üzerinde, yatar haldeydi.

"Bu akşam ne yiyeceğiz bakalım?" dedi Halim. Hilmi, Halim'i duymamış gibi yapıp tavuğun göğsünü ortadan yarmaya devam ediyordu.

"Bu akşam da zehirlenecek miyiz ha?". Halim ısrarla soru sormaya devam ediyordu. Hilmi elinde parçalanan tavuğu tezgaha bıraktı ve arkasını döndü. Yüzünde bıkmışçasına bir ifade vardı. Hilmi tüm cücelerden birazcık daha uzundu. Havuç turuncusu saç ve sakalları vardı. Merlin'in sakalı aşkına! Sakalları boyu kadar uzundu yahu! Onları her sabah örüyor, akşam yatarken yatakta canını yakmasın diye çözüyordu. Halim ise tam tersine, sakal uzatmayı sevmiyordu. Bunun yüzünden sakalları köprücük kemiğine kadardı. Hilmi üstüne giydiği mutfak önlüğünün ucuyla alnında ki teri sildi. "Hakan gelene kadar böyle, beğenmiyorsan kendi yemeğini yapar yersin".  Onlar konuşup, tartışırken bir anda kapı açıldı. Tip olarak onlar gibi biri girdi içeri. Saçı başı ıslanmıştı. Elinde ki torba keselerini döşemenin üzerine bıraktı ve gülümsedi. "Merhaba dostlar!" Gelen ıslak hamburgere benzeyen cüce, Hakan'dı. Sesi borazan gibiydi. Hakan, diğerlerine nazaran o yumur yumur elleriyle harika yemekler ve iksirler yapardı. Hilmi zırhının üstüne giydiği mutfak önlüğünü tek eliyle iplerinden kopardı ve yere bıraktı. "Sen de geldiğine göre, ben de yatayım bari. Bu akşama tavuk kalbi yapmayı planlıyordum ama... Sen daha iyilerini yaparsın" dedi ve kendini Halim'in yanına, döşemeye bıraktı. "Umarım" diye ekledi gülümseyerek. "Dışarıda feci yağmur var. Üstümü değişeyim, yemeğe başlarım. Bir de önemli bir konu var" dedi mutlu mutlu Hakan. Ve ayak parmaklarının üzerinde odasına doğru ilerledi.

***

"Nasıl olmuş?" dedi Hakan eliyle masayı göstererek. Hilmi ile Halim'in gözleri açılmıştı. Hemen masanın etrafına doluştular ve yemeğe başladılar. Ağızlarının içine ne bulurlarsa sokuyorlardı, hatta Halim bir ara tabağı yemeğe kalkıştı. Neymiş? Üstünü sıyırmak istiyormuşmuş.

"Gorçokton, horoko!" Ağzında bir dolu yemekle konuşuyordu Halim. Hakan, Halim'in dediklerinden bir şey anlamadığı halde teşekkür etti.

Yemekten sonra hepsi kendi odalarına çekildiler. Hakan onlara bu gece bir şeyi anlatmamıştı. Unutmuş, yarına saklamıştı. Yarın gerçekten büyük gündü. Hilmi ile Halim çoktan uyumuşlardı.Yarın olacaklardan habersiz.

Ertesi gün, üçü de aynı anda uyandı. Sırayla lavaboya girdiler ve yüzlerine mağaranın kenarından akan Nur Nehri'nin buz gibi suyunu serptiler. Ardından yemek masasına oturdular. Ve Hakan, vakit kaybetmeden konuşmaya başladı. "Arkadaşlar... Dün akşam buraya gelmeden önce biriyle konuştum... Daha doğrusu birinin adamıyla." Hilmi ve Halim yemek yemeyi bırakıp, dikkatlerini Hakan'a verdiler. Hilmi "Eee?" dedi. Hakan "Eeesi... Bizim taverna işi oldu... Ancak..." demeye kalmadan Hilmi ile Halim yemek masasından kalkıp dans etmeye ve şarkılar söylemeye başladılar. Hakan gülümsedi ama sonra tekrardan somurttu. Ve sesini biraz daha yükseltti. "Ancak, Ogre ile görüşmemiz gerek. Taverna'nın ilk şöleninde ki hasılatın yarısından fazlasını ve her gün her öğün bedava yemek verilmesi karşılığında, Öz Dağı'nın, Buhar Mağarası'nın tepesinde ki yeri bize vereceğini söyledi." Hilmi ve Halim oynamayı kestiler ve masaya oturdular. Hakan ayağa kalkıp masada ki tabak çanakları mutfağa götürdü. Geri geldiğin de döşemeye attı kendini. Hilmi "Öyleyse hemen başlayalım çalışmalara... Ogre işini de... Düşünürüz artık" dedi. Halim de başını onaylarcasına salladı. Ve üç kafadar, mağaraların da işe yarayacak ne varsa, her şeyi topladı ve Öz Dağı'nın, Buhar Mağarası'nın tepesine doğru yol almaya başladı.

Taverna'nın durumuna bakmak için tepeye, en tepeye kadar tırmandılar. Aralarda mola verdiler ve seyyar satıcılardan, taverna için gerekli olabilecek malzemeler aldılar. Yol boyunca şarkılar söylediler, eğlendiler. Yorulmalarına da değdi. En tepeye geldiklerin de, taverna önün de bir goblin onları karşıladı. Güle oynaya gelen kafadarlar bir anda yüzlerine ciddi bir ifade takındı. Hilmi bir kaç adım daha önden yürüdü ve her üçü de goblinin önüne gelince ellerindeki torbaları yere bıraktılar. Hilmi hiç tereddütsüz "Çekil yolumuzdan pis..." diyecekken, Hakan kolundan tuttu ve geri çekti. "Ogre efendi nasıl? İyi mi?" diye gobline yağ çekmeye başladı. Goblin dillerinden anlamıyordu. Hakan elini cebine attı ve bir kaç altın alıp gobline doğru fırlattı. Sonra da Hilmi ile Halim'e dönüp "Dilimizden anlamaz ama paramızı tanır" dedi. Goblin gülümseyerek ve elinde ki altınları sayarak kapıdan kalktı, kafadarlar ise tekrardan poşetleri alıp tavernanın içerisine doğru girdiler.

Gördükleri manzara pek iç açısı değildi. Hakan bu durumu iyiye çevirmeye çalışarak "Daha beteri de olabilirdi ha!" dedi. Hilmi ile Halim'de yüzlerini asarak içeri girdiler. Taverna oldukça genişti. Ve içerisi örümceklerin yuvalarıyla doluydu. Masalar çürümüştü, sandalyelerin bir ucu göğe bakıyordu. Diğer ucu yoktu bile! Hakan ile Hilmi çürük ve işe yaramaz her şeyi dışarı çıkardılar ve olduğu gibi kapının önüne yığdılar. Halim ise yerleri süpürmeye başladı. Ağzı yine susmuyordu.

"Atalarımız mağaralarda maden toplarken, biz neler yapıyoruz neler..." sesinde de bir mutsuzluk vardı. Hakan ile Hilmi durumdan gayet memnun gibiydiler. Hakan sözünü yine tekrarladı. "Daha beteri de olabilirdi. Neyse." Elinde ki son çürük sandalye parçasını da dışarı attıktan sonra konuşmasına devam etti. "Bu akşam Ogre ile görüşeceğiz. Tabii, yeni malzemeleri..." Konuşurken arada soluklanıyordu. "...aldıktan sonra". Hilmi ile Hakan aşırı terlemişlerdi. Halim ise onlardan çok ağır iş yapmış gibi, işini bitirdikten sonra dışarı da bulunan taşın üzerine oturdu. Üçü de oldukça susamıştı. Halim, karşısında duran kuyuyu fark etti. Ve Hakan'ı çağırdı. Hakan kuyuya doğru bakmak için biraz eğildi ve kuyunun dibini göremedi. Hilmi'ye "Sen şu kuyudan su çıkarmaya bak, ben Halim ile malzemeleri alayım" dedi. Hilmi, kuyunun içerisinde bulunan makarayı çevirmeye başladı. Hakan ile Halim, yola çıkalı yaklaşık 2 saat oldu ve Hilmi'de onlar yola koyulduklarından beri makarayı çeviriyordu. Çevir anam çevir. Çevir de çevir. Kova bir türlü gün yüzüne çıkmıyordu. Tam pes edecekken, karşısında Hakan'ı gördü. Hakan tepeye şarkılar söyleyerek çıkıyordu. Hilmi'nin gözleri haliyle Halim'i aradı ama Halim ortalıkta yoktu.

Hakan, Hilmi'nin yanına gelince "Çıktı mı bir şey?" dedi. Hilmi iki elini de çaresizce yana açtı. Halim'i merak ediyordu. "Hal..." cümleye başlayamadan Hilmi, Hakan'ın koluna girdi ve onu içeriye soktu. Kapıyı kapadı ve o az önceki hali, yoktu. Sanki maske takmıştı. "Halim geliyor, malzemeleri şu küçük yaratıkların sırtına koydu. Ona bir kaç altın da verdim. Yavaşça geliyor. O hepsini yerleştirir. Biz şimdiden Ogre'ye gidip bi' şu durumu konuşalım yahu. Açmadan batacağız!" Oda da volta atmaya başladı. Hilmi onaylarcasına başını salladı ve "Ee, hadi o halde. Gidelim bakalım" dedi. Hilmi zırhının üstüne giydiği pelerinini aldı ve kapıya doğru yöneldi. Hakan ile tam çıkacaklarken Hakan başına hafifçe vurdu. Bir şey unutmuş gibiydi. "Yahu, nasıl aklıma gelmez. Ogre'ye yemek yapmam lazım. Onu memnun edebilmek için." Hilmi gülümsedi. "Yapıver birşeyler. Hemen." dedi. Hakan yerden bir tahta aldı ve ellerini tahtanın üzerine gezdirdi. Sihirli kelimeler mırıldanıyordu. Hilmi ters ters baktı. "Ne gizli saklı yapıyorsun, bağıra bağıra söyle. Hiç sihirli söz duymadım şu hayatıma kadar." Hakan ona sen bilirsin bakışı attı. Ve bağırmaya başladı. "Bu tahta, oluversin bir kanat. Yoksa üzülecek bu zât!" Hilmi kendini gülmekten tutamadı ve bir kahkaha patlattı. "İyi ki büyücü olarak doğmamışım" Gülmeye devam ediyordu. Hakan ise rencide olmuş gibiydi, yanakları pembeleşti. Ama bir anda tahta, pişmiş bir tavuk kanadına döndü. Hakan hemen bir bezin içerisine sardı ve yola çıktılar. Tepeden aşağı inmeye doğru başladılar. Buhar Mağara'sının tam arkasından da Halim geliyordu. Elinde avucunda ne kadar altın varsa hepsini küçük yaratıklara kaptırmış, üstelik yolun yarısından itibaren de kendi taşımak zorunda kalmıştı. Malzemeleri teker teker tavernanın önüne getiriyor, içeri özenle ve sırayla diziyordu. Taverna adam akıllı bir görünüme sahip olmuştu artık.