Kayıt Ol

Doğum Günü Hediyesi

Çevrimdışı Marjuarane

  • *
  • 46
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Doğum Günü Hediyesi
« : 05 Eylül 2014, 00:23:42 »
1

"Lara,kızım,bugün annenin doğum günü, bak müzik aletleri satan bir dükkan..."

"Aman baba yine mi mandolin?"

"Ah kızım... hem bak bunun dışı bakan kişinin gözlerindeki renge göre değişiyor; şu gördüğün ekrandaki alıcılar var ya; gözlerdeki rengi algılayıp, o içlerindeki zerre kadar kaydedicilere kaydedip mandolinin en dış kısmındaki saydam yüzeye uyguluyor, eşleştiriciler; renklerin tonlarını ayarlayıp ya da rengin diğer renklerle olan senkronizasyonunu en yüksek seviye olasıkla sağlayıp ince katman halindeki dış yüzeyin en dış kısmı -
na uygulayabiliyor, birleştirici sistem; incecik katmanı ortadan kaldırıp iç kısımdaki ana göz rengiyle
dış kısımdaki tonlarına ayrılmış ya da eşleştirilmiş renklerin karışımını sağlıyor. Sonra sen saydam kısma baktıkça içindeki renklerin değişimini görüyorsun. Ayrıca mandolin kullanıldıkça ortaya çıkan sese uygun renklerin değişimini sağlayan interaktif bir sistem de mevcut. Mandolin harekete duyarlı; annen parmaklarını oynatsa yeter.

Hareket algılayıcı sistem annenin parmaklarının hareketlerini dijital haznesine kaydedip depoluyor. Annenin parmak hareketlerine göre çıkan melodi kaybolmuyor da yeniden oluşturuluyor.
Onun bir parmağını oynatıp melodinin başlangıcını sağlaması yetiyor; aynı melodiyi oluşturmak
için diğerlerini oynatmasına gerek yok. Mandolindeki yapay zeka dijital haznede depolanan hareketleri oradan alıp melodinin devamını sağlıyor. Melodiyi oluşturan hareketlerin oluşumuna göre sesin perdesini ayarlayan bir sistem de
mevcut.Bu sistem sesin perdesinin incelip yükselmesini hatta kreşendoya ulaşma oranını,basını, tizini ayarlayıp insanların kulaklarındaki reseptörlerle münasebete girip en temiz ve ayıklanmış sesi ortaya koyuyor. Ses melodiyi dinleyenlerin kapasitesine göre ayarlanıyor.Şayet annen o
ezgisel sesinden bir buket bahşederse mandolinden çıkan ses  onun sesinin perdesine göre hareket  ediyor.İki sesin enfes bir uyumu sahneleniyor.

Bu mandolinin üç boyut seçeneği de var; istersen renklerin değişimini sağlayan
saydam kısmı ortadan kaldırabilirsin.Küçültme sistemi devreye girdiğinde saydam kısım akışkanlaşıyor  ve mandolinin ana kısmındaki maddedeki boş keseciklere akıyor; onun bir parçası oluyor. Tekrar oluşturmak  istersen sistemin sağladığı yüksek düzeydeki titreşimlerle kesecikleriden ayrılan akışkan sıvı tekrar saydamlaşıp dış yüzeyi oluşturuyor.Şu zamanda prototip halindeki küçültme aletini de kullanıp cebine sığacak kadar boyutunu küçültebilirsin.Ve en önemlisi güzellik tanıma teknolojisivar; annen dünyanın en güzeli olduğuna göre mandolin sadece O'nu tanır,sadece O'na özel tıpkı gözlerim gibi..."


"Off baba,ne çok konuştun, al da gidelim mandolini,vapur
kaçacak."


"Öyle deme kızım ne de olsa benim tasarımım burda en son
rütuşları yapıldı,annene basit bir doğum günü hediyesi
vermek olmaz..."

2

“Of baba, ne çok konuştun, al da gidelim mandolini, vapur kaçacak.”

“Öyle deme kızım…” diye devam ederken adam sözlerine, kızına karşı konuşmaya devam ederken bir de beynindeki bir kısımda şüpheli düşünceler oynaşmaya başlıyordu.

Nitekim sözünü bitirdiğinde; beynindeki koridorların birinde sonlarına doğru bir odaya açılan üstünde ‘dikkat’ yazan bir kapı bulunuyordu ki şüpheye düştüğünde o koridora giriyor ve düşünceleri yoğunlaşınca da o odaya başvuruyordu. Oraya girdiğinde bir sinyal düştü ve ‘hemen oradan uzaklaş’ diyordu.

Adam kızının konuşma tarzındaki yoğunluğu, sesindeki alçalıp yükselen vurgulamaları, ton davranışlarını ve değişimini fark etmişti ki beynindeki o odaya sinyali gönderen arkadaşı bunun sonucunu anlamasını sağlamıştı

Oradan yavaş yavaş uzaklaşmaya başladı zira yanındaki kızı değil onun kopyalanmış haliydi ki bu arkadaşının gönderdiği sinyalin açılımıydı. Bir anda harekete geçip adımlarını hızlandırırken onun bu devinimiyle beraber yanındaki de beyninde bulunan alıcıya düşen ve onun verdiği direktiflerle harekete geçerek peşinden gitti.İkisi arasında kovalamaca devam ederken, havada her çeşit uçan arabaların ve diğer araçların gürültüleri onların adımlarının seslerine karışırken önlerine bir park kapısı çıktı. Öndeki olan cebinden cansız nesnelerin fazını değiştiren silahını çıkarıp ateşledi ve demirden yapılmış kapı onun geçebileceği şekilde sıvılaştı ancak bazı kapılardaki koruma sistemi devreye girip nesne tekrar katılaştı ve bu sayede peşinden gelen ardında kaldı.

Eskilerin tabiriyle polis,asayişi sağlayan düzeni koruyanlardan biri olan bu adam, ana başlığı kızının durumu düşünceleri içinde bir parkta oturup kaybolurken yanına yavaşça minik bir kedi yaklaştı.O, hayvana baktığında sadece onun gibilerde bulunan –gözlerindeki; nesneye baktıkça aslında ne olduğunu gösteren- lenslerdeki yapı devreye girdi ve karşısındakinin normal bir canlı değil, canlı organizma üzerine giydirilmiş robotik bir oluşum olduğunu anlamasını sağladı ve hemen oradan uzaklaştı.

Kendilerine ‘yüce konsorsiyum’ üyesi diyen birilerinin bu adam gibi ‘özel yetenekler’ e sahip insanları avlamak için uyguladıkları yöntemlerden biriydi bu robotik yapı. Bazen de tanrılığa soyunan bazı kötü niyetli bilim adamlarının insanların,hayvanların ve insanımsı canlı varlıkların genleriyle oynayıp onları birbirleri arasında transfer edip oluşturdukları ve onlara yönlendirebilir düşünme yetenekleri verdikleri türler de kullanıyordu ki bunların sayısı çok azdı ve çok zor durumlarda tercih ediliyorlardı.

Kedi ,hızla peşinden giderken onun kurulum sistemindeki yapay zeka yetişemeyeceğini anlayınca oluşum parçalandı ve minik minik kelebeklere dönüşürken bu şekilde adama iyice yaklaşmıştı. Düzen koruyucusu bunu görünce doğum günü hediyesi olan mandolindeki sadece kendisinin bildiği ve karısının bileceği bir kısma dokununca enstrümanın hafızasında depolanan parmak hareketlerinin sesi, dalgalar halinde müzik aletinin uç kısmına geldikçe desibeli çok yüksek seviyelere çıkarak çok şiddetli sonik yayılımlar halinde havada ilerliyordu ve bu salınımların yoğun kuvveti minik robotik kelebeklerin sistem mekanizmalarını sekteye uğrattı ve onların uçuşunu bir süre durdurdu.

Bu minik makineler insan derisine dokunduğunda oraya yapışıyor ve daha da küçülerek gözeneklerden canlının vücuduna girdikten sonra kana karışıyor ve taşıdıkları oldukça güçlü zehri kan dolaşım sistemine bırakıyor ve teslimat sonunda çok kısa bir sürede alıcı zehirleniyor ve ölüyordu. Neyse ki Laisuja ismindeki bu adamın adresine ulaşılamamıştı.



“Kızının tutulduğu binayı buldum Laisuja ancak peşimde Yüce Konsorsiyum üyelerinden biri var ve şu anda ondan kaçıyorum”

“Sen bana bulunduğun yerin bilgilerini gönder. Hemen çıkıyorum.”

Laisuja ile kaçan kişi arkadaştı ve onu uyaranda oydu. Yağlı ve pis bir yolda,puslu ve yağmurlu bir havada hızlı hızlı koşuyordu ve adeta ayaklarının altından yer siliniyordu.Bu arada kaçarken çamurlu ve yağlı su birikintilerini yolun kenarlarına tüneyen dilencilerin üzerine boca etmişti.

Onlardan bir tanesi öfkeyle; “ahmak herif, ne yaptığını sanıyorsun, ben senin…” dedi bağırarak

“Bence hepiniz toz olun burdan ya da ben sizi toz olmuş gibi gösterebilirim ama vaktim yok zira arkamda Heinrich denen Yüce Konsorsiyum üyesi var” dedi ve sözleri dilencilerin kulaklarından hiç bekleme yapmadan bir bir geçti ancak onun söylediklerini anlamaları onlara bir fayda sağlamayacaktı. Yüzleri iyice sararıp küle dönen insanlar tam ordan defolup gitmeye hazırlanırken Alman asıllı sarışın onları gördü.

Yüce konsorsiyum üyesinin elinde çok tesirli bir silah bulunuyordu ve o dilencileri işaret ederek onu ateşledi.

Silahtan çıkan hüzme, dilencilerin sayıları ve hareketleri doğrultusunda içinde gaz dönüştürücü mikro kapsüller ve onların daha da içinde de nano tüpler bulunan küçük parçalara ayrıldı.Kapsüller havadaki gazları algılayıp gaz tüneli sayesinde nano tüplere aktardıktan sonra onlar orada bir dizi kimyasal reaksiyondan sonra sıkıştırılıp depolandı.

Parçacıklar yağmur damlalarını içlerine alıp mikro kapsüllerle nano tüpler arasındaki bölgede oksijen gazının etkisiyle onları alevlere dönüştürdü ve havayı bedenleyip dilenciler dahil bir çok insanın gözlerine yerleştirilen algılayıcılardan da kurtulup görünmez oldu ve bir katil misali onlara yaklaştıkça bölünerek birbirini kopyaladı.

Bu kötü şanslı insanların üzerlerindeki giysilerin kumaşlarından geçip dokusunu tutuşturup insan bedenindeki solunum yapan gözeneklerden girip deride de yağma misali tahribat yaptı.

Parçacıklar içeri girdikten sonra -dilencilerin bunu engellemeleri imkansızdı ancak doğa üstü özel yeteneklere sahip bazı insanlar bu silahtan haberdardı ve bu girişi engellemek adına çaba sarfediyorlardı-  onların içsel sıcaklığını arttırarak nano tüplerin mikro kapsüllerden ayrılması için gerekli olan sıcaklık derecesine ulaştı ki bu nano tüplerin moleküler bağlarından kurtulması içinde gerekliydi.

Nano tüpler aynı sıcaklıkta genleşerek içlerinde depoladıkları zehirli gazları onların içinin her tarafına bıraktı.Ayrıca mikro kapsüllerin dış kısmındaki sistem beyinden sinirlere giden iletilerin frekansını bozup onları iş görmez hale getirdi ve kendi elektriksel dalgalarıyla sinirleri kuruttu ve hareket sistemlerini yıktı.

Tüpler içteki her alanı her sistemi ziyaret edip gazları bıraktıktan sonra,dilencilerin içsel enerjilerini ki bunlar hücrelerdeki enerji santrallerinin ürettikleriydi ve onlar boşalan depolarına doldu. Bedenin soğumasıyla beraber mikro kapsüllerle tekrar birleştiler ve geldikleri gibi aynı yerden çıkış yaparak havada asılı kaldılar çünkü yerçekimi kuralı onlarda pek rağbet görmüyordu.

Yüce konsorsiyum üyeleri, bir zamanlar hiç kimsenin kaçamayacağı bir hapishanede tutulurken binanın ‘öngörülemeyen bir kaza’ sonucu tamamen alev almasıyla ordan kurtulduklarında aniden önlerine çıkan ve uzak bir galaksiden dünyaya ‘rastgele’ düşen gizemli bir yabancının verdiği ve onun gibilerin boyunlarını taktığı kristallerin görme merkezine uyguladığı güçle toz zerrecikleri olan parçaları bile fark edebiliyorlardı. Heinrich,parçacıkları tutup silahın mermi tüneline tekrar yerleştirdi. Bu sayede insanlardan alınan enerjiyle silah hem şarj olurken hem de aldığı enerji gücünü tekrar dönüştürerek hüzmeye çeviriyordu.

Dilencilerin hepsi yok edilmişti.

“Laisuja nerdesin?” dedi kaçan kişi, arayı biraz açmıştı.

“Gökyüzü Köprüsü’ nden aşağılara, senden aldığım verilerin verdiği sinyale doğru geliyorum.”

“Çabuk ol!”

Ve yoldan ayrılıp bir binaya girdi.Heinrich de onun ardından girdi ve onu görür görmez silahını ateşledi ancak bulundukları binanın tavanı patladı zira Laisuja aracındaki silahlar sayesinde bunu gerçekleşmişti. Birbirini kopyalayan parçacıklar tam arkadaşına doğru yol alırken yukardan inen araca çarptı. Laisuja arkadaşını da alıp oradan uzaklaştı.



İnsan ırkı kendi kendisini, diğer ucube türleri, kopyalanmış canlıları ve yapay zekadan mamul insansı robotları yok ediyordu ve aralarında bir savaş vardı.Onun sonucunda binlerce insan ve tür yok oldu.Onlarca ülke harap olurken bir sürü toplu mezar oluştu. İnsanlar ve diğerleri bundan sonra tek bir ulus olmayı kararlaştırdılar. Bir süre tam olmasa da refah içinde giden dünya kendilerine ‘Yüce Konsorsiyum üyesi’ diyen liderleri Robert Chairlan adındaki bir suçlu olan insanların ortaya çıkmasıyla kaos patlak vermişti.

Ve Savaş onlarla beraber yeniden başladı.

1- Mart 2009 tarihinde yazıldı

2-Mayıs 2014 tarihinde yazıldı

 

Çevrimdışı Marjuarane

  • *
  • 46
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Doğum Günü Hediyesi
« Yanıtla #1 : 05 Eylül 2014, 00:38:03 »
3

“Günlük yaşamımızda hayatımızı kolaylaştırmak için makinaları ve teknolojik ilerlemelerle beraber daha da geliştirilmişleri olan robotik sistemleri kullanıyoruz ki daha da bu konuda yol kat etmemiz gerekiyor. Ben ve bilim adamları arkadaşlarımın üzerinde çalıştığı yeni bir projeden bahsedeyim size: İnsanı insan yapan fiziksel özellikler üzerinde – teknolojinin bizden esirgemediği büyük yardım severliğiyle, genetik mühendisliğinin ve bununla paralel biyolojik atılımların, bilgi birikimi yüksek ve bir o kadar deneyimli bilim adamlarının sayesinde- ‘oynamalar’ yapacağız. Bu sayede sosyal yaşamımız ve toplumsal kalitemiz daha üst seviyelere çıkacak diye düşünüyoruz. Ayrıca bizim grubumuzun birçok projesi daha var ancak üzerine konuşmak için daha erken.” (‘Biz Zamana Değil Zaman Bize Ayak Uyduracak’ bilimsel konferansından, Savaştan yıllar önce/ Seattle A.B.D)

Savaştan Sonra

Yüce Konsorsiyum üyesi Heinrich, kendileri için en büyük tehdit olan ve önlem almazlarsa onlar için çok daha fazla sıkıntı yaratacak olan bu ‘özel insanlar’ dan birisini belki de ikisini yakalama fırsatını kaçırmıştı.
Dilencilerin hücresel enerjileri ile dolu olan silahın şarjı da boşalmıştı. Öfkeli ve bir o kadar da canı sıkılmış Heinrich, kendisinin bulunduğu yerde dolanacak kadar şanssız olan, ki insandan ‘beni benim klonuma nasıl tercih edersin Sarah, oysa ben senin kopyalanmamış olanını sevmiştim’ diye sesler gelirken onu işaret ederek yüksek teknolojinin ikramı ve bir o kadar da ayrıntılı düzeneklere sahip silahını ateşledi ve ses kesildi. Talihsiz insandan alınan enerjiyle alet tekrar şarj olup faal hale geçti.

Bir nevi gasp edilen hücrelerin enerjileri birbirlerine perçinlenmiş silahtaki yapay zekanın kontrol ettiği minik robotlar için gerekliydi bir de şarjı için. Beş tane özel yapım merminin ardı ardına sıralanmış ve o kısmın üstüne içerisinde gaz bulunan minik boru yerleştirilmiş aynı bölümün iki kenarına da beşer tane olmak üzere küçük robotlar koyulmuştu. Her robotun bulunduğu yerde onların gaz borusuna ulaşabileceği şekilde oraya çok ufak kapakçıklar monte edilmişti ki onlar kapağı açıp boşluğa avuçlarını dayayıp gazı çekiyorlardı. Avuçlarının iç kısmından,kolundan,omzundan gövdesine doğru vakumlu bir sisteme sahip içerisinde gazın ilerleyebileceği yapıda küçük borulardan ilerleyen kimyasal madde onun iç bölgesine ulaştığında zaman ayarlı mekanik düzenek sayesinde başka gazlarla karışıp daha da içerisindeki zehrin tahribat miktarını arttırıyordu. Bu durum gaz dönüşüm safhasının birinci aşamasıydı. Daha sonra gövdesinden diğer koluna aktarılan karıştırılmış gaz robotun avucundan sadece bu silah için tasarlanan merminin alt kısmındaki açılır kapanır bölümden gaz boşalıyordu. Böylelikle daha önceden merminin içerisine yerleştirilen mikro kapsüllere gaz akışı sağlanıyordu ve onlar içinde de nano tüpler vardı. O, sırada bulunan ilk baştaki merminin dış kısmı tetiğe basıldığında namluya gidiş yolunda ayrıştırılıyor ve silahın ucundan çıkarken mikro kapsüllerin havada serbest kalabilmesi için hüzmeye dönüşüyordu. Parçalanan mikro kapsüller hedefe ulaşmadan önce havadaki gazlarla etkileşime geçip kimyasal reaksiyonlarla gaz dönüşümünün son safhasını da gerçekleştiriyordu ki böylelikle zehir yüzde yüz ve tam kıvamında oluyordu. Bu parçacıklar insan vücudunun içinde işini gördükten sonra boş olan depolarında topladıkları hücresel enerjiyi mermilerin bulunduğu sıranın silahın ucundan bakılınca arka kısmına koyulduklarında robotlar mikro parmaklarındaki toplayıcılarla kendilerine aktarıyorlardı. Görevi layıkıyla tamamlayan mikro kapsüllerin işlevi sona eriyordu.

Silahın görevini yapabilmesi için bu enerji yapay zeka kontrolündeki robotlara ve şarjına gerekliydi. Bu aletten sadece beş tane vardı ve tamamı Yüce Konsorsiyum içindi. Hiç hataya yer bırakmayan Parmak izi kontrol teknoloji sayesinde de sadece onlar kullanabiliyordu.

Bu silah için özel tasarlanan mermilerden birini Heinrich yuvasına yerleştirdi.

Hangi zamandan ya da nerden geldiği belli olmayan gizemli yabancı ve yüce konsorsiyum denilen grubun nasıl ortaya çıktığıyla alakalı farklı farklı söylemler, dedikodular ağızlardan ağızlara ufak seyahatler ediyordu. Doğru ya da yanlış oldukları belli değildi kurulan cümleler arasında gezen bu yolcuların. Asparagas olma ihtimali daha yüksekti bunların kimilerine göre.Ortalıkta başıboş dolanan dedikodulardan biri de şöyleydi;

Göklerin derinliklerinde bir yerde ‘sonunda buldum sizi’ dedi sarı-yeşil karışımı bir sarkık dudağın sahibi.Gözlerinin eğimli bir yapısı olup derisi sarkan insanlar gibi göz kapakları onların üzerinden sanki bir kapının üzerinden asma yaprağı gibi salınıyordu.Onlar içinde de elmas biçiminde mavi-lacivert karışımı göz küreleri vardı.
Ayakları tamamiyle temas ettiği yüzeyi kaplayan bu canlı, çalmış olduğu kristale benzeyen bu nesneleri sarı-yeşil tonlarıyla beneklenmiş üç parmağıyla kapsadı ve mutlu mesut bir şekilde aldıklarını sarkık vücudunun iç derisine sakladı.Ancak hesaba katmadığı ve farkında olmadığı ise kendisinin Haramcho birliğinin elemanları tarafından izlendiğiydi. Nitekim O’nu suçüstü yakaladılar.

Haramcho birliğinin lider konumundaki Simuna gezegeninin başkanı Tubula’ nın adamları onu götürdüler ancak ne tür bir şey aradığını anlayamamışlar ve de bulamamışlardı ki yaratığın aldıklarından daha farklı şeyler keşfettiler onda. Onun için sıkıntı ise yasak bir odanın sınırlarında görülmüş olmasıydı.Başkanın karşısına çıkarılır çıkarılmaz Tubula, onu hiç bekleme yapmadan kratere atılmakla cezalandırmıştı.Tıpkı birkaç farklılık gösterse de ona benzeyen diğer yaratıklarla beraber söylenilen yere götürülmüştü.Atılan yer çok kısa bir sürede içerisine bırakılan herhangi bir nesneyi (canlı-cansız) sertleştirme yeteneğine sahip olup içindeki damarlardan verilen sıvıyla cisim çözünerek bulunan yüzeyden buharlaşıp boşlukta kayboluyordu ancak bu bir yok oluş değil mahkumların asıl cezalarını çekecekleri yere götürülmeleri için bir ulaşım yoluydu.

Kraterin üzerine kurbanlarını attıktan sonra birlik elemanları ayrıldılar.Diğer cezalandırılanlar çoktan buharlaşırken iç derisinden kristallere benzeyen nesneleri çıkaran yaratık da katılaşmaya başlıyordu.Kristaller, kraterin içinde birbirlerine ışınlar göndermeye çabalıyor ve beş tane nesneden çıkanlar foton foton onun cezalandırıldığı yerde hızlıca birirkmeye başlıyordu.Sonucunda kırmızı,mavi ve gümüş renginde bir kapı oluştu.Neredeyse sertleşme durumuna gelen yaratık son gayretiyle kapının içine girerek ortadan kayboldu.

Hava oldukça sıcak ve bir o kadar da kuruydu ki getirisi toprak için kurak olmaktı.Onun yağmur çığlıkları yüzeyinde amaçsızca dolanıp duruyordu. Akbabaların devamlı tepelerde uçup aç gözlerle kurak topraklara bakışlarının altında dümdüz çorak bir arazi uzanıyordu.Gözledikleri insanlar için oldukça verimsiz ancak kendileri için içtah açıcı yönden faydalı olan bu yerin gerisinde Whrom tall adında dünyanın en tehlikeli suçlularını barındıran hapishane bulunuyordu.Bugün aç gözlerle bakan kuşların bakışları oldukça parlaktı zira hapishanede isyan çıkmış ve kaçan beş mahkum onların gözetimi altında amansızca kaçıyordu.İsyan sırasında herhangi bir uçan cisim kalmamıştı.
Kaçan mahkumlar ise kurtulduklarını zannedip arkalarına bakmadan bu ıssız yerde koşuyorlardı.Çatlak toprakların üzerinde dolanan yeni çığlıksa avaz avaz bağıran insanların ayak sesleriydi.

“Yeter artık yoruldum, kimsenin takip ettiği falan yok. Zaten bu lanet yerde sadece biz ve tepemizde dolanan şu kuşlar kaldık.” Dedi umut yoksunu bakışlarla bir tanesi.
“Durmak yok, Jean.”
“Peki Chairlan nereye kaçıyoruz. Sanki bana boşa kürek çekiyoruz gibi geliyor,”
“Haklısın kardeşim ben de bilmiyorum bu tekinsiz yerden nasıl kurtulacağımızı,”
“Eğer tek kurtuluşumuz olan aracı havaya uçurmasaydın sevgili Chairlan şimdi havalarda uçuyorduk,”
“Sakın bana—“
İçlerinden en sıska olanı bağırdı;
“Beyler ileride biri var,”
“Burada bizden ve aptal kuşlardan başka kimse yok ahmak William.Kumlar sana oyun oynuyordur,” dedi canı sıkkın Chairlan.
“Hayır, orada kesinlikle biri var.Bilirsin ki benim gözlerim çok keskindir,”
“O konuda haklısın pislik. Yine de umutlanmak istemiyorum.”

Onların ilerisindeyse görünen, kumların içinde uçuşan hortum misali aynı alanda dönüp duran bir karaltıydı.Onlar oraya yaklaştıkça üzerinde siyah bir kostüm ve yüzünün yarısı kapalı olan bir suret gördüler ve daha da ilerledikçe yabancının arkasında beş kristalden çıkan ışınla şekillendirilmiş bir kapının görüntüsü bakışlarının giriş kısmından gözlerinin içine girdi.Ve durduruldular.

“Sen de nereden çıktın, bu uğursuz yere nasıl geldin,” dedi şaşkınlıkla Chairlan.
Bir sürelik sessizlikten sonra suret dile geldi.
“Siz bu hapishaneden kaçan mahkumlarsınız değil mi. Ben de sizi bekliyordum ve buradan kurtarmaya geldim,”
“Biz kimiz ki kurtarıyorsun?”
“Önemli olan bu değil sizi nasıl buradan kurtaracağım ki tek şansınız benim.Bana güvenmekten başka çareniz yok.Tabii bu isyanı bir şekilde haber alacak olan ya da çoktan almış olan klonları bekleyebilirsiniz. Aklınızdan geçenleri okuyabiliyorum.”

O ve mahkumlar ıssız araziden ayrıldı.
Hepsi de yabancı dışında uykudan uyanmışçasına ayıldılar.Ellerinde beş tane kristalimsi nesne vardı ve gizemli yabancı onlara hitaben dedi ki; “Bunlar sizindir!”

Laisuja ve kurtardığı arkadaşı araçla oradan çoktan uzaklaşmıştı.

Bütün insanlığı ve diğer türleri etkileyen ve bir çok ölümlere sebep olan büyük savaştan sonra dünya tek bir ulus haline gelmişti.Bu süreçten sonra teknolojinin çok hızlı gelişmeye devam etmesiyle harap olan dünyanın birçok yeri yeniden doğmaya başlamış apalama kısmına bile geçmişti.Savaştan önceki gelişmişlik durumlarını yakalayamamışlardı ancak o pozisyonlarının yakınlarında geziniyorlardı.Tamamen globalleşen gezegende ülkeler arasındaki sınırlar kalkmış ve insanlık hep birlikte barış ve huzur içinde yaşamak için çabalıyordu çünkü büyük yıkım, onlara neyin daha önemli olduğunu göstermiş ve bu savaştan dolayı çok şey kaybetmelerine sebep olmuştu. Öte yandan bu durum tamamen sınırlar konusunda globalleşmenin önünü açmıştı.

Günlerden bir gün bu gizemli yabancının ve beş insanın ortaya çıkmasıyla bu bütünleşme çabaları onların gelişlerinden yıllar sonra çatlamıştı.Topladıkları taraftarlarla sonradan kendilerine “Yüce Konsorsiyum” diyecek olan bu beşlinin direktifleriyle bazı yerler tekrar sınırlarını belirlemiş ve yeniden tek başına bir ülke olduklarını bütün dünyaya ilan etmişlerdi.Türkiye dünya bir ulus sisteminin içindeydi ancak Yüce Konsorsiyumun istediği yönde karar almış değildi.

Dünyada bulunan altı tane Gökyüzü Köprüsü’ den biri İstanbul’ daydı.Bu şehir teknolojik gelişmelere ayak uydurmuş yerlerden birisiydi.Odukça yüksek binaların cirit attığı,yerçekimine meydan okuyan arabaların,araçların uçabildiği,çok sağlam devasa sütunların,kolonların üzeründe köprülerin, yolların… kurulduğu bir yerdi.Burada sanki yeryüzü ile gökyüzü ikiye ayrılmıştı.Tren rayları yükseklere kurulmuş ve dayanıklık sağlayan maddelerin birleşiminden doğan sütunlar kolonlar kullanılmıştı. İki şehir içi yolculuk yapabilmek için kullanılan tren üst üste gidebilecek sağlamlıktaydı. Trenlerin rayların üzerinde hareket ettiği yer çok sert ve şiddet derecesi yüksek darbelere karşı dayanıklı bir malzemeyle kapalıydı.Gökdelenlerde olanlar pencerelerinden baktıklarında trenlerin hareket sesini duyabiliyorlar ancak onu göremiyorlardı.Üst durak ile alt durak ve yer arasındaki ulaşım yolu ile yolcular trenden inip binebiliyorlardı ve aşağıya ya da yukarıya ulaşabiliyorlardı.

Trenler oldukça güvenli ve hızlıydı.Yolcu pencerelerinin dış yapısı bilinen camken iç kısmı dokunulabilir ve parmak hareketleriyle yönlendirilebilir ekrandı.Örneğin cam kenarında oturanlar rahatlıkla her türlü görsel yayına ulaşabilip isterlerse parmak hareketleriyle okudukları dijital yayını önlerindeki koltuğun arka kısmında ya da istedikleri herhangi bir yere götürebiliyorlardı.Ayakta gidecek olanlar içinse trenin bazı yerlerine holografik ekranlar yerleştirilmiş ve yolcular kendi yolculuklarına ait nereye gideceklerine,duraklar arasındaki mesafenin ne kadar olduğuna… bunlarla alakalı sayısal değerlere ve daha fazla hizmete ulaşabiliyorlardı.Sanki çok uzun ve dolanan bir akvaryumun içerisinde kapalı alanda ilerleyen trenlerde seyahat edenler dışarıdan bakınca görülmeyen içeriden bakınca dışarısı görülen saydam maddeden etrafı izleyebiliyorlardı.

Heinrich binanın dışına trenlerin geçtiği kapalı alanlara bakarken emri altındaki görevlileri aradı ve aracı onlara tarif etti.Öncelikle peşlerine araçları göndermelerini ,olmazsa misketleri o da olmazsa yeni türü salık vermelerini söyledi.
Laisuja arkadaşına kendisinin de giydiği yeni ayakkabılar ve yeni bir elbise getirmişti.

“Bu elbise seni metalik kurşunlardan korur,” dedi
“Çelik yelek olmasın,”
“Hayır o değil zira onu delen mermiler mevcut. Bu onlardan çok çok daha iyi.Dışı süngerimsi ve elastik ve içinde metalik maddelerden yapılmış mermileri tutabilen ve hapsedebilen kimyasal yapışkan bir doku bulunuyor.Hiç bir şekilde metal ve metalimsi olanlar bu elbiseyi geçemez zira atılan nesne örümcek ağına yapışan sinek gibi temas ettiği anda durur.Ayakkabılarsa daha hızlı hareket edebilmek ve ihtiyacın olursa daha fazla sıçrama yapabilmen için.”
“Bu arada bizi takip eden misafirlerimiz var Laisuja.Eminim ki aracın elektirksel sistemini bozmak için daha öncelerinden bildiğim gibi akım dalgaları gönderecekler.”
Laisuja arabanın camındaki dokunulabilir ekranda 5 numaralı tuşa dokundu. Arkadakilerin gönderdikleri akımlar araçlarına çarptı ancak onlara kovalayanların bekledikleri olmadı zira arabadaki akım toplayıcı kanallar dalgaları etkisiz hale getirdi. Laisuja, başka bir tuşa basarak akımın bir kısmını onlara geri göndererek kendi silahlarıyla vurdu.Arkadakilerin sistemi durdu ve onlar yoğun hava trafiğinde aşağılara doğru inişe geçti.
“İşte bu, kurtulduk onlardan,”
“Hemen sevinme bence,”
“Bu arada Laisuja, kızının tutulduğu bina çok güvenlikli.Diğer arkadaşların da yardımı lazım,”
“Şuradan bi kurtulalım da,”

Kullandıkları araç devasa Gökyüzü Köprüsü’ nün kolonlarından tepesine çıkıyordu ki vardıkları anda başka bir aracın içinden küçük küçük misketler atıldı.Bunların ne olduğunu bilen Laisuja’ nın arkadaşı İgnacio, aracı kullanırken yeni bir tuşa dokunmak için önündeki ekrandan -zira penceredekini önüne almıştı -parmaklarını hazırladı.Misketler cama dokundukları anda ön camın sağ ve solundaki küçük ama etkili akım atıcılar onların işini gördü.Bunlar vantuz misali dokundukları yüzeye yapışıp kendilerine içeri girecek yol bularak patlayabiliyorlardı.

Kaçmaya devam eden bu iki kişi hiç rahat değildi zira araçtaki uyarı sistemi adeta onlara her ne kadar teknolojik donanımlı arabaya da sahip olsanız şu size doğru gelen katil iki füzeden kurtulamazsınız diyordu.Aracın bu ölümcül silahları durdurma yeteneği yoktu bu yüzden onlar altındaki kaçış kapağından yere doğru inişe geçtiler ve diğer uçan arabalardan birinin üzerine düştüler.Sanki bir derenin diğer tarafına geçmek için koyulan taşların üzerine basar gibi uçan arabaların üzerinden bir bir sıçrayarak yüksek başka bir binanın çatısına ulaştılar.

“Baksana kim arıyor, deminden beri vızıldıyor şu telefonun,”
“Sude tabii ki,”

“Niye açmıyorsun Sude aradığımda telefonu,” dedi karşı taraftakine
“İşim vardı,boşver şimdi beni, nerdesiniz,”
“Sarıyerde yüksek bir binanın çatısındayız,”
“Beni güldürmek zorunda mısın, orda her yer yüksek,tam olarak nerdesiniz,”
“Binanın çatısına yakın sağ kısmında bir durağın girişi var.Onun gördüğü yapının üstündeyiz,”
“Anladım.”

Bir ses duydular, Sude kapattıktan sonra çatının diğer köşesinden gelen.Dönüp baktıklarında biraz şaşırdılar; teknolojinin bu kadar ilerleyebileceğini ve bilim adamlarının ‘gen’ transferinde daha önceden yasak olduğu halde bu kadar yol kat edebileceklerini ve şu an karşılıkları yaratığa dönüştürülebileceğine olanak vermiyorlardı ancak yeni gelen, sarışın olanın bahsettiği yeni türdü.

“Şimdi ne yapacağız İgnacio,”
“Tabii ki kaçacağız,”
“Ama onu altedebilme şansımız var. Bize bir nevi hediye edilen güçlerimizi kullanabiliriz,”
“Şimdi olmaz, kendimizi daha fazla açık etmemeliyiz. Bizim hakkımızda bir şeyler biliyorlar ama onların bildikleri yüzeysel. Şu durumda derine inmeleri için olanak vermemeliyiz o yüzden şu atlayışı yapalım hadi,”
“Sude ne olacak,”
“Onu haberdar ederiz,”
“Keşke şu elbisenin daha fazla özellikleri olsaydı,”

Yanındaki birlikte atlarken gülümsedi.
Haziran- Temmuz 2014