Kayıt Ol

Askeri Koğuşun Birinde Geceler

Çevrimdışı Acmert

  • **
  • 268
  • Rom: 24
    • Profili Görüntüle
Askeri Koğuşun Birinde Geceler
« : 30 Eylül 2014, 19:50:55 »
ASKERİ KOĞUŞUN BİRİNDE GECELER

“Annemi aramak istiyorum,” demiştim bir gece vakti.

Kimse dinlememişti sanki beni. Karşımdaki her yüz ağır adımlarla umursamamıştı beni. Başka da bir şey diyememiştim. Çünkü o cümleleri kurmak bile büyük bir külfet taşıyordu benim için. Epey içine kapanık biriydim anlayacağınız. Suskunluğumla bir şey başaramasam bile en azından başarısız da olmuyordum. Bu bir başarı mı bilemiyorum tabi ki. Ancak o zamanlar böyle davranmak başarı gibi görünüyordu gözüme.

Her neyse… Birkaç gece daha susmuştum o vakitten sonra. Yıldızları seyretmiştim ranzanın üst katında benim için ayrılmış yatakta. Ne büyük şanstı o yatak benim için, duvar kenarında olup gökyüzünün lacivert karartısından uzak kalsaydım üç bilemediniz dört gecede delirirdim. Çünkü o yıldızlardı benim tek dostum. Koğuşumdaki diğer kişiler gece boyu sohbet edip, uyuyup tekrar sohbet ederlerdi. Birkaç kez yatağımdan kalkmadan dinlemiştim ben de onların sohbetlerini. Genelde sohbetlerinin konusu düşmanı nasıl darmaduman edecekleri oluyordu. Ben de içten içe gülüyordum onlara. Gülünç durumdalardı muhakkak. Böyle düşünmemin iki nedeni vardı.

Birincisi; onlar koğuşlarında konuşmaktan başka bir şey yapmayan birkaç çelimsiz çocuktu. Aralarında on yedi yaşından büyük yoktu. Ben de on beş yaşındaydım o zamanlar. İkincisi ise ortada düşman falan göremiyordum! Evet, düşman falan yoktu işte. Tarih kitaplarında okuduğumuz hiçbir şey olmuyordu. Ne top ne tüfek sesleri duyuyorduk dışarıdan ne de bir yurttaşımızın öldüğü haberi geliyordu. Hem, hangi askeri koğuşta bir kütüphane dolusu kitap olurdu ki? Olmazdı işte.

“Düşman var!” demişlerdi bize bir gün televizyonlarımızı izlerken. “Ellisinden küçük, onundan büyük herkes askere alınacak!” İlk başta şaka sanmıştık elbet. Annem, babam, ablam ve ben gülmüştük yalnızca. Sonra bir akşam vakti gelmişlerdi. Almışlardı hepimizi televizyonlarımızın başından. Sesimizi çıkaramamıştık.

Bir kampa götürüldüğümüzü duymuştuk bizi aldıkları arabanın arkasındaki birkaç gençten. Ailesinden ayrı düşeceğini hiç aklın getirmeyen ben, bir anda yüreğimde korkuyla dolmuştum. Korktuğumda başıma gelmişti. Yerleştirildiğim koğuşta tanıdığım kimse yoktu. Bu garipsenecek bir durum da değildi aslında. O zamana kadar ailemdekilerden başka kimle tanıştım diye düşündüğümde aklıma televizyonda izlediğim dizilerdeki insanlardan başka kimse gelmiyordu.

Televizyonumu da özlemiştim. Gündüz kuşağındaki saçma programlar bile gözümde tütüyordu. Komedi dizilerine amaçsızca gülmeyi hatta savaş filmlerini görünce kanalı değiştirmeyi bile özlemiştim. Belki de bu yüzden diğer çocukların düşmanı darmaduman edecekleri yönündeki iddialarına gülüyordum. Savaşmak anlamsız geliyordu. Koğuşumdaki birkaç çocuk arada sırada kavgaya tutuşurlar, savaş filmlerindeki taktikleri birbirlerine uygularlar, sonunda da sıkıldıklarında koğuştaki hayat her zamanki monotonluğuna dönerdi.

Bir hafta kadar sonra dikkatimi bir şey çekmişti. O zamana kadar kimse tarafından el sürülmeyen kitaplar birkaç kişi tarafından okunur olmuştu. Herhalde çok sıkıldıklarından olsa gerek diye düşünmüştüm. Ama mantığım yine de almıyordu. Kim birkaç kağıt parçası karşısında saatlerce hiç sıkılmadan durabilirdi ki? Onlar yüzünden koğuştaki çekilmez hayat daha da çekilmez hale gelmişti. Birkaç kişi kitap okuyor, geri kalanlar sohbet ediyor ben de diğerlerinden iyice uzaklaşmış bir halde devlet tarafından hala yapılmamış açıklamayı bekliyordum. Açıklama geldiğinde ise yine bir gece vaktiydi. Koğuşun öbür ucunda bulunan ve önüne hiçbir şey konmamış olan duvar bir anda nereden verildiğini anlamadığımız bir görüntüyle tüm odayı aydınlatmıştı. Ekrana görüntüsü verilen adam altmışlarında bıyıkları kırlaşmış, kafasında saç kalmamış gözlüklü biriydi.

“Merhaba kutsal savaşımızın fedakar askerleri!” demişti adam. “Biliyorum, uzun zamandır bizden bir açıklama bekliyordunuz. Sizden gelecek olası bir karşı koymaya karşı açıklama yapmak için biraz zaman geçmesini uygun gördük. Ancak şimdi size makul bir açıklama yapma zamanı… Sevgili yurttaşlarım, bu savaş televizyonda gördüğünüz savaşlardan biraz farklı. Açık konuşmak gerekirse, o savaşlarla uzaktan yakından alakası yok. Çünkü bu seferki düşmanımız ne kanlı canlı bir devlet ne de uzaydan gelip dünyamızı işgal etmek isteyen yaratıklar değil. Ve bu düşman şehirlerimize saldırmıyor, yakıp yıkmıyor, bizi öldürmüyor. Bu düşman bundan daha tehlikeli… Bu düşman gündüzlerimizi çalıyor! Fark ettiğinizi sanıyorduk ama artık fark etmediğinize neredeyse eminiz.
Sevgili yurttaşlarım, neredeyse yetmiş yıldır gündüzler kısalıyor. Birkaç aydır günde yaklaşık sekiz saatlik bir zaman dilimi yaşıyoruz. Biliyorum, rakamlar korkutucu. Ancak bunlar gerçeğin ta kendisi! Korkuyoruz yurttaşlarım. Sizin korkmanız gerektiğini de biliyoruz. Sizi gecelerdir o koğuşlarda savaş için beklettiğimizi düşünüyorsunuzdur. Hayır, maalesef öyle değil.  Savaşımız şuan, şu dakika bile duraksamadan devam ediyor. Savaşımız o koğuşlarda. Size nasıl savaşacağınızı anlatamayız. Nasıl savaşacağınızı siz keşfetmelisiniz. Şunu bilmelisiniz ki, eğer kazanamazsanız günler biraz daha kısalacak ve dünyamız yok olacak! İyi şanslar!”
Açıklamadan sonra koğuşta oluşan sessizlik savaşmaya değerdi.

Artık kimse konuşmuyordu; kimse düşmanı darmaduman etmiyor, yalnızca yataklarında ya da orada burada sessizce düşünüyorlardı. Herkes benleşmişti sanki. Suskunların sayısındaki artış, kitapların okunuşuyla da doğru orantı gösteriyordu. Koğuşun yarıya yakını kitap okuyordu. Hatta bir ara birkaç kişinin de bir şeyler karaladığını görmüştüm. Beni ilgilendirmiyordu yine de. Bana dokunmayan yılan bin yaşasındı. Ben televizyonuma kavuşacağım günün hayalini kurmakla yetiniyordu. Nasıl olsa kimseye zararım yoktu.

Yanılıyordum. Günler geçtikçe kitap okuyanların sayısının artmasıyla birlikte, kitap okumayanlara ters ters bakılma süresi de artış gösteriyordu. Nasıl olmuşsa bir anda kitap okumayanlar azınlıkta kalmış, istenilmeyenlere dönüşmüştük. Şüphelerimdeki haklılık birkaç gece sonra belli oldu. Kitap okumaya ilk başlarda başlayan koğuş sakinlerinden biri yanıma geldi.

“Böyle yapmaya devam edemezsiniz,” dedi on yedisinde olan çocuk. “Düşmanı asla yenemeyiz.”

“Ortalıkta düşman falan yok!” diye cevap vermiştim ben de. Kitap okumanın zararları diye düşünmüştüm. İnsanları hayalperest yapıyor. “En başından beri kandırıldık.”
Çocuk güldü. “Hala anlayamadınız değil mi? Yazık.” dedi ve kitaplardan birini alarak masasına oturdu.
Eğer pek umursasaydım, o çocuğun bu tavrıyla şok olabilirdim. Ama umursamıyordum. Hiçbir şeyi umursayamıyordum. Ne de olsa, umursayamamam da pek umurumda değildi.

Sonuç olarak tahmin edebileceğiniz gibi yalnız kaldım. Koğuşta kitap okumayan bir tek ben vardım. Her gece saatlerce kitap okuyorlar, saatlerce kitap tartışmaları yapıyorlardı ve bazen beni gözleriyle paramparça ettiklerini hissedebiliyordum. Bir süre sonra bu baskılara dayanamayacak hale geldim. Gecenin birinde yatağımdan kalktım ve herkesi şaşırtarak kitaplıktan yeşil ciltli ince bir kitap aldım. Hızlıca karıştırdım ve rastgele bir yerde durup okudum. Anladığım kadarıyla bu bir şiir kitabıydı.

“Kalbimiz.
Yerin ve gökün altedilmez bir dirilikte olduğu
Tutkumuz, direnmemiz, ellerimiz, kalbimiz.
Kalbimiz.
Kalbimiz hızla gelişecek.”


Tüm gece o kitabı okudum. Bitirdim, bir daha okudum. Sabah olduğunda, savaşın bittiği haberini aldık. Uzun zaman sonra ilk defa güneş doğmuştu.

Çevrimdışı Leopold

  • *
  • 39
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Askeri Koğuşun Birinde Geceler
« Yanıtla #1 : 04 Ekim 2014, 02:34:30 »
Hoş bir hüzünle, yüzümde bir tebessümle okudum. Benim anladığımdan çok daha fazlasını anlattığına eminim öykünüzün. Üst üste birkaç defa okudum iyice sindirebilmek için.

Bu öykü hepimizin; gencimizin, yaşlımızın.
Okumaya değer verenlerin senfonisi, okumaktan korkanların manifestosu. Kurgusu çok özel ve güzel, en başta. Televizyondaki adam konuşmaya başlayınca şok oldum. Gündüzlerin çalınması! 40 yıl düşünsem aklıma gelmez.

Zavallı gündüzler; yapılacak, kurulacak ve öğrenilecek o kadar çok şey varken televizyonun karşısında harcanan zaman niye? Okunacak kitaplar, öğrenilecek yeni şeyler varken 'boş' vakitler niye?

"Kitap okumanın zararları
diye düşünmüştüm. İnsanları hayalperest
yapıyor. "

Çevrimdışı maviadige

  • **
  • 161
  • Rom: 4
    • Profili Görüntüle
Ynt: Askeri Koğuşun Birinde Geceler
« Yanıtla #2 : 07 Kasım 2014, 23:14:00 »
Çok hoş bir yazı olmuş, fazlasıyla ilgimi çekti. Bazen gerçekten durup düşünmek gerek, biz ne yapıyoruz diye. Umarım hepimiz kendi savaşlarımızı kazanabiliriz. :) Ellerinize sağlık.
Yakından bakarsan güzelleşecek.
Uzun süre bakarsan sevimli olacak.
Sen de aynısın...

-School 2013-