Kayıt Ol

Hayal Aşılamak

Çevrimdışı maviadige

  • **
  • 161
  • Rom: 4
    • Profili Görüntüle
Hayal Aşılamak
« : 26 Ekim 2014, 11:35:01 »
Bir süre önce, farklı bir tarz denemek için yazdığım öykümü burada paylaşmak istedim. Neden bilmiyorum ama şimdiye kadar yazdıklarım arasında en sevdiğim öyküm bu.

HAYAL AŞILAMAK
[/b]

Minik çocuk taştan duvarlarla çevrilmiş, beyaz salonun ortasında korku dolu gözlerle karşısındaki adamlara bakıyordu. Adamların yere kadar uzanan kıyafetleri boğucu bir gri tonundaydı Çocuğun beyaz bir gömleğinin üzerinde gece mavisi bir pelerin vardı. Adamlardan en yaşlısı az sonra yapacağı işlemden dolayı duyacağı suçluluğu bastırmak istercesine çocuğun başını okşadı.

“Elb, bunun için üzgünüm. Sen de bilirsin ki kurallar hepimiz için hayati bir önem taşır. Anne ve baban doğru yoldan sapıp insanlar arasında büyük bir kaosa sebep oldu. Bunun bedelini ömür boyu hapiste yatarak ödeyecekler. Sen onlarla aynı geni paylaştığından içinde yoğun bir güç barındırıyorsun. Seni kontrol altında tutmamız gerektiğini anlıyorsundur umarım,” dedi yaşlı adam ses tonuna sevecenlik katmaya çalışarak.
Kara saçları alnını kapatan, yanakları toplu çocuk tüm bunların ne anlama geldiğinden habersizdi. “Bana ne yapacaksınız?” diye soru endişe ve merak içinde.

“Sadece hayal kurmaman için bir takım önlemler alacağız. Diğer bir deyişle hayallerine zincir vuracağız. Bundan sonra gözetimimiz altında büyüyeceksin ve senin için elimizden geleni yapacağız evlat. Öğrenmen gereken çok şey var. Bize itaat edeceğine söz veriyor musun?” dedi bir başka adam.

“Elbette efendim,” dedi çocuk masum bir şekilde.

Yaşlı adam derin bir nefes aldı ve elini tekrar çocuğun başının üstüne koydu. “Şimdi gözlerini kapat, bu canını yakmayacak.”

Elb tereddüt etmeden hemen gözlerini yumdu. Gözleri kapalıyken bin bir şeyin görüntüsü zihnine akın ediyordu. Zihni her zamanki gibi çok hızlı çalışıyordu. Ancak ihtiyar tuhaf şeyler mırıldandıktan birkaç saniye sonra Elb’in zihnindeki her şey durmuştu, şimdi orada koca bir boşluk vardı.

O günden sonra Elb asla eskisi gibi olamadı. Kendisine layık görülen sahte bir hayat yaşamaya başlamıştı. Hayallerden arındırılmış bir hayat… Sadece kendisine verilen emirleri yerine getiriyordu. Gerçek ve hayal arasındaki dengeyi korumak gerçekten zor bir işti. Elb’in ailesi bilinçli bir şekilde bu dengeyi bozmuş, insanların hayal dünyasına saplanıp kalmasına ve onların çıldırmasına sebep olmuştu. Kimse bunun sebebini öğrenme zahmetine dahi girmemişti. Sonuçta onlar suçluydu ve cezalandırılmalıydı. Elb onların resmini daima yanında saklamıştı.

Elb kendisine yapılan mühür nedeniyle görevlerini soğukkanlılıkla yerine getiriyor, en küçük bir dikkatsizlik yapmıyordu. Aldığı eğitim sayesinde gerçek ve hayal arasındaki tüm sırlara ulaşmıştı. Tüm mesele insanları gerçek ve hayal arasındaki ince çizgide tutabilmekti. Nadiren de olsa bu sınırı zorlayan isyancılar çıkabiliyordu.

Elb yıllar öncesinde kendisine o mührü yapan kişiye şunu sormuştu. “En kolay yol insanları hayal âleminden uzak tutmak değil mi? Böylece asla bir karmaşa çıkmayacaktır.”

“Sıfır hayal insanları umutsuzluğa sürükler. Bunu asla istemeyiz değil mi? Bizler sadece insanlara yeteri kadar hayal aşılamakla görevliyiz,” diye yanıtlamıştı ihtiyar gülümseyerek.

“Peki, o zaman benden neden hayallerimi aldınız?”

Yaşlı adam bir an irkilse de hemen toparlanmış ve çocuğu bunun gerekli olduğu konusunda ikna etmeye çalışmıştı.

Elb daima sadık birisi olarak kalmıştı. Diğerleri huzurlu ve umut dolu bir hayat yaşarken, o yaşamıyor gibi hissetmesine rağmen. Kendisine ihanet edildiği hissini ise asla içinden atamamıştı, en başından beri. Farkında olmadan içindeki nefreti azar azar büyütmüştü. Mührün etkisi o nefreti söndürmeye yetmemişti.

*****

Yoğun ve sıkıcı bir günün ardından kendimi eve kapatmıştım. Gökyüzü açıktı bu gece. İçeriye vuran ay ışığının huzur verici etkisi altında kahvemi yudumluyordum. Midem guruldarken pastaneden aldığım kakaolu keki iştahla yemeye başlamıştım. Bir süre sonra canım sıkıldı. Ortam oldukça sessizdi. Bu, sinir bozucu olduğu kadar rahatlatıcıydı da. En azından tek başıma olduğumda kimseyi çekmek zorunda değildim.

Açık pencereden içeriye esmeye başlayan rüzgârın havalandırdığı tüle kaydı gözüm. Dalgalanan tül birden boğucu deniz dalgalarının içine düşmüşüm gibi hissettirdi ve bir anlığına nefessiz kaldım. Çok fazla hayalci olmanın yan etkisi gibi gelirdi bu durum bana. Zihnimde canlanan hayale gerçekmiş gibi istemsiz olarak tepki veriyordum bazen ve durum gerçekten hoşuma gitmezdi.

Kahveden bir yudum daha aldım can sıkıntısını üstümden atmaya çalışarak. Fincanı yerine koyduğumda yine onu gördüm. Karşımdaki kanepeye sırt üstü uzanmış, tavana bakıyordu. O ve ben tamamen aynıydık. Sadece bakışları ve gülümsemesi daha ürkütücü gelirdi bana. Ve işte yine başlıyoruz, anormal kişiliğimin oyunlarına.
“Geldiğini fark etmedim,” dedim gülümseyerek.

Doğruldu ve benim şu an oturduğum gibi bağdaş kurup oturdu kanepenin üstünde. Loş ışıkta bile delici bakışlarını fark etmemek imkânsızdı. Ben de mi böyle görünüyordum gerçekten?

“Beni çağıran sen olduğun halde bir de şaşırıyor musun?” dedi alay edecesine. Ruh hali de benimki gibi anında değişirdi. Bilmiş tavırları ise beni hep sinir ederdi. “Seni ben çağırmadım,” dedim soğuk bir ses tonuyla. Ne söyleyeceğini düşünüyormuş gibi kalktı ve etrafta dolanmaya başladı. Bazen gerçekten ne düşündüğünü merak ederdim. Pencerenin önünde dikildi ve dışarıyı izlerken konuşmasını sürdürdü. “İnkâr etmeyi bırak. Beni çağırıyorsun çünkü yalnızsın. Benden başka kimse sana yardımcı olamaz.”

Kalkıp yanına gittim ve kalabalık, ışıltılı sokağı izlemeye başladım. Haklıydı, inkâr edemezdim. Onunla çok vakit geçirmiştim şu ana kadar. Birlikte gece yürüyüşlerine çıkar, evdeyken satranç vb. oyunlar oynar, sık sık da tartışırdık. O yalnızlığımı giderecek bir araçtı sadece.

“Biraz alttan alamaz mısın? Her zamanki gibi çok gerçekçisin,” diye söylendim.

“Bunu hayal gücüne borçlusun,” dedi beni takdir edercesine.

“Ah evet, hayal gücüm. Varlığının sebebi bu değil mi?” dedim gergin bir şekilde.

“Ne o benden korkmaya mı başladın yoksa?” dedi muzip bir şekilde gülümseyerek ve sonra birden ciddileşti. “Unutma ki ben senden bir parçayım. Her lafımın, her hareketimin ardında senden bir iz var. Bu yüzden korkman gereken tek şey kendinsin, ben değil,” yüzünü yüzüme yaklaştırarak.

İşte, yine dengesiz davranmaya başlamıştı ve şu an gözüme çok tehditkâr görünüyordu. Düşüncelerimi belli etmek istemeyerek yavaşça geri çekildim. “Hıh, saçmalık. Bu tuhaf sözlerinle kafamı karıştırmaya çalışıyorsun,”dedim. Kanepeye doğru yürüyüp bir minder kaptım ve öfkeli şekilde onun suratına doğru fırlattım. Fakat çevik hareketi ile bundan kurtuldu ve minder cama yapışırken konuşmasını sürdürdü.

“Merak etme, henüz delirmiş falan değilsin. Sadece can sıkıntından kurtulman için yanındayım. Niye hala bu duruma alışamadın ki? Gergin olduğun çok fazla anlaşılıyor…”

Uykum gelmeye başladığı için artık onu dinleyemiyordum. Satranç oynamaktan falan söz etti ama göz kapakların ağırlaşmıştı. Şaşkınlık ve hayal kırıklığı içinde bana baktı ve “İyi uykular” dedi.

Sabah uyandığımda her yanım tutulmuştu ve zor da olsa kalktım. Kahvaltı yapıp aceleyle evden ayrıldım, okula geç kalmak istemiyordum. Bugün fakülte normalden daha gürültülüydü. Vize haftasında hayattan bezmiş halde, uykusuzluktan şiş gözle dolanan insanlar eski canlılığına kavuşmuştu. Doğru düzgün arkadaş edinen biri olamadığım için her zamanki gibi sınıfa tek başıma yürüyordum. Kuru kalabalık gerçekten can sıkıcıydı, okula gelmek zorunda olmam daha da can sıkıcıydı. Arkadaş edinme çabalarını zaten uzun zaman önce bırakmıştım, insanlardan bir beklentim kalmadığı anda. Yakın olarak gördüğüm birkaç arkadaş tarafından aptal yerine konmam da bu durumu hızlandırmıştı.

İlk ders Fatih Hoca’nın dersiydi. Benim okula geldiğim ilk yıl burada öğretim görevlisi olarak çalışmaya başlamıştı o da. Nedense onu daha önceden tanıyormuş gibi hissediyorum. Ancak kendisinde hiç hoşlanmadığım garip bakışlar ve davranışlar var. Anlamsız bir şekilde aramızda bir rekabet var gibi hissediyorum. Bu da beni ondan soğutmaya yetti de arttı bile.

Onun sıkıcı derslerini dinlemezdim, dinliyormuş gibi yapardım. Fakat bugün dalgınlığıma gelmiş olacak ki sıraya kocaman bir ejderha resmi çizmiştim. Öğrencilerden bir kaçı bunu fark etmiş ve çizdiğim resimle ilgilenmeye başlamışlardı. Doğal olarak bu, Fatih Hoca’nın gözünden kaçmadı. Bana doğru yaklaşırken ben kolumla resmi kapatmıştım. Kolumu itti ve iğreniyormuşçasına resme baktı. En az benim kadar o da öfkeli görünüyordu.

“Sanat anlayışına karışmam elbette ama nerede olduğunu unutmamalısın. Dersime daha fazla ilgi göstermeni beklerdim,” dedi soğuk bir şekilde. “Üzgünüm ama ben de bu dersin daha ilginç hale gelmesi için biraz olsun çaba sarf edeceğinizi ummuştum,” dedim. Laflar daha ağzımdan çıkarken hata yaptığımın farkındaydım ama kendime hâkim olamamıştım. Herkes, özellikle de Fatih Hoca şaşırmıştı bu çıkışıma. Birkaç saniye öfke içinde bana baktıktan sonra “Küstah!” dedi ve kürsüye doğru yürüdü. Sanırım bunun acısını daha sonra çıkaracaktı.

Ders bitiminde koridorda yürürken, kesinlikle muhatap olmayacağım tipte biri karşıma dikildi. Okulu birkaç yıl uzatmış olan, her yerde kavga arayan gereksizin biriydi. Yüzünde ukala bir sırıtışla bana bakıyordu. “Duyduğuma göre birine ağzının payını vermişsin. Hele de karşındaki Fatih Hoca gibi biriyse, bu cesaret nereden geliyor merak ettim,” dedi. İfadesiz bir şekilde yüzüne baktım ve cevap bile vermeye tenezzül etmeden yoluma devam ettim. Adını bilmesem de bu çocuğu az da olsa tanıyordum. Kendi çapında bir çete kurmuş ve yalnız olan kişileri de kendi yanına çekmeye çalışıyordu. Dışarıda onu kaç kez kavga ederken görmüştüm. Hatta para karşılığında sokak dövüşlerine katıldığı bile söyleniyordu. Kesinlikle böyle birine bulaşacak değildim. “Dur bakalım, cevap versene,” diye önüme geçti öfkelenen iri yarı çocuk.

Bana göre oldukça kalıplıydı ve onunla başa çıkabilir miydim bilmiyorum. Yana doğru bir adım attım ve yürümeye devam ettim. Bu kez ayağıma çelme takıp yere kapaklanmama neden oldu. Anlık bir öfke ile ayağa fırladım ve zıplayıp çocuğun suratına bir tekme geçirdim. Öfke içinde geriye savruldu ve kanayan burnunu tuttu. Kan parmaklarının arasından sızıyordu. Buna rağmen tam üzerime doğru yürüyordu ki Fatih Hocanın sesiyle irkildim.

“Demek şimdi de öğrencilere sataşıyorsun. Bu konu hakkında ne yapmalıyım acaba?”

Fatih Hoca’ya bu şekilde yakalanmak kötü olmuştu. Gözleri kısılmış halde, beni suçüstü yakalamaktan memnun bir halde bakıyordu. Nasıl olsa beni anlamayacağını düşünerek açıklama yapma zahmetine katlanmadım. Hızlı adımlarla oradan ve meraklı gözlerden uzaklaştım. Durağa vardığımda otobüs kuyruğu oldukça uzamıştı. Sakinleşmeye çalışarak beklemeye başladım, dağılan üstümü başımı düzelttim. Yine düşüncelere dalmıştım ki yaklaşan ayak sesleri üzerine başımı çevirip baktım. O gelmişti, hem de böyle bir zamanda. Bakışlarımı tekrar önüme çevirdim.

“Beni görmezden mi geliyorsun?” dedi yanımda durduğunda. Ses tonundan gülümsediğini anlıyordum.
 
“Anlaşılan senin için zor bir gündü. Daha önce böyle bir yerde çağrılmamıştım. Canını sıkan nedir?” dedi ve cevap vermediğimi görünce etrafta dolanmaya başladı. Konuşmasam da gözlerim onu izliyordu. İnsanlar arasında dolaşmaktan keyif almışçasına bir gülümseme yerleşmişti yüzüne.

Hayal gücümü dizginlemek bazen zor olabiliyordu. Nedenini anlamasam da her şey çok bunaldığım bir günde başlamıştı. Herkesten kaçıp kurtulmak istiyordum adeta ve o gün kendimden bir tane daha olsa her şeyin düzeleceğine inandırmıştım kendimi. Sadece hayalini kurmam yetti. İşte o zamandan beri canım çok sıkkın olduğu anlarda-kendi tabiriyle ben onu çağırdığımda-yanı başımda bitiyor. Zamanla ona alıştım ve onu ikizim gibi görmeye başladım. O geldiğinde içimin huzurla dolduğunu inkâr edemem. Sanki şu hayatta beni tek önemseyen oymuş gibi geliyor. Ancak anormal olan bu durumun beni rahatsız ettiği de bir gerçekti. Şimdiye kadar kimseye ondan bahsetmedim. Giderse diye korktum, bir daha gelmezse diye ve de insanların beni deli sanmalarından korktum.

“Niye konuşmuyorsun?” dedi tekrar yanıma gelerek. Sanki kendi kendime kalabalığın içinde konuşabilirmişim gibi. Cevap vermemek için kendimi zor tutuyordum aslında ve o bunu gördükçe sırıtmaya devam etti. Benimle bu şekilde alay etmesi hoşuma gitmiyordu. “Hadi balık avlamaya gidelim, kaç gündür sınavlar nedeniyle bir yere gidemedik. Ben de sıkılıyorum herhalde,” diye söylendi. Bu kez elimde olmadan sırıttım. Demek ki o da sıkılabiliyormuş. İlgisiz tavrım ve alaycı sırıtışım onu kızdırmaya başlamıştı. “Çok bencil olduğunun farkındasındır umarım. Bir kez olsun beni ciddiye al,” dedi bağırarak.

Şu anda bunun hiç sırası değildi. Bu yüzden öfkelenmeye başlamıştım. Hemen cep telefonumu çıkardım ve bir numara tuşlamış gibi yapıp telefonu kulağıma götürdüm. “Beni rahat bırak!” Sıradaki birkaç kişi bana bakınca gereğinden fazla gergin olduğumu ve bağırdığımı fark etmiştim.

“Kaçığın tekisin, neden diğer insanlar gibi davranmıyorsun?” dedi ciddi bir ses tonuyla.

“Normal bir insan olsam yanımda olmazsın değil mi? Sinirlerimi bozuyorsun,” dedim sesimi biraz alçaltmaya çalışarak.

Onun başımdan gitmesini umarken o beni şaşırtan bir hareket yaptı. Yerden aldığı taşı bana fırlattı. İstemsiz olarak kendimi geriye attım. Alnıma çarpan taşın canımı yakması ise beni daha çok şaşırttı. Sadece hayalden ibaret olan bir nesne canımı nasıl yakabilirdi? Bu, beni korkutmaya başlamıştı.

“Başınız mı döndü?” dedi hemen arkamda duran kız.

“İyiyim, teşekkürler,” dedim elimi hemen alnımdan çekerek.

O, hala benden birkaç metre uzakta dikiliyordu. Ona öfkeli bir bakış atıp otobüse doğru yürüdüm. O yanımdan geçip giderken şunları fısıldadı bana: “Sakın beni suçlama. Tüm bunların sebebi senin dengesiz ruh halin. Farkında olmasan da beni yönlendiren sendin hep.”

Her zamanki gibi çokbilmiş davranıyordu. Onu görmezden gelerek otobüse bindim ve dalgın halde dışarıyı izlemeye koyuldum. Birkaç dakika içinde şiddetli bir yağmur başlamıştı. Otobüsten indiğimde ise sokaklar adeta boşalmıştı. Koşarak eve gitmeme rağmen sırılsıklam olmuştum. Hemen üstümü değiştirip saçımı havlu ile kurulamaya başladım. Birden dış kapının açıldığını fark ettim. Açık bırakmış olmama imkân yoktu. “Sen mi geldin?” diye seslendim bunu çok saçma bir soru olduğunu bildiğim halde. Havluyu bir kenara attım ve kapıya doğru ilerledim. Kapının açık olduğunu görünce ürktüm ve ben daha arkamı dönmeden birisi bir bezle burnumu kapattı. Çırpınsam da beni saran kollardan kurtulamadım ve keskin kokuyu içime çektikçe bilincimi kaybetmeye başladım.
 
Hayal aşılayıcı gereğinden fazla hayal aşılar ve kişinin hayatına müdahale ederse o kişi aklını yitirir.
(Hayal Aşılayıcının Sırları Kitabı’ndan)[/b]

Gözlerimi açtığımda ellerim ve ayaklarım bağlı halde bir sandalyede oturuyordum. Loş ışıkla aydınlatılmış bir garajın içindeydim. Etrafa dağılmış gereksiz bir yığın eşya ve havasız ortam insanın canını sıkmaya yetiyordu.

“İşte yine karşılaştık. Bana kafa tutmanın ne demek olduğunu göreceksin,” diye karşıma dikildi okulda yaraladığım çocuk. Yanında sert görünümlü iki kişi daha vardı. “Aslında intikam almak için bu kadar oyalanacağını düşünmemiştim. Seni bu işten alıkoyan ne oldu?” dedim alaycı bir ses tonuyla. Ona vurduğumda ben daha okuldan ayrılmadan bana saldıracağını düşünmüştüm oysaki.

Öfkelenen çocuk elindeki sopayı yüzüme geçirdi. Elmacık kemiğimde büyük bir sızı duyduğumda acı içinde kıvrandım. Birkaç saniyeliğine gözlerim karardı fakat ben dayanıklı görünmek için elimden geleni yapıyordum. Birkaç kez de kaburgalarıma darbe aldım. Dişlerimi sıkıp en küçük bir acı iniltisi çıkarmadım.
“Off, bu işin hiç zevki yok, çözün şunun bağlarını ve kollarından tutun. Ona kendi ellerimle dersini vermeliyim,”dedi çocuk elindeki sopayı bir kenara atarak. Ben ayakta durabilmek için çabalarken karnıma birkaç yumruk geçirdi. Bükülüp kalmıştım ve kolumu tutanlar olmasa yere düşecektim.

Bir süre sonra doğruldum ve karşımdaki tekrar bana yumruk savuracakken ani bir hareketle karnına bir tekme geçirdim. “Seni geberteceğim” diye öfkeyle üstüme çullandı. Ardından aralıksız darbeler gelmeye başladı. Tüm bunlar yetmiyormuş gibi bir de yerden aldığı sopayla başımın yan tarafına vurdu. “Ahh!” Başımdan akan kanın boynumun yan tarafından ince bir şerit halince indiğini hissedebiliyordum.

“Bu kadarı yeter. Umarım dersini almışsındır. Bir daha gözüme gözükme,” dedi iri çocuk ve beni yere bırakıp gittiler. Ayağa kalkamayacak bir hale gelmiştim artık. Her yanım sızlarken yüzüme değen soğuk zeminin rahatlatıcı etkisini hissetmeye başladım. Burada böylece uyuyabilirdim.

“Gerçekten kötü görünüyorsun,” dedi. O gelmişti, hiç beklemediğim anda ama bu beni rahatlatmıştı. Eğilip yüzüme dokundu hafifçe. “Bu hale gelecek kadar güçsüz olduğunu bilmiyordum,” dediğinde sesinde hem acıma hem de hayal kırıklığı var gibiydi.

“Senin bana taş fırlatman kadar şaşırtıcı gelmedi bana. Hem sen ne sanıyorsun beni, yenilmez kahraman falan mı?” dedim gözlerimi kapatarak. Gerçekten çok uykum gelmişti. “Taş için üzgünüm, bir an boş bundum,” dedi mahcup bir şekilde. “Olur böyle şeyler,” dedim gözümü tekrar açarak. Bir şey demedi, sadece gülümsedi. Sonra tekrar eğildi, sanki sesini daha iyi duyurmak istiyormuşçasına. Ellerini başıma koyup saçlarımı hafifçe karıştırdı.“Bana çok alışmasan iyi edersin,” dedi ve ortadan yok oldu. Acaba ne demek istemişti?

Gücümü topladığımda eski garajdan ayrıldım. Burası bana çok da yabancı gelmemişti. Sanırım daha önce bu sokaklardan geçmiştim. Bir süre ara sokaklarda dolandıktan sonra çok iyi bildiğim bir caddeye çıktım. Bu cadde doğruca benim evime gidiyordu. İnsanlar şaşkınlıkla bana bakıyordu, hiçbirine aldırmadım. Yakınlarda bulunan hastaneye gidip muayene oldum. Çeşitli bahanelerle nasıl yaralandığımı geçiştirdim. Hastaneden çıktığımda başıma daha neler gelebileceğini ve bu halde okula nasıl gidebileceğimi düşünüyordum. Yüzümde morluklar ve kabuk tutmuş yaralar vardı.

Ertesi sabah okula gitmedim, bütün günü yatarak geçirdim. Hala yaşadıklarımın şokunu atlatamamıştım ve ağrılarım tam olarak geçmemişti. Dahası Fatih Hoca ile bu şekilde karşılaşmayı hiç istemiyordum. Adam okulda yeterince nam yapmıştı. Oldukça kibirli ve sert görünümlü biriydi. Hatta bildiğim en kavgacı tipler bile ondan çekinirdi. Öğrenciler üzerinde nasıl bu kadar otorite kurabildiğini anlamış değildim.

İki gün aradan sonra istemeyerek de olsa okulun yolunu tuttum. Otobüsteyken tanıdık birilerine rastlamadığım için kendimi şanslı hissediyordum. Başıma da bir siyah bir şapka takmıştım ve otobüsten indiğimde başımı eğerek okula doğru yürüdüm. Kimseyle göz temasında bulunmak istemiyordum. Ta ki koridorda Fatih Hoca karşıma dikilene kadar. Uzun, zayıf biriydi ve sürekli siyah takım elbise giyerdi. Gözlüklerinin arkasından soğuk ve alaycı bir şekilde bakması onu oldukça itici gösteriyordu.

“Layığını bulmuşsun sonunda,” dedi pis pis sırıtarak. “Geçen gün yaptıklarımdan dolayı beni disipline vermeyecek misiniz?” diye sordum merakıma engel olamayarak. “Disiplin mi? Bunun iflah olman için yeterli olduğunu düşünmüyorum. Her şey daha yeni başlıyor delikanlı,” dedi gülümseyerek.

Bakışları sanki beni delip geçmişti. Şaşkınlıkla gözlerine bakakaldım bir an. Sözlerindeki her zamankinden farklı tını tüylerimi diken diken etmişti. Sanki bana bilmemem gereken bir sır vermiş gibi tehlikede hissettim kendimi. Karşısında daha fazla durmak istemedim ve hızlıca yanından geçerken ürkütücü bir şekilde sırıttığını fark ettim. Neyse ki beni durdurmak için yeltenmedi. Bugünkü derslerin hiç birine konsantre olamadım, Fatih Hoca’nın davranışının sebebini düşünüp durdum. Aklınca bu şekilde benimle dalga geçiyordu. Acaba o çocukları başıma salan da o muydu diye merak ettim bir an ama sonra bunun saçma bir fikir olduğunda karar kıldım.

Ders çıkışında o kadar susamıştım ki kantine gidip bir su aldım. Suyu kana kana içerken kantine giren Vedat’ı gördüm. Lisedeyken sınıf arkadaşımdı. Şimdi ise ara sıra yüzünü görüyordum. Beni fark edince hemen yanıma geldi. “Hey, ne olmuş sana böyle?” dedi endişeli ve meraklı bir şekilde. “İsteğim dışında gelişen bazı olaylar işte,”dedim kendimi gülümsemek için zorlayarak. “Başına bir dert açtın sanırım. Her zamanki gibi ağzından laf almak imkânsız. Derdini birilerine anlatabilirsin değil mi? İnsanın bir iki arkadaşının olmasından zarar gelmez. Ne zaman görsem yalnızsın,” diye söylendi. “Merak etme endişelenmeni gerektirecek bir şey yapmam,” dedim dost canlısı görünmeye çalışarak. “Ya, ne demezsin,” dedi atıştırmalık bir şeyler ve su alırken. “Hadi ben kaçtım, acelem var, görüşürüz sonra. Kendine dikkat et,” diye hızla kelimeleri sıraladıktan sonra gözden kayboldu. Hemen arkasından ben de çıktım.

Bugün eve gitmek yerine şehrin çıkışındaki ormanlık alana gitmeye karar verdim. Kafamı dağıtmaya ihtiyacım vardı ve doğayla baş başa kalmak şu an için en uygun fikir gibi görünüyordu. Ormanın içinden geçen nehir boyunca yürüdüm. Su sesi zihnimi boşaltmamı ve gevşememi sağlamıştı. Gözlerimi kapatıp her yönden gelen kuş cıvıltılarını daha iyi algılamaya çalışıyordum. Huzurun tanımı buydu sanırım. Buraya her geldiğimde şehre geri dönmek zor gelirdi.

Hava kararmıştı ve ben ormanın diğer ucundaki kulübeye varmıştım. Ağaçların arasında bir çıtırtı duydum fakat kimseyi göremedim. Sonra kulübenin kapısı gıcırdayarak açıldı. Sanki birisi beni içeriye davet ediyordu. Kendime hâkim olamayarak kapıdan içeriye adımımı attım.
“Kimse var mı?” diye seslendim karanlığın içine doğru. En ufak bir ses çıkmıyordu ve ben bir adım daha attım. Sonra yerimden sıçramama neden olan gaz lambası aydınlandı aniden. Pencerenin önündeki küçük kızı gördüğümde ise ürperdim. Kızın donuk bakışları bana sabitlenmişti. Üzerinde beyaz bir gecelik vardı. Çocuk ne kımıldıyor ne bir şey diyordu.

“Ailen nerede küçük kız? Burada tek başına ne yapıyorsun?” dedim ses tonumu ayarlamaya çalışarak.

Kız ilk kez beni fark etmiş gibi baktı bana. Bu sefer sanki korkunç bir şey görmüşçesine dehşete kapıldı. “Sana zarar vermeyeceğim, sakin ol,” dedim ancak küçük kız fırladığı gibi gaz lambasını eline aldı ve yere fırlattı. Kısa sürede alevler yükselmeye başladı. Ben şaşkınlık içinde öylece kalırken kız koşarak dışarıya çıkmıştı. Kulübeyi dolduran duman genzimi yakmaya başlamıştı. Hemen geriye doğru bir adım atıp kapıya doğru yöneldim. Ancak kapı kilitliydi. Nasıl oldu da az önce açıkken şimdi kilitliydi. Duman her tarafı kapladığında omzumla kapıya vurdum birkaç kez. Ancak göründüğünden çok daha sağlam olan kapı açılmıyordu. Nefes alamıyordum ve alevler her tarafı sarıyordu. Elim hala kapı kolunda, dışarı çıkmak için uğraşıyordum.

Vücut ısım yaklaşan alev nedeniyle artmıştı. Daha fazla dayanacak gücüm kalmamıştı. Saçlarımın dibinden bile ter atıyor kalbim acı içinde çırpınıyordu. Alevler tarafından yutulmam an meselesiydi. İşte o anda kapı birden açıldı ve dışarı doğru savruldum. Yere düştüğümde hızlı hızlı nefes almaya başladım. Kulübe tamamen kızıla bürünürken uzakta, ağaçların arasında uzun boylu birini fark ettim. Kulübenin kapısını açıp beni kurtaran o muydu acaba? Karanlıktan yüzünü seçemediğim kişi sanki beni izliyordu. Elimi ona doğru uzattım ama gözden kayboldu. Doğrulup ayağa kalktım ve kulübenin tamamen küle dönüşünü izledim. Yaşadıklarım gerçekten mantıksızdı. Hayal görmüş olma ihtimalim yoktu. Yanık ahşap kokusunu fazlasıyla alıyordum.
O sırada küçük kız bir adam ve kadınla birlikte koşturarak geldi. Kız her ne anlattıysa yangından beni sorumlu tutan adam üzerime yürüdü. Kadın ise öfke içinde bağırıp duruyordu.

“Ben, ben bir şey yapmadım,” dedim çaresizlik içinde. Deliye dönen adam ise beni dinlemiyordu. Cebinden bir bıçak çıkarıp bana doğru savurdu. Kız korku içinde bizi izlerken geriye doğru çekildim. “Durun, yanlış yapıyorsunuz,” dedim adama ama ikna olacak gibi değildi. Bir adım daha ilerleyerek bıçağını tekrar karnıma doğru savurdu. Geriye doğru sendeledim ve düştüm. Adam hemen üstüme çullandı ve bıçağı saplamak üzere elini kaldırdı. O anda adam donup kaldı. Ne olduğunu anlamamıştım ama korku dolu gözlerle bana baktı ve bıçağı yere attığı gibi hızla benden uzaklaştı. Kadın ve kızı da alarak arkasına bile bakmadan ormanın içinde gözden kayboldu. Bense artık daha fazla ne kadar şaşıracağımı merak ediyordum. “Birileri bir şaka yapıyor olmalı,” diye söylendim ve şehre doğru yola koyuldum.

Yorgun bir şekilde eve vardım ve daha fazla olanlara kafa yoramadan yatağa uzanır uzanmaz uyuyakaldım. Sabah uyandığımda ise hala olanların şaşkınlığını üzerimden atamamıştım. Yoksa tüm bunlar bir hayal miydi? Ufak tefek de olsa buna benzer durumlar yaşamışlığım vardı. Yangının korkutucu sıcaklığını bile hala hissedebiliyordum. Kalkıp bir duş aldım ve okula gitmek üzere evden ayrıldım.

Okul çıkışında ise eve gitmeden önce bir kitapçıya uğramam gerekmişti. Uzun zamandır beklediğim bir kitap vardı.  Orada yoksa bile sipariş verirdim, sağ olsun Kazım Amca en kısa sürede getirtirdi. Kapıdan içeriye adım attığımda Kazım Amca’ya da üstü kapalı bir açıklama yapmak zorunda kaldım.

“Kitaplara ne kadar sarılsan da kavga peşini bırakmıyor ha?” dedi hırıltılı sesiyle gülümserken. Sonra bir müşteriyle ilgilenirken konuşmasını sürdürdü. “Biraz bekleyebilir misin? Beklediğin kitap daha bu sabah elime ulaştı, müşteriyle ilgilenip hemen getireceğim,” dedi ve masaya birkaç kalınca kitap koyup müşterisine göstermeye başladı.

Çok şükür, beklediğim gerilim kitabına sonunda kavuşacaktım. Yazarın gerilim üzerine çıkan bütün kitaplarını okumuştum ve hepsi de birbirinden başarılıydı. Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum Kazım Amca kitabı koyduğu poşeti elime tutuşturdu. “Hadi bu da benden olsun,” dedi ve teşekkür edip yanından ayrıldım.

Karnım da oldukça acıkmıştı. Eve gitmek yerine bir kafeye gidip bir şeyler yerken kitap okumaya karar verdim. Arada bir uğradığım kafeye gittim birkaç tane zeytinli poğaça ve bir çay aldım. Sımsıcak çayı yudumlarken kitabın sayfalarını içimdeki heyecanı bastıramayarak çevirmeye başladım. Poğaçadan küçük ısırıklar alırken gözümü bir an olsun kitaptan ayırmıyordum. İşte daha ilk sayfalardan kitaba bağlanmıştım. Kitap tahmin ettiğimden daha sürükleyici ve merak uyandırıcı çıkmıştı. Aynı zaman da biraz daha ürkütücü olduğunu fark ettim.

Bir süre sonra bir şey dikkatimi dağıtıyor ve başımı kaldırıp kapıya bakıyorum. Fatih Hoca! Böyle bir anda burada olmak zorunda mıydı? Sandalyemde geriye doğru yaslanıyorum ve kitabı iyice yüzüme çekiyorum. İçimden bir an önce buradan sıvışmak geçiyor ama imkânsız, kesinlikle fark edilirdim. O bir şeyler sipariş ederken ben hala kitapla yüzümü gizliyordum. Sonra saçmaladığımı düşünüp kitabı aşağı indiriyorum yavaşça. O an soğuk bir ürperti kaplıyor bedenimi. Fatih Hoca gözlüklerini çıkarmış, doğrudan bana kenetlemişti bakışlarını. Sanki ben onun ezelden beri düşmanıymışım gibi kin dolu ve aşağılayıcı bakışlar… Kitap elimden düşüyor ve masanın altına eğilip kitabı alıyorum. Sadece o derste söylediğim laflardan dolayı mı bu kadar nefret etmişti benden?

Sandalyede doğrulduğumda bu kez bana gülümsediğini gördüm. Ben ise hiçbir karşılık veremedim, sanki taş kesilmiştim. Neyse ki siparişi geldi ve bakışlarını üzerimden çekti. Büyük bir fincan kahveyi yudumlarken huzur dolu ve rahat görünüyordu. Ne düşündüğünü, hangi yüzünün gerçek olduğunu anlamak imkânsızdı. Her hareketi kafamı daha da çok karıştırıyordu.

Artık soğumaya başlamış olan çayı kafama diktim, kalan poğaçalara ise dokunmadım. Fatih Hoca’nın masasının yanından geçerken ona bakmamaya kararlıydım. Ancak son anda bakışlarım ona kayıyor. Yüzünde aynı karanlık sırıtış var. Sanki çoktan onun avına düşmüş de haberim yokmuş gibi bir hisse kapılıyorum. Zaman adeta yavaşlıyor benim için ve kafede sadece ikimiz varmış gibi hissetmekten kendimi alıkoyamıyorum. Ona sadece iki saniye bakıp tüm bunları hissettiğime inanamıyordum. Ellerim ve yüzüm terlemeye başlamıştı. Adımlarımı hızlandırıp kafeden ayrıldım.

Eve doğru yürürken kendimi daha rahatlamış hissediyordum. Fatih Hoca’nın sorununun ne olduğunu gerçekten merak ediyordum. Varlığı bile bana batıyordu artık. Hem neden son zamanlarda çok sık karşılaşır olmuştuk? Bu sıradan bir tesadüf müydü?

Ben dalgın bir şekilde caddeden karşıya geçerken çok yakınımdan gelen korna sesi ile irkilmiştim. Bir kamyon hızla üstüme doğru geliyordu ve sanırım duramıyordu. Kulak zarımı zorlarcasına çıkan korna sesi ise doğru düşünmemi engelliyordu. Öylece çakılıp kalmıştım caddenin ortasında. Gözlerimi kapattım ve birinin bana çarpmasıyla birlikte yana doğru savruldum. Kamyon hızla dibimden geçmişti. Beni kurtaran kişiyi gördüğümde ise iyice şok olmuştum. Geçen gün beni hırpalayan çocuktu. Onun tekrar bana saldıracağını düşünürken gelip hayatımı kurtarması imkânsız bir şeydi.

“Sağ ol,” diyebildim zorlukla da olsa, ayağa kalkarken.

Onu ise yüzünde tuhaf bir ifade belirdi. Sanki az önceki hareketi neden yaptığını anlamaya çalışıyordu. “Ben neden seni kurtarayım ki?” diye söylendi. “Sanmıştım ki…” dedi kelimeleri ağzında geveleyerek. “Ne sanmıştın?”dedim merak içinde. “Gördüğüm kişi bir başkasıydı, sen değildin. Bu yüzden bana teşekkür etmene gerek yok, seni asla hayatımı tehlikeye atıp da kurtarmazdım,” dedi ve öfkeli bir şekilde yanımdan ayrıldı. Aman ne güzel! Böylece hayatımdaki gariplikler son hızla devam ediyordu. Acaba bundan sonra neyle karşılaşacaktım?

Daha dikkatli olmam gerektiğini kendime hatırlatarak ara sokaklardan birine saptım. “Karadeniz’de gemilerin mi battı?” dedi bir ses. “Off, korkuttun beni,” dedim irkilerek. Sonra etrafta kimse olmadığını görünce rahatladım. O ise önce güldü, sonra ciddi bir yüz ifadesi takındı. “Son zamanlarda hep dalgınsın. Neler oluyor, anlat bana,”dedi. Ters ters ona baktım. “Asıl sen anlat. O garajda bahsettiğin şey neydi? Neden sana fazla alışmamalıymışım?” dedim yarı öfkeli bir ses tonuyla. Son yaşadıklarımı resmen unutmuş hesap sorma derdine düşmüştüm.

“Farklı bir şeyler hissetmeye başladım,” dedi ve ne tepki vereceğimi görmek için bekledi. “Ne gibi?” dedim sabırsız bir şekilde. “Artık daha bağımsız davranabiliyormuşum gibi geliyor. Nasıl anlatılır ki bu? Hiç fark ettin mi? Sen bana ihtiyaç duymadığında bile yanına gelebiliyorum artık.”

Bu son cümle olduğum yere çakılmama neden oluyor adeta. Bunu nasıl fark etmemiştim? “Evet, şimdi anımsıyorum. Son günlerde durduk yere karşıma çıkmaya başladın. Eskiden bu şekilde olmazdı.”
“Sebebini anlamıyorum, sanki birisi dışarıdan müdahale ediyor gibi,” dedi canı sıkkın bir şekilde. “birisi dışarıdan müdahale ediyor gibi…” diye mırıldandım. Birden telaşa kapılmıştım. “Bu mümkün mü?” dediğimde sesim boğuluyor gibi çıkmıştı. “Sessiz ol, birileri seni işitecek. Ayrıca senin bilmediğin bir şeyi ben nereden bilebilirim?”diye söylendi.

“Kahretsin! Son günlerde garip şeyler oluyor. Ortada bir şeyler döndüğü kesin. Ne yapacağım şimdi? Bunu hiç başlatmamalıydım, sen hiç var olmamalıydın,” diye bağırdım kendimi kaybederek. Yanağıma sert bir yumruk yiyince tökezledim ve duvara tutunmak zorunda kaldım. Adeta yanağımı kaynar suya basmış gibi hissediyordum. Öfke içinde gözlerine baktım. “Sen ne yaptığını sanıyorsun?” dedim üzerine yürüyerek.

“Sakin olmayı dene. Benden bu kadar mı nefret ediyordun?” dedi kaşları çatılırken. Ne diyeceğimi bilemedim o anda. O ise sadece bana acı bir bakış atıp ortadan kayboldu. İlk kez onun nereye gitmiş olabileceğini merak ettim.

Eve vardığımda tuhaf hisler içerisindeydim. Evde amaçsız şekilde bir o yana, bir bu yana dolanıp duruyordum. Kafamı dağıtmak için yeni aldığım kitabı çıkardım ve masaya oturup okumaya başladım. Farkında olmadan öylece uyuyakalmışım. Ensemde tuhaf bir ürperti hissederek uyandım. Ev nedense oldukça serinlemişti, üşümeye başlamıştım. Pencerelerden birini açık bıraktığımı düşünerek odaları dolaştım ama pencerelerin hepsi kapalıydı.

Aradan iki koca gün geçti. Sınıfa doğru ilerlerken dalgındım. İri çocuk karşıma dikildi ve beni itti. Hiçbir karşılık vermedim. “Ne o, dilini mi yuttun?” dedi sırıtarak.

“Ne istiyorsun?” dedim sakin bir ses tonuyla.

“O gün neler olduğunu anlatacaksın. Ben başkasını kurtardığımı düşünürken neden sen birden karşımda belirdin? Bu ne tür bir oyun?”

“Aynı şekilde ben de şaşkınım. Neler olduğunu nereden bilebilirim ki? Ben mi istedim gelip beni kurtarmanı.”
Çocuk bu kez yakamdan tuttuğu gibi duvara yapıştırdı beni. Koridordaki birkaç kişi hızla uzaklaşırken kimileri korku dolu gözlerle bizi izliyordu.

“Bırak beni!” dedim ciddi bir ses tonuyla. “Yalvarırsan belki bırakırım,” dedi çocuk alay ederek. Öfke tüm bedenimi sardığında karnına tekme atmak için hazırlanmıştım ki koca ayakkabısıyla ayağımın üstüne bastı. Şimdi kesinlikle ayağımı kımıldatamıyordum. Aniden yumruk yaptığı elini yüzüme doğru savurdu. Son anda birisi eliyle onun yumruğunu durdurdu. Şaşkınlıkla bunu yapan kişiye döndüm. Yine Fatih Hoca! Bu kez öfke dolu gözleri bana değil diğer çocuğa çevrilmişti.

“Sen ne yaptığını sanıyorsun?” dedi çocuğa.

“Sen karışma hoca,” diye söylendi çocuk.

“Burada kavga istemiyorum. Onu rahat bırakmazsan bunu sana ödetirim,” dedi hoca çok ciddi bir ses tonuyla.

İri çocuk inat ediyordu, yumruğu hala havadaydı. Hoca onun yumruğunu sıkmaya başladığında çocuk geri çekildi gergin bir şekilde ve tek laf etmeden elini ovuşturarak uzaklaştı. Şu hoca gerçekten güçlü olmalıydı. “Sınıfa git, şimdi,” dedi bana soğuk bir sesle. Ona teşekkür edecek de değilim zaten. Çantamı yerden alıp sınıfın yolunu tuttum.

İki sıkıcı gün daha geçti ama o gelmedi. Bu, fena halde canımı sıkıyor. Gelseydi, en azından bir özür dilerdim. Dışarı her çıktığımda ise izleniyor olduğum hissini içimden atamıyorum. Hayır, o beni gizlice takip etmez. Hem bu yakınlarda olsaydı hissederdim. Beni takip eden bir başkası olmalı. Belki de iyice paranoyak olmaya başladım.

Gece evde iyice daralınca dışarıya çıktım ve vitrinlere göz gezdirerek çarşıya kadar yürüdüm. Aniden vitrindeki bir yansıma dikkatimi çekti. Kocaman, siyah gözlüklü ve uzun, deri ceketli birisi... Hızla geriye döndüm ama kimseyi göremedim. Yüzünü seçemediğim bu kişi kesinlikle beni takip ediyordu.

O sırada Vedat ile karşılaştım ve konuyu uzatmadan ondan yardım istedim. Başta şaşırdı ama hemen kabul etti. Bir alışveriş merkezine gidip lavaboda kıyafetlerimizi değiştirdik. Neyse ki hemen hemen aynı beden ölçülerine sahiptik. Ancak Vedat’ın saçları fazla düzgün görünüyordu. Hemen gidip elimle saçlarını dağıttım.

“Tamam, şimdi oldu.” Vedat’ın şaşkın şaşkın bana bakmasını ise umursamadım.

Vedat önce çıktı alışveriş merkezinden. Ben de uzaktan onu izlemeye başladım. Gerçekten de az önce gördüğüm kişi Vedat’ın arkasından yürümeye başlamıştı. Ara sokaklardan birine girdiğimiz sırada hızlanıp takipçiyi kolundan yakaladım. Takipçiyle göz göze geldiğimde şaşkınlıktan kolunu bıraktım, o ise gülümsemekle yetindi.

“Sonunda yakalandım ha?” dedi. Ancak Fatih Hoca’nın pek de telaşlanmış bir hali yoktu sadece sinir bozucu bir şekilde sırıtıyordu. “Vedat yardımın için sağ ol, sen gidebilirsin artık,” diye seslendim. Bir şey diyecekti ama sadece “önemli değil” dedi ve gitti.

“Benden ne istiyorsun?” dedim öfkeli bir sesle, hocaya dönerek. “Sakin ol ve sadece beni izle,” dedi filmlerdeki gibi karizmatik bir ses tonuyla.

İşin aslını öğrenmek istiyorsam dediğini yapmaktan başka çarem yoktu. O önde, ben arkada ıssız sokaklara varana kadar ilerledik. Onu takip edeceğimden o kadar emindi ki dönüp bakmadı bir kez olsun. Sonunda çıkmaz bir sokağa girdik. Sokak lambası da bozuktu. Sadece evin birinden vuran ışık aydınlatıyordu sokağı. “Hadi gel buraya,” dedi. Önce bana söylediğini sanmıştım ama ayak sesleri işitince geriye çekilip baktım. Birisi geliyordu ve iyice gerilmeye başlamıştım. Sonra onun yüzünü fark ettim. Onun hocayla ne ilgisi olabilirdi ki? Hem hoca nasıl oluyor da onu çağırma yetkisini kullanabiliyordu? Tamamen şaşkınlık içerisinde kalmıştım. “Nesin sen?” diye çıkıştım hocaya. Hoca yerine o yanıtladı sorumu.

“Ben senin gerçeğe çok yaklaşan hayalinim. Artık senin kontrolün altında değilim,” dediğinde sanki bir yabancıya dönüşmüş gibiydi. Şok olmuştum ve kendimi kaybederek çaresizce hocanın koluna yapıştım. “Tüm bunlar ne demek oluyor? Yoksa başından beri sen de mi bir hayalsin?” dedim aklımın bana oyun oynadığını düşünerek.

“Bırak beni! Ben fazlasıyla gerçeğim. Aklın biraz bulanmaya başlamış senin. Gerçi şu durumda böyle davranman çok normal. Aslında delirmeden kalabildiğin için şanslısın. Tüm bu olanlara ben sebep olduğum için üzgünüm,”dedi yüzüne sahte bir tebessüm ve acıma yerleştirerek.

“Anlat! Her şeyi bilmek istiyorum. Ortada garip şeyler döndüğünü biliyordum zaten,” dedim zorlukla konuşarak.“Peki, bu kadarını sana borçluyum sanırım. Ne de olsa yıllarca bekledim istediğim kıvama gelmen için, biraz daha bekleyebilirim,” dedi eğleniyormuşçasına. Son sözü neredeyse midemi bulandıracaktı. Kendime hâkim olmakta zorlanıyordum. Kıvam diye bahsettiği şey de neydi?

“Öncelikle şu hayalin, o artık benim. Yani benim kontrolümün altına girdi ancak yeterince güçlü değil, şimdilik,”dedi Fatih Hoca son kelimeyi vurgulayarak.

“Ne demek istiyorsun?” dedim. Bu durum fazlasıyla canımı sıkmıştı.

“Neyse o kısma sonra değineceğim. Sana bir şey göstermem gerek,” dedi ve ceketinin cebinden bir hançer çıkardı. Sapından tutup iyice görmem için hançeri çevirdi. “Bunun ne işe yaradığını biliyor musun? Bu hançerle istediğim herkesin hayallerini kesip alabilirim. Ensendeki kesiği fark etmedin mi hala?” dedi ciddi bir ses tonuyla. Elim istemsiz olarak hızla enseme gitti. Gerçekten de ensemde kabarık bir yara izi vardı.

“Nasıl oldu bu? Hiç hissetmedim bile,” dedim dehşete kapılmış bir halde.

“Elbette hissetmezsin. Bu hançer insanda fiziksel bir acı meydana getirmez, sadece geride bir yara izi bırakır. O yara izi de birkaç güne silinir gider,” dedi hoca bilmiş bir tavırla.

“Masada uyuyakaldığım gece mi yaptın?” dedim anılar aklımda canlanırken.

“Aferin. Düşündüğüm kadar dikkatsiz değilmişsin,” dedi gülümseyerek.

“Ne yani, onu benden aldın mı şimdi?” dedim dehşet içinde, her şeyi daha yeni idrak ediyormuşum gibi.“Kesinlikle,” dedi ürkütücü bir şekilde gözlerimin içine bakarak.
 
Kişinin hayali bir hançer tarafından kesilip alınırsa, o hayalin mutlak gücü, iradesi tamamen hayal aşılayıcının eline geçer.
(Hayal Aşılayıcının Sırları Kitabı’ndan)[/b]

“Nesin sen?” dedim Fatih Hoca’ya. Şu an çaresizliğe boğulmuş durumdaydım e elimden bir şey gelmiyordu. Her şey tamamen kontrolden çıkmıştı.

“Gerçek adım Elb. Ben bir hayal aşılayıcıyım. Yani insanların hayal dünyalarına müdahale ederim, gerektiği kadar. Özellikle de hayal kurma konusunda zayıf kişilere bunu yaparız. Hayal gücü yoğun olanlara ise pek bulaşmayız. Neyse sadede geleyim, seni daha fazla meraklandırmadan. Çocukken ailemin yaptığı bir hata yüzünden ben de cezalandırıldım. Hayal kurmam yasaklandı. Bunun ne demek olduğunu biliyor musun? Bomboş, karanlık bir dünyada yaşıyormuşum gibi hissettirdi bana. Bir de hayal aşılayıcıysan bu gerçekten ağır bir cezadır. Uzun yıllar sadece bana verilen emirleri yerine getirdim.”

O anlattıkça daha da şaşırıyordum. Kafamdan onlarca soru geçiyordu ama onun lafını bölmeye korktum. Anlatmaktan vazgeçerse hiçbir şey öğrenemezdim. İmkânsız gibi görünse de anlattıklarının gerçekliğini kabul ediyordum.

“Sonunda içimde bir yerlerde bir öfke patlaması oldu ve bana bunu yapanlardan intikam almaya, kendi kurallarımı koymaya yemin ettim. İntikam almam için gerekli bütün bilgilere sahiptim. Onlar bana güvenmişti, çünkü hayal aşılayıcılar arasındaki en sadık kişi bendim. Aslında sadece üst kademedeki hayal aşılayıcılarının kullanabildiği bu hançerlerden birini gizlice aldım. Fark etmediler bile. Bir diğer özelliğiz ise insanların hayallerini görebilmektir. İnsanların hayallerini aldıkça adeta bende bağımlılık yaptı. Daha fazlasını istemeye başladım. Ancak çoğunlukla hayal kırıklığına uğradım, ta ki senin gibi biriyle karşılaşana kadar. İşte, aradığım kişi sendin. Sen bir hayal aşılayıcının bile yardımı olmadan gördüğüm en yoğun hayal gücüne sahip kişiydin. Böylece ben de sana destek olmaya karar verdim. Böylece içindeki hayal gücünü son zerresine kadar kullanabilecektin ve bir gün hayalin tamamen gerçeğe dönüşecekti.”

“Desteklemekten kastın neydi?” dedim meraklanarak. “Seni seçmemin nedeni benim için en ideal hayalci olduğuna inanmamdı. Sen hayaline diğer herkesten fazla bağlanabilecek birine benziyordun. Ben sadece kopmaması için bu bağı sıkılaştırdım.”

“Yani benim hayallerime müdahale mi ettin?” dedim dehşete düşmüş bir şekilde. Yıllardır yanımda olan o hayali düşündüm, şimdi beni görmezden geliyordu. İçim içimi kemirmeye başlamıştı adeta. Ben ona gerçekten çok bağlanmıştım.

“Sabırlı ol biraz, çocuk,” dedi Fatih Hoca gözlerime bakarak.

“Ben çocuk değilim,” diye çıkıştım.

“Evet, sadece yirmi bir yaşındasın. İstanbul’a okumak için geldin. Ailen Kayseri’de yaşıyor. Tek bir kardeşin var. Kitap okumak ve gece yarısı sokaklarda dolaşmak vazgeçilmezin. Kalabalıktan nefret ediyorsun, hayal kurmaya bayılıyorsun. Daha sayayım mı?” dedi bilmiş bir tavırla. Her şeyi biliyordu. Bunu beklemediğimden iyice sarsılmıştım. Kalp atışım iyice hızlanmıştı, düzgünce nefes almaya çalıştım.

“Neyse sen fazla şoka girmeden diğer soruna geçeyim. Hayallerine müdahale ettim mi? Pek sayılmaz, daha çok çevrendeki insanların hayallerine müdahale ettim. Seni tanıdığım süre içinde yalnız kaldığında hayaline çok daha fazla bağlanabileceğini fark ettim. Bu yüzden arkadaş çevrenden başladım. Onların seninle ilgili hayallerini kesip aldım. Artık onlar için eskisi gibi değerli, güvenilir, sadık bir dost değildin. Zamanla senden uzaklaşmaya başladılar ve sen de iyice kendi içine kapandın. O zamandan beri, yani liseden beri başkaları ile dost olmaya çalışmadın,” dedi büyük bir zafer kazanmışçasına.

Tüm bunların sebebi oymuş demek ki. Bu kez gerçekten öfkelenip üstüne doğru yürüyorum. Eliyle omzumu kavradı ve bir adım dahi atamadım. Bana pis bir bakış fırlatırken sanki parmakları omzumu deliyormuşçasına acı hissediyordum. Bunun üzerine geri çekildim.

“Daha anlatacaklarım bitmedi, evlat. Sıra ailenin hayallerine müdahale etmeye gelmişti. Onlar konusunda risk alamazdım. Çünkü onlar en yakınındı senin. Bir şeyler yanlış giderse ipin ucu kaçabilirdi. Sabırlı bir şekilde planımı uygulamaya başladım. Bir şekilde seni ailenden uzaklaştırmalıydım. Onları senin İstanbul’da okumanın en doğrusu olduğu konusunda ikna edebildim. Böylece yavaştan sana baskı yapmaya başlamışlardı. İstanbul’u seçmemdeki neden okumak için hemen hemen herkesin burayı tercih ediyor olmasıydı. Başka bir şehir seçseydim şüphelenmeye başlardın. Onların bu konudaki ısrarları bu yüzden sana çok doğal göründü.”

“Şimdi anlıyorum neden buraya gelmem için bu kadar çabaladıklarını,” dedim düşünceli bir halde.

“Tüm bu süre içinde amacıma daha da yaklaştım. Oradan kaçtığım için hala aranan bir hayal aşılayıcıyım.
 
Neyse ki kendimi gizlemeyi iyi biliyorum,” dedi daha çok kendi kendine mırıldanır gibi. “Ve son bir hedefim kaldı artık. Senin ölmen,” dedi vahşice ışıldayan gözlerini bana çevirerek. Korkuyla geriye adım attım ve yere kapaklandım. O kadar güçlüydü ki bir anda işimi bitirebilirdi. Ne diye onun peşinden gelmiştim ki?

“Niye telaşa kapıldın ki? Ben olsam şimdiye kadar çoktan ölmüş olacaktın zaten,” dedi sinsi bir şekilde sırıtarak.

“Ne demek istiyorsun?” dedim kendimi toparlamaya çalışarak.

“Defalarca hayatını kurtardım senin. Lisedeyken bir gece evinize hırsız girmişti hatırlıyor musun? Sen aniden uyanmıştın ve paniğe kapılan hırsız silahıyla seni vuracaktı. Elindeki silahı ona bir çiçek demetine dönüşmüş gibi göstermeseydim sen ölmüştün,” dedi kelimeleri üstüne basarak telaffuz ederken.

O gece hayalimde canlandı. Hırsız elindeki tabancayı bana doğrultmuşken birden şaşırmış ve tabancayı atarak evden kaçmıştı. Hırsızın arkasından pencereden bakarken apartmandan uzun boylu birinin daha çıktığını fark etmiştim. Demek ki o Fatih Hocaydı.

“Kulübedeyken yangından beni kurtaran da sendin o halde,” dedim ağaçların arasında gördüğüm silueti hatırlayarak.

“Evet bendim. Akıl yoksunu hayal aşılayıcının biri o gece tüm planımı mahvediyordu. Acemi olduğu için işi eline yüzüne bulaştırmıştı ve ben de ona gözükmeden olaya müdahale etmek zorunda kaldım.”

“Fakat kapı kapalıydı. Kapıyı kim kilitlemişti o zaman?” dedim sabırsızlık içinde.

“Aslında o da hayal aşılayıcıdan kaynaklanan bir şeydi. Yanlışlıkla sana da müdahale etti. Kapı açıktı ama sen kapalı olduğunu sandın. Ben de durumu düzelttim.”

“Peki, sonrasında yaşadıklarım. Kulübe sahibinin öfke içinde bana saldırıp sonra kaçması, beni hırpalayan o çocuğun o gün beni kurtarması… Doğru ya o gün siz de pastanedeydiniz.”

“En komik olanı da o çocuğun yüz ifadesiydi. Hala unutmuyorum,” dedi bir kez daha sırıtarak.

“Peki, neden şimdi ölmemi istiyorsun?” dedim gergin bir şekilde.

“Sen ölürsen o daha da güçlü olacak. Ancak seni kendi elleriyle öldürürse gerçek güce kavuşacak. O zaman gücü benimkini bile aşacaktır. Neden yıllardır senin peşinde koştuğumu sanıyorsun? Sadece basit bir hayal nedeniyle mi? Sen bir hayal aşılayıcının görüp göreceği en büyük gücü hayallerinde barındırabilecek kişisin. Sen öldüğünde o güç ortaya çıkacak ve onun içinde, senin hayalinde hayat bulacak. Böylece onu kullanarak tüm hayal aşılayıcıları kendi emrim altına alabileceğim. Kendi kurallarımı hayata geçirebileceğim,” dedi Fatih Hoca gözleri korkunç bir şekilde parlarken.
 
Hayalci hayalindeki kişiye çok bağlanır ve sonunda onun tarafından öldürülürse, hayal gerçeğe dönüşür ve hayalcinin barındırdığı tüm güç hayal kurulanda açığa çıkar.
(Hayal Aşılayıcının Sırları Kitabı’ndan)[/b]

“Şimdi, işini bitir!” diye emir verdi hoca ona dönerek.

O, emri alır almaz hiç düşünmeden üstüme doğru yürüdü. Bir düşmanmış gibi bana baksa da istem dışı hareket ettiği anlaşılıyordu. Onu hızlıca itip kaçtım ve ıssız sokaklarda koşmaya başladım. Sanki nefesini ensemde hissediyordum. Geriden gelen ayak seslerini işitirken dönüp arkama bakmadım. Uzun bir süre koştum. Nereye kaçabileceğimi bilmiyordum. Bu şekilde kalabalık sokaklara da giremezdim. Ben öldürülürken insanların bu garip manzaraya şahit olmasını istemiyordum. Nefesim tıkandığında durdum. Çünkü o tahmin ettiğimden hızlıydı ve kaçmamın bir anlamı yoktu artık.

Bana yetişti birkaç saniye içinde ve ellerinden biri boğazımı sardı. Beni havaya kaldırıp duvara yasladı. Gözlerinde acı bir ifade vardı. “Neden?” dedim zorlukla. “Üzgünüm,” dedi boğazımı iyice sıkarak. Çırpınsam da elinden kurtulamıyordum. Nasıl bu kadar güçlü olabilirdi? Tabi ya, hayallerimdeki ben her zaman çok güçlü biri olmuştu, olmalıydı. Artık nefes alamıyordum. Çatlayacak gibi hissettiğim anda cebimdeki çakıyı çıkardım aniden ve içim cız ederek ona sapladım. Eskisi gibi bana şaşkınlıkla baktı bir an. Diğer elini yaralı karnına götürdü. Boğazımı kenetleyen eli gevşedi ve yere düştüm. Zorlukla nefes almaya çalışırken o öylece eli karnında dikiliyordu. Şok içinde bana bakarken “üzgünüm, buna bir son vermeliydim,” dedim ve koşarak oradan uzaklaştım.

Fatih Hoca’yı, yani Elb’i bıraktığım yerde buldum neyse ki. Hala yaşadığımı görünce şaşkınlıkla bana baktı. “Kendi nefretine bizi alet etme. Bu kanı gördün mü?” dedim çakıyı onun yüzüne tutarak. “Ben onu yaraladım. Sırf sandığın kadar ona bağlı olmadığımı göstermek için.” Gözleri dehşetle açıldı. Gerçekten de aklını kaçırmış gibi görünüyordu. “Ne yaptın sen?” dedi üstüme yürüyerek. “Üzgünüm, bunca yıllık planını bozdum sanırım. Hayal kırıklığına uğramış olmalısın,” dedim onu kışkırtarak.

Elb asla beni anlayamayacaktı. Kendi hayalimden kurtulmaya çalışmam onu şok etmişti. Evet, kesinlikle bu hareketi benden beklemiyordu. Bağlarımı son anda tamamen kopardığımı düşündü. Oysa bilmediği bir şey vardı. Bunu yapmaktaki amacım hayalimi Elb’den kurtarmaktı, tam tersine daha da sıkı bağlanmıştım hayalime ve şu an yok edilmeye hiç niyetim yoktu.

Beni biraz sertçe itmesi arkamda bulunan duvara uçarak çarpmama neden oldu. Neyse ki başımı çarpmamıştım. Sırtım fena halde dağlanmış gibiydi. “Kahretsin! Her şeyi mahvettin. Cezanı hemen şimdi vereceğim,” diye bağırdı tamamen kontrolden çıkmış bir halde. Her ne yaptıysa zihnimin içine binlerce görüntü dolmaya başladı. Saniyeden çok kısa bir anda görüntüler tamamen değişip farklı şeylere dönüşüyordu. Beynim adeta uyuşmaya başlamıştı ve buna daha fazla dayanamayacaktım. Sonunda dizlerimin üstüne çöktüm. Kafamı ellerimin arasına aldım ve yerde kıvranmaya başladım. “Yeter!” diye bağırdım ama sesimin çıkıp çıkmadığından bile emin değildim.

O anda garip bir şeyler oldu. Her şey normale döndü ve kendime gelmeye başladım. Elb’in yanı başında gri kıyafetli beş kişi belirmişti. Saçları dümdüz ve upuzundu. “Bizi hayal kırıklığına uğrattın Elb. Tüm kurallarımızı çiğnemiş bulunuyorsun,” dedi en uzun adam.

“Na-nasıl buldunuz beni?” dedi Elb dehşete düşmüş bir halde. Kaçmaya çalışsa da beş kişi etrafını sarmıştı.“Sana yıllar önce o mührü yaptığımda bu duruma gelebileceğini hesaba katmıştım. Evet, uzun süredir arıyorduk seni. Ama sen onu öldürmeye çalışarak mührü harekete geçirmiş oldun ve yerini tespit ettik,” dedi beni işaret ederek. “Öldürmeye çalışmak delirtmekten de büyük bir kabahattir,” dedi yaşlı adam soğuk bir şekilde. Sonra beşi birden Elb’in kollarını tuttular. “Hayır, bırakın beni!” Elb’in çığlıkları kulak zarımı patlatacak derecedeydi. Ona ne yaptılar bilmiyorum ama kısa sürede sessizliğe büründü ve gözlerindeki tüm canlılık söndü. Yaşlı adam onun koluna girdi ve hepsi birden gözden kayboldular.

Yavaşça kalktım ve tek dostumu yaraladığım yere koştum. O ise çoktan gitmişti. Ve şimdi terk edilmişlik hissini içimden atamıyordum. Bir daha gelmeyecek miydi?

Aradan geçen günlerin ardından hayatıma bir şekilde devam ediyordum. Fatih Hoca artık okula gelmiyordu. Ansızın ortadan kaybolduğu için herkes ona ne olduğunu merak ediyordu. Onun için kayıp ilanı bile verilmişti. Her şeyi biliyor olup da susmak garipti ama böyle bir şey nasıl anlatılabilirdi ki? Düşündükçe ona acımakta olduğumu fark etmiştim.

Bugün okulda Vedat'la karşılaştım ve beni maça çağırdı. Geleceğimi söyleyince de sevindi. Maçın yerini ve saatini söyleyip dersine gitti. Akşamüstü kararlaştırılan yere gittim. Herkes toplanınca çim sahada maç yapmaya başladık. O kadar çok koştum ki maç sonunda savaştan çıkmış gibiydim. Diğerleri eşyalarını toplayıp gittiler. Ben ise yorgun bir şekilde kendimi banklardan birine bıraktım. Kalp atışlarım hala yavaşlamamıştı. Hafif bir rüzgâr esmeye başladı. Biraz olsun kendime gelmiştim. Gözlerim iyice ağırlaşmıştı.

“Burada uyumayı düşünmüyordun değil mi?” dedi neşeli bir ses. “Geldin ha?” diyerek yerimden sıçradım sevinç içinde. “Sen kafanda öldürmediğin sürece ben gitmem,” dedi gülümseyerek. Geldiği için mutluydum.“Teşekkürler” dedim ve beklemediği bir anda ona sarılınca öylece kalakaldı. Gülümsedi sadece.
 
-son-
Yakından bakarsan güzelleşecek.
Uzun süre bakarsan sevimli olacak.
Sen de aynısın...

-School 2013-

Çevrimdışı P.L.Shellen

  • *
  • 1
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Hayal Aşılamak
« Yanıtla #1 : 06 Kasım 2014, 00:34:38 »
Merhaba,
 Öykünün adı ilgimi çektiği için tereddüt etmeden okumaya başladım. konunun girişi çok ilgimi çekti. Başarılı bir başlangıç olmuş fakat bazı eksiklikler var...
Öncelikle tamamının yapıcı eleştiriler olduğunu bilmeni isterim. bir okuyucu yorumundan ziyade teknik hataları bilmende fayda olduğunu düşünüyorum.
      hikayedeki giriş bölümünde karakterleri somutlaştırmak istemişsin. doğru da olmuş fakat bunu biraz daha konuya yedirmen daha çok akıcılık sağlardı
    giriş fantastik başlıyor ve anlatıcının ağzından yazılmış... fakat üç yıldız sonrası ilk ağızdan bir anlatım var ki bu da sanki başka kitaba geçilmiş hissi vermiş. bir yazıda anlatım dilinin aynı olması daha çabuk odaklanılmasını sağlar diye düşünüyorum... her şeyden önce anlatan kişinin Elb mi başkası mı olduğu anlaşılmıyor...
bu ikinci partla ilgili daha da önemlisi baş kahramının belirsizliği... kavga sahnesine kadar kız olduğunu düşündüm... çünkü cümlelerde bir naiflik vardı... sonra birden erkek oldu... kavgalar,maçlar... bence önce karakterini tanıtmalısın... Özellikle isimle...
    isim konusu önemli... hikayeye giren, bir olaya dahil olan  herkesin bir ismi olmalı... iri yarı çocuk, yaşlı adam, başka bir adam gibi tabirler karakterlerin havada asılı kalmasına sebep olur. bir hikayeyi dolduran karakterlerdir, bu yüzden üç boyutlu olmaları gerekir...
    Bir de zaman kullanımı... cümlelerin içinde "-mişti"  ve "-di" zamanları biraz yersiz kullanılmış.. yani şimdiki zamandan bahsederken mişli geçmiş zaman anlatım bozukluğuna sebep oluyor... gerçekten geçmiş zamanda olan olayları ve duyduları anlatırken kullanmalısın... mesela o dersteki ejderha resmi çizdiğini anlattığın paragrafta zaman karmaşası olmuş...
Bir de her hareketi kısa ve düz cümlelerle anlatmak konuyu basitleştirir. kalktı, kahvaltı yaptı otobüse bindi okula gitti demek yerine biraz daha betimleyici cümleler kullanmalısın. Bence...

Yorumlarım sana biraz negatif gelmiş olabilir. Fakat amacım kesinlikle incitmek değil, yazmayı seven ve emek veren birine yardımcı olmak.. hikayen genel olarak güzel, "hayal aşılama" olayı ve şu kitap alıntıları çok hoşuma gitti. özellikle Fatih hoca'nın Elb çıkması süpriz oldu... üzerinde biraz daha çalışırsan çok daha iyi olacağına inanıyorum.. kaleme küsme ve yazmaya devam et...
Sevgiler...

Çevrimdışı maviadige

  • **
  • 161
  • Rom: 4
    • Profili Görüntüle
Ynt: Hayal Aşılamak
« Yanıtla #2 : 07 Kasım 2014, 22:50:03 »
Merhaba P.L.Shellen

Öncelikle vakit ayırıp okuduğunuz için teşekkür ederim. Eleştirilerinizi emin olun dikkate alacağım. Eleştiri almayı hiç yorum almamaktan daha değerli buluyorum çünkü.

Giriş kısmı bu hikayeyi ilk yazdığımda yoktu. Elb karakterinin geçmişine daha fazla yer vermem gerektiğini düşündüğüm için ekledim. Dediğiniz gibi devamında kimin ağzından yazdığım hemen anlaşılmıyor o yüzden. Karakterin isim ve cinsiyetine gelirsek bilinçli olarak gizlediğim bir şeydi. Belki hata yapmışımdır emin değilim. Sadece okuyan kişinin kafasında bir erkek ya da kız diye hemen bir yargı oluşmamasını istedim. Bir de hep beklenen ya da olması gerektiğine inanılan şeylerin dışına çıkmak istedim. Bu yüzden yazdığım karakter normalden tuhaf gelmiş olabilir size.

Zaman konusunda çok haklısınız. O hatayı farkında olmadan çok sık yapıyorum. "-mişti, -di" li cümleleri olmaması gereken yerlerde kullanabiliyorum. Betimleme kısmına gelirsek bu konuda yetersiz olduğumun farkındayım. Yazarken biraz aceleci davranıyorum ve betimleme yapmanın beni yavaşlatacağını düşünüyorum. Daha doğrusu pek de iyi betimleme yapan bir insan değilim, o yüzden üstünde çok durmuyorum. (bu konuda çalışmam gerek) Sanırım hikaye yazarken bir hatam da kendimce önemli olan şeyleri daha ön plana çıkarmak oluyor, diğer şeyleri maalesef göz ardı edebiliyorum. Ama yazdıkça tüm bunları aşacağım sanırım. Tekrar teşekkürler yorumunuz için. :)
Yakından bakarsan güzelleşecek.
Uzun süre bakarsan sevimli olacak.
Sen de aynısın...

-School 2013-