Kayıt Ol

GRİ

Çevrimdışı Marjuarane

  • *
  • 46
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
GRİ
« : 15 Şubat 2015, 14:45:52 »
SAVRUK BULUTLARIN YAĞMURLARI
BİRİNCİ KİTAP: GELGİT
BİRİNCİ ANA KISIM: AHMET
ALT BAŞLIK: GRİ

BÖLÜM 1 SU

Önünde uzanan merdivenlerin basamakları gözlerine sonsuz gibi gelmekteydi.İlkine adım atar atmaz kendisini bir örümcek ağına yakalanmış sinek gibi hissetti.Basamakların sayısı uğursuzluğuna inandığı bir çift sayıydı ve onların üzerinde yürümek zorlama geliyordu.

İstemeye istemeye merdiveni çıktıktan sonra hemen cebinde anahtarını aradı ve hiç vakit kaybetmeden evinin dışa açılan kapısının kilidine soktu.Anahtar çevrildikçe kulaklarında huzursuzluğu yüklenmiş tınılar yankılanırken diğer yandan kapı çelimsiz olmasına rağmen inat edercesine açılmamak için savaş veriyordu.Daha önce onu açmakta hiç bu kadar zorlanmamıştı.Sinirle ve hırsla bir kez daha denedi ama karşısındaki bana mısın demedi.Rakibini zorlarken gömleğinin cebinden sevgi misali sigara paketini düşürmüş ve sanki çocukken arkadaşları ile oynadığı plastik bir top gibi merdivenden aşağıya zıplamıştı.’Kahretsin!’ dedi fısıltıyla kaçıp gideni görünce.Bulunduğu yerden bir kez daha inmedi ve tepesinden aşağıya atladı.’Bir işin kolayı varken vakit kaybetmenin ne manası var,’ derdi hep.

Merdivenin altı anıları gibi boştu ve oraya hiçbir eşyasını koymazdı tıpkı çocukluğundaki çocuğun sızlanmaları gibi… Kafasını soktuğu zaman karanlığı gördü.Sigara paketini aradı ancak kendi faili meçhul hayatını bulamadığı gibi ona da rast gelemedi.Bir anda aradığı yerin en kuytusunda arkadaşlarıyla oynadığı bilyeleri ve onları gasp eden en korktuğu olanı yani kendisini hatırlatan bakışlarıyla onu oldukça ürperten parlak iki cam küre gördü.Bir anda sinip hemen oradan uzaklaşma dürtüsü benliğini baskılamaya başlarken merdivenin altından çıkıp hızla basamakları çıkıp kapıya ulaştı.Bu sefer karşısındaki tek dokunuşla açıldı.Onu kapatıp bu durumu bir süre düşündükten sonra daha önce yaşadıklarından bazıları gibi eski bir elbise misali üzerinden attı.

Üstünü değiştirmesi gerekiyordu zira ter kokuyordu.Elbiselerini değiştirirken sigara paketinin gömleğinin cebinde olduğunu görmedi.

Giysilerini çıkardı ve hepsini katlayıp düzenli bir şekilde dolabına koydu zira nizamdan taviz vermezdi.Onu tiksindiren bu ter kokusundan kurtulmalıydı.Hemen banyoya koştu ancak hiç beklemediği bir engelle karşılaştı çünkü banyo kapısı kapalıydı.Kulbunu tuttu lakin uğrunda her şeyini verdiği arkadaşının sözleri gibi elindeki bir türlü dönmedi.Zorladı,zorladı ama açılmadı.Yavaş yavaş bedenini rehin almaya başlayan bu pis kokudan temizlenmeliydi bu yüzden çok telaşlı ve de tedirgindi.’Kahretsin!’ dedi bir kez daha ‘Bu kapı da sıkıştı.’ Bu aralar hafızasının dolaplarına yerleştirdiği yeni raflardan bozma tozlu olanlarına sarfettiği kelimeden çokça koyuyordu.’Bu pisliğin içinde boğuluyorum’ diye feryat ederken kendisini sıkıntıya sokup boğuyordu sanki bir kabın içinde durmuş ter damlalarının üzerinde birisi onu kırbaçlıyordu.Kapıyı açmak için acele ederek ter damlaları sanki çok önemli şeyler anlatıyormuş gibi konuşan bazılarının etraflarına topladıklarına katılmaya devam edenler misali bedeninde çoğalarak ilerliyordu.

Kapı açılmamakta direne dursun üstündeki koku arttıkça arttı.’Hay aksi, kulpu da kırdım,’ dedi kendi kendine.Bundan sonra endişesi daha da arttı.Sanki hareketleri evinin sessiz haleti ruhiyesine bağırıyordu bu kokunun elleri beni boğuyor diye.Çok sinirliydi ancak kapı, karanlık köşelerde yürümeden önce başvurduğu işyerlerinin patronları misali onunla alay edercesine tık diye açıldı.Artık nasıl olduğunu hiç düşünmeden hemen banyoya girdi ama tertemiz fayanslarının üzerinde giderken gözüne küvetin köşesinde olan bir hareket ilişti.Müsebbibi bir hamam böceğiydi ve yavaş yavaş ilerliyordu.Aniden durdu zira bu iğrenç yaratıklara dayanamazdı.Kendisini sanki iki dağ arasına sıkışmış gibi hissederken gidecek yer bulamıyordu.Önce hamam böceğini tertemiz banyosundan def etmeliydi.Yaratık ise onu hiç tınmıyor yaklaştıkça yaklaşıyordu.Bu böcek çok pisti ve çıplak ayaklarının yanına kadar gelmişti.Ondan kaçınırken ayakları geri geri gitmeye başladı.

Yaratığın adımlarının sesi tıpkı eski hatıralarındaki yakın dostlarının ki gibi tertemiz banyosundaki zeminin üzerinde yankılanıp adeta ona eziyet ediyordu.Geriledi,geriledi… Sanki elinde bıçağı olan bir katil onu tehdit ediyordu.Artık gideceği daha fazla yer kalmadı ve bedenindeki kapalı kapının soğukluğunu hissedip yolun sonuna geldiğini anladı.Bu yaratıklardan kendi yaşadığı hayattan iğrendiği kadar tiksiniyordu ve de tenine dokunmasını hiç istemiyordu.Aklını hemen bir düşünce ziyaret etti ve yaratığı ne kadar iğrenç ve korkunç olsa da ez diyordu ki bu tanıdıktı onun için.’Öyle de bastıktan sonra bu pis ve koskocaman yaratıktan kan akacak,kabuğu parçalanacak ve bir de bu yetmezmiş gibi ayağıma bulaşacak,’ dedi, ziyaretçiye cevaben.Sonra geleni gönderdi ve daha önce yapmadığını yapıp vazgeçti.Karşısındaki ise kurduğu çarpık hayaller gibi ayak parmaklarına tırmanıyordu.Çok umutsuz olmuştu ancak son çare olarak kedi nasıl köşeye sıkıştığında pençelerini gösterirse o şekle bürünüp uzanacağı bir şeyler aradı ve çılgın gözleri köşedeki fırçayı fark etti.Onu aldığı gibi böceğe vurdu ve yaratık düştü, cansızlaştı.Sinirli sinirli gülüyordu eğer o görünüşünün fayanslarda yansımasına bir bakmış olsa… Sonunda pis hayvanın hakkından gelmişti. Hem , kendisi karanlık sokaklarda dolaşırken karşısına gelenleri korkudan gözünde büyüttüğü gibi koskocaman hamam böceğinden kan da akmamış banyosunun zemini de kirlenmemişti.Fırçayı yerine koydu ama altında hamam böceği yoktu.Bakmadı o tarafa hemen küvetini doldurmak için vanalara hücum etti. Bir an önce suya girip bu pis kokulu kendi elbisesinden kurtulmak istiyordu.Sabah o kadar fayansları temizlemesine rağmen fırçadan bir tel düşmüş ve o da küvetin köşesindeki kırmızı fırça telini unutmuştu.

Suya girdi ve hiç vakit kaybetmeden temizlenmeye başladı.Kirli elbisesinden kurtulduğunu düşünürken, su vanadan aktıkça ayaz ruhuna meltem esintisi sağlıyordu.Vanayı ne zaman açtığını hatırlamıyordu, sonuçta suya kavuşmaktı önemli olan.Tenine değdikçe neşeleniyor ve gülüyordu. Şu an bedeninde gezen onun tutunabildiği en değerli gerçeğiydi.Bir an bile olsa suyun dokunuşu olmadan yaşayamayacağını düşünürdü.Onlar yolcuğuna devam ettikçe bedeninde –dibine ışık vermeyen mum misali- sevdiği kızın kıpkırmızı dudaklarının tatlı ve serinletici yumuşaklığını hissediyordu.Tenindeki yolcu onun vazgeçilmez en değerli elbisesiydi.Banyoda o kadar çok kaldı ki artık temizlendiğine kanaat getirdi ama vanayı kapatamıyor ve küvette çırpınıyordu.Su, tsunami misali geçmişinin geleceğine kir tutmuş yüzü köhne hayallerinin barınakları üzerinde yükseldikçe yükseliyordu… Sanki boğuyordu onu.Oradan çıkmalıydı, hemen çıkmalıydı yoksa çok sevdiği gerçek onu öldürecekti.Kapana kısmıştı. Köpek balığına yakalanmış balık gibiydi, suyun dişleri bedenini kemiriyordu.Küvetten hışımla ve korkuyla düştü tıpkı bir akvaryum balığının yaşam yerinden atılması gibi.Suyu üzerine giymiş bir şekilde hemen ayağa kalktı.Küvetten dışarıya su taşmamış zaten vana da kapalıydı.Kapısı daha önceden bıraktığı gibi açık olan banyosundan çıktı.

Kapıdan çıkarken çocukluğunun nasıl geçtiğini bilmeyen adımlarının hırıltılarının nahoş sesleri sel misali arkasından geliyordu.Ardından çıyanlarla örülmüş ya da ördüğü kapı kapandı.Banyonun tavanındaki sisten eller zemine doğru uzanırken örümcek ağları köşelerde cirit ata dursun duvarlardan kurumuş boyalar dökülüyordu.İçinde kararan duygularla kanatlandırdığı geleceğinin ucube panayırında raks eden pespaye kişiliklerinin kanlarıyla beslenen çarpık umutlarından sadece bir parça olan sivrisinekler alanda turluyordu.Zemin mozaikti ve bir çok yeri kırılmıştı orada da kırkayaklar merasimdelerdi.Tabanın üzerindeki bir çok yeri kıl parçaları,sabun artıkları parsellemişti.Kenarlarında bir çok türde karıncalar gezinirken fırçası pejmurdeleşmiş ve kılları iyice keçeleşmişti.Bu çöplüğün arasında küvet falan yoktu.Vananın altında tabanı delik dışı iyice islenmiş bir kova vardı.İçine çamur gibi su dökülürken kırık maşrapa yanında olup içerisinde iğrenç böcekler dolanırken hamam böcekleri karıncalara tur bindiriyordu…

Odasında durdu ve bir süre düşündü,üşüyordu ve su damlacıkları üzerinde kuruyordu.’Hayııır!’ diye bağırdı.Su damlacıkları heba olmamalıydı.Geri döndü hemen tek bir dokunuşla kapının kulbundan tuttu ve enfes banyosuna girdi.Duvarlar, ona göre en değerli malzeme olan granitten yapılmış olup üzerinde altın kaplama askılık bulunuyordu.Onun topuzlarındaki yuvarlaklar da gümüştendi.Çok sevdiği, çok güzel kokan mavi bornozu için bir süit gibiydi.Giysiyi aldı zira damlalar boşa gitmemeliydi.Su, elbisedeki boşluklara girdi ve çok sevdiği kızın kokusunun bir gün gitmeyeceğini sandığı gibi teninden uzaklaşmayacağını zannetti.Banyosundan çıkar çıkmaz kapısı kapandı.Sadece görmek istediklerini görüyordu.

Yıkık dökük duvardaki paslanmış askılık mozaik kırıklarla dolu zemine düştü.

Sessiz duvarlarının çığlıklarında kasvetli tınılar yankılanıyordu…

MAYIS 2006-YENİDEN DÜZENLEME OCAK 2015

Çevrimdışı Marjuarane

  • *
  • 46
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: GRİ: Kaplumbağa (Bölüm 2)
« Yanıtla #1 : 15 Şubat 2015, 14:48:07 »
BÖLÜM 2 KAPLUMBAĞA

Yankılar benliğinin dört bir tarafını at sineklerinin vızıltısı gibi kuşatıyordu…

“Ayakkabılarına çamur mu bulaştı oğlum? Elin mi çizildi, ah kıyamam ben sana… Yapma oğlum, yapmaaa!”

Sanki atletizm yarışlarına katılan koşan bir yarışçı misali ilk sırayı almış başlamıştı ilk vızıltı.Diğerleri de peşi sıra ardından geliyordu…

Mavi bornozu üzerinde evinde dolaşıyordu.Aslında suyu hapsettiğini düşünüp giydiği üstünde bulunan elbise babasının ona çocukluğunda hediye ettiği tek giysi olan bornozun yenisiydi çünkü zaman ilerledikçe hep banyodan sonra onu giydikçe hırpalanmış ve eskimişti.O da hep onun renginde ve modelinde, kumaşı hep onun gibi olanları satın alıp onlar babasının bir acuze olduğu gibi çoktan eskise de bir nevi sigara bitmesine rağmen külünü tablaya dökmeyip hala içmesi misali giymeye devam ediyordu.Ne hep içtiği kavuniçi filtreli ve kısa olan sigarayı bırakmaktan ne de bu elbiseyi giymekten vazgeçiyordu.Belki de babasına dair en özel sevgisi bu elbisede saklıydı.

Aynanın karşısına geçti ki onda kendisine bakmayı severdi çünkü ayna ondan hiç yüz çevirmemiş çoğu zaman en sevdiği arkadaşı olmuştu.Gözlerini aynaya sabitledikçe bakışları şimdiki yaşadığı zamanın küfesine karışık duygularını koyup adım adım onları geçmişine götürmeye başlarken yolda ilerledikçe ilerisinde yani aynanın gerisinde kabuğunun üzerinde narin bir bebek bulunan kaplumbağa beliriyordu.Bebeğin saçlarını okşayan bir el görünüyordu ama çok silikti seçilemiyordu.Adam tamamen kitlenip geçmişinde yaşamaya başladığında aynanın içindeki kaplumbağanın bornozundaki yansıması omzunda bulunan bir serçe olmuştu.Sanki kalbinin tavan arasına sakladığı unutmaya çalıştığı aşk kutusunu açıp elinde olmayan bir acıyla tekrar hatırlaması gibi anılarına dokunurken bir anda gözleri yuvalarından fırlayacak gibi oldu.Hemen elbisesini silkeledi ve serçe yere düştü.Narince süzülmüştü bir kar tanesi ya da aşkına hiç giydiremediği gelinlik misali.Eğildi,yere baktı ancak kuşta hareket yoktu zira cansızdı.Hemen gözlerine sinsi bir gülümseme çarptı çünkü aynada paslı fikirlerin makas darbeleriyle kesilmiş sekiz yaşında elinde sert tahtadan yapılma sapan bulunan bir çocuk görünüyordu.Sanki gözlerinin önünde bir madalyon sallandırılıp hipnoz olmuş bir insan misali ilk bakışta çocuk aynanın içindeyken bir anda avucunda çok iyi bildiği parmakların dokunuşunu hissetti.Elleri hünerli bir düzeneğe sahip çocukla birlikte uğursuz dedesinin sopasının rengindeki koltuğa gittiler.

Yarışa katılan diğer zırıltılar ilkine yetişmeye başlıyordu…

“Hani evladım baban nerede kaldı?”

“Gelir dedeceğim sabredin biraz!”

“Pöh! Baban gelecek ha! Onun gelmesi, İran-Irak savaşının çıkmamasını düşünmek gibi… Kim bilir kiminle düşüp kalkıyordur ahlaksız adam!”

Adamın yanındaki iki de bir çıkıp gelen deja vu yaşadığı kendi çocukluğunun maddeleşmiş hali olan çocuğun ağzından dökülenler hiç de iyi imgeler oluşturmuyordu.

Oturduğu koltuğun altından anılarının sekiz parçaya bölünmüş hali şeklinde kaplumbağalar çıktı.Bazılarının yürüyüşleri kibrini göstermekten çekinmeyen insanlar gibi, hayvanların ilerleyişlerindeki baskıcı azamet yobaz düşüncelerin adımlarıydı adeta.Çarpık çurpuk yürüyen kaplumbağaların kabuklarının her birinde farklı farklı çamur izleri görünüyordu.Onlardan bir tanesi dolaşıp dolaşıp yanlarına geldi ve adam kendi ayağının içine çocuğunkini alarak cisimleştirdiği anısına bastı,bastı,bastı…

Babasının alçaltıcı sözlerinin renginde çamur bulaşmış olan ezdiği kaplumbağanın kanıyla karışıyordu iz.Yanındaki çocuk hırpani bir şekilde sırıttı.Kalanlar ise başkalarının sırtına basıp menfaat elde eden bağnaz akrabaları gibi koltuğa tırmanıyordu.

Çocuk,bütün kaplumbağaların üzerine bastı ve hepsini lime lime etti.Sekiz kaplumbağanın ölülerini topladı ve banyoya koştukça büyüdü.Kapısı zaten hep açıktı.Akrabalarının düşüncelerine karşı koyup dışlandığı gibi bütün leşleri banyosunun tabanına attı.Namevtler o ilerledikçe birbirinden uzaklaşıp tabana yayıldılar.Adamın yanına giderken, tekrar çocuk olmuştu.

“Ben bir kaplumbağa öldürdüm anne!” diye bir fısıltı geldi odasındaki duvarlardan.

Kaplumbağalar çürüdü ve tabanda kaldılar.İçlerinden oyuncak arkadaşları gibi at sinekleri çıkıp onların etlerini kanatlarına yükleyip banyonun her tarafına dağıttılar.Ve etrafa yayılan parçalar adam büyüdükçe kimlik ve şekil değiştirip bir kaçı hamam böcekleri ebatlarında dostlarına bir kaçı da zararlı karıncaların adımlarında arzularına dönecekti.

Duvarlardan gelmeye devam eden fısıltılar sinirlerini bozmaya başlıyordu…
“Ayakların çamura bulanmış oğlum.Ben seni tertemiz göndermiştim, basma daha yeni sildim yerleri.Ayrıca ellerinde de yeşil kan var.Aman aman sakın onları bir yerlere sürme.Hemen git,temizlen gel, bilirsin ben pisliğe dayanamam.Sana özel öğretmenlerinin ‘Ali topu tut!’ cümlesini bilmem kaç kere yazdırdıkları gibi git ve ellerini o kadar yıka.Onları tertemiz görmek istiyorum,hadi canım oğlum!”

“Ne olduğunu sormayacak mısın anne!”

“Sonra oğlum sonra,seni böyle pis görmeye katlanamam ben.”

“Ben bir kaplumbağa öldürdüm anne! Yavaş yavaş üzerime geliyordu,sinirlendim, iğrendim ondan anne.Ayağımla üzerine bastım ve kurtuldum yoksa beni…” İçinden bir düşünce geçti; ‘Babamın o uyuz amcamın çok sevdiği bebeği var ya hani benden çok onu seviyor ya… Oyuncak arkadaşlarımdan biri de kaplumbağayla çok ilgilendi,benden çok onu önemsedi.Eskiden beşikte yatarken babamın ellleri benim ellerimden hiç kopmazdı.Sonra öldürdüm onu tıpkı o bebeği…’

“Kaplumbağaya mı bastın,ayağına bir şey oldu mu,acıttı mı ayağını? Hemen temizlen! Neyse üzülme canım eğer istersen sana kaplumbağadan oyuncak alırız,diğerlerinin yanına koyarsın sinirlenince üzerine basarsın.Hem iğrenmezsin de.Üzülme artık, git temizlen çabuk!”

“Bu oyuncak değil canlıydı.Öldürdüm onu tıpkı dün gece saat on iki civarında izlediğim filmdeki uzun saçlı çocuk gibi.Elindeki sapanla serçeyi vurmuştu ve arkadaşları dahil babası da alkışlamıştı.Ben de çantama oyuncaklarımı koydum ve kaplumbağayı öldürünce o bebek misali diğer oyuncağım dışında öbürleri beni alkışladı.Zaten oyuncaklardan başka arkadaşım yok!” Sonra içinden; ‘Oğlum dışarıya çıkma yollar pis,oğlum bahçeden ayrılma mazaallah çocuk kaçıranlar seni kaçırırsa… Yanımda ayrılma benim… Özel öğretmenler tutarız,’ diye annesinin sinir bozucu sözleri geçti.

“Ne çocuğu oğlum?”

“Anne sen de babam gibi beni hiç dinlemiyorsun.Hani gece izlediğimiz o filmde çocuk kuşları vurmuştu.Sonra babası çok sevindi ‘Oğlum çok iyi avcı olacak,’ demişti ya. İçinden devam etti; ‘Ben de kaplumbağayı öldürdüm anne.Babam bu kez beni o bebekten daha çok sever mi? Saçlarımı bir kez olsun okşar mı? Bana bu sefer ‘sen işe yaramaz bir at sineğisin’ demez değil mi anne!’

Fısıltılar kesilmişti.Adam ayaklarının altında bir ıslaklık hissetti zira yerdeki cansız serçenin kanı ayaklarına bulaşmıştı. Tırnaklarının içine girip birazını orda bırakıp kalanının bir kısmıyla gövdesine ulaşıp saçlarına tırmanmıştı kan.Hemen bir makas aradı.

Yanındaki çocuğun elinde bir makas vardı ama çocuk değişmişti.

TEMMUZ 2006 YENİDEN DÜZENLEME ARALIK 2014

Çevrimdışı Marjuarane

  • *
  • 46
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: GRİ: Saydam (Bölüm 3)
« Yanıtla #2 : 15 Şubat 2015, 14:49:06 »
BÖLÜM 3 SAYDAM

Adam geçmişinin treniyle yolculuğuna devam ederken daha ilk vagonlardaydı…

Ön koltuklardan birine oturmuş cama yansıyan tezahürünün hayatını seyrederken odasında yanında oturan tıpkı camdaki yüze sahip kendisine dönmüştü ancak çok öfkeli görünüyordu.Kendisinin yansıması bir anda onun bakışlarını makas ararken odanın köşesinde bulunan askılığa yönlendirdi. Askılığı gördüğü anda yanındaki elindeki makası aynaya fırlattı.

Askılık, çocukluğunun nefret ettiği dört yılı misali dört ayağa sahipti ve onlar tabana dokunuyordu.Makas, babasının yaralayıcı sözleri gibi aynaya doğru ok misali ilerleyip çarptıktan sonra askılığın ayaklarının tabana değen uçları yere paralel uzamaya başladı.

Odasının ortasında bulunan rengine baktıkça hem dedesinin hem de kurstaki hocasının sopasını hatırlattığı tahta kanepe tavana yükselirken onun boşaltmaya başladığı yere makas çarptıktan sonra parçalanıp dağılan aynanın dört parçası yerleşiyordu.Bunlar tamamen sahiplenince bölgelerini birbirlerine olan uzaklıkları ilk durumda farklıyken askılığın ayakları tabana,duvarlara,tavana sarmaşık misali uzayınca yerdeki kırık parçaların birbirlerine olan mesafeleri eşitleniyordu.Bir süre sonra onlar bir kare oluşturdu.Kırık parçaların tabana değen yüzleri parlak ve tavana bakanlar ise mat olup kanepe yükselip tavana vurup dağıldıktan sonra savrulan dört uzun tahta parçası karenin köşegenlerindeki ayna parçalarının üzerine oturmuştu.

Askılığın ayakları dört taraftan ayna parçalarının üzerinde duran tahtaların bulunduğu kareye tıpkı çocukluğunun kalabalık yalnızlığının çığlıkları misali yaklaşıyordu.Tahta parçalarının orta kısımlarının dördüyle de aynı seviyede küçük içi oyuk çemberler oluşmaya başlıyordu.Sanki bir arabanın park etmesi gibi onların yanına iyice yakınlaşınca durdu askılığın ayakları.Yükselerek çemberlere ulaştı.Oyuk olan bunların içini tahtaların dokunan uç kısımları doldurduktan sonra hem parçalanan kanepenin tahtalarından hem de askılığın ayaklarından mamul çıkan iplikçikler diğerlerinin aynı seviyesindeki çemberlerine ulaşıyordu.Bu durum arkadaşlarıyla Orhan ve Memduh ile birlikte mahallesinde diğer mahallenin çocuklarıyla futbol maçı yaparken o esnada yaşadıkları yere taşınan Derya adındaki kızı görüp tekrar tekrar ona bakması misali devam etti.

Ayna parçalarının tabana değen parlak yüzeyleri tıpkı aşkına sarılmak istemeyip de onun başkasına kollarını sarması misali tahta parçalarına dokunup bağlanmaya başlarken onun dışı aynanınki gibi parlak bir yüzeye dönüşüyordu.Öte yandan kopan iplikçiklerin dışları katılaştı ve sonra çözündü.Bunlar yere düşerken çocukluk arkadaşlarıyla geçmişte kopması misali küçük parçalara ayrıldı ve karenin merkezine doğru akışa geçip birbirleriyle tıpkı gelecekte bir olay sonucu tekrar kavuşacakları gibi birleşti.Oluşan birikintinin içinde yavaş yavaş görüntüler meydana gelmeye başlıyordu.

Görüntülerden çıkan saydam yüzleri görünce odasının içinde ağlamaya başladı.Bunlar o kadar çok canını acıtıyordu ki daha fazla bakamadı.Tahta parçalarının dışını kaplayan aynalara yansıyordu bu saydam yüzler.Bir kez daha baktığında hepsi öfkesinden suçluluğuna dönüşen yanındaki gibi gitmiş ve tahtalardaki aynaların içine girmişti.

Adam geçmişinin treniyle yolculuğunda ilk vagonlarda diğer tarafa geçti.Cam da gördüğü anne ve babasının yüzüydü…

“Kemal, artık çocuğumuz büyüdü.Ben diyorum ki; Ahmet’ i dini eğitim veren bir kursa verme zamanımız geldi.” Dedi annesi.
“Haklısın Hatice, ben de sana bu konuyu açmayı düşünüyordum ki sen benden önce davrandın.Hemen yarın bu işe al atayım ve kursu araştırayım da oğlumuz dinine bağlı ve Kuran okumasını bilen biri olma yolunda ilerlesin.” Dedi babası

Aslında çocuğun anne babasının düşüncesi oğullarının ilk önce hafız olması yönündeydi ve aile çevresi de ikisiyle hem fikirdiler. Onun dini kurallara göre yetişmesini,namazlarını kılan ve Kuran okumasını bilen biri olmasını,dini vecibelerini tam anlamıyla yerine getirme yolunda ilerlemesini arzuluyorlardı.Yaşı ilkokuldan sonraki dönem olan orta okul evresindeydi ancak ailesi onun okula gitmesini değil yatılı kursa gitmesini istiyordu.Öte yandan Ahmet, ailesiyle hem fikir olmayıp onların öngördüğü gibi yatılı kursa gitmeyi değil orta okula gidip okumak istiyordu.İdealinde aile efradının düşündüğü gibi hafız daha da ilerisi yüksek bir din görevlisi olmak gibi bir kısım yoktu.

Çocuğun babasıyla arasında sıcaklıktan ziyade biraz mesafe vardı.Bu uzaklığın kapsamı ise büyükler ve onların düşündükleri ile davranışlarıydı.Aile ne isterse çocuk onu yapmak zorundaydı.Bu düşünce ise ailenin büyüklerine saygı ve onların istediklerine söz söyleme ya da onlara karşı çıkmama yaptırımını öngörüyordu.Büyükler söylediklerinin hemen yapılmasını ister –küçüğe göre doğru ya da yanlış- çocuklar söylenenleri zamanında yapmazsa azar yiyerek,kimi zamanda onların tabiriyle ‘beş parmak’ ile tanışarak ya da ufak çaplı şiddetle muhabbet ederek onları dinlemeleri gerektiğini öğrenirlerdi.Çocuğun geleceği ile kararı aile verecekti şayet uymazsa kendisine ‘manevi yaptırım’ uygulanacaktı.

Ahmet’ in ailesi akşam yemeğindeydi.Hem yemeklerini yiyor hem de televizyon izliyorlardı.Bütün haberlerde Turgut Özal’ ın öldüğü söyleniyordu.Babası yemekteyken annesine;

“Hatice, yatılı kursa gittim ve sorumlusuyla görüştüm.Yarın inşallah Ahmet ile oraya gideriz.” Dedi

Ahmet’ in yüzü kurs lafını duyduktan sonra ekşidi.Bunun getirisi ise onun yemek yemeyi bırakması oldu.Ailesine göstermediği içinde yanan öfkeyle;
“Ben yatılı kursa falan gitmek istemiyorum.Memduh, Orhan ve diğer arkadaşlarım gibi okula gitmek istiyor—“

“Sus bakayım! Ne demek gitmek istemiyorum. Sen daha yumruk kadar çocuksun,ne bilirsin.Dinini ve Kuranı öğrenmen lazım.Bunun akabinde biz senin yüksek bir din görevlisi olmanı da istiyoruz ki dedenler de bizimle aynı fikirde.” diye baba noktayı koydu.Konunun sonuçlandığını sandı;

“Ama baba kuran öğrenmek için neden kursa gidiyorum ki.Ben yüksek bilmem ne görevlisi olmak istemiyorum.Ben okula gidip—“

“Ahmet! Sus artık zira sabrımı taşırıyorsun ve beni sinirlendirmeye başlıyorsun.Ne zamandan beri büyüklerin dediklerine karşı çıkılır oldu.Biz senin kötülüğünü ister miyiz, dini vecibelerini bilen biri olmanı istiyoruz.Bu kursta sana onları öğrenme yolunda bilgiler verecekler… Daha fazla söz duymak istemiyorum.Bu konu burada kapanmıştır.Büyükler ne derse o olur ve küçüklere laf düşmez!”

“Ama ben—“

Ahmet tamamlayamadan karşılık olarak beş parmakla münasebete girişti.Eğer biraz daha üsteleseydi babasının eliyle sohbetine belindeki kemer de dahil olup daha da koyulaşabilirdi.

Sonuçta büyüklerin dediği olmuş ve Ahmet ile babası yatılı kursa yaklaşıyorlardı.Önlerinden küçük bir kız çocuğu ve onu kovalayan diğeri geçti.Kovalayan kız; ‘Hey Derya! Dur yoruldum.’ diyordu.Onun kaçan kız çocuğu Derya’ yı bu son görüşü olmayacaktı.Baba, yürürken mutlu mesut diğer taraftan oğlu üzgün ve kızgındı.Kursa yaklaştıkça öfkesi daha da artıyordu.Arkadaşlarından Orhan ve Memduh okulun yolunu tutmuşken Ahmet kurs yoluna düşmüştü daha doğrusu buna mecbur edilmişti.Binanın dışı onu huzursuz ediyor ve itici geliyordu.Yapının şekli kareye yakındı.Babasının yanında ayaklarını sürüye sürüye tıpkı bir kağnı gibi ilerlerken ebeveyninin buna aldırış ettiği yoktu.Onun bu ‘büyükler sistemi’ nde elinden gelen bir şey yoktu ve uymak zorundaydı.

Biçimi kareye yakın yatılı kurs dini bir gruba aitti.Babası, oğlunu bırakıp kurstan ayrıldı.Gitmeden konuştuğu hocaya ‘eti senin kemiği benim’ demeyi de unutmadı.Kursun sabit kuralları vardı; belli giriş çıkış saatleri olacak,istenilen kıyafetler giyilecek, her zaman namaza kalkılıp beş vakit hiç geçirilmeyecek,hocalara karşı saygılı olunacak ve onlara hiçbir şekilde karşı gelinmeyecekti.

Buraya ebeveynler çocuklarını belli bir ücret karşılığında veriyordu zira kursun da belli ihtiyaçları vardı. Nitekim onlar dini eğitim alacak ve Kuran-ı Kerim’ i öğreneceklerdi.Öte yandan da o gruba ait bilgiler de bunların yanında servis edilecekti.Kursun amacı bilinen itibariyle dini bilgileri örgülerken düzen ve kurallar belirlenen yönde gösterilecekti.Çocuklar dini kurallara göre yetişmek için filizleneceklerdi.

Ahmet, burada bulunmaktan hiç hoşnut olmayıp kurallarından,yaptırımlarından,hocaların konuşmalarından ve verilen yemeklerden memnun değildi.Kendisini kafese kapatılmış gibi hissediyor ve bunun suçunu da anne babasına ve çevresine buluyordu.Dün hocalarından birinin sopasıyla koyu bir sohbete dalmıştı bile.Yalnız bu muhabbetten ayakları hiç de mutlu olmamıştı.’Sopa’ açısından ise hangi ayak olursa olsun fark etmiyordu. Ha Ahmet’ in ayakları ha Mehmet’ in.

Kursta çok bunalıyordu.Burada olmaması gerektiğini düşünüyor ve okulda, tahta sıralarda oturmuş arkadaşlarına küçük kağıt parçaları atarken kendini hayal ediyordu ki buna müdahale hiç gecikmeden gelmişti.

“Hey çocuk! Dersi dinle uyuma! Burada düşüncelere dalmana gerek yok. Biz sizlerin hayatta en iyi şekilde gidebileceğiniz yolu almanızı sağlamaya çalışıyoruz.Bizler sizin yerinize düşünürüz,” demişti suratsızca hoca. “Çocuklar bügün ihfa kuralını öğreneceğiz.Beni dkkatle dinleyin!” diye de devam etmişti sözlerine.

Ahmet herhangi bir kurala uymamakta kararlıydı.Burada kendini tıpkı dışarıda kalmış bir evsiz gibi hissediyor ve hocaların anlattıklarını hiç mi hiç önemsemiyordu.Eve gidiş zamanı geldiğinde ailesi ne derse desin kesinlikle buraya geri dönmeyecekti.Kurstaki bir odadan öyle çok nefret ediyordu ki… Orada dini bilgilerden ziyade ‘başka bilgiler’ de veriliyordu.Bu anlatımda din ‘başka bir yol’ un açıklanmasında kullanıyordu.Odanın kapısının yanında muhafız gibi duran dört ayağa sahip konuşmacıların anlattıklarının rengi kadar mat olan elbiselerin asılı olduğu görmekten hazzetmediği askılık vardı. Konuşmacılar dini, amaçlarına giden araç olarak kullanıyordu.Gayelerinin ne olduğu belliydi: Çocukların beyinlerine küçük yaşta ilerleyen zamanlarda gruba hazır hale getirmek için onların direktifleriyle büyüyecek ve filiz verecek olan tohumlar atmaktı.Grubun başı da bu meyveleri menfaatine toplayacaktı.Ahmet, hangi askılığı görürse görsün hep buradaki olanı hatırlayacaktı.

Bu odadan ve cehennemdeki zebanilere benzeyen askılıktan nefret ediyordu.Onların neye benzediğini bilmiyordu ama içindeki ses öyle olduğunu söylüyordu ki ilerideki yaşamında cehennemdeki zebanilerin neye benzediğini yaşadığı çevreden ve attığı adımlardan öğrenecekti.Aynı ses bu odadan hemen çıkıp gitmesini ve bayat yaş pasta tadındaki konuşmacıların anlattıklarını daha fazla dinlememesini söylüyordu.Anlatılanların hiçbirine kulak vermezken öte yandan diğerlerinin bir çoğu onları dinliyordu.Bütün konuşulanların amacı çocukların dini anlamaları yönündeydi.Dinden yola çıkılıyordu ama yolun sonu başlangıçtakinin bitişi değildi.Birileri kendi düşüncelerinde köprülerle ve tali yollarla anayolu değiştirip başkalaştırıyordu.Gerçek dinden bahsetmek asfalt yol iken ve o şekilde çıkılmışken anlatılanlarla tozlu,topraklı,taşlı ve mucurlu hattı bazı yerlerde çukurlu oluyordu yol.

Kendini mahkum gibi hissediyor görüş günü geldiğinde yani dinlemek zorunda bırakıldığı konuşmalar bittiğinde seviniyordu.Kendisine birisinin şunu yap bunu yap demesinden nefret eder bazılarının söyledikleriyle bir kalıba sokulmayı hiç istemezdi.Bir de bu söküklerin dinle yamanmasından hiç hoşnut değildi.

Ranzada yatarken bu kursa daha fazla dayanamayacağını anlayıp içindeki aynı sese uyup kaçmaya yeltenmişti.Ses karşısında ona ranzanın parlak demirlerinde yansıyan –eğer buradan kaçmazsan ilerki hayatın bu şekilde olabilir- kıvamındaki görüntüyü gösteriyordu.Ahmet bir süre izledikten sonra hayatının rotasını değiştirecek o adımı atmak için hareketlendi…

Ahmet geçmişinin treninde birinci vagondaki camdan yansıyan görüntülerden gözlerini alıp ikinci vagona şimdiki yaşadığı zamana gençliğinin ikinci perdesinin ortalarına doğru ilerledi.Orada bir koltuğa oturmak için yürürken tutunmayı sağlayan demirlerdeki görüntülere takılmıştı gözleri…

Kendisini kilitli taşlardan yapılmış kaldırımlarda yürüdüğünü gördü… Bulunduğu yerdeki kaldırımların üzerinden hiç ayrılmayan kuru yemiş kabukları: fındık,fıstık,ceviz,ay çekirdeği umursamaz insanlar misali sefalarını sürüyordu.Yürüyenler ellerinde taşıdıkları kese kağıtlarının içinden birkaç tane kuru yemiş alıyor; kimileri sapsarı dişlerinin,kimileri yarı çürük yarı sağlam olanlarının (bu modeller biraz zorlanıyordu), kimileri bembeyaz olanlarının arasından yere atıyordu.Kimlerininki ise ünlü bir mağazanın her zaman temizlenen yerleri gibiydi.Nasıl bazen müşterilerin silik de olsa ayak izleri yerde kalıyorsa yapıştığı dişten ayrılmak istemeyen bazı fıstık kabukları da öyleydi. Nasıl ki yerdeki izlere hizmetlilerden hemen müdahale geliyorsa ağızda da dil bu pozisyona girip yapışkanları dişten söküp kişinin dudakları arasından hızla kaldırımlara defediyordu tıpkı bir patronun yatağın ters tarafından kalkıp bir çalışanını umarsızca kovması gibi.Ağızdan dışlanan bu istenmeyen kabuklar bazen arzulanan hedefe ulaşmıyordu.Rüzgar devreye girip bunları yere düşmeden kilitli taşların arasına sıkıştırıyordu tıpkı hayatını doğru ve yanlış kelimelerine indirgemiş bir insan gibi.

Kaldırımlarda ikamet ettirilen başka bir topluluğun üyesi de sigara izmaritleriydi.Onlar (kavuniçi,beyazı,incesi,kalını,uzunu,kısası…) da bedavacı insanlar gibiydi.

Daha yeni ince ve narin olanı sinirli bir el tarafından yere çarpılmakla kalmamış bir de bu yetmezmiş gibi üzerine basılmıştı.Bunu fark eden bir diğer kilitli taş ilerisindeki komşusu ceviz kabuğu tıpkı bir çocuğu ezip arkasına bakmadan kaçan bir insanı gören şahit gibiydi.Kaldırımın üzerindeki diğerleri ise vurdumduymaz duyarsızlar gibi hallerinden memnundu.Onlara dokunulmamıştı zira devlet kadrolarına yerleştirilen bazıları gibi kayrılmıştı.Çeşitli renklerdeki bazılarında öpüşünün izi olarak kalan ruj lekesi olan izmaritler seçim öncesi oy kapmak adına devlete ait arazi üzerine kurulan gece kondular misaliydi.En nihayetinde kaçınılmaz olarak onlar da kaldırımlardan süpürülüyordu.

Kilitli taşların üzerinden atamadığı patronuna yağ çeken dalkavuk misali bir yapışkan vardı ki o da tükürüktü.Neyse ki rüzgar onu kurutuyordu.Bazı yerlerde ise atılma tarzı benzer, rengi ve kıvamı daha yoğun bir yapışkan olan sümkürüğün savruk serpintileri bulunuyordu ki bunlar yüzsüz insanlar gibi her yerde karşına çıkıyordu.Birkaçının üzerinde ise yıpranmış,hiç acımadan buruşturulmuş içi boş ambalajlar vardı ki bunlar daha fazla yer kaplıyordu tıpkı içi boş beyinler gibi.Bir çikolata ambalajının üzerine sakız yapışmıştı ve poşet bu sakız sayesinde ayakkabıya tutunarak ilerliyordu birilerinin fikirlerini çalıp kendi düşüncesiymiş gibi geçinenler misali.O yoldan gelip geçenler buraya atılanlara hiç dikkat etmiyor yürüyordu.Bazıları onlara vuruyor ve nesne yine ‘bazıları’ gibi kıvırıp tekrar taşların üzerine düşünüyordu.Bazılarıysa bu müdahale sonunda kaldırım taşlarından dışlanıp yol kenarına konuyordu tıpkı…

Teni soğukla titreyen bir gece aralığın koynunda hüzünlü bakışları ile yatıyordu.Mahsun bedeninin titreyişi sadakati unutulmuş dost gibi olan hislerini barındırırken son ayın kesif suskunluğuna koynundaki gecenin kırık yaşları sarılıyor ve yüzü neşesi satılık eskici hatırasına dönüyordu…

Ahmet,kaldırımın sonundaki marketin birine girerken ufak ufak damlalar havada yol almaya başlıyordu.Oradan sigara alıp çıktıktan sonra damlalar biraz daha fazla taraftar toplayarak onunla beraber kırık bir düş patlamasından yeni dönmüş tavırları hiç arkadaş canlısı olmadıklarını belli etmesine rağmen naçar yıldız ışıltıları da onu karşıladı.Bundan memnun olmadığını sigarasını yakarken biraz zorlandığı için ağzından çıkan birkaç kelimeyle dile gtirmişti.Sigarayı içişinden sıkıntılı oladuğu anlaşılıyordu.Mutsuz bir görünüme sahip gözleri yürürken etrafa boş boş bakıyordu.Damlaların artışındaki yoğunluk gittikçe çoğalıyorken uzun saçları da bu artışın getirisinden nasip alıyor yüzüne yerleşmeye çalışan bir an kaçmayı başarabilmiş gülüşlerini de defediyordu somurtkanlığı.Kot pantolonu dört gündür yıkanmıyor ve üzerine yağmur damlaları düştükçe daha da kötü bir görünüm alıyordu.Sonunda yürüyüşüne bir otobüs durağına sığınarak son verdi.

Oradaki gri renkteki banka oturdu.Ahmet, yere bakarken ‘benim ruhumda böyle gri ve yaptıklarım da üzerinde…’ diye düşündü.Hüsranla sarmalanmış anılarının deposu misali sigara paketinden bir sigara daha aldı ve bu sefer ki kolay yandı.Külü pejmürde pantolonunun üzerine düştü ve ıslaklıkla oraya yapıştı.’Hay kahrolası!’ diye görünüşü alçak ve kaypak patronunun yüzüne benzeyen duraktaki camda bulunan afişteki yüze söylenip dumanı savururken durağa bir bayan gelmişti.Bankta oturdukça ayaklarını sallayıp ucu sivri ayakkabıları yere değerken ses çıkaranın üzerinde koyu renk deri bir ceket vardı. Bir anda kaşları çatıldı, bu kadının ayakkabılarını yere vurdukça çıkan sesin tonu ona ne kadar da tanıdık gelmişti.Kadının ıslanmış saçlarının ucundaki damlalar koyu mavi ceketine düşüyor ve anında buharlışıyordu sanki.Kadın bir anda yüzünü dönünce Ahmet şaşaladı bulundukları yolda in cin bile gönlünü eğlendirmezken.’Bu kadın,bu kadın…’ diye dili tutulmuştu adeta.Hemen yerinden kalkıp hızla oradan kaçtı.Kadının o yalvaran sesi uzaklaşırken hala aklındaydı.Koşarken düştüğü zaman otobüs üzerine çamur birikintisi boca ettikten sonra durağın önünden geçip gitmişti.Aracın arka camından bakan kadının saydam yüzü gözlerini acıtıyordu.

Islaklığa aldırmadan yol kenarındaki duvardan birine dayandı.Ay bile çoktan şavkını yüklenmiş tüyerken kadının ona baktıkça değişen yüzü aklına geldikçe çıldıracak gibi oluyordu.Kadının yüzünün derisindeki bıçak kesikleri kabuk bağlamış ve onların üstü çorak topraklar misali çatlamıştı.Kırıkların içinden çıkan kanlı iğrenç sıvılar yüzünün coğrafyasında ilerleyip dudaklarından ağzına ve burnuna girmişti.Kanlı, pis sıvı akmış ve lapalaşmış gözlerinin içindeki göz bebeklerinden dışarı çıkmış ve saçları matlaşıp parçalanmıştı.Dağılanlar kanlı sıvının oluşturduğu arkın içine düşmüş ve sal misali yol almıştı.Ahmet, bu arkın içinde kareye yakın bir binanın penceresinden kaçan bir ocuk görmüştü.Kadının yüzü baktıkça ona işkence etmişti.

Başka şeyler düşünüp kadınla ilgili aklına gelenlerden kurtulmaya çabalarken karanlığı yaran, yağmur sularını etrafa saça saça hızla gelen yarış yapan iki arabanın farları gözlerine çarptı.Onları görünce hızla oradan kaçtı ama yakın zamanda bu arabaları kullananları bir kez daha görecekti.Bilinçsizce koşa koşa eski, görünüşü terk edilmiş olan bir binaya benzeyen deponun yanına gelmişti.Hiç vakit kaybetmeden herhangi bir düşünce barındırmadan hareketi nefes nefese kapısını açıp içeri girdi.Deponun tavanında bulunan kırık lambaların karanlıkta sinir bozucu sallanıp duran seslerini duydu.Cebinden çakmağı çıkardı telaşla bir sigara daha yaktı ve sakinleşmeye çalıştı.Etrafı yoğun karanlıkla çevrilmişti ama ikinci sigarayı yakarken gözleri endişeli bakışlar yaymıyordu artık.Oturduğu yerden kalktı ve çakmağıyla yürümeye başladı.O esnada çakmağın cılız ateşiyle yerde birkaç cam kırığı ve rastgele savrulmuş gazeteler olduğunu gördü.Ateşi biraz yaklaştırınca gazeteye, çakmağı yakınlaştırıp okudukça ilerleterek ruh ve sinir hastalıkları hastanesinden kaçan bir hastanın Üsküdar’ da geçirdiği kazadan bahsedildiğini gördü. Kazazede hastaneye kaldırılmıştı.Ahmet yazan ismi görünce oldukça üzüldü. ‘ Ben dedim sana Orhan, Ezgi denen o kızın peşinden İstanbul’ a gitmeyecektin , tımarhaneye düşmekle kalmadın bir de kaza yaptın,’ diye düşündü yüzünde acıyla.

Sigarasından bir nefes daha çekip yerden bir başka gazeteyi alırken deponun içine tıpkı geçmişi gibi zemheri bir soğuk hücum etti.Bir kısmı dudaklarına sırnaşırken kalanı karanlığa kapılıp giderken içindeki karamsarlığı yüklenmiş sigaranın dumanında bir anda asap bozucu saydam yüzler süzülmeye başladı.Bunlardan bir tanesi yerdeki bir cam kırığını ona gösterdi.Yansıyan görüntüde bir akşam vakti yağlı ve pis bir yolda bir kadın ve bir adam ele ele tutuşmuş gidiyordu.Onların biraz gerisinde de bir başkası takip ediyordu.

Ahmet kızgınlıkla saydam yüzlerin parlak gözlerinin rahatsız edici ışığında görünen cam kırığını tekmeledi ama görüntü değişmedi ve yansımaya devam etti…

Kalbinin parçalanmış hayal kırıklığından mamul kapısından kayıp ruhuna yol alırken kendisinin bir başka tezahürünün gri gözlerinin bakışlarına yansıdığını gördü.Her attığı adımla ona yaklaştığını düşünürken yankısı uzaklardan gelen ağlayan bir çocuğun hüsranlarını yüklenmiş hüzünlü yaşlarının, yakınlardan tınısı büyüdükçe duygusal bir yalnızlığa götürdüğü, hayatı hiç anlayamadığı bir kapıdan, geçmişti.Aslında isimsiz korkularının çizdiği çemberin merkezinde dolanıp durmuştu.Gittikçe büyüttüğü korkuları ona yollar çizmişti ve cam kırığından yansıyan da onlardan birisiydi.

Gece,ucuz ve nahoş rayihalarla doluyken ay işveli ve oynak bir kadın edasında tavırlar sergiliyor ışığı müstehcen ve davetkar öpücükleri yolun kıvrımlarında arsız bir sırıtışken bir de yağmurun sesleri rüküş havanın kokoşluğunda kendine yer ediniyor anıların fısıltıları rüzgarın kahkahalarında boğulurken adamın adımları unutulmaya yüz tutmuş birininki gibiydi.

Yürüdükleri zamanın dili yaşı geçgin pavyon şarkıları gibi pörsümüş, eskimiş gürültüleriydi adeta etrafta duyulan kulaklarının kapısına vuran sesler.Arkalarında ise onları takip eden gölgemsi bir şekil vardı.Adamın bir sonraki adımları anlık bir mutluluğa kapılmış birininkine dönüşürken yanındaki kadın onun yürüyüşündeki karaktere göre ilerliyordu.Takip eden ikisine yakınlaşmaya başlayınca onun yürüyüşü yavaşladı.Halinden yorgun,üzgün,kırgın ve karamsar olduğu anlaşılabiliyordu.Aynı zamanda yanındakinin yürüyüş karakteri de onunla aynı seyirdeydi.Kadın onları takip eden yaklaştıkça saydamlaşmaya başlıyordu.Arkadakinin yaklaşma hızına göre değişmeye başlayan saydam kadın bir kristal vazo gibi parçalandı.Adamın yürüyüşü aynı seyrinde devam ederken saydam kırık parçalar da onunla beraber ilerlerken gölgemsi şekil yani duygusal yalnızlığı bunların içine girdi.Kadın ise cisimleştirdiği avuntulardan birisiydi.Saydam kırıklar birleşip bir bütün oldu.Onun psikolojisine göre duygusal yalnızlığı bazen uzaktan takip eder,bazen çok yakınlaşır, bazen de avuntusunun yansıyan yüzü olarak kimi zaman da yanında giderdi.Cam kırığı ise onun kırık gözyaşlarından birisiydi.

Deponun dışından ayak sesleri geliyordu.İçeri giren tanıdık narin ayak sesleri Ahmet’ e kimi zaman renkli,kimi zaman siyah beyaz çoğunlukla gri anıları getiriyordu.

Derya deponun karanlığında adımlamaya başladı. Arkadaşı Orhan’ ın kazasını haber almış ve İstanbul’ a gelmişti…



Ben, sen olduğumu kendimde olmadığımda anladım,Ne olduğunu kendimden sana kaçarken kavradım...

Birinci Ana Kısım Sonu

EYLÜL 2OO9 YENİDEN DÜZENLEME ARALIK 2014

Çevrimdışı kargasiz

  • ***
  • 428
  • Rom: 7
    • Profili Görüntüle
Ynt: GRİ
« Yanıtla #3 : 24 Şubat 2015, 11:47:49 »
Çok büyük dünyalar kurmadan önce kısa kısa gitmemiz gerek diye düşünüyorum yoksa zamanımızdan çalıyor büyük hikayeler. Güzel bir şekilde bölümlemişsiniz, senaryo düzeni gibi duruyor. Ama neden öyle böldüğünüzü anlayamıyoruz?

Sonsuz gibi gördüğü merdiven basamaklarını nasıl çift olduğunu anladı? Çift konusuyla olan takıntısını farklı bir şekilde verebilirdiniz. Merdivenin kenarında bulunan herhangi çift nesne ile mesela.

Terleme konusu birden fazla kullanılarak okuyucu itiyor.

Betimlemeden ziyade tanımlamaya çalışma durumları çok fazla olduğundan ben hikayeden koptum. ilk iki bölümü de tam bitiremedim bu yüzden. Üçe hiç başlamadım.

Çevrimdışı Marjuarane

  • *
  • 46
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: GRİ
« Yanıtla #4 : 24 Şubat 2015, 22:59:05 »
Öncelikle okuduğunuz için teşekkür ederim nereye kadar okuduysanız. Bu yazı uzun soluklu olacak romanımın ki üzerinde çalışıyorum, diğer yazdığım fantastik romanımdan fırsat bulduğumda Savruk Bulutları Yağmurları adındaki bu romanım üzerinde çalışıyorum bir de geleceğe dair fantazya var.Buna gelirsem; Gri, 3 ana karakterimden biri olan Ahmet' e dair, bir diğeri Derya öbürü de Orhan buraya paylaşırım sonra. Başlangıçta da yazdığım gibi Gri Ahmet' e dair; Kuyu Derya' ya dair ve İlk aşk Orhan karakterine dair... Bu karakterlerin geçmişlerine dair,biraz kişiliklerine dair,psikolojilerine,takıntılarına vb. dair daha çok onlarla alakalı açıklama içeriyor...

Gri de anlatmak istediğim yani bölmemin sebebi birinci kısımın çoğunluğu temizlik takıntısına dair,ikinci kısım ailesine ve çevresine dair üçüncü kısım ise daha çok kendine dair... Ben Ahmet' in şimdiki yaşadığı zaman geçmişine dair ve kendine dair yolculuğunu tamamiyla olmasa da yazdım... bu anlatımı da bölümlerde okuduğunuzda bir düzenek kurarak anlattım... Ahmet merdivenlerden çıkıyor evine giriyor ve odasındayken uzak ve yakın geçmişine gidiyor... Ben bu yolculuğu kendi tarzımla anlattım.

Sonsuz gibi görünenden kastım o anki psikolojisine dair... Örneğin basamak toplamı merdivenin sekiz, sanki ilkine adım attığı zaman hiç bitmeyecek gibi geliyor psikolojisi...

Terleme üstündeki giyindiği koku babında bir diğeri de benzetmeydi zaten o anki durumuna dair, çok tekrar ettiğimi sanmıyorum.

en son yazdığınız bölüm sizin takdiriniz...

Şunu da söyleyeyim Kuyu ve İlk Aşktaki anlatım tarzım daha farklı... 3 ana karaktere dair 3 farklı anlatım tarzı denedim.

Çevrimdışı kargasiz

  • ***
  • 428
  • Rom: 7
    • Profili Görüntüle
Ynt: GRİ
« Yanıtla #5 : 24 Şubat 2015, 23:08:22 »
Söylemek istediklerinizi anlıyorum yanlış anlaşılmak istemem. Sadece yukarıda belirttiğim gibi bölümlemenin sebebini yazıdan biraz da olsa anlasak iyi olurdu. Yazdıklarınızdan zaten ne demek istediğiniz anlaşılıyor, ben sadece kulağımı tırmalayacak noktalara değinmek istedim yapıcı eleştiri olması açısından.

Diğer bölümleri merak ediyorum, betimlemeler daha az olursa tadından yenmez :) Ellerinize sağlık.

Çevrimdışı Marjuarane

  • *
  • 46
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: GRİ
« Yanıtla #6 : 24 Şubat 2015, 23:36:01 »
Deniz Atı’ndan görünür gökkuşağı.Gökkuşağının renkleri
martılara düşer.Renkler martının kanatlarından
dökülür,vapur üzerinde gölgeler oluşturur.Martı yansımaları
denize akıp maviliği içer kana kana.Düşlerden merdiven
kurulur,yükselir havaya.Gecenin mercanımsı dokusuna yükünü
bırakır.Gece,madenlerinde işler.En nadide olan vagonlarının
birinde,en güzeli bir diğerinde,en çekici olan da
üçüncüsünde... Hepsinden ’acayip bir mücevhe’r bahşeder
İstanbula.Yıldız ve aya verir.’Acayip bir mücevher’
hüzmelerle taşınır.Onu bir Kız Kulesi boynuna takar bir de
ilk aşkı...

ve

Bu şehir ona çok ıssız görünüyordu.Gecenin orta yerinde bir
başınaydı.Bu şehrin ve zamanın şarkısı dilindeydi.Şarkının
vokali ekolu,solosunun akustiği bozuk ve tınılarında ne
baritonluk ne de tizlik vardı.Tıpkı bir kapı gıcırtısının
en yüksek oktavdan en düşük perdeye düşmesi gibi şarkı
havayı tırmalıyordu.Orhan yine aynı yalnızlık yolunda
yürüyordu.Havada hiç bir narinlik ya da kırılganlık
gezinmiyordu.Gözlerine hafiften alacakaranlık
tünemişti.Bakışlarını uzatmış donuk şehri seyrediyordu.Bu
şehirde günler onun için tatsız tuzsuz geçiyordu.Bu yüzden
içindeki sevinç hep sıska kalıyor ama karamsarlığı
şişmanlıyordu.Onun için sadece şehir değil her hangi bir
şey Ezgi’nin yokluğunda bir anlam ifade etmiyordu.Her
zamanki gibi soğuk,şehri asmış ve ayazı da tekmeyi
vuruyordu.

Bu iki bölüm İlk Aşk' a dair

...

"tahta kap(ı)lı ruhunda
çentiklediği hırsının kıymıkları
biçim biçim biçilmiş
başucunda emanet tutkuları

tiratla istiflenmiş kurallar dükkanında
tozlu antikalara dönmüş
raflarda ,unutulmuş hicranları"

Derya'nın adımladığı yolun kenarlarında her türlü çiçek
vardı. Çiçeklerin rayihaları birbirine karışıyordu.
Çiçekler onun karamsarlığını içine alıyordu. O, çeşit çeşit
rayihalarla dolu bahçe yolunda uzun saçlının bulunduğu eve
gülümseyerek gidiyordu. Ama o çiçeklerin kapının amaçlarına
büründüğü bir yanılsama olduğunu anlayamadı. Kapı çift
kanattan bütünlüğe dönüp tek bir nesne haline geldi. Derya,
merdivenlere adım attığında kapıda resimler oluşuyordu. O
resimler Derya'yı arkadan vuracak dalgalara gebe olan
gelecek fırtınasının sancılarıyla oluşacak olan günlerin
görüntülerini giyeyecekti. Ve o günlerin oluştuğu siyah
gelecek plesentasının: balkondan ona gülümseyen kişinin
karşıt geçitteki Selin'in(korkularının) aşka dönüşmüş hali
olduğunu anlayamayacaktı. Kapıdaki dikmeler, Derya'nın
geçmişinin önyargının nezaretine düşmüş sevgi nöbetleriyle
dışarda bulunan gelecek arasında kalan parmaklığın dönüşmüş
haliydi. Dönüşümün bir kısmında aşk vardı. O aşk; ev ile
kapı arasında çiçeklerin küle dönmüş ya da dönmekte olan
kokularının zincir misali birbirine eklenmesiyle bir hat
oluşturacaktı. Ve o hattın içinden aşk akıp evin dış
kısmına nüfuz edip Derya kapıdan girdiği anda evin her
tarafını örümcek(korku) ağları gibi kaplayacaktı.

bu da Kuyu' ya dair...

Eleştiriniz için teşekkür ederim... Bakalım umarım bitirebilirim 3 ana karaktere dair bir kaç düzenlemeyle başlangıç hazır Ana Roman üzerinde çalışıyorum bir de Memduh var ama ona dair bir bölüm yazmadım... Artık Romanın ana bölümünde ilerleyen kısımlarında ona dair bir bölüm açarım... Betimleme konusunda elim açıktır baya cömertim o konuda :)