Langelby limanı, Hjotar - 11 Temmuz 758, saat 15.00
"Kardeşlerim! Şüphesiz ki tanrı tektir, her şeyi bilendir ve her şeyi yaratan da odur. Biz aciz kullar olarak, Yüce'ye ve onun yeryüzündeki sözcüsü Muhteşem Peygamber-Kral Ragnar'a şükranlarımızı sunarız. Yüce olmasaydı biz müminler bugün burada bulunamazdık, Peygamber-Kral ve ataları olmasaydı da bugün burada müminler olarak bulunamazdık!"
"Ey yücelerin yücesi, ışığıyla bize yol gösteren, zamanın efendisi! Sen burada kalplerini ve ruhlarını açıp sana yakaran kullarına yol göster. Gemilerimizi kutsa, denizcilerimize güç ver! Bize bilgeliğini ihsan eyle ki biz de senin ışığını her yere yayalım ve bilgisizleri aydınlatalım, sen bize bitmek bilmez gücünden bir parça ver ki kafirleri bulalım, onların hepsini kutsal ateşlerde yakalım! Yeni Dünya'ya gidecek bu kullarına uzun ömürler bahşet ki orada da Tek'in emirleri yayılsın, kutsal amaçlar uğruna yapılan bu gemileri kazadan beladan koru ki kafirlerden önce oraya ulaşıp hak yolunu tek yol yapalım!"
"Ey alemlerin yaratanı, işte sana yakarıyor ve canlarımızı sana emanet ediyoruz. Dualarımızı kabul et ey Yüce!"[*]Duayı yazarken ben imana geldim.[/*]
Langelby limanındaki büyük sefer duası işte böyle söylendi Yüce'nin rahipleri tarafından. Onlarca gemi ve yüzlerce denizci, kafirlerin bulduğu ve büyük ihtimalle üstünde de kafirlerin bulunduğu yeni dünyaya gidip tanrının kelamını yaymak için hevesle dua ediyordu. Hjotar'ın tek tanrılı dini hakkında pek çok görüş vardı. Kimileri her şeyin büyük bir uydurmadan ibaret olduğunu düşünürken kimileri de Yüce, Tek ya da Yaratan olarak andıkları tanrıları için canlarını vermeye hazırdı.
Bu dine inananlar arasında ortak olan en önemli özellik de kafirleri bulup yok etmeye duydukları arzuydu. Yüce'nin emirleri kesindi, kafirliğe tolerans gösterilemezdi. Eski tanrılara tapanlar hatta daha da kötüsü, hiçbir tanrıya inanmayanlar, müminler tarafından ya doğru yola döndürülmeli ya da ruhları bedenlerinden ayrılıp gerçeği görecekleri ve zamanında inanmadıkları için kendi kendilerine kahrolacakları Öte Dünya'ya gönderilmeliydi. Öte Dünya, inanmayanlar için yerlerin en kötüsü iken müminler için cennetin tam karşılığıydı. Tabii ki oraya giden kimse geri dönüp nasıl bir manzarayla karşılaştığını söylememişti ancak rahiplerin dediğine göre bu böyleydi ve rahiplerin sözleri sorgulanamazdı.
Sefer duası tamamlanıp insanlar işlerinin başına dönmeye başladığında, Pire Reis'in yanına bir kişi geldi. Kevser'in serdümeni Baldor Stenson. Adamın yanında biraz önce ve savaş görüp geçirdiği belli olan, üstlerinde Tek'in işaretlerini taşıyan zırhlar içinde üç kişi vardı, iş hakkında kısa bir sohbet ettiklerini biliyordu Yahya.
Baldor her zamanki gibiydi; kısa kesilmiş saçları, yeni temizlendiği belli zırhı ve belinde silahıyla kafir avlamaya hazır ve nazır. Adam için herkes örnek gösterilecek bir mümin tabirini kullanırdı. İnançlarıyla çelişmedikçe hiçbir emri sorgulamaz, söylenen şeyi en hızlı ve etkili şekilde yerine getirmeye kendini adardı. Kafirlere karşı gösterdiği nefret, din kardeşlerine olan bağlılığıyla yarışsa kimin kazanacağını kimse bilemezdi.
Baldor kaptanının yanına geldiğine başını hafifçe eğerek selam verdi. "Kaptan, deminki üç kardeşimiz gemide çalışabilecek birkaç subay tanıdıklarını söylüyorlar. Tilki Kovuğu'nda iş arayan birilerini görmüşler. Ayrıca etraftan duyduğuma göre bazı rahipler de sefere katılacak gemiler arıyorlarmış. Tek'in izniyle onlardan biriyle de görüşebiliriz. Kararın nedir, ne yapalım?"