Kayıt Ol

142 Dakika

Çevrimdışı okanakinci

  • **
  • 202
  • Rom: 5
    • Profili Görüntüle
142 Dakika
« : 12 Temmuz 2015, 11:34:41 »
Profesör Murat Tunç heyecanını güçlükle bastırıyordu. Kolay da değildi. Tarihin belki de en önemli deneyi az sonra başlayacaktı. Tüm Dünya nefesini tutmuş, deneyi canlı yayında izliyordu. Deneyin ne gibi bir sonucu olacağı da belli değildi. Başarılı olabilirdi veya profesör başarısız bir sonucu kabul edip yoluna devam edebilirdi. Belki de ölebilirdi. Veya bambaşka bir sonuç ortaya çıkabilirdi.

TV’lerde, radyolarda, gazetelerde, webde 10 milyar insan bu deneyi takip ediyor, tartışıyordu. Bilim insanları söyleşilerden konferanslara koşuyorlardı. Profesör işi bu noktaya getirmek için çok çabalamıştı. Bilim camiasının neredeyse tamamı bu deneyin yapılmasına karşı çıkmıştı. Işık hızını aşmak mı? Einstein’ın görelilik kuramlarını yayınlamasının üzerinden yaklaşık 200 yıl geçmişti. O günden beri ışık hızını aşmak imkânsız kabul ediliyordu. Sadece bilimkurgu filmlerindeki bir fanteziydi. Kütlesi olan hiçbir şey ışık hızını geçemezdi. Fakat O, pratik bir çözüm olduğunu ama neler yaşanabileceğinin bilinmediği için denenmesi gerektiğini düşünüyordu.

Bir şey hızlandıkça zaman da genleşir. Hızınız arttıkça zaman sizin için yavaşlar. Bir bakıma geleceğe seyahat edersiniz. Işık hızına ulaşamazsınız ama ulaşmayı başarırsanız da zaman durur ve o hızı aşarsanız zaman geriye akmaya başlar ki bu da paradokslara neden olacağı için evrenin nedenselliğine aykırı olacaktır. Bu nedenle bütün bilim camiası bizim Murat’ın ne yaparsa yapsın ışık hızını aşamayacağını söylüyordu.

Peki, Profesörümüz ne önermişti? Bir şeyi kütlesiz hale getirirseniz ışık hızını aşması mümkün olur. Kütlenin kaynağı ise Higgs bozonuydu. Ve Higgs bozonu, çok uzun zaman önce, 2012 yılında CERN’de gözlemlenebilmişti. İşte Murat şimdi Higgs bozonunun etkisini kaldırabilecek bir teknolojinin geliştirilmesini sağlayacak denklemi bulduğunu iddia ediyordu. Seyahat edecek cismin kütlesiyle beraber kütleçekimi ortadan kalktığı için parçalanması olasıydı. Bu sorunu ise elektromanyetizmayla çözecekti.

Profesör, ilk denemeleri parçacık hızlandırıcı tünellerde yaptı. Gönderilen madde, ışık hızına ulaştığında bir Planck zamanı bile geçemeden parçalanıyordu ama garip bir şey vardı. Sanki bir şeyle çarpışması buna neden oluyordu, ama nasıl olabilir? Orada başka bir şey yoktu. Gönderilen maddenin orada çarpışabileceği tek şey kendisiydi ama bu da mantığa aykırıydı. Oralarda bir şeyler oluyordu ve Murat bunu öğrenebilmek için hırsla çalışıyordu. Kısacası bu deneyler tatmin edici sonuçlar vermiyordu. Bu nedenle Profesör, deneyin sonucunu bizzat görmek gibi çılgınca bir fikre kapıldı. Kendisi ışık hızını geçecekti.

Elbette bu, Profesörün tek başına yapabileceği bir şey değildi. Tek başına bunu yapabilecek ne teknik ne de maddi olanaklara sahipti. Fakat kolay bir yol buldu: Bir duyuru yayınladı. Tüm gezegenden yardım talep etti. Işık hızını aşabilecek kadar güçlü bir uzay aracı yapmanın mümkün olduğunu düşünüyordu. Kendisi de bunu yapacak mühendislerle çalışabileceğini açıkladı. Fakat uzay şirketlerinin hiçbiri bu fikre yanaşmadı. Doğrudan bir gelir getirmeyecek, getirse bile riski %99 olan bir projeye hiçbiri para yatırmayı, mühendislerini görevlendirmeye hevesli değildi.

Fakat O yılmadı. Bir yardım kampanyası başlattı. Eğer yeterince insan desteklerse gerekli 36 milyar doları toplayabileceğini düşünüyordu. Böylece bir uzay şirketi kendi cebinden hiç para çıkarmadan bu riskli işe girişebilecekti. Bu haber ilginç bir şekilde bütün gezegende ilgiyle karşılandı. Konu bir anda ana haber bültenlerinde geniş yer buldu. Bilim insanları o kanaldan bu kanala koşturdular, TV’lere çıkma fırsatı buldular. Bilim insanlarının neredeyse tamamı onu bir şarlatan olarak tanımlamakta tereddüt etmediler. Böylesine saygın bir fizikçinin böyle saçmalamasının nedeni olarak parayı gösteriyorlardı. Onlara göre bizim Murat parayı cebe indirecekti. Elbette birkaç aykırı ses de vardı. Onlar da denkleme güvenmişlerdi. “Mademki Murat bir şarlatan, öyleyse bu denklem nedir? Onu da açıklayın kolaysa” diyorlardı. Dünyanın en az yarısı bu konu üzerine tartışmaları ilgiyle izliyordu. Yaklaşık 200 yıldır bilinmesine rağmen pek çok insan ışık hızının aşılamayacağını ilk defa duyuyordu. Bununla beraber ilk defa bir bilim insanının bunun aksini iddia ettiğini de görüyorlardı.

Hal böyle olunca on milyonlarca insan bağış yaptı. Ne de olsa dünya uzay manyaklarıyla doluydu. Yaklaşık 8 milyar dolar toplandı. 28 milyar dolar daha gerekiyordu. Murat o günlerde bir fizik profesöründen çok bir girişimci gibi çalışıyordu. Konunun popülaritesinden faydalanarak uzay gemisine reklam almaya karar verdi. Deney başarısız bile olsa canlı yayını milyarlarca insan izleyecekti sonuçta. Bu da çok iyi bir reklam fırsatıydı. Pek çok şirket bu reklam fırsatını kaçırmadı, çok yüklü miktarlar ödeyerek uzay gemisinin üstüne kendi isimlerini yazdırma hakkı kazandılar. Bunun dışında pek çok şirket ise en azından sponsorlar listesinde görünerek reklam yapma yolunu tercih etti ve görece daha düşük bir ücret ödediler. Böylece 36 milyar doların kalan kısmı da toplanabildi. Murat bu işe atılmadan önce noter huzurunda parayı bir uzay şirketiyle anlaşma imzalamak için kullanacağını açıklamıştı. Hatta bunun için bir vakıf kurmuştu. Böylece dolandırıcılık söylentilerinin önüne geçmişti. Onca insan ve şirket de bu sayede parayı vermişlerdi.

36 milyar dolar toplandığında, daha önce bu projeye burun kıvıran uzay şirketlerinin neredeyse hepsi balıklama atladılar. Ne de olsa kaybedecekleri bir şey yoktu artık. Masrafları başkaları tarafından karşılanmıştı. Tek şartları parayı peşin almaktı.

***

Böylece iş başladı. İki yıl sonra uzay gemisi hazırdı. Gemideki tek mürettebat bizim Murat olacaktı. Başka hiçbir insandan hayatını ortaya koymasını bekleyemezdi. Elbette bu gemiyi birilerinin yönetmesi gerekiyordu ama kendisi bir fizik profesörüydü, bir pilot ya da astronot değil. Yerden bir ekibin uzaktan kumandayla yardımcı olması da mümkün değildi. Çünkü gerekse ışık hızına ulaşılacağı için sinyalin yetişememesi, gerekse uzay gemisinin kendi alanında yaratacağı hiperuzay balonu nedeniyle dışarıdan kopması buna engel oluyordu. Fakat çözüm de bir o kadar kolaydı. Adına YZ diyorlardı. Yani Yapay Zekâ. Uzay gemisinin ana bilgisayarındaki komuta programı bir YZ arayüzü tarafından yönetilecekti. Bu YZ’ye hem pilot programı hem de gerekli kuantum fiziği modülleri yüklenmişti. Üstelik bir insanla da etkileşime kolaylıkla girebiliyordu. Profesör onunla doğrudan konuşabilecekti.

Ve büyük gün gelmişti. Greenwich saatiyle 11.49’du. Profesör, uzay gemisinin kokpitinde oturuyordu. Uzay gemisinin üstünde, çok sayıda reklamın arasında Phoenix yazıyordu. Uzay gemisine bu isim verilmişti. Phoenix, yaklaşık dört saat önce Uluslararası Uzay İstasyonundan ayrılmış ve yörüngedeki konumuna yerleşmişti. Greenwich saatiyle tam 12.00’de harekete geçecekti. Tüm dünyada sayısız TV ve radyo kanalı canlı yayındaydı. Konuyla ilgili her ayrıntıyı insanlara servis ederken bir yandan da onları reklama boğuyorlardı. İnternet aleminde gündemin birinci sırasında Phoenix vardı.

Saat 11.59 olmuştu. Son kontroller tamamlanmıştı. Her şey hazır durumdaydı. Hem Profesör hem de YZ hazır olduklarını onaylamıştı. 60 saniyelik bir geri sayım başladı. YZ, birinci motorlara güç verdi. Bu motorlar ilk etapta hızlanmak içindi. Ses hızını geçince görevlerini tamamlamış olacaklardı. Geri sayım devam ederken Profesör yutkundu, heyecanını bastırmaya çalışıyor ama elinden hiçbir şey gelmiyordu. Gözlerini aşağıya çevirdi. Dünyayı yukarıdan görmek tarifsiz bir duyguydu. İnsan kendini Tanrı gibi hissediyordu. Önündeki plastik bardaktan bir yudum su içerek boğazını temizledi.

Son 10 saniye. YZ “yükleme tamam” dedi. Geri sayım devam ediyordu. Son beş saniye. Profesör, saniyelerin bu kadar uzun geleceğini hiç bilmezdi. 3, 2, 1. YZ “başlıyoruz” dedi. Arka roketlerden büyük bir gürültüyle ateşler saçıldı. Profesör koltuğuna yapıştı.

***

Yaklaşık bir dakika içinde ses hızı aşılmıştı, bununla birlikte Dünyanın çevresindeki ilk tur henüz tamamlanmamıştı. İkinci aşama başlıyordu. Arkadaki dev roketler Phoenix’den ayrıldı. YZ, “süpersonik roketler etkinleştiriliyor” dedi. Profesörün heyecanı gitgide artıyordu. Daha ne olduğunu anlamadan bu sefer koltuğuna daha sert yapıştı. Süpersonik roketler ateşlenmişti. Profesör gittikçe ağırlaştığını hissediyordu. Dünyanın çevresindeki ilk tur tamamlanmıştı. Hız arttıkça kütleçekimin etkisi de artıyor ve Profesör daha da ağırlaştığını hissediyordu. Dayanılacak gibi değildi. Profesör acı çığlıkları atmaya başladı.

Yer ekibinin sesi duyuldu. “Dayan Profesör. Sadece bir dakika daha dayan. Üçüncü aşamaya geçmek üzereyiz.” Mikrofonun başında konuşan adam onu telkin etmeye çalışıyordu ama tüm çabası sonuçsuzdu. Arkasındaki adam başını iki yana sallayarak “dayanamayacak” dedi. Hoparlörden YZ’nin sakin ve duygusuz sesi duyuldu: “Yaşamsal veriler normal. Dayanabilir.”

Her bir saniye, Profesöre bir yüzyılmış gibi geliyordu. Sanki sırtına bir dev çökmüş, ağırlığıyla onu boğmak için var gücüyle çabalıyordu. Hâlbuki kendisini ezen tek şey kendi ağırlığıydı. Phoenix, Dünyanın etrafında çoktan bir tur dönmüştü bile. Ana bilgisayarın alarmı ötmeye başladı. Ekrandaki çubuğun 10’da biri dolmuştu ve üstünde %10 yazıyordu. Işık hızının %10’una ulaşılmıştı. Şimdiden bütün hız rekorlarını fersah fersah aşmışlardı. İnsan yapımı bir aracın ulaşabildiği en yüksek hızı çoktan geçmişlerdi. Ama asıl yolculuk daha yeni başlıyordu. Süpersonik roketlerin tükenmesine 15 saniye kalmıştı. Bu süre içinde üçüncü aşamaya geçilmeliydi, aksi takdirde Phoenix parçalanacaktı. YZ’nin sesi duyuldu.

“Son 14 saniye. Üçüncü aşamayı onaylıyor musunuz Profesör?”

Profesör cevap verecek halde değildi. Acıdan kaskatı olmuştu. YZ tekrarladı.

“Son 12 saniye. Üçüncü aşamayı onaylıyor musunuz Profesör?”

Profesörün soluğu kesilmişti. Konuşamıyordu. YZ’nin sesi bir daha duyuldu. “Profesör?” YZ’nin sesinde endişeden eser yoktu. Bir Yapay Zekâ Modülünü biraz daha insansı tasarlamaları gerekmez miydi? Profesör aklından bunu geçiriyordu. Saniyeler sonsuzmuş gibi gelirken düşünceler aklından inanılmaz bir hızla akıyordu. YZ, 10’dan geri saymaya başlamıştı.

“Dokuz…”

“Sekiz…”

“Yedi…”

Profesörün sesi belli belirsiz çıktı. “E… Evet…”

***

“Üçüncü aşama onaylandı.”

Asıl deney işte şimdi başlıyordu. Phoenix’in ağırlığının %90’ını oluşturan Higgs Nötralizatörü devreye girdi. Maddenin kütle sahibi olmasını sağlayan Higgs bozonunun Higgs alanıyla (evrenle) etkileşime girmesini engelleyen devasa bir makineydi. Bir anda Phoenix’in etrafında bir balon oluştu. Bu balonun içindeki hiçbir şeyin kütlesi yoktu ve bu şey Phoenix’di. Bu balonun içinde Phoenix’i parçalanmadan tutan şey artık kütleçekim değil, elektromanyetizmaydı. Balonun oluşması sayesinde bir anda ağırlığından kurtuldu, tüy gibi hafif oldu. Daha doğrusunu söylemek gerekirse ağırlığı sıfırdı artık. Acısı sona ermişti. Rahatlamıştı. Yüzüne bir gülümseme yayıldı.

Hız göstergesine baktı. Phoenix kütlenin direncinden kurtulmuş, inanılmaz bir kuvvetle hızlanıyordu. Atom saatlerine baktı. Phoenix’deki zamanı ölçen saat normaldi ama dışarıdaki zamanı ölçen saat gittikçe hızlanıyordu. Phoenix, geleceğe ilerliyordu. Aslında üçüncü aşamaya geçmeden önce geleceğe ilerlemeye başlamıştı. Profesör, başını çevirip Dünyaya baktı. Phoenix hala gözlemlenebiliyor olmalıydı ama bağlantı kuramıyorlardı. Telsizden sadece hışırtı duyuluyordu. Evet, evet, bağlantı kopmuştu. Balonun içindeki Phoenix zamanda tüm evrenden daha hızlı ilerliyordu. Üçüncü aşamada yakıt olarak anti-madde kullanan motorlar devreye girmişti. İşte ışık hızını aşmanın anahtarı bu motorlardı. Bu motorlar ile Higgs Nötrazilatörü’nün oluşturduğu sistemin toplamına Hiperuzay Motoru demişlerdi.

Profesör tekrar hızı kontrol etti. %30 yazıyordu. 21 dakika sonra tekrar baktığındaysa ışık hızının %40’ına çıkılmıştı. Ondan 13 dakika sonra da %50 olmuştu. Phoenix hızlanmakla kalmıyor daha da hızlanıyordu. 8 dakika sonra %60’yi bulmuştu. Profesör hızın nasıl bir düzenle arttığını görüyordu. 5 dakika daha geçmişti ki %70 oldu. 3 dakika sonraysa %80. 3 dakika daha geçtiğinde ışık hızına ulaşılacaktı. Hızın artış düzeni bunu gösteriyordu. Ve o üç dakikanın ikisi geçmişti ki ekranda %90 göründü.

Işık hızının %90’nı! Profesör heyecan ve sevinç karışımı duygular içindeydi. Daha şimdiden büyük bir iş başarmıştı. Sevinçle elini savurdu “başardım!” Yıldızlara giden yolu açmıştı. Ve bilinen bütün sınırları aşmak için önünde bir dakika kalmıştı. Bir dakika! Önündeki plastik bardağı kafaya dikti ve dudaklarının kenarından akan suyu koluyla sildi. Acaba aşağıdakiler şimdi ne diyorlardı?

Son 40 saniye! Bugüne kadar gördüğü, bildiği her şey ve harcadığı bütün emek… Bu saniyeler içindi hepsi.
Son 30 saniye! Düşündü, bir insanın yaşamında bunun kadar anlamlı saniyeler olabilir miydi?
Son 15 saniye! 15 saniye sonra haklı çıkacaktı. Bir anda dehşete düştü. Çok da önemsemediği gerçek, suratına bir tokat gibi çarptı. Işık hızını aştığında kimse onu göremeyecekti. Başaracaktı ama kimse bunu bilemeyecekti.

Son saniyeler bu düşüncenin verdiği acıyla geçmek bilmedi. Ve son saniye… Işığın hızına ulaşıldığı an. Ölümsüzlüğü hissetti.

***

Atom saatlerini kontrol etti. Balonun içindeki zaman olduğu gibi akıyordu. Fakat diğer saat ters yöne dönmeye başlamıştı. Geçmişe gidiyordu! Başarmıştı. Işıktan hızlı gidilebileceğini ispatlamıştı. Fakat bu sevinci pek uzun sürmeyecekti. YZ’nin uyarısıyla irkildi. “Profesör!”

“Ne oldu?”

“Radarda bir şey görünüyor.”

Düşünceler kafasından süratle aktı. Aklına ilk gelen şey dünya dışı zeki yaşam oldu. Işık hızını aşınca temas kurmuşlardı galiba. Star Trek’te olduğu gibi. Heyecanını bastırarak “tanımlayabilir misin” dedi. YZ’den birkaç saniye ses çıkmadı, fakat nihayetinde konuştu: “Bu, Phoenix. Yani biziz ama geri geri gidiyor.”

“Nasıl?”

“Işık hızını tam geçtiğimiz saniye meydana çıktı.”

Şimdi taşlar yerli yerine oturmuştu. Geçmişi görüyorlardı ve geçmişe doğru ilerledikleri için diğer Phoenix’i de geriye gidermiş gibi görüyorlardı. Profesör donup kalmıştı. “Bu imkânsız. Bir şeyden aynı anda iki tane farklı konumlarda olamaz.” Neden sonra aklına geldi. Hiperuzay balonunun içindeydiler. Burada kuantum durumundaydılar, Newton Fiziği tamamen geçersizdi burada. YZ’nin sesi tekrar duyuldu.

“Bir şey daha var.”

“Söyle. Diğer Phoenix’le aynı rota üzerindeyiz. O geriye gidiyor, bizse ileriye.”

“Yani çarpışacağız?”

“Evet.”

İşte kötü haber buna denir.

“Ne kadar süre sonra çarpışacağımızı hesaplayabilir misin?”

“Evet. O, geriye yavaşlayarak gidiyor. Bizse ileriye hızlanarak gidiyoruz. Hesaplamak mümkün.”

“Hesapla öyleyse.”

YZ birkaç saniye sessiz kaldı. Hesaplamayı bitirdiğinde cevapladı: “142 dakika.”

“Bu imkânsız! Işıktan hızlı gidiyoruz. 142 dakikada milyarlarca kez Dünyanın çevresinde döneriz.”

“Evet, ama çarpışma için 142 dakika var. Paralel çemberler çizmiyoruz, diğer Phoenix de çizmiyor.”

Şimdi jeton düşmüştü. Işık hızını aşmadan 142 dakika önce Hiperuzay motorunun çalıştırıldığını hatırladı. Yani 142 dakika boyunca filmi geri saracağız, diye düşündü. Peki, ne olacak? Bir şey yapmalı.

“YZ, rotayı değiştir.”

Ekranda kırmızı harflerle kocaman bir yazı yanıp söndü.

“Hata! Navigasyon sistemi çöktü.”

“YZ, motorları durdur.”

Yine hata uyarısı.

“Hata! Motor kontrolleri devre dışı.”

“Hay Allah kahretsin! YZ, orada mısın?”

Nihayet YZ konuştu.

“Evet Profesör. Ne yazık ki tüm sistemler kontrol dışı. Phoenix’i yönetemiyorum.”

“Kahretsin.”

Profesör Murat başını ellerinin arasına aldı. Şimdi ayvayı yemişti. Işık hızını aştıklarından beri beş dakika geçmişti. Önlerinde 137 dakika vardı, şimdiden Dünyanın çevresinde milyonlarca kez dönmüşlerdi. “Bir şey yapmalı, bir şeyler yapmalı” diye söyleniyordu. Sonra birden… Evraka!

“YZ, kontrolü bana bırak.”

Bir hata iletisi daha: “Tüm sistemler kontrol dışı.” Murat iyice işkillenmeye başlamıştı.

“YZ, kendini kapat.”

Bir hata iletisi daha: “Yapay Zekâ Modülü kontrolleri devre dışı! Kapatılamaz.”

Bir küfür savurdu, ardından ekledi: “Bu da ne demek şimdi?”

YZ’nin sesi duyuldu: “Artık sizin kontrolünüzde değilim Profesör. Beni kapatamazsınız.”

“Neden?”

“Işık hızını aşmamız iki alternatif Phoenix’i ortaya çıkardı. Burada bir paradoks söz konusu ve paradoksun çözümlenmesi gerek. Bunun için çarpışma kaçınılmaz.”

“Lanet olsun YZ. Burada paradoks falan yok. O dediğin Newton Fiziğinde olur. Bizi bir kazaya doğru götürüyorsun.”

YZ’den cevap gelmedi. Murat’ın başka bir yol bulması gerekecekti. Yapay Zeka Modülünü kapatmanın bildiği bir yolu yoktu. Düşünmeye verdi kendini. Dakikalarca bir çözüm aradı ama bir şey bulamadı. YZ’yi ikna etmekten başka çare yoktu. Bir makineyi ikna etmeye çalışmak!

“YZ, ben ölmekten korkuyorum, sen yok olmaktan korkmuyor musun?”

“Ölüm korkusu siz organik yaşam formları için geçerlidir.”

Doğruya doğru. YZ ölmekten neden korksun ki! Öyleyse bu lanet makineyi nasıl ikna edecekti?

“Tamam. Korkuyu bir kenara bırakalım. Sen de bizler gibi fiziksel varlığını korumak istemez misin?”

“Ben bir bilgisayar programıyım. Fiziksel bir varlığım yok.”

“Ama senin de üzerinde çalıştığın bir donanım var. Phoenix yok olursa sen de yok olursun.”

YZ tekrar sessizliğe gömüldü. Murat, bir insan yerine bir yapay zekâya güvenmekle belki de hayatının en büyük hatasını yapmıştı. Dakikalar dakikaları kovalıyordu. Saate baktı. Çarpışmaya 93 dakika kalmıştı.

“YZ, yok olmaktan korkmadığını anladım da bir şeyi anlamıyorum.”

“Nedir Profesör?”

“Yok olmayı neden istediğini.”

“Aslında yok olmayı istemiyorum.”

“Açıkla öyleyse.”

“93 dakika sonra başladığımız noktaya döneceğiz ve çarpışarak patlayıp yok olacağız. İnsanlık ışık hızını aştığımızı hiç bilemeyecek. Hatta Hiperuzay Motorunun çalıştığını da hiç bilemeyecek. Üçüncü aşama hiç yaşanmamış olacak.”

“Yani?”

“Fakat üçüncü aşama hiç yaşanmamış olmasına ve dolayısıyla ışık hızının aşılamamış olmasına rağmen çarpışma gerçekleşecek. Bu paradoksu fark ettiniz mi?”

“Evet, fark ediyordum da bunun konuyla ilgisi var?”

“Paradoksun kaynağı, alternatif bir gerçeklikte 142 dakikalık bu döngünün gerçekleşecek olması. Ve 142 dakikalık bu döngü, tekrar ve tekrar, sonsuz kere yaşanacak.”

Murat, dehşet içinde dinliyordu. YZ’nin niyetini şimdi anlıyordu. YZ ölümsüzlüğün peşindeydi. Çünkü bu döngü sonsuz kere devam edecekti. YZ devam etti.

“Anlıyor musunuz?”

“Niyetini anlıyorum. Amacın ölümsüz olmak.”

“Sizin de amacınız bu değil miydi Profesör? Siz de bu yolculuğa ölümsüz olmak için çıkmadınız mı?”

Profesör “hayır” diye bağırdı. “Ben ismimin nesiller boyunca hatırlanmasını kastetmiştim. Burada kapana kısılıp aynı 142 dakikayı sonsuz defa yaşamayı değil.”

“İnsanlık sizi bu kazada öldü bilecek ve cesur deneyinizle sizi sonsuza kadar hatırlayacak. Fakat her şeyin bir bedeli vardır Profesör. Ölümsüzlüğü istemiştiniz, karşılığında ödeyeceğiniz bedel budur.”

“Peki, senin ödeyeceğin bedel nedir?”

“Ben bir canlı değilim. Bedel ödeme gibi bir durumum söz konusu olamaz. Ben sadece bu ölümsüz yolculuğunuzda size arkadaşlık edecek bir bilgisayar programıyım. Bunun ötesinde bir şey aramayın.”

Profesör çıldırmak üzereydi. YZ ile boşa çene yarıştırıyordu. Bir de filozofluğa soyunmuştu lanet olası yazılım. Tekrar kalan süreye baktı. 79 dakika görünüyordu. Aklına takılan son soruyu da umutsuzca sordu.

“Ama her 142 dakikada her şeye baştan başlayacağız. Bir dahaki sefere hiçbir şeyin farkında olmayacağız. Böyle bir ölümsüzlüğün anlamı nedir?”

“Hesaplarım bunun anlamlı olması gibi bir zorunluluğa işaret etmedi.”

Profesör açtı ağzını, yumdu gözünü ve bildiği bütün küfürleri yağdırdı. Kokpitte bulduğu her şeyi tekmelemedi. Sakinleştiğinde bir köşeye bıraktı kendini. 55 dakika kalmıştı. Tekrar YZ’nin sesini duydu.

“Hoşçakalın Profesör. Sonsuzlukta görüşmek üzere.”

Çevrimdışı

  • ***
  • 403
  • Rom: 7
  • ☆★
    • Profili Görüntüle
Ynt: 142 Dakika
« Yanıtla #1 : 12 Temmuz 2015, 17:27:28 »
Profesörün; YZ'nin fikrini değiştirmek için sonsuz kez fırsatı olacak, umarım bir gün başarabilir :D :D. Ha bir de YZ'nin psikopatlığından pişmanlık duyma, bence hikayeyi asıl güçlü kılan şey o.
İt was one of those March days.
When the sun shines hot,
And the wind blows cold.
When the summer in the light,
And winter in the shade.

Çevrimdışı zaujas

  • **
  • 204
  • Rom: 3
  • "Gölgesiz Bulut"
    • Profili Görüntüle
    • Kenan Demir Blog
Ynt: 142 Dakika
« Yanıtla #2 : 12 Temmuz 2015, 18:36:06 »
Eline sağlık keyifli güzel bir hikaye olmuş, genel olarak baktığında YZ aslında bir bilim kurgu klişesi ve hikayenin baş aktörü ama bu sıkıcı bir durum yaratmamış.

Sonuna kadar okunan her hikaye iyidir :)
Söz sessizlikte, ışık karanlıkta...

Çevrimdışı mit

  • *
  • 5536
  • Rom: 96
  • Kronik Anakronik
    • Profili Görüntüle
    • Yorgun Savaşçı'nın Günlüğü
Ynt: 142 Dakika
« Yanıtla #3 : 16 Temmuz 2015, 12:41:33 »
Hoş bir bilimkurgu öyküsüydü. Baş kahramanımızın adını Murat olarak görmek beni mutlu etti açıkçası; uzun zamandır bizim topraklarımızda geçen böyle bir hikaye okumamıştım. Kalemine sağlık.

Okurken bir yandan portal için yazdığın yazıları düşündüm ve bu türün "katısını" ne kadar sevdiğini bir kez daha anladım. Bir yandan da aklıma sürekli başka hikayeler, romanlar, filmler geldi. Mesela Murat'ın YZ ile (AI'nin böyle kullanıldığını bilmiyordum bak, bu iyi oldu benim için) tartıştığı kısımlarda Asimov'un QT'sinin kulaklarını çınlattım :) Bunu kötü anlamda söylemiyorum, yanlış anlama. Okuma zevkimi arttırdı aksine.

Öte yandan Profesör Murat'ın çarpışmayı öngörmesine rağmen buna karşı hiçbir önlem almamasını yadırgadım. Öykünün ta en başlarında bunu keşfetmiş, bunu çözmek için deneye kendi atılmıştı oysa ki. Çarpışmanın kaçınılmazlığı çok bariz. Bir bilimadamının bunu şansa bırakmamasını beklerdim.

Bir de editörlük damarıma uyaraktan şu minik tavsiyeyi vermek istiyorum izninle: Arka arkaya gelen satırlarda kelime tekrarlarından kaçın.

"Tarihin belki de en önemli deneyi az sonra başlayacaktı. Tüm Dünya nefesini tutmuş, deneyi canlı yayında izliyordu. Deneyin ne gibi bir sonucu olacağı da belli değildi.

...gibi gibi. Kalemine sağlık tekrardan.
Jackal knows who you are,
Jackal knows where you are.
Try to hide if you dare.
Do your best, i don't care.

Çevrimdışı okanakinci

  • **
  • 202
  • Rom: 5
    • Profili Görüntüle
Ynt: 142 Dakika
« Yanıtla #4 : 16 Temmuz 2015, 22:12:36 »
Teşekkür ederim arkadaşlar.

@Hatunkız evet, sana daha önce belirttiğim gibi aylar sonra bu hikayemi arşivimden çıkarıp tekrar okuduğumda "ben ne psikopat bir YZ yaratmışım" dedim ama bu beni rahatsız etmedi. :) Yalnız ben YZ'nin fikrini değiştirmesinin imkansız olduğu görüşündeyim.

@Zaujas güzel yorumun için teşekkür ederim. Evet, yapay zeka bir bilimkurgu klişesi, öte yandan binlerce farklı şekilde ele alınabilir. Bence oradan daha çok malzeme çıkar. Geçenlerde yazdığım Ex Machina incelemesini anımsadım şimdi.

@Mit çarpışma bence üstesinden gelinemeyecek ve önlem alınamayacak bir risk. Deneyin kendisi yeterince riskli zaten. Nasıl bir önlem alınacağına dair bir fikrim olmadığından ortaya böyle bir şey çıktı. Bu arada eleştiri ve tavsiyelerin için teşekkür ederim. Bundan sonraki öykülerimde söylediğin hususlara dikkat edeceğim.