Kayıt Ol

Hiçkimse; Yün

Çevrimdışı azizhayri

  • ***
  • 581
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Hiçkimse; Yün
« : 29 Mart 2016, 12:49:56 »
   GÖKKEÇİ

           Ormanın kıyısında kurulmuş bir dağ köyünün dışarısında kalan bir kulübenin bacasından beyaz dumanlar salına salına çıkıyordu. Kulübenin yan duvarına örülmüş bacanın dışında tüm duvarlar kütüklerden oluşmuştu. Bu kütükler içerisini sımsıcak tutuyordu. Akşam saati kulübenin kalın duvarlarının içerisinde yağ kandilinin aydınlattığı loş salonda üç kişi oturuyordu. Kapının hemen karşısında küçük pencerenin önündeki koltuklarda oturan iki adam ve dipte ocağın önünde oturan bir kadın vardı. Ev sahibi olan adam ve karısının yaşları birbirine yakındı ve hayattan alacaklarını almış gibiydiler. Yaşadığı yılları, yüzlerinde derin çizgiler, saçlarında beyazlar ve ellerinde mavi damarlar olarak görebilirdiniz. Huzur ve dinginlik bedenlerinin her hücresinde hissediliyordu sanki. Yaşlı kadın elinde bir çıkrık yün eğiriyordu ve zaman zaman dikkatini dışarı veriyordu. İki adamınsa alçak sesle konuşmaları devam ediyordu.

          Feta, yılların derici ustası uzaklardan gelen misafirinin anlattıklarını ilgiyle dinliyordu. Yılın büyük bir bölümünde karlarla kaplı köyünün uzağından, bazen imrendiği güneşin hep parladığı, yeşil çimenleri ve ağaçların ovaları tepeleri sardığı yerlerden haberler almaya çalışıyordu. Güneşin toprağı yakıp kavurduğu gözünüzün görebildiği her yerin kızgın kumlarla kaplı olduğu çölleri anlatmasını istiyordu. Karşısındaki adam, orta yaşını aşmaya başlamış, esmer derili, kıvırcık saçlı Tüccar Vanen sürekli anlatıyordu. Meslek olarak ticareti seçen pek çok kişi gibi sürekli konuşuyor tatlı diliyle malını pazarlamaya çalışıyordu. O akşam Deri ustası Fota’nın evinde misafir olmasının nedeni de ondan işlediği derileri ucuza almaktı. Bu nedenle getirdiği sıcak iklim armağanları yaşlı kadının ayaklarının dibinde duruyordu.

          “Sır saklamasını biliyor musun” diye sordu yaşlı adam.  Daha genç olan şaşırmış gibi baktı ziyaret ettiği evin sahibinin yüzüne “Beni tanıyorsun ağzım sıkıdır” dedi. Yaşlı adamın yüzünde alaycı bir gülümseme vardı. Alaycılık, yılların usulca işlediği ve zanaatla perçinlenmiş özgüvenden kaynaklanıyordu. İnsanları tanıyorum, taktığın maskenin ardında duran gerçek yüzü biliyorum demenin farklı bir yoluydu sanki.  Yanan kütüklerin çıtırtıları salonun sessizliğini bozuyordu ve hayat arkadaşını çok iyi tanıyan zayıf kadın kocasının yüzüne baktı. Bu bakış bak yine sarhoş oldun, yanlış yapıyorsun ve ileri gidiyorsun bakışıydı.

   “Bir efsaneye tanık olacaksın az sonra” dedi. Sonra ilgisiz bir cümle daha kurdu. “Daha şarap ister misiniz” dedi. Nice kentler köyler görmüş ve her çeşit insanı tanıma fırsatı bulmuş olan konuk ilginç bir konunun geleceğini tahmin ediyordu. Ocağın başındaki kadın elindeki çıkrığı koltuğun kenarına bıraktı, yavaşça yerinden doğruldu. “Adam, çenen düştü gene, ateşe bir bak istersen” dedi. Yabancı, kadının adamı neden çağırdığını biliyordu, uyarmak için. Bir dakika sonra adam maşrapasındaki son yudumu da aldı ve yavaş hareketlerle karısının yanına gitti. Kadının örgü ördüğü gümüş renkli yün yumağını aldı. Kadın itiraz edecek oldu ama eşinin göz attığını görünce sesini çıkarmadı. Elindeki küçük çakı ile bir kulaç kadar bir parça kesti.  Sakin adımlarla yerine döndü. Bir örümcek ağı kadar ince görünen ipliği konuğuna uzattı.

   “Asıl kopar da gücünü görelim” dedi alaycı bir şekilde sırıtarak. Adam, anlamamış bakışlarla ayakta dikilen adama bakıyordu. Feta, yünün iki ucunu aldı ve koparmak için gerdi tüm gücüyle. Ama o her yerde gördüğü yünlerden daha ince görünen gümüş beyazı yün parçası bana mısın demedi. Sıranın kendisine geldiğini düşünen konuk ipliği aldı ve kendi bir kere tarttı. Sağlam görünüyordu. Asıldı parmaklarının arasındaki parlak iplik hafif esnese de kopmadı. Bir kere daha denedi ve iplik ellerini kesesiye kadar asıldı tüm kuvvetiyle ama gene olmadı. Yünün parmaklarının boğumuna gelen yerlerinde derin kesikler açacağını biliyordu devam ederse.

            “Nedir bu” dedi meraklı bakışlarla önünde kahkaha atan yaşlı adama

   Sana, bir efsaneye tanık olacağını söylemiştim. Bu Zege’nin dün avdan dönüşte getirdiği yün, Gökkeçinin yünü” dedi. Vanen’in yüzünde alaycı bir gülümseme belirdi.

           “Gök keçi yoktur, sadece bir efsanedir.” Dediğinde bir yanlış yoktu. Her yerde her yörede bu tür söylentiler oluyordu. “Neymiş, bizim saygı değer Gökkeçimiz karlı dağların zirveye yakın yerlerinde yaşarmış, ölümlü insanoğlunun göremeyeceği bir şekilde gizlenirmiş. Yalnızca saf kalpli seçilmiş kişiler görebilirmiş, tabii kendi isterse.” İstemese de alaycı bir hal alan ses tonuyla devam etti. “Sütü her derde devaymış, boynuzunu en keskin bıçaklar bile yontamazmış. Kusura bakmayın ama bu tür efsaneler o kadar çok ki... İnsan hangisine inanacağını şaşırıyor.” Feta,  adamın sözlerinin bitmesini sabırla bekledi.

         “Oğlum dün sabah havayı güzel bulunca yayını ve kamasını aldı yola çıktı dağlara doğru. Akşam geç vakitlere kadar dönmedi.” Adam bir an sessizleşti. Yıllar öncesi aklına gelmiş olmalıydı.  Zege yaşlı çiftin biricik oğullarıydı. Yıllar yılı Tanrı kendilerine bir evlat vermemişti. Yıllarca şifacıları dolaşmışlar dertlerine bir çare bulamamışlardı. On beş yıl önce bir sabah obada oturanlar Derici ustası Fota’nın barakasında çocuk sesi duymuşlardı. Kimse Kebasa’nın gebe olduğunu fark etmediği için çok dedikodu çıkmıştı ama bu bize BerMu ananın bir armağanı demişlerdi. Kısa bir duraksamadan sonra Feta, yıllarca deri tabaklayan nasırlı ellerini dizlerinin üzerine koyarak sözlerine devam etti.  
"Sabaha karşı geldiğinde torbasında bir kucak yün vardı. Elleriyle Karısının eğirmeye çalıştığı yünü gösterdi. Kadın elinde çıkrık, topacı bir sağa bir sola çevirerek yumak halindeki yünü ipliğe dönüştürmeye tekrar başlamıştı. Sessizce izlediler ocağın alevleri arasında işini ibadet eder gibi yapan kadını. Birkaç dakika sonrasında buruşuk derili, kemikli parmaklar son kalan parçayı da tamamladı. Az önce ucundan bir parça kesilen yumağı zafer kazanan komutan edasıyla havaya atıp tutmaya başladı.

   “Sahi delikanlı nerede” dedi Vanen. “En son iki kış önce görmüştüm kendisini.” Yaşlı adam elindeki bira bardağını bırakarak alt dudaklarına kadar inen bıyıklarındaki köpükleri elinin tersiyle sildikten sonra cevap verdi
“Sabaha karşı geldi. Bütün gün ve gece dağlarda dolaşmış durmuş.  Ortalıkta biraz dolandıktan ve sözde bana yardım ettikten sonra yattı”

          “Çocuk ne yaparsa yapsın sana yaranamıyor. Taze av eti için dağlara gitti, sabaha karşı geldi ve uykusuz ve yorgun bütün gün sana yardım etti ama yine ona tembel diyorsun.” Ana oğlunu savunmaya geçmişti ister istemez. Ama Usta söylediklerinin arkasındaydı.
        
         “Sağ olsun yardım etti ama daha çok ayakaltında dolandı durdu. Onca yıldır yanımda ama hala bir şeyler öğrenemedi gitti. ” Konuşma tartışmaya doğru gidiyordu.

          “Oğlum buraya ait değil, bu köyde dağlarda yaşlanmak istemiyor. Senin gibi derici ustası olmak istemiyordur belki de ha…”  Adam, eşinin sözlerini kesti sertçe.

          “Onun buralara ait olmadığını bende biliyorum ama elinde bir zanaatı olsa fena mı olur? Sözlerinin burasında bir an sustu. Dışarıda dikkatini çekecek bir ses duymuştu. Cevap vermek üzere olan karısına bakarak elini dudaklarına götürdü sus işareti yaptı. Tepkisini seslendirmekte gecikmez.

          “Birileri dolaşıyor dışarıda” dedi. Kadın yaşlandıkça daha çok zevk alır olduğu tartışmanın yarıda kesilmesine bozulmuştu sanki

          “Dağ başında kim olabilirdi ki” dedi oturduğu yerden. O ana kadar tatlı sert konuşmayı gülümseyerek izleyen Konukları da tedirgin olmuştu. İkisinin sözlerine ekleyecek birkaç söz söyleme ihtiyacı duydu

          “Gecenin bu saatinde” dedi kısık bir sesle. Kısa bir sessizlik kapladı odayı. Kulübenin dışından gelen fısıltıları daha iyi duydular bu defa. Yaşlı adam, ağır bedenini kendisinden umulmayacak bir hareketle kaldırdı. Kapıya yöneldi. Ağır meşe kapı aralandığında gecenin serinliği içeriye doldu. Çalışa çalışa körük gibi olmuş ciğerlerinden boşalan hava, ses tellerinde kalın ve tok bir cümle olarak çıktı

           “Kim var orada” telaşla uzaklaşan patırtılar haklı olduğunu kanıtlamıştı. Hışımla dışarı fırladı. Karısının gitme diye bağırışlarını duymamıştı bile. Kapıdan çıkınca hemen sağa döndü. Atölyesi evinin hemen bitişiğindeydi. Üç ya da dört kişi kaçışıyordu ki geri kalan birini ensesinden yakaladı. “Sen…” dedi. Sırtına saplanan ok başka bir söz söylemesine engel olmuştu. Onun yerine boğuk bir çığlık dudaklardan döküldü ve karanlıkta kayboldu. Gördüğü kişide belindeki uzun kamayı çekti ve adamın karın boşluğuna sapladı. Bu defa boğazdan çıkan nefes sese dönüşecek gücü bulamamıştı ama birkaç adım ötede kapının eşiğinde duran kadının acı dolu sesi tüm obaya yayılmıştı. Gölgelerdeki adam elindeki kalın çeliği kanırttı ve biraz daha itti. İri beden titredi ve dizleri büküldü. Bir saniye sonrasında olduğu yere yığılmıştı. Kapının loş aydınlığındaki ses bir daha bağırdı içeriden gelen genç kollar kadını yavaşça içeri çekti ve dışarıya fırladı. Uzaktan gelen ıslık sesiyle ne yaptığının şaşkınlığını üzerinden atan katil karanlığa yöneldi. Kulübeden çıkan genç yalın ayak olduğuna aldırmadan peşlerinden seğirtti.

   Bildiği dar patika yukarı tepelere doğru yollanıyordu. Karlı buzlu yolda düşe kalka babasının katledenlerin peşinden koşmaya çalışıyordu ama babasına isabet eden okun bir benzeri gecenin karanlığını ıslığıyla böldü ve yayı geren kolların ustalığını ispatlarcasına delikanlının göğsüne saplandı. Genç yürek ne olduğunu anlayamamıştı ki ikinci ok diğerinin birkaç santim aşağısına karın boşluğuna saplanmıştı. Kendilerini kovalayanın yaralandığını gören kaçanlar geri dönmüşlerdi. Ayakta durmakta zorlanan genç adamı bir omuz darbesiyle yolun dışına ittiler. Yamacın aşağısına yuvarlanan kaslı gövdeyi az önce Debbağı bıçaklayan adam tekmeledi. Zorlama bir kahkahayla “Bir yere ayrılma geri döneceğim” dedi.

          Olayların şaşkınlığını atlatamamış yaşlı kadın içeri girdi ve iki parmak kalınlığındaki sağlam kapıyı kapadı. Titreyen parmakları henüz sürgüsünü takamamıştı adamlar omuz darbesiyle yıktı. Bağırışları duyan diğer köy sakinleri kulübelerinin ışıklarını yakmaya başlamışlardı ki Fota’nın atölyesinden kızıl dilli alevler yükselmeye başlamıştı. Kapıda bekleyen adam, içeri giren diğerlerine seslendi “Acele edin birazdan tüm köylü burada olur”  Hakikatten de neler olduğunu anlamaya çalışan birkaç kişi dericinin kulübesine doğru yaklaşmaya başlamıştı. Alevler biraz daha belirgin hale gelince kalabalıktan şaşkınlığı geçen biri bağırdı “Yangın” diye.

          Bir dakika geçmemişti bir kirli sakal karmakarışık saçlı baş belirdi kapının ağzında, “Yok bulamıyorum” dedi.  “Belki de dedikodudur” dedi diğeri. Alevler daha da güçlenmiş, gecenin karanlığını kızıl dilleriyle iyice aydınlatmaya başlamıştı. Kapıdaki adam emredici tonda “Biraz daha arayın o yünler çok kıymetli “ dedi. Dedi ama köyün halkı ellerinde satırlar baltalarla çoğalmaya başlayınca yakalanma korkusu ve daha önemlisi bir tanıyan çıkar mı? Telaşı paniğe yol açmıştı. İsteseler tüm köyü yakabilirlerdi ama bu iş için biraz daha beklemeleri gerekiyordu. Kapıda dikilen adam sadağından çektiği bir oku en yakın kişiye yöneltti. Hafifçe gerilip bırakılan yay emanetini ancak karşıdaki adamın ayaklarının dibine kadar iletebilmişti. Bu bile yaklaşanların birkaç adım gerilemesine yol açtı. “Lider başarısızlığın verdiği öfkeyle” Biz alamıyorsak kimseye nasip olmasın” dedi ve atölyenin oradan aldığı yanan bir ağaç dalını kulübenin üzerine attı. Biraz zorlansa da ağaçtan yapılmış çatı ateşin kırmızılığıyla parlamaya başlamıştı. Diğerleri de birkaç dal atınca kızıl canavarlar avını yutmaya başlamıştı.

   Karanlıkta uzunca boylu bir gölge, yamacın aşağısında bulduğu bedenin üzerindeki iki okun ucunu kırdı. Kan, yaralı delikanlının üzerindeki tüm giysiyi koyu bir renge bürümüştü. Adam, mintanından bir parça yırttı ve gencin iptidai bir şekilde yaraları sardı. Parmaklarını yerde yatan gencin boynunun yanına tuttu. Parmakları hiçbir atım hissetmemişti. Hayat belirtisi yoktu ama yine de genç delikanlıyı sırtladı. Eğirilmiş yün yumağını, olanca kuvvetiyle asılmasına rağmen koparamadığı iplik parçasını düşündü. Galiba yaşlı ev sahibinin doğruyu söylüyordu. O yünlerin kulübeyi yerle bir eden alevlerden kurtulmasına imkân yoktu. Bir an o kadar ince ve o kadar sağlam iplik görüp görmediğini düşündü. Öyle bir yünden güçlü zırhlar yapılır ve o zırhlar bir kazak veya bir hırka gibi giyilebilirdi. Şimdi yapması gereken omzunda taşıdığı genç delikanlıyı katillerden oldukça uzağa götürmeliydi yaşıyorsa tabii. Diğer tüccarların konakladığı kasabaya kadar uzun bir yolu vardı.
 

"İnsanlığın en büyük trajedilerinden biri ahlakın din tarafından ele geçirilmesidir." Sir Arthur Charles Clark

Çevrimdışı milenya

  • **
  • 260
  • Rom: 6
  • Belki de Tanrı bize inanmıyor!
    • Profili Görüntüle
Ynt: Hiçkimse; Yün
« Yanıtla #1 : 05 Nisan 2016, 00:37:07 »
Şimdi ben normalde uzunca, alıntılar yaparak eleştiriler yaparım ama bu sıralar daha çok mobilden girdiğim için foruma öyle bir durum söz konusu olmuyor. Yine de yorumu yazmak için nedense bilgisayar başına geçmeyi bekledim.
Senin daha önce bir hikayeni daha okumuştum. Konusu hoşuma gitmiş ama noktalama hataları gözüme sıkça çarpmıştı. Şimdi de hata gözükmüyor çünkü neredeyse noktalama yok. Uzun uzun yazılmış, bir iki virgüle hayır demeyecek bir sürü cümle gördüm.
Bunun dışında devamı gelecek gibi bitti, fırsatım oldukça okurum çünkü başlıktaki hiçkimse: sanırım bizim keçiyi (yünü zırh kadar güçlü de olsa) öldürmüş çocuk ilgimi çekti. Oraya da değinmek istiyorum kucağında yünle geliyor ama keçi efsane. Öldüğünü düşündüm ama usulca kendini kırptırdıysa ilginç olur. Öldüyse de nerede ceset, boynuzlar...
Umarım tahmin ettiğim gibi bir giriştir bu aksi halde açıkta kalan yerler çok fazla olur.
Ellerine sağlık.
Spoiler: Göster

Çevrimdışı azizhayri

  • ***
  • 581
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Hiçkimse; Yün
« Yanıtla #2 : 05 Nisan 2016, 08:58:26 »
Günaydın
Okuduğunuz ve eleştirdiğiniz için teşekkür ederim. Noktalama işaretleri benim için uyulması gerekli ama bir türlü beceremediğim bir durum. Önceleri daha çok hata yapardım sanırım azaldı.
Konuya gelince, hikayesi uzun yıllar önce başlamış, oldukça uzun ve halen süren bir konu ve yakın bir gelecekte bitecek gibi görünmüyor. Gerek aylık seçkilerde gerekse Kurgu İskelesinde farklı bölümleri mevcut. Bittiğinde -naçizane- koca bir destan olmasını düşünüyorum... Yani sadece düşünüyorum. Bir dantel bir oya gibi yavaş yavaş işlemek istiyorum.
Yün hikayesine gelince Gökkeçi avı bu olaydan bir iki gün önce yaşandı. Bir gün onuda anlatırım inşaallah. Biraz karışık oldu sanırım... Yok yok bir hayli karışık oldu.
Sonuç okuduğunuz için tekrar teşekkür ederim
"İnsanlığın en büyük trajedilerinden biri ahlakın din tarafından ele geçirilmesidir." Sir Arthur Charles Clark