Kayıt Ol

Rıhtım Okuma Etkinliği #8 || Swastika Geceleri

Çevrimdışı Sayhh

  • **
  • 189
  • Rom: 15
  • Her şey başladığı yere döner.
    • Profili Görüntüle
Rıhtım Okuma Etkinliği #8 || Swastika Geceleri
« : 26 Temmuz 2015, 13:00:57 »
Geçtiğimiz tartışmada ele aldığımız eser, güçlü bir yazar olan Le Guin'e aitti. Onun yazmış olduğu Karanlığın Sol Eli üzerinden hep birlikte cinsiyet meselesini tartışmıştık.

Şimdi yolumuza cinsiyet konusunu çok farklı bir şekilde ele almış bir başka kitapla devam ediyoruz. Türümüzü "distopya" olarak belirlemiş ve buna uygun olarak "feminist distopya" olarak adlandırılan Swastika Geceleri'ni okumak üzere seçmiştik. Swastika Geceleri, Katharine Burdekin imzalı bir eser, ancak Burdekin hayatta olduğu süre boyunca bunu gizlemiş ve kitap yayınlanırken Murray Constantine takma adını kullanmayı tercih etmiş.

Forum çapında feminizmin tartışıldığı bu günlerde konuyu bir de bu kitap üzerinden tartışmanın ilginç olacağını düşünüyorum. Buna karşın kitabı sadece cinsiyet meselesi üzerinden değerlendirmek haksızlık olacaktır. Üzerine konuşabileceğimiz çok fazla şey var.

Sözü daha fazla uzatmıyorum. Tartışmaya başlayalım. :fight:

Çevrimdışı azizhayri

  • ***
  • 581
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği #8 || Swastika Geceleri
« Yanıtla #1 : 27 Temmuz 2015, 08:30:03 »
Herkese günaydın:,
Kocaman bir hayal kırıklığı yaşıyorum. Sanırım kimse dersini çalışmamış. Sayhh'ın tüm hassasiyetine rağmen olmayacak gibi. Kimseyi suçlamak değil amacım ve bu dersini yapmayanların başında geliyorum.
Daha dün bitirdim Swastika Gecelerini. Güzel bir kitaptı ve bu kitaptan tartışmak isteyen bizlere çok ekmek çıkar. Uzun bir analiz yapmaktı amacım, gün boyu düşündüm nereden başlayacağımı ve neler yazabileceğimi. Akşam evin içi misafirden geçilemeyince -ki bu elektrikler kesikti ders çalışamadım'ın farklı bir versiyonu ama bu gerçek!- bu sabah nasıl olsa tartışmalar başlamıştır o halde ben de yazılanlara bakıp tartışmaya bi yerlerden başlarım diye foruma girdim. Maalesef olmadı. Yine de bir yerlerden başlayabilmek için diyorum ki Alfred en az naziler kadar milliyetçi biri. Dikkatimi çeken kitap boyunca ülkesini, tarihini, kültürünü ve imparatorluğunu övdü. Hermann içinde üzüldüm. Ve kadınlar; oldum geldi, anlayamadığım bir şekilde durumlarını kabullenmişler. Yine anlayamadığım bir şekilde Yahudilerin soykırımı kabullendiği gibi, daha yakın bir tarihte Boşnakların sırp zulmünü kabullendiği gibi...
Bu arada söylemem gerekir ki okumayı, tenkit etmekten ve tartışmaktan daha çok seven biriyim...
"İnsanlığın en büyük trajedilerinden biri ahlakın din tarafından ele geçirilmesidir." Sir Arthur Charles Clark

Çevrimdışı Sayhh

  • **
  • 189
  • Rom: 15
  • Her şey başladığı yere döner.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği #8 || Swastika Geceleri
« Yanıtla #2 : 30 Temmuz 2015, 23:33:27 »
Taşıdığı tüm kasvete rağmen kitabı okumaktan zevk aldım.

Yazarın içinde bulunduğu dönem düşünüldüğünde, yarattığı sistem ve onun çalışma biçiminin detayları hayranlık uyandırıcıydı. Düzen için gerçekten emek verilmiş ve bu düzene dair sorulabilecek tüm sorular kurgu içinde cevaplandırılmaya çalışılmış. Kitap, öngörülen düzenin çeşitli yönleriyle tanıtımı bakımından oldukça doyurucuydu.

Kitaba dair sevmediğim çok az şey var. Yazarın yarattığı arka plan büyük bir ustalıkla işlenmişken, düşüncelerini aktarmak için kurguladığı olayların ve bu olayları birbirine bağlayışının yeterince iyi olmadığını söyleyebilirim. Gelişmeler, insanı bıktıracak kadar çok kez şans eseri gerçekleşti. Sürekli işe yarar tesadüflerin araya girmesi kurguyu benim gözümde zayıflattı açıkçası.

Daha yakından bakalım:

Alfred, Alman iktidarını sona erdirecek bağımsızlık fikrini insanlar arasında yaymak istemektedir ve şans eseri kendisi gibi düşünen tek Şövalye ile tanışır. Şövalye, şans eseri korunmuş, gerçekleri anlatan bir kitaba sahiptir ve düşüncelerini özgürleştiren aslında bu kitap olmuştur. Şans eseri Şövalye’nin bütün oğulları daha önce ölmüş olduğu  için kitabın bir sonraki varisi Alfred olur.

Arkadaşı Hermann da, bu yolda Alfred ile birlikte olmak ister ama bir Alman’ın Almanya dışına çıkmasının zorlukları vardır. Şans eseri Alfred bu tanışmadan kısa bir süre önce cinayet işlediği için emeline sürgün yoluyla ulaşır ve İngiltere’ye, Alfred’in yanına gidebilir.

Kitabı saklamak bir sorundur, ama durun! Elbette şans eseri Alfred gençliğinde bir sığınak bulmuştur ve sığınaktan haberdar olan tek arkadaşı da artık ölüdür. Böylece kitap kolayca saklanabilir, dahası toplanabilecekleri bir yere de sahiptirler.

Naziler 700 yıl boyunca o sığınaktan haberdar olmamışlardır, ama şans eseri Alfred, Fred ve Hermann içerideyken orayı bulurlar. Şans eseri, Fred kitabı da alarak kaçabilir.

Şans eseri Alfred ve oğlunun Hristiyan topluluğun lideri ile iyi ilişkileri vardır (normalde birbirlerinden nefret etmeleri beklenirdi) ve yine şans eseri olarak bu lider, Alfred’e değil de Fred’e eğer ihtiyaç duyarlarsa onlara ait bir şeyi saklayabileceğini söylemiştir (durup dururken). Böylece Fred, kitabın güvenliğini sağlayabilir.


Şans, şans, şans…

Yazar olasılıkları fazlasıyla zorlamış. Dahası her şeyin bu kadar yolunda gitmesi de biraz tuhaftı. Okuduğum en umut dolu distopyaydı hatta. Bu konuyu yazarın yüzünün göründüğü noktalardan biri olarak yorumluyorum. Yanıbaşında patlamak üzere olan büyük savaş yüzünden Burdekin’in umuda ihtiyacı vardı belki de ve işler ne kadar kötü giderse gitsin bunun da bir yerde son bulacağına inanmak istiyordu. En azından bende bu izlenimi uyandırdı.

Olumsuz bulduğum bir diğer şey ise edindiğimiz tüm bilginin büyük oranda diyaloglar aracılığıyla aktarılması oldu. Olaylar kurgulanırken bu yönden de ihmal edilmiş.

***

Tek bir kitabın, tarihi değiştirme gücüne sahip olduğunun gösterilmesi önemliydi.

Bir kitap yıkım getirdi, bir başka kitap ise umut.

Yıkım getiren kitabın yazarı olan von Wied, incelenmeye değer bir karakter. Görünüşte hiçbir insanın onun gittiği kadar ileriye gidemeyeceğini düşünebiliriz. Kimsenin böylesine büyük çaplı bir hafıza silme olayına girişemeyeceğini veya tek bir kitap yazarak ciddi kıyımlara sebep olamayacağına inanabiliriz. Ama bunlar oldu.

Von Wied, geçmişte yaşamış iki ayrı tarihi kişiliği hatırlattı bana. Bu kişiler, yakmaktan çok hoşlanan Heinrich Kramer ve Diego de Landa’dır.

Heinrich Kramer, kitlesel olarak akıl tutulmasının yaşandığı bir çağda, dönemin öne çıkan fikirlerinden etkilenerek tıpkı von Wied gibi yazdığı kitapla öne çıkmıştır. Adı Malleus Maleficarum (basım tarihi 1487) olan kitabında, şeytanla işbirliği kurduğunu düşündüğü kadınlardan bahsetmiş ve cadılığı tanımlayarak, cadılara yapılabilecek işkenceleri ve nasıl yok edilebileceklerini açıklamıştır. Kitap, talihsiz bir şekilde bilimsel kabul edilmiş ve kitaptaki esaslar temel alınarak yüz binlerce kadın cadı olduklarını kabul edene kadar işkence görmüş, cadı olduğuna inandıkları başka kişilerin isimlerini vermeye zorlanmış ve en sonunda yakılmışlardır.

Von Wied’in kitabını yazdığı dönemde uygun şartlar sağlanmıştı ve bir kitapla tüm Kadınların İndirgenmesi'ne sebep olması aslında şaşılacak bir şey değildi.

Diego de Landa ise tarihteki en nefret ettiğim kişi olabilir. Kütüphane yakarak kitapları yok eden insanlar arasında bana göre en korkuncu odur. Yaktıkları sadece belgelerle sınırlı kalmamıştır. 16.yy’da Meksika’ya, Mayalar'ın Yukatan’daki kentine görevli bir keşiş olarak gitmiş, önce tapınakları yıktırarak taşlarından kilise yaptırmış, ardından “auto-da-fé” uygulamasını gerçekleştirerek binlerce eseri ve yerli halkın önemli bir kısmını büyük bir meydanda yakmıştır. Yok ettiği sayısısz kitaptan sonra ülkesine dönünce de Mayalar hakkındaki tek kitabını yazarak bu alandaki ilk çalışmayı gerçekleştirmiştir.

Spoiler: Göster
Daha önce Rıhtım Okuma Etkinliği kapsamında konuşurken Fahrenheit 451’den hiç hazzetmediğimden bahsetmiştim. Yakmak zevkti diyerek başlayan kitap, sonradan keşişin yaptığı gibi bir tür günah çıkarmaya döndüğü için dayanamayıp devam edememiştim. Kitabı sanki, Ray Bradbury değil de Diego de Landa yazmış gibi gelmişti o zaman.


Diego de Landa, bütün bir medeniyeti geriye çok az şey bırakarak ortadan kaldırmayı başardığı için, von Wied’in gerçekleştirdiği “Hafıza Silme” olayının da pekala gerçekleşmesinin mümkün olabileceğini kabul edebiliriz.

Spoiler: Göster
Kitabın önsözünde, von Wied, fikirlerinden dolayı Otto Weininger'e benzetilmiş. Benim benzetmelerim ise uygulama ve sonuç kaynaklıydı. Kötü karakterimiz yaşamış pek çok insanı andırıyor demek ki.



***

Alıntı
“Her şeyden üstün olduğunu bilmeyen hiçbir şey kendi olamaz.” (syf.134)

Bu cümle, kitabın tamamının ve anlatılmak istenen her şeyin özeti gibi biraz.

Alıntı
“Kendisi olmak isterdi çünkü dünyadaki en iyi şeyin kendisi olduğuna inanırdı.” (syf.133)

Alıntı
“Kadınlar bir şeydir – dişidir, öyle olmak istemelidirler; bunun en üstün, insan hayatının mümkün olan en yüce formu olduğunu düşünmek zorunda olmalıdırlar.” (syf. 134)

Alıntı
“Kadınlar, erkekleri memnun etme arzusunun vücut bulmuş halinden başka hiçbir şey değildir.” (syf.104)

Kadınlar, indirgemenin ardından kimliklerini kaybetmiş ve hayvanlaşmışlardı. Kadınların, aslında artık kadın olmadıkları anlaşılıyordu. Ancak tüm bu değişim olmadan önce de kadınlar kadın değildi zaten, sadece yaşam şartları daha iyiydi. Erkekleri memnun etme ve onların istediği gibi olma arzusu, kendileri olmalarını engelliyordu.

Kitapta sık sık “erkek değilsin, oğlan çocuğu gibi davranıyorsun” ifadeleri geçiyordu. Erkekler de erkek değildi yani. Erkek olabilmeleri için düşüncelerini herhangi bir otoritenin etkisinden kurtarabilmeliydiler.

Kitabın cinsiyetlere bakışından bunları anladım ben. Anlayamadığım nokta ise güzellik kavramı oldu ve birinin beni bununla ilgili aydınlatmasına ihtiyaç duyuyorum.

Güzellik, kadını tanımlayan bir şeyken, kitapta kadından alınıp erkeğe verilmiş durumda. Güzel erkekler… Günümüzde güzelliğin öne çıkarılması metalaşma ile bağdaştırıldığı için, güzelliği bir tür hak olarak görmekte zorlandım.

Kadınların tek tipleşmesini, kendilerini ifade etmelerinin engellenmesi olarak görüyorum, bunu güzel olmalarına izin vermemek olarak yorumladığımızda iş değişiyor.

Kitapta en anlayamadığım şey ise, kitabın başlarında bize tanıtılan Marta ile ilgili oldu.

Alıntı
“Özgür değildi ama belki de yaşlandığı için ruhsal olarak itaat etmekten uzaklaşmıştı. Erkek değildi, hayır ama kadın da değildi; son derece yaşlı, çirkin bir ağaçtı sanki. İnsan değildi ama dişi de değildi. Yine de Şövalye’nin hipnotizması onda geri tepmişti.” (syf.30-31)

Soru: Marta, itaat etmekten uzaklaştığına göre diğerlerine göre kadın olmaya daha yakın olması gerekmez mi? Yazar neden ısrarla üzerine basa basa kadın değildi demiş? Marta üzerinden bize anlatılmak istenen nedir?

Yine de bir yerlerden başlayabilmek için diyorum ki Alfred en az naziler kadar milliyetçi biri. Dikkatimi çeken kitap boyunca ülkesini, tarihini, kültürünü ve imparatorluğunu övdü.

Alfred’in milliyetçi olduğu konusunda hemfikirim. Sayfa 103’te Şövalye de ona bunu söylüyor ve Alfred reddediyor. Yine de olduğu şeyi sevmesi gerektiğini düşündüğü için İngiliz olmaktan mutlu olduğunu varsayabiliriz. İngilizler kitap boyunca tekrar takrar övülüyor. Bu konuda da İngiliz olan yazarın yeniden yüzünü gösterdiğini düşünüyorum, yazdığı dönem düşünüldüğünde bu da normal bir şey aslında.

***

Alıntı
“Artık her şeyi anlayacağım,” diye düşündü. “Von Hess’in kitabını alıp okuduğumda her şey açıklığa kavuşacak.” (syf. 124)

Bu iki cümle bende biraz bir kıskançlığa sebep oldu. İçinde yaşadığımız çağ ve komplo teorileri yüzünden genel olarak kuşku duyan bir nesil olabiliriz, yine de bu her şeyin farkında olacağımız ve hiçbir şeyi gözden kaçırmayacağımız anlamına gelmiyor. Çok önemli bir şeyi bilmiyor olabiliriz. Bilmiyorsak bilmediğimizin de farkında değilizdir.

Peki ben neyi bilmiyorum? Neyi, nasıl bir şeyi bilmiyor olabilirim?

Soru çok güçlüydü ve gerçekten inandığım her şeyin değişmesine sebep olabilecek bir bilginin pekala benden ve diğer herkesten gizleniyor olabileceğini düşündüm.

Yazarın bir okurunda bu etkiyi yaratabilmiş olması bana göre kitabın görevini başarıyla yerine getirdiğini gösteriyor.


Gereksiz not: Kitabın adını kişisel nedenlerle hiç sevmedim. :-\ Swastika kelimesinin Mastika kelimesi ile benzerlerliği beni çok rahatsız etti. Kitabı okuma ve üzerine düşünme sürecinin neredeyse tamamını zihnimdeki anason kokusu eşliğinde gerçekleştirmem gerekti.

Çevrimdışı Fırtınakıran

  • *
  • 8351
  • Rom: 1
  • Unique Ravenclaw
    • Profili Görüntüle
Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği #8 || Swastika Geceleri
« Yanıtla #3 : 31 Temmuz 2015, 15:11:07 »
Mastika benzetmen yüzünden artık benim aklımda da böyle yer etti :|. Şimdi mutlu musun? Bu mesajı okuyuncaya kadar hiç de öyle bir çağrışımı yoktu halbuki.

Alıntı
Güzellik, kadını tanımlayan bir şeyken, kitapta kadından alınıp erkeğe verilmiş durumda. Güzel erkekler… Günümüzde güzelliğin öne çıkarılması metalaşma ile bağdaştırıldığı için, güzelliği bir tür hak olarak görmekte zorlandım.

Kadınların tek tipleşmesini, kendilerini ifade etmelerinin engellenmesi olarak görüyorum, bunu güzel olmalarına izin vermemek olarak yorumladığımızda iş değişiyor.

Kitapta bu kısmı okuduğumda aklıma gelen şeyi paylaşayım o halde.

Güzellik, kadının laneti olduğu kadar lütfudur da. Tek tipleşme durumunu ben de böyle görüyor ve bu çerçevede modayı da bir "indirgeme" aracı olarak kabul ediyorum. Öte yandan, yazarın demek istediğiniyse şöyle yorumluyorum: Güzellik birçok erkek için dayanılmaz, karşı konulmaz bir güç. Kadın her daim estetik açıdan erkeği geçmiştir. Estetik dendi mi göze önce bir kadın vücudu gelir. Dökülen saçlar, fildişi bir ten vs. Kadınlıkla özdeşlemiş bu şeyi ondan alıp erkeğe vermekle birlikte erkeğin hayran olacağı, aklını kurcalayacak bir şeyi de söküp almış oluyorlar (bence).

Bir başka açıdan daha bakalım.

Eserde erkek o kadar üstündür ve üstün olmalıdır ki, güzellik bile kadın gibi aşağı bir ırkta olmamalıdır. Yüzyıllardır kadın dendi mi akla gelen "güzel" sıfatı da ondan alınıp üstün ırk olan erkeğe verilmelidir. Böylece erkek aşık olmaz, hayran olmaz. Dahası, kadını bu konuda da geçmiş olur.

Böylece ne oluyor? Melek yüzlü, altın saçlı erkekler çıkıyor karşımıza. Bu sıfatları kadınlar için görmeye alışıkken kitabın çizdiği dünyada bu sıfatları kuşananlar erkekler. Tanrılaşma sürecinde bir adım daha atıyor erkek bireyler. Çünkü tanrı her alanda "en üstün" olandır. Her konuda. Tabii bunu demem kitaptaki tanrıya sırtını dönmüş erkekler topluluğunu düşününce ironik oldu :). Ama bir tanrılaştırılma süreci yaşadıkları açık.

Özetle, kadın erkeğin kafasını karıştırmamalıdır. Öyle bir halde gezmelidir ki(kitaptaki gibi) en aşağı olduğunu temsil edecek biçimde dış görünüşüne kadar yansımalıdır. Hatta bir ara kadınların ön dişlerinin çekildiğinden bahsediliyordu kitapta. Bu da ona bir örnek.

Ben böyle yorumladım okurken :).

Çevrimdışı

  • ***
  • 581
  • Rom: 47
  • Hayvan Yemeyelim!
    • Profili Görüntüle
    • http://bulentozgun.blogspot.com/
Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği #8 || Swastika Geceleri
« Yanıtla #4 : 03 Ağustos 2015, 22:50:04 »
141. sayfadayım ve çok zor ilerliyorum. İhsan bey neden ilerleyemediğimizi yazmanın da katkı olacağını söyleyince ben de yazmak istedim.

Kitabı gayet hızlı okuyordum aslında. Ta ki Alfred ve Nazi Şovalyesi arasındaki muhabbet kısmına gelinceye dek. Şu an o kısmı okuyorum ve hala devam ediyor. Öncesinde bir kaç hareketli bölüm olmuştu ama bu ağır ilerleyen kısım beni çok sıkıyor. Sürekli geçmişin farklı olduğundan ve Nazilerin bu geçmişi silip yok ettiklerinden bahsedip duruyorlar. Bunu bu yoğunlukta anlatmasaydı keşke kitap. Arada bir merak yaratan yüksek sahneler olsaydı keşke.

Daha kaç sayfa beklemem gerekiyor ana karakterin düzeni sarsmaya yönelik bir şeyler yapmasını? Daha kaç sayfa beklemem gerekiyor olaya kadınların dahil olmasını? Yahu bu feminist bir distopya değil mi? Ne zaman kadınlar alacak sahneyi? Onların hemen bir devrim yapmasını beklemiyorum. Sadece şu an akıllarından ne geçiyor çok merak ediyorum. Erkeklerin geçmişe dair zırvalarından ve neler yapmaları gerektiğine dair bu boş, eylemsiz tutumlarından bıktım artık.

Hitler
arı bir ırk yaratmak için Yahudileri öldürdü, Von Wied de aynı şeyi daha sapkınca hale getirdi. Anladık. Geçmişi de sildiler. Bir fotoğraf bir kitap var, bunlar Hitler'in bir tanrı olmadığını ve kadınların eskiden bu denli değersiz olmadığını kanıtlıyor, onu da anladık. Yeter ama!

Vay Almanlar şöyleymiş de, müzik alanında harikaymışlar, Fransızlar edebiyatta iyiymiş, İngilizler tuttuğu işi bırakmazmış, poff be! Yahu sadede gel.

(Bak şimdi okuma isteği geldi, inadına bitireceğim seni Swastika!)
(Bu arada diğer arkadaşların yorumlarını okumadan yazdım, belki de sinirlendiğim her şey düzeliyordur ilerki sayfalarda. Umarım.)

Çevrimdışı azizhayri

  • ***
  • 581
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği #8 || Swastika Geceleri
« Yanıtla #5 : 04 Ağustos 2015, 08:43:34 »
Günaydın:
Ben kitabı bir önceki kitaptan Karanlığın Sol Eli'nden daha çok beğendim. İkisi de feminist sayılabilecek kitaplar ama Swastika Geceleri daha çabuk okunuyor diye düşünüyorum. Bence diyaloglar daha iyi işlenmiş. -Onca Nazinin arasınsda iyilere de rastlamak hoş oluyor doğrusu. Gerçi bu durumu hep merak etmişimdir. Hitler onca soykırımı katliamı yaparken iyi insanlar neredeydi.- Bu beğeni de biraz da kitabın altarnatif tarih kurgusunun olmasının da etkisi var. Oldum geldi tarihi ve sonuçlarını düşünmüşümdür. İkinci dünya savaşının farklı sonuçlanması konusunu işleyen bir kitabın daha olduğunu düşünüyorum. Yüksek Şatodaki Adam.
Onca laf kalabalığından sonra sormak istediğim şu: En insani duygulardan olan kıskançlığı nereye koyacağız. Almanlar Naziler neden kıskanmıyorlar. Mesela Türk erkeği oldukça kıskançtır eşini müthiş kıskanır. Naziler neden delikanlıları kıskanmıyorlar ki...
"İnsanlığın en büyük trajedilerinden biri ahlakın din tarafından ele geçirilmesidir." Sir Arthur Charles Clark

Çevrimdışı Fırtınakıran

  • *
  • 8351
  • Rom: 1
  • Unique Ravenclaw
    • Profili Görüntüle
Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği #8 || Swastika Geceleri
« Yanıtla #6 : 04 Ağustos 2015, 10:11:22 »
Alıntı
-Onca Nazinin arasınsda iyilere de rastlamak hoş oluyor doğrusu. Gerçi bu durumu hep merak etmişimdir. Hitler onca soykırımı katliamı yaparken iyi insanlar neredeydi.-

İster istemez ülkemi düşünüyorum. Madem feminist distopya konumuz ben de sormak istiyorum, bunca tecavüz (aile içi/dışı) bu kadar tırmanmışken ve adalet tecavüzcüleri aklarken iyi insanlar nerede :)?

Alıntı
Onca laf kalabalığından sonra sormak istediğim şu: En insani duygulardan olan kıskançlığı nereye koyacağız. Almanlar Naziler neden kıskanmıyorlar. Mesela Türk erkeği oldukça kıskançtır eşini müthiş kıskanır. Naziler neden delikanlıları kıskanmıyorlar ki...

Her insan sevdiğini kıskanır mı? Buna bir Türk bakış açısıyla mı bakıyorsunuz mesela? Oysa, ırkı ne olursa olsun, her insan kıskanç bir yapıya sahip değil. Ama şimdi onun varlığını kabul edip genelleyerek üzerinden gidelim.

Yazının bundan sonrası genelleme biçiminde gidecek, kimseler alınmasın :). Dışarıdan bakarak düşünelim, özdeşleştirmeyelim.

Şimdi erkekler açısından bakacak olursak bir şeyi göz ardı etmemek gerekir. Erkek (kıskanç yapıdaysa), eşini başka bir erkekten kıskanır genelde. Oysa (yani bunu açıkça diyeceğim) kadın-kadın ilişkileri fantezilerini süsler. Bir erkek eşini bir başka kadından kıskanır mı mesela? Bu kadının bir başka kadınla ilişkisi olsa, erkek aynı oranda kıskanır mı? Ben bundan ciddi şüphe duyuyorum.

Kitaba dönelim. Burada sevilen erkek. Tek bir cinsiyet var. Aslında bir anlamda rekabet daha fazla, ama aynı oranda da az gibi. Üzerinde hakimiyet kurulacak, kavga edilecek bir kadın yok. Sahip olma tatmini yok. Karşısındaki de onun gibi üstün ırk olduğunu düşünerek yetişmiş bir hemcinsi. Böyle olunca kıskançlık ne derece yaşanır?  Karşısındakini ne oranda baskılayabilir? Kıskançlık belirtisi olarak görülen ve kimi zaman sevgi emaresi (oldukça yanlış ve hastalıklı bulduğum) olarak kabul edilen şöyle giyinme, böyle yürüme gibi söylemleri kullanabilir mi gerçekten? Buna dair kesin bir yargıya varmanın zor olduğunu düşünüyorum.

Tam bu noktada kendime de bir anti tez sunayım. Cinsiyeti ne olursa olsun, zayıf ve güçlü karakterde insan her daim vardır. Bu nedenle yine baskı kuran ve kurulan ilişkisi olabilir. Ama ben yine de kıskançlığın bir erkeğin bir kadına duyduğu boyutlarda olacağını düşünmüyorum.

Çevrimdışı mit

  • *
  • 5536
  • Rom: 96
  • Kronik Anakronik
    • Profili Görüntüle
    • Yorgun Savaşçı'nın Günlüğü
Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği #8 || Swastika Geceleri
« Yanıtla #7 : 04 Ağustos 2015, 12:07:50 »
Bir erkek eşini bir başka kadından kıskanır mı mesela? Bu kadının bir başka kadınla ilişkisi olsa, erkek aynı oranda kıskanır mı? Ben bundan ciddi şüphe duyuyorum.

Gebertirim! Aynı derecede eşit kıskanır, çok pis kalp kırıklığı yaşarım. Hayat arkadaşımın beni bir erkekle aldatması ne kadar boşanma sebebiyse bir kadınla yaşayacağı bir ilişki de aynı oranda boşanma sebebidir benim için. Asla affetmem, çok kıskanır, feci derecede yıkılırım.
Jackal knows who you are,
Jackal knows where you are.
Try to hide if you dare.
Do your best, i don't care.

Çevrimdışı azizhayri

  • ***
  • 581
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği #8 || Swastika Geceleri
« Yanıtla #8 : 04 Ağustos 2015, 17:19:40 »
"Her insan sevdiğini kıskanır mı? Buna bir Türk bakış açısıyla mı bakıyorsunuz mesela? Oysa, ırkı ne olursa olsun, her insan kıskanç bir yapıya sahip değil. Ama şimdi onun varlığını kabul edip genelleyerek üzerinden gidelim."

Bence her insan kıskanır. Kıskanmanın Kadını erkeği yoktur, Kıskanmanın Türkü veya ecnebisi de yoktur. Sevdiğini kıskanırsın, sevmediğinin de başarısını kıskanırsın.Sadece kıskanmanın şiddeti değişebilir;imrenirsin,gıpta edersin, fesatlanırsın, kıskançlıktan çatlarsın. Kıskançlığın önüne geçmekse eğitimle, iç disiplinle olabilecek bir şeydir. Yani büyüdükçe, olgunlaştıkça, kendini ve karşındakini tanıdıkça ve dolayısıyla güvenmeyi öğrendikçe kıskanmaktan vazgeçebilirsin. Peki Naziler bu olgunluğa erişmişler midir...?
"İnsanlığın en büyük trajedilerinden biri ahlakın din tarafından ele geçirilmesidir." Sir Arthur Charles Clark

Çevrimdışı Sayhh

  • **
  • 189
  • Rom: 15
  • Her şey başladığı yere döner.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği #8 || Swastika Geceleri
« Yanıtla #9 : 06 Ağustos 2015, 02:19:18 »
Alıntı
Kadınların tek tipleşmesini, kendilerini ifade etmelerinin engellenmesi olarak görüyorum, bunu güzel olmalarına izin vermemek olarak yorumladığımızda iş değişiyor.

Kitapta bu kısmı okuduğumda aklıma gelen şeyi paylaşayım o halde.

Güzellik, kadının laneti olduğu kadar lütfudur da. Tek tipleşme durumunu ben de böyle görüyor ve bu çerçevede modayı da bir "indirgeme" aracı olarak kabul ediyorum.

Özetle, kadın erkeğin kafasını karıştırmamalıdır. Öyle bir halde gezmelidir ki(kitaptaki gibi) en aşağı olduğunu temsil edecek biçimde dış görünüşüne kadar yansımalıdır. Hatta bir ara kadınların ön dişlerinin çekildiğinden bahsediliyordu kitapta. Bu da ona bir örnek.

Kitabın bana en büyük katkısı güzellik konusunda bilinçaltıma işlenmiş düşüncelerle yüzleşmem olacak sanırım.

Bunu böylece söylemek biraz tuhaf geliyor ama, güzel olduğunun farkında olmak, güzelliğini ön plana çıkarmak gibi şeyler bana hep biraz ayıp veya kötü gelirdi. Baskın bir düşünce değildi bu elbette, bilinç düzeyinde bile değildi. Güzel göründüğü için hiçbir kadını yargıladığımı da hatırlamıyorum, daha çok kendime dönüktü bu tavır. Her zaman ölçülü bir görünüme sahip olmam gerektiğini düşünürdüm ve son derece sade bir görünümle bu yaşıma kadar geldim.

Geriye dönüp bakınca çok sıradan bir seçimde bulunmuşum gibi görünüyor. Şimdi birazcık bu seçimin arkasına doğru bakmaya çalışınca orada çok tatsız bir şey varmış hissine kapılıyorum. Gerçekten, bir parça daha güzel görünmeyi neden kendime hak olarak görmedim, neden sakındım kendimi bundan?

Güzellik geçicidir, aptallık baki kalır.

Çok erken yaşlarda karşılaştığım ve etkisinde kaldığım bir söz; aslında bir kitap adı (kitabı okumadım). İyi niyetle söylenmiş gibi dursa da sonradan başka bir sürü etmenin besleyeceği çok yanlış bir mesaj vermişti bana zamanında.

Güzellik, saygı görmek için kullanabileceğimiz bir araç değildir, öyle olsa bile çok kısa bir süre mümkün olacaktır bu. Saygı görmek istiyorsak başka şeylere yönelmeliyiz, zekamıza veya yeteneklerimize mesela. Toplum içinde erkeklerin yaptığı her şeyi yapabilecek duruma geldiğimizde onlarla eşit duruma gelebiliriz ancak. Kendimize has becerilerimiz veya özelliklerimiz bu denklemde görünmezdir, fazladan sahip olduğumuz özellikler bizi daha iyi yapmaz.

Üretimde, bir erkekle aynı katkıyı gösteremeyecek bir kadın, bu açığını kapatmak için erkeklerle paylaşmadığı özelliklerine başvurur. Abartılı bir güzellik bunlardan biridir. Güzel kadınlar kısmen asalaktırlar, güzelliklerini fayda sağlamak için kullanırlar. Eksik olmayan bir kadın olduğundan daha güzel görünmeye ihtiyaç duymaz. Buna karşın güzelleşen kadın da tamamlanmış olmaz, sadece bu çabasıyla eksikliğini herkese duyurur hale gelmiştir. İlgi görebilir, ama saygı asla!


İroni yapmadım, bunlar ne yazık ki farkında olmadan davranışlarımın gerisinde taşıdığım ve beni engelleyen düşünceler. Güzelliği bir tür zayıflık veya boyun eğme göstergesi olarak algılamışım ben hep.

Zayıflığı açıkladım ama peki neden boyun eğme?

Fırtınakıran'ın bahsettiği moda da bu konuda kritik bir rol oynuyor. Kelimeyi görünce aydınlandım. :D

Güzel olma ile erkeğin beğenisi birlikte çalışıyor. Erkeğin beğeni kriterleri değiştirilerek güzellik tanımı da değiştiriliyor sürekli ve kadın vücudu büyük bir pazara hizmet ediyor. Kadınlar güzel bir bedene sahip olmak için gösterdikleri çabayı, sağlıklı bir beden için göstermiyorlar. Dayatılan bu değil. Dahası şimdilerde erkekler de aynı çukura çekiliyor yavaş yavaş. Dünya genelindeki halimizi anlayabilmek için küçük ölçekte Adnan Oktar'ın kediciklerini inceleyebiliriz. Her yıl kendini yenileyen tek bir kadın ideasına benzememiz için teşvik ediliyoruz hepimiz.

Bir de tacizi, tecavüzü güzelliğini öne çıkaran kadınlara hak gören bir kesimin düşünceleri var ki o konuya girecek gücü bulamıyorum kendimde.

Tüm bunların etkisinde kalmış olduğum için güzelliğin bir tür hak olarak karşıma çıkması beni çok şaşırttı. Dayatma, zayıflık, bahane gibi şeylerle özdeşleştirmişim onu ben. Zayıflık olduğuna inancım parçalandı gitti sayılır. Kitabın önerdiği gibi insan olmayı, erkek olmakla karıştırdığım için bu düşüncelerin etkisinde kalmışımdır belki. Yine de güzelliği yeniden tanımlamakta, onu yeni bir yere koymakta zorlanıyorum.

Kitaptaki indirgemenin, büyük oranda güzelliğin elden alınmasıyla gerçekleştirilmiş olmasına da hala içerliyorum zaten.


Onca laf kalabalığından sonra sormak istediğim şu: En insani duygulardan olan kıskançlığı nereye koyacağız. Almanlar Naziler neden kıskanmıyorlar. Mesela Türk erkeği oldukça kıskançtır eşini müthiş kıskanır. Naziler neden delikanlıları kıskanmıyorlar ki...

Naziler delikanlıları kıskanıyor aslında. Hermann'ın işlediği cinayetin sebebi ilgi duyduğu delikanlıyı bir kadından kıskanmış olması. Gözü tamamen kararacak kadar kıskandı hem de.

Kitaba dönelim. Burada sevilen erkek. Tek bir cinsiyet var. Aslında bir anlamda rekabet daha fazla, ama aynı oranda da az gibi. Üzerinde hakimiyet kurulacak, kavga edilecek bir kadın yok. Sahip olma tatmini yok. Karşısındaki de onun gibi üstün ırk olduğunu düşünerek yetişmiş bir hemcinsi.

Tam bu noktada kendime de bir anti tez sunayım. Cinsiyeti ne olursa olsun, zayıf ve güçlü karakterde insan her daim vardır. Bu nedenle yine baskı kuran ve kurulan ilişkisi olabilir. Ama ben yine de kıskançlığın bir erkeğin bir kadına duyduğu boyutlarda olacağını düşünmüyorum.

Sahip olma dürtüsünü besleyen, zayıf güçlü ilişkisiyse eğer cinsiyetin yanına belirleyici unsur olarak fiziksel gücü ve yaşı da ekleyebiliriz sanırım. Hermann delikanlıya göre hem daha olgun, hem de daha cüsseli bir erkek, her ikisi de erkek olsa da aralarında güçlü zayıf ilişkisi kurulabiliyor. Dolayısıyla kadına duyulan kıskançlığa eşdeğer bir kıskançlığın açığa çıkmaması için bir sebep yok gibi. Toplumumuzdan farklı olarak bu güçlü duyguyu daha az kişi taşıyordur diyebiliriz belki.

Şimdi erkekler açısından bakacak olursak bir şeyi göz ardı etmemek gerekir. Erkek (kıskanç yapıdaysa), eşini başka bir erkekten kıskanır genelde. Oysa (yani bunu açıkça diyeceğim) kadın-kadın ilişkileri fantezilerini süsler. Bir erkek eşini bir başka kadından kıskanır mı mesela? Bu kadının bir başka kadınla ilişkisi olsa, erkek aynı oranda kıskanır mı? Ben bundan ciddi şüphe duyuyorum.

Erkek değilim ama cevap vereceğim. Bana kalırsa teoride hayır, pratikte evet. Düşünme aşamasındayken erkek iki kadını da kendine ait olarak algılıyor olabilir, böyle bir şey gerçekleşirse iki kadının birden kendisinin uzağında oluşuyla yüzleşecektir, dolayısıyla kıskanacaktır.



Çevrimdışı Rosemary

  • **
  • 282
  • Rom: 12
  • With tired eyes, tired minds, tired souls we slept
    • Profili Görüntüle
    • last.fm
Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği #8 || Swastika Geceleri
« Yanıtla #10 : 06 Ağustos 2015, 02:43:15 »
Kitabı an itibarıyla bitirdim. Bu tarz kitaplarda okuma tükenip birkaç gün üzerine düşündükten sonra fikir belirtmeyi uygun bulurum genelde. Şimdilik düşüneceğim ama izlenimimi ufak bir şekilde açıklayayım samimiyetle.

Bana göre kitabın feminist distopya sınıfına girmesi alengirli. Distopya sayılması bile az biraz itelememize bakar. Nitekim baştan sona desteksiz övgü ve çapsız yergiden oluşuyor. Başladığı yere geri dönüyor ve bunu yaparken dahi sonsuz halkalar çizerek yol alıyor. Feminizm mi? Karakterler ise fazla şekil, suni. Bazı bölümler zihinde sorular oluşturuyor kimi zaman fakat bunun cevabını hiçbir yerde verebilecek derinliğe sahip olmuyor yazar. Feminizm mi? Belki biraz ileri gitmiş olacağım ama bence bu kitap Hitler korkaklığının büyük bir örneği, görgüsüzce bir korku, hürmetle karışık. Feminizm mi? Alfred’in Raoden’den farkı pek yok gibi, ne de güzel süper orijinal kahramanlar. Kadınlar da doğru Elantris’e, gerçek yerleri orası olsa gerek. Feminizm? İyi yanları da çokça var elbet… Ahah gülmem geldi. Sahiden var ya.

Kitap hakkındaki şimdiki en içten yorumum: Sığ.

Alıntı yapılan: Fırtınakıran
Şimdi erkekler açısından bakacak olursak bir şeyi göz ardı etmemek gerekir. Erkek (kıskanç yapıdaysa), eşini başka bir erkekten kıskanır genelde. Oysa (yani bunu açıkça diyeceğim) kadın-kadın ilişkileri fantezilerini süsler. Bir erkek eşini bir başka kadından kıskanır mı mesela? Bu kadının bir başka kadınla ilişkisi olsa, erkek aynı oranda kıskanır mı? Ben bundan ciddi şüphe duyuyorum.

Bu tarz soruların amacı karşı cinsi küçük düşürmek bence. Hiçbir yönüyle elde tutulur yanı yok.

Çevrimdışı Fırtınakıran

  • *
  • 8351
  • Rom: 1
  • Unique Ravenclaw
    • Profili Görüntüle
Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği #8 || Swastika Geceleri
« Yanıtla #11 : 06 Ağustos 2015, 08:37:14 »
Alıntı
Alıntı yapılan: Fırtınakıran
Şimdi erkekler açısından bakacak olursak bir şeyi göz ardı etmemek gerekir. Erkek (kıskanç yapıdaysa), eşini başka bir erkekten kıskanır genelde. Oysa (yani bunu açıkça diyeceğim) kadın-kadın ilişkileri fantezilerini süsler. Bir erkek eşini bir başka kadından kıskanır mı mesela? Bu kadının bir başka kadınla ilişkisi olsa, erkek aynı oranda kıskanır mı? Ben bundan ciddi şüphe duyuyorum.

Bu tarz soruların amacı karşı cinsi küçük düşürmek bence. Hiçbir yönüyle elde tutulur yanı yok.

Demiştim ki,

Alıntı
Yazının bundan sonrası genelleme biçiminde gidecek, kimseler alınmasın :). Dışarıdan bakarak düşünelim, özdeşleştirmeyelim.

Buna rağmen "ben" diye başlayıp biten bir cevap geldi, şimdi de karşı cinsimi küçük düşürüyor oldum. Hiçbirinizi gücendirmek istemem yahu. O nedenle yukarıda alıntıladığım uyarıyı özellikle yapmıştım. Ama bir şey sormak istiyorum: Nerede anti tez :)? Nasıl bu konu amacına varacak, yani nasıl tartışacağız? Madem küçük düşürdüm sizleri, haksız olduğum noktayı bana açıklasınıza :D.

Ben mesajımı yazarken "buradan güzel kan çıkar" diye ellerimi ovuşturarak yazmıştım. Kan göremedik :/.

Anti tez olarak sayılabilecek tek cevap Sayhh'tan gelmiş madem, ben de ona cevap vermek isterim.

Alıntı
Bana kalırsa teoride hayır, pratikte evet. Düşünme aşamasındayken erkek iki kadını da kendine ait olarak algılıyor olabilir, böyle bir şey gerçekleşirse iki kadının birden kendisinin uzağında oluşuyla yüzleşecektir, dolayısıyla kıskanacaktır.

Hmm, mantıklı geldi doğrusu. Kafamda evirdim çevirdim ve aklıma yattı.

Alıntı
Güzel olma ile erkeğin beğenisi birlikte çalışıyor. Erkeğin beğeni kriterleri değiştirilerek güzellik tanımı da değiştiriliyor sürekli ve kadın vücudu büyük bir pazara hizmet ediyor. Kadınlar güzel bir bedene sahip olmak için gösterdikleri çabayı, sağlıklı bir beden için göstermiyorlar. Dayatılan bu değil. Dahası şimdilerde erkekler de aynı çukura çekiliyor yavaş yavaş. Dünya genelindeki halimizi anlayabilmek için küçük ölçekte Adnan Oktar'ın kediciklerini inceleyebiliriz. Her yıl kendini yenileyen tek bir kadın ideasına benzememiz için teşvik ediliyoruz hepimiz.

Ben tam burada daha dış bir bakış yapmak istiyorum. Sayhh'ın sözlerinin dışına çıkıp daha büyük resimde gördüğüm bir şeyi paylaşayım.

İnsan güzel olmak hakkına sahiptir, çünkü hem kadın hem de erkeğin güzel olma hakkı vardır. Ya da şöyle diyelim, kendini güzel hissetme gerçekten de haktır. Ama bunu nasıl yorumladığımız önemli.

Kişi kendini güzel hissettiğinde/bulduğunda özgüveni artar. Çevresi tarafından beğenildiğinde de bu özgüven perçinlenir. Bence bu çok önemli bir faktör ve tam da burada bir hak oluveriyor. Kişinin (her iki cinsiyetten insanın) özgüvenli olması onun bir insan olarak hakkıdır diye düşünüyorum.

Şimdi Sayhh'ın sözlerine dönmek istiyorum.

Damızlık Kızın Öyküsü'nde şöyle bir şey vardı: kadınlar orada da tek tipleştirilmişti. Kadınlar kendilerini "değiştirmediğinde", erkekler kadınlarını değiştirmeye başladı. Yani, erkekler farklı farklı kadınları tercih etmeye başladı. Bunu kitaptaki erkek karakterlerden biri bu şekilde açıklıyordu. Bu örneğin bana tam da o kitabın bu belirttiğim kısmını hatırlattı.

Sayhh, ben bir de şöyle düşünüyorum, bence erkekler de kadınlar kadar mağdur oluyor. Fakat bu konuda farkındalık henüz yeterince oluşmadı. Onlara da dayatılan "güzel budur" gibi bir şey var ortada. TV'ye, internete baktığımızda "güzel" olarak sunulanların her iki tarafça kabullenildiğini görüyoruz. Bilinçaltlarımız birlikte zehirleniyor. Asıl distopya bu değil mi :/? Ama şunu kabul ediyorum, yüzyıllardır erkeğin beğenisi kapsamında gelişen bir güzellik algısı var. Ama işte, orada da egemen güç o değil bence. En azından günümüzde.

Fakat ben yine aynı şeyi söyleyeceğim. Her ne kadar moda denen illetten tiksinsem de, (moda erkekleri de ele geçirmiş durumda bu arada. Onu göz ardı etmemek gerek. Çift uçlu bir mızrak) yine de her insanın kendini güzel hissedeceği şekilde olabilme hakkına sahip olduğunu düşünüyorum. Bunu yaparken en önemli şeyin kendimizden ödün vermemek ya da başkalarının (dış mihraklar aksjdff) dayatmalarına körü körüne kapılmamak olduğu görüşündeyim.

Not: Bu sözleri söyleyen bendeniz de en az cevap verdiğim Sayhh kadar sade görünüşlü olan ve bunu yeğleyen biriyim. Çünkü böyle rahat hissediyorum :).

Alıntı
Naziler delikanlıları kıskanıyor aslında. Hermann'ın işlediği cinayetin sebebi ilgi duyduğu delikanlıyı bir kadından kıskanmış olması. Gözü tamamen kararacak kadar kıskandı hem de.

Evet, bu kitabın gidişatıyla ilgili oldukça önemli bir yerdi. Parmak bastığın için kocaman teşekkürler. Tartışmamıza kitabın içinden bir alıntıyla noktayı koydun. Ne de iyi ettin ^^.

Tartışmada hazır ilerlemişken aklıma takılan bir noktaya daha değinebilirim artık :D. İlerlemek için bekliyorum sizleri u_u.

Yazarın da bunu alttan alttan eleştirdiği bir şey var. Hadi Naziler şöyle yaptı, böyle yaptı da kadınlar bunu nasıl kabul etti? Görüyoruz ki öyle büyük kavgalar da olmadı hani. Benzer durum Damızlık Kızın Öyküsü'nde de var. Hatta bu gibi durumlarda erkeklerin en büyük destekçisi kimi kadınlar oluyor. Ya diğerleri? Bir kanıksama söz konusu ve kanıksayamayanlar da azınlık olarak karşımıza çıkıyor.

Çevrimdışı

  • ***
  • 581
  • Rom: 47
  • Hayvan Yemeyelim!
    • Profili Görüntüle
    • http://bulentozgun.blogspot.com/
Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği #8 || Swastika Geceleri
« Yanıtla #12 : 08 Ağustos 2015, 20:31:08 »
Ben bu kitabı sevmedim.

Kuvvetli, iyi tasarlanmış bir distopya değil. Kendisinden 5 yıl evvel basılmış Cesur Yeni Dünya’nın kurgusunun gücünden eser yok kitapta. Neden bunu söyledim: Distopyaya dair kuvvetli örnekler olmasa bir nebze anlayışla karşılanabilir bu zayıflık. Hatta velev ki daha evvel hiçbir distopya örneği okumamış olsun Burdekin, iyi bir eser de mi okumamış? Olay sadece fikirleri aktarmaksa pekala makale de yazabilirdi. Düşüncelerini büyük kitlelere aktarmak için roman yazmış diyelim, o zaman da okuyucuya zevk vermeyen bu zayıf kurguyu tercih etmesini baştansavmalığına veriyorum. Sayhh’ın da dediği gibi, bu bozuk düzenin geçmişine ve şimdisine dair her bilgi uzun ve bezdirici diyaloglarla aktarılınca iyi bir roman mı yazılmış oluyor?

Dahası bu roman feminist bir roman da değil. Romanda kadın yok. Daha önce söylediğim gibi neden biz o kadınların ne hissettiklerini ve düşündüklerini okuyamıyoruz? Böylesi bir roman için en gerekli bakış buydu. Kadınlar örgütlensin ve ayaklansın demiyorum (bunu da diyebilirim tabi, iyi bir kurgu içinde bu dediğim gerçekçi bir şekilde aktarılabilir), en azından erkekler onları aşağılarken, ellerinden evlatları alınırken, saçları kesilirken ne hissettiklerini bilmeyi çok isterdim. O kadınlar varlıkları, erkeklerin karşısında neden bu denli değersiz oldukları hakkında hiç mi düşünmüyorlar? Bir insan, ne kadar hayvan yerine konulursa konulsun, tecrit edilmediği sürece konuşur, düşünür ve fikir üretir. Nerede kadınların fikirleri?

Bu kadınların kaderleri neden hiçbir güçlü yanı olmayan üç beş erkeğe teslim ediliyor? Hem de bu kaderin değişmesinde başat önemi olan kitabı doğru dürüst okuyamayan ve anlamayan üç-beş adama? Gerçi o kitabın da hiçbir halta yaramayacağı açık. Onu erkekler okusa ne olur okumasa ne olur. Çağdaş dediğimiz dünyada bile erkeklerin çoğu, ne okurlarsa okusunlar ne kadar kültürlü olurlarsa olsunlar kadınları zayıf ve kendilerine bağımlı görmekten hoşnutlar. Bu böyleyken kitapta kadınların efendisi rolündeki erkekler bir kitap okudu, bir fotoğrafa baktı diye mucizeler mi olacak?

Bana kalırsa bu tek kitap mevzuu İncil’e bir gönderme. İncil bir Hristiyan’ın eline geçiyor ve böylece dünya kurtuluyor. Bu kadar sığ bir bakışla yazılmış kitap.

“Dinin değeri düşürüldü, saflığı kirletildi, ama kaçınılmaz olan da buydu. Eski Hıristiyanlık dininde kadının çok büyük bir yeri vardı. Teorik olarak ruh değerleri erkeğe eşitti, ama uygulamada böyle olmuyordu elbette. Kadınların rahip olmasına izin verilmezdi. Ama erkekler onların İsa’nın sevdiği ruhlar olduklarını söylemişti, bu yüzden ruhları ve vicdanları varmış gibi davranabiliyorlardı.”

Bozulmuş Hristiyanlık, gerçekleri anlatan bir kitapla birlikte yeniden düzelecek ve tüm insanlığa hak ettiği barışı ve hakkaniyeti getirecek. Kitabın söylemeye çalıştığı bu bana kalırsa.

Belki biraz aşırı bir okuma yapıyorum, belki bir kere olaya Hristiyanlık övgüsü olarak baktığım için zihnim bu bakışla anlam arıyor. Yine de kitabın teslim edildiği kişiye bakınca Joseph ismi özellikle mi seçildi diyorum kendi kendime, Fred’in babası Alfred ölünce onun için babalık yapacak kişi Joseph değil mi? Fred kitabı okuyarak dünyayı değiştirecekse, yani İsa olacaksa onun vasisi olacak kişi de Joseph (İsa’nın dünyevi babası sayılan Aziz Joseph’a ithafen) olmalı.

Joseph şöyle diyor:

“Tanrı o kadar iyiyken neden günah ortaya çıktı? Son Gün geldiğinde bu muamma da anlaşılacak, ama siz anlayamayacaksınız elbette. İşte günah böyle başladı, öldürmekle. İki insan arasındaki şiddetle. Sonra binlerce yıl günah içinde yaşadılar ve onları günahlarından kurtarmak ve dünyayı Habil ile Kabil’den önceki haline döndürmek için İsa doğdu.”

Yani Tanrı harikaydı, Hristiyanlık müthişti ama insanlar bunun değerini bilemediler ve her şey mahvoldu. Ve şimdi de her şeyi eski haline getirecek bir kitap ve bir erkek var. Yaşasın!

Dahası da var:

“Babam Friedrich von Hess, Onlu’nun İç Halkası’ndan Alman Şövalyesi, bu kitabı bana 19 Haziran 2130’da verdi. Yetmiş yaşına gelmiş, neredeyse kör olmuş ve uğruna yaşayacak bir şeyi kalmamıştı; ama onun da dediği gibi, tanrılığa ve Tanrı’nın evrenselliğine inançla dolu olan babam, kitabı verdiğinin ertesi günü, 20 Haziran 2130’da yaşamına son verdi.”


Nasıl olur da tanrının evrenselliğini halel getirilir. Nasıl olur da Tanrı bir millete ait olabilir? Hitler’i tanrı sayan Naziler cezalarını çekecekler bir gün.  Friedrich von Hess’in yazdığı İncil’le Tanrı’ya şirk koşan bu millet harap olacak.

Bir distopyanın bu kadar dinin yapıcılığına odaklanması beni deli etti. Benim okuduğum bildiğim tüm distopyalarda din, uyuşturucu bir öğedir. Halk dinin korkusu ve sözde merhameti içinde itaat ederler ve isyanı düşünmezler. Ama bu kitap dini bir kurtuluş olarak sunuyor. Tüm distopyalar aynı olmamalı belki ama özgür düşünceyi kısıtlayan din, nasıl kurtuluş olabilir?

Bu konuyu bir kenara bırakıyorum. Kitapta yığınla gereksiz sahne var: Alfred ile Şovalye’nin arasında geçen olay ve diyalogların çoğu kitabın ana çatısına hizmet etmiyor. Sürekli milletlerin sanata katkılarından bahsediyorlar. Vay efendim şu millet mimaride iyi, şu millet resimde iyi, müzikte Almanların eline su dökemezsin falan filan. Sonra ikisinin uçağa binmesi. Neden bindikleri bile belli değil. Yalnız kalmak için mi? Bir ara Hermann ile Alfred çapa yapıyor. Neden yapıyorlar anlamış değilim. Saçma sapan bir sahne. Aslında Hermann karakteri de saçma sapan bir yerde. Kitaptaki en sevdiğim kişi olmasına rağmen varlığı gereksiz.

Zaten roman kişilerin çoğunun içi boş. Belki bir nebze Şovalye etkileyici. Bilmek ama bildiğini dile getirememek, onca gücüne rağmen bir şeyleri değiştirememek ona acı veriyor ve bu acı onu gerçek kılıyor.

Herrman kişisi sadece Şovalye ile Alfred tanışması için yaratılmış. Sonra zaten yazar onu ne yapacağını bilemediği için İngiltere’ye yolluyor ama oradaki görevi o kadar saçma ki. Kitabın Şovalye’den çıkıp Hristiyan Joseph’e varması sürecinin işlemesi için çabucak harcanan roman kişileri yaratmış yazar. Bu açıkça roman sanatına saygısızlık bana göre.

Tabi kitabı tümden yabana atmayalım. Arada bir parıldayan ifadeler mevcut:

“Her şey bir efsaneden ibaret. İngiltere efsanelerle doludur. Tabi ülkelerin hepsinde durum aynıdır herhalde. İnsanların işleri ve maaşları ya da Şövalyelerinin kötülüklerinden başka konuşacak bir şeyleri olmuş oluyor böylece.”


“ ‘Kimse bilmeseydi,’ diye düşündü, ‘o ölmüş olsaydı, ben de ölseydim, gerçekler yine de var olacaktı. Dünya yüzünde hiç insan kalmamış olsa da insan davranışı ile ilgili belli bazı şeyler doğru olmaya devam edecektir. ‘Düşünce özgürlüğünün olmadığı yerde onur da yoktur.’


“ ‘Neden ölmek istedi?’
‘Ölme olasılığına sahip olmak için.’ “


“ ‘Peki neden kendilerini bu kadar alçalttılar?’ dedi Alfred.
‘Kadının İndirgenmesi’ni kabul ettiler. Alman erkekleri tarafından düşünülerek planlanmış, kasıtlı bir şeydi bu. Kadınlar daima erkeklerin istedikleri gibi olacaklardı: iradesi olmayan, karakteri ve ruhu olmayan, sadece erkeklerin yansıması olan canlılar. Bu yüzden, oldukları ya da olabilecekleri şey onların suçu ya da erdemi değildi. Erkekler onların güzel olmalarını isterlerse güzel olacaklardı. Erkekler onların irade ve karakter sahibi gibi görünmelerini isterlerse, böyle bir görünüm sergileyeceklerdi ama bu sadece rol icabı olacaktı. Erkekler onların özgür ve bağımsız, hatta erkeksi görünmelerini isterlerse bunların taklidini yapacaklardı. Ama erkeklerin yapamadıkları, asla başaramadıkları şey ise, bu körü körüne itaate son vermek ve kadınların erkekleri yadsıyarak itaatsizlik etmelerine sebep olmaktı. Bu insan ırkının bir trajedisidir.’ “


“ ‘Erkekler dişi hayvanları sevemezler, ama insanlaştırdıkları ve erkeksi şablonlara oturttukları kadınları sevebilirler ve sevmişlerdir de.’ “


“ ‘O zavallı dişi ahmaklar, erkeklerin onlara dayattığı şeyleri neşeyle ve canı gönülden yaparlarsa, erkeklerin bir şekilde mantıklı davranmaya başlayıp onları sevmeye devam edeceklerini sandılar.’ ”

Çevrimdışı azizhayri

  • ***
  • 581
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği #8 || Swastika Geceleri
« Yanıtla #13 : 10 Ağustos 2015, 08:32:14 »
Günaydın; Peyderpey yazmaya devam ediyorum...
Kitapla ilgili birkaç tereddütüm daha var, onları sizlerle paylaşmak istiyorum. Birincisi istediği kadar acımasız veya baskıcı olsun hiçbir yönetim bu kadar uzun süre etkili olamaz. Bu insanın doğasına aykırı, insan aklı sorgulamaya araştırmaya başlar bu kadar süre içerisinde. Yaşanmış örneklere bakın; Sovyet Devrimi, Enver Hoca’nın Arnavutluk’u İran İslam Devrimi. Bu nedenle yazarın tarih olarak belirttiği 700 yıl –tam olarak 721 yıl- bence çok fazla. Çoktan Rönesansvari hareketler başlamalıydı. Bu arada kitabın sonlarına doğru Alfred ile yaşlı hristiyan Joseph arasındaki konuşmalarda da hristiyanlık propagandası var gibi. Haklı olduğum yukarıdaki yazılarda da var. Ama onlarda kadınları küçümsüyorlar. Mesela 218 sayfada “Biz kadınlarımıza iyi ve sevilen köprekler gibi davranırız. Onları severiz,bizimle oynaşırlar ve bizimleyken mutludurlar…” Acaba Dinler kadını küçümsemişler bazen de yok saymışlar dersek genelleme yapmış mı oluruz
Bir başka yok saydıkları da bizleriz. Hıristiyanlar var, Yahudiler var ama müslümanlardan söz edilmiyor... Haklı mıyım yoksa gözümden kaçtı mı
"İnsanlığın en büyük trajedilerinden biri ahlakın din tarafından ele geçirilmesidir." Sir Arthur Charles Clark

Çevrimdışı Rosemary

  • **
  • 282
  • Rom: 12
  • With tired eyes, tired minds, tired souls we slept
    • Profili Görüntüle
    • last.fm
Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği #8 || Swastika Geceleri
« Yanıtla #14 : 14 Ağustos 2015, 02:43:20 »
Söylemek istediğim bir şey var. Kitapla ilgili çok fazla haber veya eleştiri sayfasına girdim. Hepsinde Feminist Distopya başlığıyla tanıtılmış ve övgülerde feminizm yanı da savunulmuş. Açıkçası bu beni çok rahatsız ediyor. Çünkü kitabın hiçbir yönüyle feminist distopya sınıfına girebileceğini düşünmüyorum.

Eserin feminist çizgide sayılması için illa da kadın kahraman karakterlere ihtiyaç yoktur, sanırım bunda hemfikiriz. Yalnız yazar, gerek düşünmeyi gerekse de kurtuluşun ya da çözümün anahtarını erkeklere bahşediyor. Her ne kadar kadınların değerliliği vurgulanmış olsa da esas olarak gücün bir erkek hakkı olduğu fikri apaçık ortada gibi romanda. Kişisel fikrimdir ki, yazarın bağnaz derece de dindar olduğuna dair bir işarettir bu.

Mesele kadınların hiçbir şey yapamamış, ezilmiş olması da değil. En büyük sorun, kadınlara dair gerçek anlamda bir anlatısının bulunmaması. Kadınlar, erkek muhabbetlerinin eğlencesi şeklinde işlenmiş. Hiçbir duygu, fikir, görü, samimiyet yok. Öyle ki eser boyunca tek bir kadın bile tanıyamadık. Fiziksel olarak karşılaştık lakin ruhlarına erişemedik. Almanların sanattaki tercihlerini yeterince öğrendik öğrenmesine ama keşke kadın ruhundaki sanata dair de bir şeyler öğrenip hissedebilseydik.

Sonuç olarak, sizce de bu kitap feminist distopya sınıfına girer mi? Kitaptaki belirgin feminist yanlar ne idi? Özellikle kadın okuyucular, okurken kadına bakışta bir sığlık hissettiniz mi? Kendinizi gerçekten güçsüz hissettiniz mi? Ruhen mi yoksa bedenen mi güçsüzdünüz? Güç neydi kitapta?

Cevaplarınız sayesinde fikirlerimin daha doğru ve sağlam bir noktaya kayacağını düşündüğümden dolayı sormak istedim.