Kayıt Ol

Mürekkep

Çevrimdışı maviadige

  • **
  • 161
  • Rom: 4
    • Profili Görüntüle
Mürekkep
« : 17 Mart 2016, 14:44:47 »




“Bir mürekkep damladı ve rengiyle bulandırdı zihnimin derin sularını…”

Durgun bir suyun derinliklerinde yüzüyorum, ıslanmış ve ağırlaşmış kıyafetlerime aldırmadan. Suyun altında nefes alabilmenin mümkün olduğunu bilmezdim. Bunun şaşkınlığını yaşıyorum şu an. Ağzımdan çıkan kabarcıklar uçsuz bucaksız sıvı mavilikte kayboluyor. Neredeyse bir karış uzunluğunda olan saçlarım gözümün önünde dans edercesine dalgalanıyor. Elimle saçlarımı geriye atıp yukarı doğru yüzmeye başlıyorum. Daha önce kendimi hiç bu kadar su dünyasına ait hissetmemiştim. Yaşadığım bu inanılmaz rahatlık ve güven duygusu beni daha şaşırtıyor. Suda kırılan güneş ışınları hoş bir manzara olarak gözlerime doluyor. Tıpkı gerçek olamayacak kadar güzel bir masal sahnesinden kopmuş gibi. Yüzeye ulaşmak için sabırsızlıkla ayaklarımı daha hızlı çırparken siyah bir mürekkep damlıyor yukarıdan. Suyu yararcasına aşağı doğru hızla inen damla aniden yavaşlıyor ve dağılıyor. Etrafımı saran su kısa sürede siyaha boyanıyor. Siyah sıvı vücudumu tamamen kaplamaya başladığında endişe içinde uyandım. Rüyaları hayra yormak gerekirdi ama yapamıyordum. Günlerdir bu rüyaya hapsolmamın bir nedeni olmalıydı. Kalbimin hızlı atışlarına deli gibi dönen zihnim eşlik etmeye başlamıştı. Rahatlamak için odadaki halının desenlerine odaklanmışken birden değişik anılar gün yüzüne çıkmaya başladı.

Tekinsiz bir gecenin süslediği ormanda yürüyordum. Birisi telaşlı bir halde arkasına bakıp dururken benden kaçıyordu. Yüzünü göremediğim kişiyi soğukkanlı bir şekilde takip ediyordum, onun aksine yavaş ve sağlam adımlarla. Hem de elimde keskin bir bıçakla... Siyahlar içindeki silüeti yakaladığımda hiç düşünmeden sırtına geçirdim bıçağı. Ardından birkaç kez daha sapladım, acı iniltilere kulağımı tıkayarak. Ardından kanlı bıçağı beyaz gömleğime sürüp nazikçe temizledim.

Hatırlayamadığım bu anının gerçek olup olmadığı konusunda emin değildim. Uyurgezerdim ve bazı geceler sokaktan toplarlardı beni. Gerçekten öyle bir anda cinayet işlemiş olabilir miydim? Hayır, imkânı yok! Hatıramdaki sahnede bilincim gayet açıktı, her şeyi görmüştüm. Bıçağı saplarken kurbanın nasıl kasıldığını, acı çektiğini… Öyleyse neden bir şey hatırlamıyorum? Sanki birisi zorla kafama sahte bir anı sokmuştu. Zihnimde canlanan anılar o kadar gerçekçiydi ki birisini öldürdüğüme inanmak zor değildi. Eğer doğruysa polis niye hala izime ulaşamamıştı? Peki, şimdi polise gitsem ne diyecektim? Ya ortada bir cinayet yoksa? Kafam karışık halde bir süre sonra tekrar uykuya daldım.

Sabah olduğunda sersemlemiş bir halde lavaboya gittim. Dün geceki anılar tekrar tekrar gözümde canlanıyordu. Bir ara kalbimin sıkıştığını hissettim. Sancı o kadar derindi ki düşmemek için elimi duvara attım. Neyse ki kısa sürede geçti. İçimi kemiren bu dertten nasıl kurtulacaktım ben? Aynada solmuş yüzüme baktıktan sonra derin bir nefes aldım. Musluğu açıp kafamı altına tuttum. Havluyu askıdan çıkarıp başıma attım ve kahvaltı hazırlamak üzere mutfağa gittim. Ancak tezgâhın üstündeki siyah saplı bıçağı görünce allak bullak oldum ve hızlıca mutfağı terk ettim.

Evden ayrılıp arabama atladığımda işe gitmek yerine kumsala gitmeye karar vermiştim. Üzerine bastığım kumların rahatlatıcı etkisinden olsa gerek anında cinayet düşüncesi kafamdan uzaklaştı. Ağır adımlarla dalgalı denize doğru ilerledim. Su belli aralıklarla ayağımı yalayıp geri çekilirken hoş bir his sarıyordu içimi. Karşıdaki ufka baktım bir süre. Martılar denizin hüzünlü oyununa eşlik edercesine suya batıp çıkıyordu. Martı sesleri kulağımı doldurduğunda suyun yüksekliği belime geliyordu artık. Dalgalar daha bir sert çarparken gövdeme, denizin tamamen siyaha boyandı. Şaşkınlıkla bir adım gerilediğimde suyun normal renginde olduğunu gördüm. Rüyamdaki o mürekkep, beynime şüphe tohumları ekmiş ve filizleri mantığımın dört bir yanını sarmıştı. İyice üşümeye başladığımda ve hissettiğim huzursuzluktan geriye çekildim. Kumsalı terk ederken bile defalarca dönüp baktım geriye. Sanki bir kez daha bakarsam mavi yerine siyah bir deniz görecektim.

Islak halde eve gelirken birçok kişinin garip bakışlarına maruz kalmıştım. Sadece gülüp geçtim. Artık titremeye başladığımdan bir an önce üzerimi değiştirmeliydim. Odama gittiğimde masanın üzerindeki mürekkep şişesini fark etmemle aynı ormanın gözümde canlanması bir oldu.

Her taraf uzun, kalın gövdeli ağaçlarla kaplıydı. Sık ağaçlardan içeriye ay ışığının sızması bile zordu. Buna rağmen elimde tuttuğum bıçak bana gülümsercesine parlıyordu. Ben kurbana yaklaşırken hiç endişeli ya da heyecanlı değildim. Nasıl bu kadar soğukkanlı ve kararlıydım? O gün, orada kimi öldürdüğümü bulmam gerekiyordu. Belki kurbanın cesedi hala ormanda bir yerdeydi.

Akşam olup hava karardığında kendimi o ormana atmıştım sonunda. Arabayı bir yere park ederek, heyecan ve korku içinde indim. Ormanın hemen girişinde küçük bir kulübe vardı. Daha önce neden fark etmemiştim ki? Sahi buraya en son ne zaman gelmiştim? Yaşı bir hayli ilerlemiş olan bekçi kulübeden dışarı çıktı ve gülümseyerek beni selamladı. “Uzun süredir buraya uğrayan yoktu. Gel bir çayımı iç,” dedi samimi bir şekilde. Konuşurken gözlerinin içi gülüyordu adeta, onu reddedemedim. Kulübeye geçtiğimde bana bir sandalye uzattı ve küçük bir demlikten çay koymaya başladı.

Tepeden sarkan ampulün ışığı sayesinde adamın yüzünü daha ayrıntılı seçebiliyordum. Saçları kırlaşmış, gözleri çökmüş, yer yer kırışıklıklar yüzünü kaplamıştı. “Ne zamandır burada çalışıyorsun amca?” dedim çaya şeker atarken. “Benim anlatamayacağım, senin de anlamayacağın kadar uzun süredir,” dedi gülümserken. Bir yandan da dünyanın en keyifli işini yapıyormuşçasına çayını yudumluyordu. Şaşkın halde adama bakakaldım. Acaba ne demek istemişti? Yaşlıların oynadığı akıl oyunlarından biri olduğunu düşünerek pek durmadım üstünde, gülümsemekle yetindim.

“Evlat, hayat hikâyeni anlatmak ister misin, bu yalnız adama?” dedi babacan bir tavırla. Biraz meraklı biraz da neşeli bir hali vardı. “Canını sıkmayayım amca. O kadar da iyi bir hayatım olduğu söylenemez,” dedim tereddüt içinde. “Benim işim dinlemek. İnsanları, rüzgârı, denizi, doğayı… Sen konuş, anlarım ben,” dedi sesine bir parça gizem katarak. Sonunda bir yerden başlayarak anlattım hikâyemi. Ailemi, okulumu, askerliğimi, işimi, dostlarımı, hatalarımı, pişmanlıklarımı… Şimdi, burada oturmuş, ilk kez gördüğüm bir insana neden her şeyi anlatıyordum ben de bilmiyorum. Adamın sözlerindeki, davranışlarındaki bir şey –belki de samimiyeti­ beni konuşmaya itmişti. Ben anlattıkça mimikleri değişiyor, bazen gülümsüyor, bazen şaşkınlıkla yüzüme bakıyordu.

Geçmişte gerekli gereksiz her şeye öfkelenen, kafasının dikine giden, insanların hislerini umursamayan biriydim. Fiziksel ya da manevi açıdan çok fazla insanın canını yakmıştım. Bir zaman sonra öfkemin ve dik kafalılığımın bana bir şey katmadığını, tersine beni yerin dibine soktuğunu anladım. İnsanlar benim için değerliydi artık, en azından birçoğu. Bir süredir çok sakin ve anlayışlıydım. İnsanlara onlar her an kırılıp yok olacak mühim bir hazineymiş gibi davranmaya başladım. Ne zamandır bu kadar değişmiştim?

Ben bunları düşünürken fazla susmuş olacağım ki yaşlı adam konuşmaya başladı. “Pişman olmak güzel şeydir, her şeye sıfırdan başlamak ve yeni bir hedefe doğru yol almak.” Ne diyeceğimi bilemeden başımı salladım sadece. “Sen buraya daha önce de gelmiştin, tam bir yıl önce,” dedi adam aniden.

O an donup kaldım ve kalp atışım iki katına çıktı adeta. Yoksa cinayeti işlediğim o günden mi bahsediyordu? Rengimin attığını hissetsem de belli etmeyip sakin görünmeye çalıştım. Ellerimi ovuşturmaya başladığımı fark edince hemen durdum. “Öyle mi?” dedim, hiçbir şeyden haberim yokmuş gibi. Ancak karşımdaki adamın bana bakan gözlerindeki ciddiyeti görünce yutkundum.

“Evet, yaptıklarını gördüm, zihnindekileri işittim, kalbindekileri hissettim,” dedi adam fazlasıyla rahat bir şekilde. Küçük bir şok geçiriyordum. Bu yüzden ağzımı açıp tek bir kelime edemedim. Bu adam neyin nesiydi? Neden sözleri bu kadar imalıydı? “Ben birini mi öldürdüm?” dediğimde sözcüklerin ağzımdan bu kadar kolay dökülmesine şaşırmıştım. “Evet,” dedi kısa keserek. Şimdi ben katil miydim? Eğer cinayeti gördüyse neden bana engel olmamış ya da polise haber vermemişti? O kadar gergin hissediyordum ki ellerim titremeye, saç diplerim terlemeye başlamıştı. Benim aksime adamın sakin olan tavrı daha da canımı sıkıyordu.

“Sen o gece vicdanını sorguladın evlat ve içindeki karanlık seni öldürdün.” Gözlerim şaşkınlıkla açılırken bir anı daha canlandı gözlerimde.

Bıçakladığım kişi yerde can çekişirken eğilip onu ters çeviriyordum. Yerde yatan kişinin kendim olduğuna aldırmadan öldürücü darbeyi kalbime indirdim.

İrkilerek anıdan kurtulduğumda öylece kalakalmıştım. Şu an hiçbir şey bana mantıklı gelmiyordu. Ben daha ne yaptığımdan emin değilken bu adam her şeyi nereden biliyordu? Hızla ayağa fırladım gergin bir şekilde. “Sen nesin böyle? Her hangi bir insana benzemiyorsun,” dedim kaşlarımı çatmış halde.

“Evet, insan olduğum söylenemez,” dediği anda gözlerinden anlık bir parıltı geçti. Bir anda her taraf beyaz bir ışıkla kaplandığı gibi geri söndü. Şok olmuş halde adama baktım ve bir adım geriledim. “Nesin sen? Nasıl bir oyunun içindeyim?” dedim yutkunarak.

“Ben yolunu kaybetmişlere yol gösteririm. Bir yıl önce bu yolu kendin seçtin. Ayakların, kalbin seni bana getirdi. Vicdan azabı içinde kıvranıyordun ve sana seni öldürme şansını verdim. Sonra da anılarından silindim.”

“Bu nasıl olur? Hiçbir şey hatırlamamam mümkün mü ki?”

“Zaten olması gereken buydu. Bugün neden buraya geldiğini anlamıyorum,” dedi adam şefkatle gözlerime bakarken. O öyle baktıkça içimden bir şeyler kopup gidiyordu sanki.

“Mürekkeple ilgili bir rüya gördüm. Sanırım bu unutmuş olduğum şeyleri gün yüzüne çıkardı,” dedim fısıldayarak.

“Mürekkep,” dedi sanki bunun ne anlama geldiğini bilmem gerekiyormuş gibi. Anlamadığımı fark edince devam etti. “O gece kötü yanının vücut bulmuş halini bıçakladığında ondan kan yerine mürekkep akıyordu. Herkeste farklı bir şekilde ortaya çıkar bu. Sende mürekkeple kaplandı bu orman. Neden mürekkep?” dedi bana dönerek. İçimden bir ses karşımdakinin cevabı bildiğini söylüyordu ama yine de düşündüm.

“En büyük pişmanlığım buna sebep olmuş olabilir. Birkaç yıl önce yanlış yaptığım bir yazar vardı. Yazmak onun için nefes almak kadar zorunlu bir ihtiyaçtı. O kadar bağlıydı ki işine bir gün tüm insanları yazdıklarıyla etkileyebileceğini düşünüyordu. Ancak ben onun kalbini onarılmayacak şekilde yaraladıktan sonra yazmamaya yemin yetti. Kalemi bir daha eline almadı ve ben hatamı düzeltecek hiçbir şey yapamadım,” dedim kelimeler boğazımda düğümlenirken. Yaşlı adam anladığını belirtircesine başını salladı. “Pişman olmak iyidir,” diye mırıldandı.

Yaşadıklarımı, duyduklarımı hala aklım almasa da bir yıldır huzur içinde yaşadığımdan bu durumu hemen kabullendim. Sıra dışı şeyleri kabullenmek o kadar da zor değildi. Kulübeden dışarı çıktım ve bir süre yürüdükten sonra arkama dönüp baktığımda kulübenin toza dönüşüp gökyüzüne doğru savrulduğunu gördüm. Şaşkınlık içinde, kesinlikle unutmayacağım bu anı izledim.



Yakından bakarsan güzelleşecek.
Uzun süre bakarsan sevimli olacak.
Sen de aynısın...

-School 2013-

Çevrimdışı mit

  • *
  • 5536
  • Rom: 96
  • Kronik Anakronik
    • Profili Görüntüle
    • Yorgun Savaşçı'nın Günlüğü
Ynt: Mürekkep
« Yanıtla #1 : 17 Mart 2016, 20:01:06 »
Değişik bir öykü olmuş, kaleminize sağlık. Ormandaki adamla ilgili kısmı ve öykünün böyle bir yere bağlanacağını hiç beklememiştim doğrusu. Bir cinayet vakası okuyacağımı düşünmüştüm. Güzel bir şaşkınlık oldu.

Bununla birlikte birkaç kusuru da yok değil. Geniş zamanla başlayıp, -di'li geçmişe dönmesi mesela. Koşarak kaçan bir kurbana soğukkanlılıkla yürüyerek yetişen bir katil. Ve kahramanımız eve arabayla dönmesine rağmen yolda onun ıslak olduğunu görüp şaşıran insanlar... Bu kısımlar okurken kurgunun gerçekliğinin şöyle bir sallanmasına neden oldu.

Bir de bu tür konularda yazara karışmayı hiç sevmem, sonuçta ne anlatacağının tercihi tamamen ona aittir ama okyanusla ilgili yerlerin bir yere bağlanmaması o kısımlar olmasa da olurmuş dedirtti.

Ama sonu ilginçti. Kaleminize sağlık tekrardan...
Jackal knows who you are,
Jackal knows where you are.
Try to hide if you dare.
Do your best, i don't care.

Çevrimdışı maviadige

  • **
  • 161
  • Rom: 4
    • Profili Görüntüle
Ynt: Mürekkep
« Yanıtla #2 : 17 Mart 2016, 21:38:44 »
Okuduğunuz ve yorumladığınız için teşekkürler. Zaman konusunda yazarken algılarım farklı çalışıyor galiba. Her hikayemde o konuda eleştiri alıyorum, düzeltemedim gitti. :)
Katilin kurbana yetişmesi anlatılandan biraz daha uzun zamanda oldu aslında. Telaşlı kurban kaçarken düşer, bir şeyler olur vs. oyalanır. Sonuçta muhakkak katil kurbana yetişir. Karakterin eve dönmesinden kasıt en azından sokakta arabadan inip eve girerkenki zaman diliminde insanlar tarafından görülmesiydi. Son dediğiniz kısma gelirsem genelde aceleci biriyim ve hep kısa kestiğimden de eleştiriliyorum. O yüzden bir parça da olsa bu şekilde uzatmak istedim. Tekrar teşekkürler. :)
Yakından bakarsan güzelleşecek.
Uzun süre bakarsan sevimli olacak.
Sen de aynısın...

-School 2013-