Kayıt Ol

Yağmur Bulutları Kente Dönünce (Bir Cadı Avı Hikâyesi)

Çevrimdışı darrel standing

  • **
  • 51
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
I. Bölüm

   Rainsford ailesinin evinde geceyi sona erdiren güneşin doğuşu değil Roxanne’ın çığlıklarıydı. Ailenin küçük kızı Roxanne, uyanınca başkalarına anlatmaya cesaret edemediği kâbuslar görüyordu. İki yıldır gördüğü kâbuslar hem Roxanne hem de ailesi için bitmek bilmeyen bir ızdıraba dönüşmüştü.
Bay Rainsford, büyük oğlu Maximillian’ı rahip Benjamin Hathaway’i getirmesi için kasabaya yolladı. Hathaway’in geldiği gecenin son kâbus gecesi olacağını umut ediyorlardı. Benjamin uykulu ve telaşlı gözlerle içeri girdiğinde Roxanne’ın bilinci henüz yerine gelmişti ancak korku içindeki derin nefesleri durmuyordu ve gördüklerinin dehşetinden kurtulamamıştı.

   Benjamin’i odasında görmek Roxanne’ı rahatlatmadı. Aksine onun kızıl sakalları ardındaki sert yüz hatlarını ve keskin bakışlarını gördükçe daha büyük bir korku hissediyordu. Benjamin’in öfkeli mizacı Roxanne’ı korkutuyor ve rahip onun bu korkusuna ruhunu ele geçirmeye çalışan karanlık ruhların sebep olduğunu söylüyordu.  

Benjamin, derin nefesler içindeki Roxanne’ı bıraktı ve telaşlı gözlerle kızına bakan Elliot’a dönerek “Bana olanları anlattığınızda bunun kötü bir ruhun işi olduğuna karar verdim” dedi “Ancak emin olmam gerekiyordu. Bu gecikme için özür dilerim. Kızınızın karanlık ruhlardan kurtulması için size yardımcı olacağım.
Roxanne’ın ruhuna ızdırap çektiren kötü ruh bir cadı tarafından musallat edilmiş. Onu kurtarmak için tılsımı bulmamız ve onu oraya koyan cadıyı cezalandırmamız gerekiyor. Yarın ilk işim soruşturma açılması için belediye başkanı ve kasaba konseyi ile konuşmak olacak. Ama bu gece gitmeden tılsımı bulmayı umuyorum. Evinize veya arazinize yerleştirilmiş olduğundan eminim.”

   


   Güneş tepedeyken Salem sokaklarında bir sessizlik hâkimdi. Bütün dükkânlar kapanmış, balıkçılar sandallarını bağlamıştı. Sokaklarda devriye gezen askerler dışında neredeyse hiç kimse yoktu. Ancak kiliseye yaklaşıldığında bir kalabalığın uğultusu duyuluyordu. İçerisi hınca hınç dolu olan kilisedeki vaazı izleyebilmek için pencerelerin önünde yer tutanları görmek mümkündü. Aylardır kente inmeyen çiftçiler bile oradaydı. Kilisenin içindeki boğucu hava kimsenin ilgisini çekmiyordu çünkü insanların yüzlerinde bir korku ve öfke hâkimdi.

Rainsford ailesi cemaatin en önünde, kürsünün hemen karşısındaki sırada oturuyordu. Bütün cemaati yakan öfke ateşi çocukları ısıtmıyordu. Roxanne’ın yüzünde yalnızca korku vardı. Korku, onun bedeninde doğmuş gibi gözlerinden bakıyordu. Kardeşleri Samantha, Maximillian ve Joshua’nın yüzlerinde ise bir şaşkınlık ve telaş hâkimdi.


Benjamin, ağır adımlarla kürsüye çıktı. Yüzündeki öfke cemaate bir coşku veriyordu.
“Tanrı’nın merhameti bu kentin üzerinde olsun” diye bir öfke çığlığıyla başladı vaazına
“Tam iki yıl önce, felâketlerin sona erdiğini ve Şeytan’ın karanlık ellerini bu şehrin üzerinden çektiğini zannettik. Yedi cadıyı kent meydanında infaz ettiğimizde, onun artık korktuğunu ve bizi rahat bırakacağını düşündük. Ama Tanrı bizi rehavetimiz için bir kez daha cezalandırdı.
Geçen hafta ilkel ve vahşi Watanabe Kızılderilileri, şehrin dışındaki bir müfrezeye saldırdı ve bu şehirde doğup büyümüş yirmi beş genci katletti. Yüce Tanrı, aileleri şu an aramızda olan bu cesur gençlerin ruhlarına merhamet etsin. Ancak karşılaştığımız tek felâket bu değil.
Balıkçılar şu an arka sıralarda beni dinliyor. Vaazı dinlemek için teknelerini bırakıp geldiler. Çünkü gelmemiş olsalardı tek bir balık tutamadan evlerine döneceklerdi. Çiftçiler, tarlalarını bırakıp buraya geldiler, çünkü iki aydır yağmur yağmıyor ve bu bereketli topraklar üzerinde ekinler kuruyup gidiyor.
Kentimizin iyi kalpli tüccarı Dustin McCawley’i iki gün önce acı dolu titremeler içinde kaybettik.
Tüm bunların başımıza gelmesinin sebebi kentimizin insanlarını Tanrı’nın buyruğundan koparmak ve cehennemin dibine itmek için ellerinden gelen her şeyi yapan cadılardır.
Ancak, tüm bu başımıza gelenlerin suçlusu cadılar değil. Şeytan da değil! Biziz! Şeytan’ın esiri olmuş birkaç kadından kurtulduğumuz için mücadelenin bittiğini zannettik. Üzerimize düşen bütün görevleri yaptığımızı ve Tanrı’nın bize şefaat etmemesi için hiçbir sebep olmadığını düşündük. Tanrı, bu tembelliğimizi bize felâketler yaşatarak cezalandırdı. Başımıza gelenlerin sebebi cadılar olsa da sorumlusu biziz!

   Kardeşlerim, Tanrı için yapacaklarımız Pazar günleri kiliseye gitmekten ve yemeklerimizden önce ona dua etmekten ibaret değildir. Mücadele etmemiz gerekir. İsa’nın ve azizlerin hayatlarını örnek almalıyız. Yüce İsa biz inananlar için çarmıha gerilmeyi göze almışken biz sadece Pazar günleri kiliseye gidip Tanrı’nın bizlere şefaat etmesini mi bekleyeceğiz?


   Tanrı hepimize merhamet gösterecektir kardeşlerim. Tanrı merhametlidir. Ancak aynı zamanda adildir. Merhameti sadece adil bir şekilde hak ederek kazanabiliriz. Bunun için Şeytan ve onun uşaklarıyla mücadele etmeyi öğrenmemiz, zafer sarhoşluğuna kapılarak tembelleşmekten vazgeçmemiz gerekir.
Bugün neden burada olduğumuzu hepimiz biliyoruz. Saygıdeğer bay Eliot Rainsford’un küçük kızı Roxanne Rainsford, iki yıldır korkunç kâbuslar görüyor. Bu kâbusları görmesini sağlayan kötü ruh ona bir cadı tarafından musallat edildi. Dün Rainsford ailesinin mülkünde arama yaptım ve tüm bunlara sebep olan cadının kim olduğunu buldum. Şeytan’ın uşaklığını yapmaya, Rainsford ailesine ve Salem kentine lanet saçmaya yemin etmiş bu cadı yarın mahkemeye çıkarılacak ve Tanrı’nın adaletiyle tanışacak!”


   Kiliseyi coşku ve öfke çığlıkları doldurdu. Yaşlı bir çiftçi histeri nöbeti geçirdiğinin farkında olmaksızın “Yakın onu!” diye bağırıyordu. Kalabalığın sesi kilisenin duvarlarına çarparak büyüyor ve içeride kimsenin tek kelimesini anlamadığı bir uğultu yankılanıyordu. Benjamin, cemaatinden sessizlik istedi ve tüm bu hengameyi korkulu gözlerle izleyen Roxanne’ı sahneye çağırdı. Roxanne, ağır ve telaşlı adımlarla kürsüye çıktı.
“Bize ne gördüğünü anlat Roxanne.”


II.Bölüm

“Roxanne, mahkemeye ve jüriye üç yıldır gördüğün kâbuslardan bahseder misin?”
Roxanne, sanık sandalyesindeki Oriana’ya mahçup bir biçimde bakıyor ve onun gözlerindeki ifadeyi gördükçe korku çığlıkları için pişmanlık duyuyordu. “Keşke çığlık atmayı hiç öğrenmeseydim” diye geçirdi içinden. Bu genç kadının başına gelecekler için kendini sorumlu tutuyordu.

“Onun gözlerine bakma Roxanne” diye uyardı Benjamin “Seni etkileyebilir. Lütfen bakışlarını jüriye çevir ve gördüğün kâbusu anlat.”

Roxanne bakışlarını jüriye çevirse de bir süre hiç konuşamadı. Vücudunda derin bir titreme hissediyordu. Duyduğu pişmanlık vücudunu kâbuslardan daha kötü bir biçimde esir alıyordu. Öyle ki bir an düşüncelerinin sert bir cisme dönüşüp vücudunda dolaştığını hissetti.
“Korkma Roxanne” dedi hâkim “Hepsi sona erecek. Senden kimseyi suçlamanı ve bize herhangi bir isim söylemeni istemiyoruz. Sadece üç yıldır yaşadığın kötü deneyimi bizimle paylaşmanı istiyoruz. Rüyalarında seni rahatsız edenin ne olduğundan bize bahseder misin?”

   Roxanne, hâkim Maxwell’in soğukkanlı ifadesine katlanabilirdi ancak mahkeme salonunu dolduran insanların üzerinde gezdirdiği bakışlar ona dayanılmaz geliyordu. Maxwell, gün boyunca aynı ifadeyle aynı yere bakabilecek yeteneğe sahip gibi görünüyordu. Roxanne ise bir süre hiç kimseyle göz teması kurmamaya çalıştı. Gözlerini yer ve pencereler arasında gezdirirken buna dayanamadığını fark etti. Oriana’nın yaşayacaklarının kaçınılmaz olduğunu, bunu engelleyemeyeceğini biliyordu ve tüm bunları bir an önce bitirmek istedi.

“Bir geyik gördüm.”
“Bize gördüğün geyikten bahseder misin? Nasıl bir geyikti? Onu nerede gördün?”
“Ormanda, böğürtlen toplamak için gittiğimiz yerde… Onu vücuduna oklar saplanmış olarak görüyorum. Onun için endişelenip yanına gidiyorum. Daha sonra gözleri açılıyor ayağa kalkıyor. Bu beni korkutuyor. Kaçmaya başlıyorum. Üzerime geldikçe vücudu bir insanınkine dönüşüyor. Beni yakalıyor. Upuzun tırnaklarını ve bir köpeğinkine benzeyen dişlerini görüyorum. Beni öldürüyor.”
“Üç yıldır aynı rüyayı görüyorsun değil mi?”
“Bazen değişiyor. Onu bazen evimizin bahçesinde görüyorum. Bazen tamamen bir insana dönüştüğünü görüyorum.”
“Ama rüyan ölü bir geyiğin yanına gitmenle başlıyor değil mi? Her zaman böyle oluyor.”
“Evet.”

   Roxanne bunu söyledikten sonra hâkim önünde duran bir kâğıdı kaldırdı. Üzerinde divitle çizilmiş bir geyik resmi vardı. Roxanne bu çizimi gördüğünde başını büyük bir korkuyla öne eğdi ve gözlerini sımsıkı kapattı.
“Gördüğün kâbuslar göz önüne alındığında, Rahip Benjamin Hathaway’in hizmetçiniz Oriana’nın odasında bulduğu bu resim hakkında ne düşünüyorsun?”

Roxanne, kendini tutamadı ve ağlamaya başladı. Etrafındaki kimseyi görmemek için yüzünü elleriyle sımsıkı kapattı. Hâkim Maxwell, Catherine’den kızını dışarı çıkarmasını istedi. Onu karşısında ağlarken görmek dikkâtini dağıtıyordu. Roxanne’ın hıçkırıkları kaybolduğunda mahkeme salonundakilere sessiz olmalarını söyledi ve donuk gözlerini sanık sandalyesinde oturan Oriana’ya çevirdi.

“Bunun için bir açıklaman var mı?” diye sordu “Evlerinde çalıştığın ailenin küçük kızı bir geyiğin insan vücuduna bürünüp kendisini öldürdüğü kâbuslar görüyor ve senin odanda bir geyik resmi bulunuyor. Üstelik bu resmi Roxanne’ın odasından çaldığın divit ile çizmişsin.”
“Onu çalmadım, Roxanne’dan rica ettim ve bana verdi.”
“Pekalâ! Roxanne’ın aklına girerek onun divitini alıp bir geyik resmi çizmişsin. Bu sonucu değiştirmiyor. Bunu nasıl açıklıyorsun?”
“Bir şeyler çizmeyi seviyorum. Sadece bu. Çocukluğumdan beri bir şeyler çiziyorum. Yaşadığımız arazinin etrafında çok fazla geyik var, ben de gördüğüm her şeyi çizmeyi seviyorum.”

   Oriana, hâkimin emriyle zincirler ve prangalar içinde yerine oturdu. Ölüm korkusu gözlerindeki ve tenindeki bütün renkleri almıştı. Öyle ki yanındaki askerler zincir halkalarının birbirlerine vurduklarında çıkardıkları sesi duyabiliyordu. Maxwell, gözlerini Eliot’a çevirdi.
“Hizmetçinizi nerede bulduğunuzu anlatır mısınız bay Rainsford?”
“On iki yıl önce ormanda buldum. Ava çıkmıştım. Ormandaki başıboş Fransız askerlerinin ailesini öldürdüğünü söyledi. Günlerce yürümüştü, yorgun ve hasta görünüyordu. Gidecek bir yeri yoktu.”
“Ondan daha önce hiç şüphelendiniz mi?”
“Bir şeyler çizdiğini gördüğümde şüphelendim. İlk geldiği hafta, bahçede oturmuş bir ağacın dibindeki mantarları çiziyordu. Onu uyardım. Bunu yapmanın şeytanları çağıracağını söyledim. Çizmeye gizlice devam ettiğinden haberim yoktu.”

Maxwell, kâtibin yazdıklarını kontrol ettikten sonra kâğıttan başını bile kaldırmadan “Söz sizde Rahip Hathaway” dedi “İddia makamı olarak konuşmanız gerekiyor. Ancak eğer izin verirseniz öncesinde size bir soru sormak istiyorum.”
“Elbette!”
Hâkim, kâğıtları incelemeyi bıraktı ve gözlerini karşısında emir bekleyen bir asker gibi duran rahibe dikti.
“Son yıllardaki cadı olaylarında Reginald Scott tarafından yazılan kitabı rehber edindik. Deliller bu kitaba göre toplandı ve davalar buna dayandırıldı. Kitabı kaynak olarak kabul edebiliriz değil mi?”
“Evet, son yıllarda cadılarla ilgili en gelişmiş kaynak olduğunu söyleyebilirim.”
“Kitabı okudum ve cadıların resim çizerek tılsım hazırladıklarıyla ilgili bir bilgiye rastlayamadım. Birçok kişi bunun cadılar tarafından kullanılan bir metot olduğunu söylese de, kabul ettiğimiz kaynaklarda böyle bir bilgi söz konusu değil. Bunu nasıl açıklayacaksınız?”
“Dediğiniz gibi, Scott tarafından yazılan kitap ciddi ve gelişmiş bir kaynaktır. Ancak herhangi bir kitabın Şeytan ile ilgili bütün bilgileri içermesi imkânsız. Ayrıca biz nasıl mücadele ediyorsak şeytan da ediyor. Bizi alt etmek, yakalanmamak için yeni metotlar keşfediyor.
Eğer bu resmi gördüğümde küçük Roxanne’ın kâbusları olmasaydı, yapacağım tek şey sanık sandalyesinde oturan bu kadını dostça uyarmak olurdu. Doğadaki nesnelerin resmini çizmek paganların ve putperest Kızılderililerin uğraşıdır. Roxanne geyikler ile ilgili kâbuslar görürken ve bu kadının odasında bir geyik resmi bulunmuşken, şüphecilik gözlerimizi kör etmemeli. Şüphecilik Şeytan’ın son zamanlarda insan beynini zehirlemek için en çok kullandığı düşünceler arasındadır. Avrupa’nın imanı bugünlerde şüphecilik zehriyle can veriyor. Eğer biz de bu düşünceye kapılır ve kararlarımızı ona göre verirsek birkaç kuşak sonra kentimizi Şeytan’ın ellerine teslim etmiş oluruz.”


“Jürinin bu konudaki düşünceleri nedir?”
Yaşlı bir adam ayağa kalktı ve “Jüri üyelerinin tamamı, Roxanne Rainsford’un kâbuslarına onların evinde yaşayan cadının faaliyetlerinin sebep olduğuna karar vermiştir.”


Maxwell, elindeki kâğıtları inceledikten sonra, donuk ve yüksek bir sesle Oriana’nın idamına karar verdiğini açıkladı. Oriana’nın hayatı ertesi gün kent meydanında asılarak sona erecekti.

III.Bölüm


Oriana’nın elleri arkadan bağlanmış bedeni sallanırken kent meydanında büyük bir sevinç çığlığı koptu. Son nefesini ölümünü iştahlı bir canavarın avını beklediği gibi bekleyen bir kalabalığa bakarak verdi. Ön sıralarda oturan Roxanne’ın gözlerine bakmamaya çalıştı ve bedeni ipte sallanırken bakışlarının ona denk gelmemesi için gözlerini sımsıkı kapattı. “Cadılara ölüm!” sloganı ritmik bir şekilde yükselirken rahip Hathaway cesedin şafak vaktine kadar burada asılı kalacağını söylüyordu. “Bu kente gözlerini diken Şeytan’a ve onun aramızda sinsice dolaşan askerlerine ders olacak” diye haykırdığında kalabalık kazanılan kutsal zaferin çığlıklarını atıyordu.


O gün herkes Cadı’nın kent meydanında kancadaki bir et gibi çaresizce sallanan bedenini konuştu. Kimileri onun yakılmayı veya giyotini hak etmişken asılmasını fazlaca merhametli buluyor ve Tanrı’nın isteklerinin yeterince yerine getirilmediğinden bahsediyordu. Doğru olan onun birkaç gün hücrede işkence çekmesi ve daha çok acı çekerek can vermesiydi. Bazıları da rahip Hathaway’in vaazının etkisindeydi. Dostlarına zafer sarhoşluğuna kapılmamalarını ve bir cadı asıldığı için Yüce İsa’nın yolunda mücadele etmekten vazgeçmemeleri gerektiğini telkin ediyorlardı. Ancak bütün memnuniyetsizliklerine rağmen Cadı’nın ölü bedeni onları mutlu ediyor, dar ağacında sallanan bu et ve kemik yığını onlara İncil’deki zaferleri anımsatıyordu.

   Rahip Hathaway’in uykusu gece yarısı kapısının çalınmasıyla bölündü. Bu saatte onu rahatsız etmeye cüret eden kişinin kim olduğunu merak ederek üzerini giyindi ve merdivenlerden indi. Kapıya yaklaştıkça tavernadan gelen sesleri ve askerlerin adım seslerini işitiyordu.
Kapıyı açtığında tanıdık bir yüzle karşılaştı. Gözlerinde üzgün ve öfkeli bir ifade vardı. Gecenin bu saatinde uyandırıldığı için duyduğu öfke yerini sevecenliğe bıraktı ve bu davetsiz misafirin yüzüne gülümsedi. Elini onun omzuna yerleştirdi.
“Sizinle konuşmak istiyorum peder” dedi misafir.
“Anlıyorum. Sebebini tahmin edebiliyorum. Başından beri bu olayın seni kötü etkilendiğinin farkındayım. Ancak İsa’nın yolunda yürümek zordur. Bazen sevdiklerimizden fedâkarlık etmemiz gerekir. Şeytan bize her zaman kötü şekillerde görünmez. O bize sevgiyle görünme ustalığına da sahiptir. Şu an iyi hissetmediğinin farkındayım ama bunun üstesinden gelmen gerekiyor.”
“Üstesinden gelmeyi düşündüğüm başka bir şey var peder!”
“Nedir?”
   
   Misafir, cüppesinin altında gizlediği hançeri çıkardı ve pederin karnına sapladı. Benjamin, karnındaki kanı elleriyle durdurmaya çalışırken hançerin bu sefer göğsüne saplandığını hissetti. Vücudundaki bütün enerji çekiliyor ve gözleri kararıyordu. Karanlık tamamen bastırmadan önce gördüğü son şey imanına her zaman güvendiği bu genç adamın yüzüne öfkeyle bakan gözleri oldu. Bir dakika daha yaşayabilseydi olanları düşünüp pişmanlık duyabilirdi.

IV.Bölüm


Rahip Hathaway’in cenaze alayı geçerken darağacı ancak sökülüyordu. Askerler ise her yerde rahibin katilini arıyorlardı. Bir ölüm kalabalığı yerini başkasına bırakırken herkesin aklında aynı fikir vardı: Şeytan uğradığı hüsranın öfkesini hayatını Tanrı’ya adayan ve onu alt eden rahipten çıkarmıştı. Şimdi yapılması gereken ise Şeytan’ın emrinde veya etkisinde bu cinayeti işleyen kişiyi bulmak ve dün olduğu gibi cezalandırmaktı. Katil ile ilgili bildikleri tek şey üzerinde kafasını örten ve yüzünün görünmesini engelleyen kahverengi bir cüppe olduğuydu. Tavernadan çıkan biri kahverengi cüppeli bir adamın kiliseden çıktığını ve ormana doğru yürümeye başladığını görmüştü.


Cenaze alayı idam kalabalığı kadar fazla değildi. Çiftçiler ve balıkçılar Cadı’nın idamı sayesinde Tanrı’nın bereketi arttıracağını düşünerek işlerinin başına koyuldular. Denizin ufuklarında görünen yağmur bulutları balıkçıların umudunu arttırıyordu.


Tanrı’nın bereketine günler sonra şahit olan ilk kişinin balıkçı Wycliff Morgan olduğu düşünüldü. Ağına bir şeyin takıldığını fark ettiğinde bir sevinç çığlığı kopardı. Eğer alabora olacağını bilmeseydi sandalın üzerinde dans etmeye başlayacaktı.
Ağa yakalanan her neyse onu çekmesi çok zordu. Ancak bu Wycliff’i umutlandırıyordu çünkü büyük balıkların buraya gelmesinin tek sebebi diğer küçük balıkları avlamak olabilirdi. Denizler eskisi gibi bereketlenmişti.

   Wycliff, kıyılardan duyulabilen bir çığlık kopardı. Bütün kuvvetini verip ağa yakalanan şeyi denizin yüzeyine çekmeyi başardığında karşılaştığı şey bir cesetti. Diğer balıkçılar cesedi kıyıya taşımak için sandallarını getirdiklerinde aralarından biri bu ölenin Maximillian Rainsford olduğunu söyledi. Kâbusları sayesinde bir cadının yakalandığı Roxanne’ın ağabeyiydi. Üzerinde kahverengi bir cüppe vardı. Cüppenin etekleri açıldığında kuşağına iliştirdiği kanlı hançeri görmek zor olmuyordu.


   Ceset, askerler gelene kadar kumsalda bekletildi. Maximillian’ın bedeni soluklaşmaya başlamıştı. Yağmur bulutları denizlerin ufuklarından Salem’in göğüne ulaşmıştı ancak ne balıkçılar ne de askerler bunu fark edecek durumda değildi. Maxilimillan, kahverengi cüppesi ve belindeki hançeriyle önlerinde duruyordu. “Zavallı çocuk” dedi komutan Jebediah “Cadı onu da etkisi altına almış. Herhalde rahibi öldürdüğü için pişman oldu ve kendini denize attı. Tanrı ruhuna merhamet etsin. Kaldırın!”


Askerler, Maximillian’ın bedenini getirdikleri at arabasına taşırken Jebediah ona üzgün gözlerle bakıyordu. Rahip Hathaway, Maximillian’ın ne kadar imanlı bir çocuk olduğundan sık sık bahsederdi. En büyük arzusu rahip olabilmekti ve bir cadının büyüsü altında rahibi öldürüp intihar etmeseydi iki ay sonra kuzeydeki ruhban okuluna gidecekti.


Maximillian at arabasıyla mezarlığa doğru taşınırken askerlerden biri ailesine haber vermek için taburundan ayrıldı. Bedenini terk eden tek şey nefesleri değildi. Oriana’nın ölümüne sebep olan kıvılcım beyninde dolaşıp duruyordu ve ona son nefesini verene kadar eşlik etti. Kız kardeşinin kâbuslarından sorumlu olduğunu biliyordu ve unutmanın tek yolu ölmekti.


Son Bölüm


Kellesi evlerinin salonunda duran geyiğin ölümünü gördüğünde on bir yaşındaydı. Eliot, avlanmaya giderken onu da götürmeye başlamıştı. Babası avlanırken ona eşlik etmekten büyük bir heyecan duyuyordu. Yayı nasıl kullanacağını öğrenmişti –Eliot diğer hayvanları kaçırdığı için tüfeğe pek güvenmiyordu- ve ağaçlar yerine bir hayvanı vuracağı günü sabırsızlıkla bekliyordu.

Eliot, çalılıkların ardında sinsice pusu kurdu ve en ufak bir hışırtıyı bile fark eden geyiğin dikkatini çekmeden onu menziline almayı başardı. Geyik yorgun görünüyordu. Vahşi bir hayvandan veya başka bir avcıdan kaçmış olacaktı ki, göletten su içer içmez bir ağacın gölgesinde oturup dinlenmeye başladı. Bu onu daha kolay bir av hâline getiriyordu çünkü avcıyı fark etse bile ayağa kalkıp kaçana kadar avlanması zor olmayacaktı.


   Eliot’un attığı ok geyiğin gövdesine saplandı. Ayağa kalkıp kaçmaya çalıştıysa da birkaç adım sonra sendeledi ve yere düştü. Maximillian neredeyse etrafta başka hayvanların olabileceğini unutarak bir zafer çığlığı koparacaktı. Geyiğe bir ip bağlayıp sürükleyerek arabaya taşıdıklarında Eliot kellesinin salonda güzel duracağından bahsediyordu.
Catherine ve Oriana mutfağı saatler öncesinden hazırlamıştı. Geyiğin derisinin yüzülmesi ve etinin pişirilir hâle gelmesi zahmetli bir işti. Roxanne henüz yedi yaşındaydı ama Catherine mutfak işlerini şimdiden öğrenmesi için onu yanında tutuyordu.


   Eliot, geyiğin bedenini eşine ve hizmetçisine teslim etmeden önce kafasını bir baltayla kopardı. Roxanne ise tüm bunları soğukkanlılıkla izleyen abisinin yanına geldi ve büyük bir üzüntü ve korku içinde geyiğin kafasını neden kopardıklarını sordu. Annesinin onu yanında tutmak istemesinin sebebi ölü hayvanlar görmekten korkmasıydı. Buna alışması gerektiğini düşünüyordu ancak Roxanne ölü geyiği görünce benliğini saran korkudan kurtulamıyordu. Maximillian, kız kardeşini korkutmaktan büyük bir zevk alırdı. Geyiğinin kafasının onu korumak için kesildiğini söyledi.
“Bir geyik öldüğünde ruhu kötü bir canavara dönüşür ve ölüsünün olduğu evde küçük bir kız varsa geceleri onu yemek için odasına gelir. Bu yüzden kafasını kesmemiz gerekir. Kafasını kesmezsek insan vücutlu geyik kafalı bir canavar gelip seni yer.”

 
Roxanne, bunu duyduğunda ağlayarak mutfağa koştu ve annesine sarıldı. Catherine, bir yandan kızını sakinleştirmeye çalışıyor, diğer yandan birkaç yıl sonra yemek yaparken ona yardım etmesi gerekeceğini, bu yüzden ölü hayvan görmeye alışmasını söylüyordu. Maximillian ise kardeşini korkutmanın verdiği çocuksu zevkle kahkahalar atıyordu. Oriana, birkaç yıl sonra ölümüne sebep olacağını bilmeyen bu kahkahaları tebessüm ile izliyordu.


Roxanne, bu duyduklarının etkisinden hiçbir zaman kurtulamadı. O günden sonra yatağa korkarak girmeye başladı. Salonun duvarında asılı olan geyiği görmemek için odasından çıkmıyor, çıkması gerektiğinde de gözlerini ona iliştirmemek için elinden geleni yapıyordu. Geceleri yatağa girdiğinde onu almak isteyen bir canavarın korkusunu yaşıyordu.

   
   Maximillan’ın toprağa verildiği günün akşamında, aylar sonra ilk defa yağmur yağdı. Sokaklarda düşen yağmur damlalarının sesi tavernadaki sevinç haykırışlarıyla karışıyordu. Şeytan ile girişilen savaş rahibin ve Maximillian’ın ölümüne sebep olsa da bereketin tekrar kente dönmesini sağlamıştı. Zafer mutluluğu ölümlerin acılarını unutturuyor, Rainsford ailesi dışındaki herkes Şeytan’a karşı kazanılan büyük zaferi kutluyordu.