Henry Huxley, elindeki kadehinden derin bir yudum alıp bana doğru yönelmişti.
- Son derece basit bir durumdan bahsediyorum Hooker, gerçekten çok basit.
Aslına bakarsanız en başından itibaren sesimi çıkarmaya niyetim yoktu, sadece onun heyecanlı anlatımına izin vermekle yetiniyordum.
- İnsanoğlunun yeniden canlanması fikri öyle sanıldığı gibi yüzeysel ve kâğıt üzerinde kalmış bir konu değil. Tarih boyunca birçok kez yazılıp çizildi ve denendi. Dinliyor musun Hooker?
Evet manasında kafamı sallarken hararetli konuşmasına devam ediyordu.
- Milattan önce 2000 yıllarında Sümer topraklarında başladı her şey. Nippur şehrinde cesetleri adeta birer salatalık gibi salamuraya yatırırlardı. Ardından Mısır ve Hititlerde mumyalama fikri ortaya atıldı. Sanılanın aksine ruhani varlıkların diğer dünyada rahat etmesi saçmalığına girmiyorum; öyle olsa hazırlıklar yaşanılan dünyada yapılmazdı değil mi?
Kadehinden bir yudum daha alan Henry aklımdan geçenleri anlamak istercesine yüzüme bakıp duraksadı bir an. Devam etmeden de kendini alamıyordu:
- Her neyse daha sonra 10. Yüzyıl dolaylarında Avrupa’da başka çalışmalar yapıldı. Hazırladıkları solüsyonlar ile yaşamını yitiren bedenleri kuyularda bekletme fikri kol gezdi bir ara ortalıkta. Ardından ABD sıvı helyumda dondurduğu ölümcül hastaları stoklamaya başladı. Şu sıralar ise kök hücreden yeniden doğuş fikri gündemde. Tabi bu saydıklarımın hepsi başarısız oldu. Ama esas olan nokta ise; insanoğlunun zaten ekstra çaba sarf etmeden kendiliğinden yeniden dönüşü yaşamasıydı.
Henry Huxley’in o an kendinden geçtiğini düşündüm açıkçası. Epey yorgun gözüküyor ve kapıldığı fikri çılgınca savunan siyasetçileri andırıyordu.
- Yeniden doğanların bir önceki yaşamlarından farkı, sadece değişik bilinç ve bedene sahip olmaları. Organizma zihnine restart atılmış haliyle yeniden dünyaya dönüyor. Sadece farkına varamıyoruz. Hatırlarsan Lock ve Piaget bu konuda görüş ayrılığına düşmüşler. Birisi insanların boş bir zihinle dünyaya geldiklerini iddia ederken diğeri doğuştan bazı donanımlara sahip olunduğunu savunmuştu. Bu görüş ayrılıklarının nedeni ise anlatmış olduğum durumdan kaynaklanıyor. Aslına bakarsan ikisi de düşüncesinde haklı.
Huxley’in konuşmasını yarıda kesme zorunluluğu hissettim o an. “Peki” dedim sakin tavırlarla.
- Madem bu şekilde düşünüyorsun, söyler misin lütfen dünyaya gelen hiçbir ruh kaybolmuyor mu?
- Hayır, kaybolmuyor yani ölenler yeniden dünyaya geliyor.
- Pekiiii. Dünya da nüfus sürekli artış göstermiyor mu?
- Evet.
- Çok güzel. Madem ruhlar sürekli dönüşüm halindeler ve dünya nüfusunun sürekli arttığını da kabul ediyorsun, peki bu ortaya çıkan ekstra bedenlere ruh nereden geliyor?
Haklı olduğumu söyleyen arkadaşım devam etti:
- Haklısın çoğalma durumu mümkün. Yeni bedenler elbette ki artan bir ruh nüfusunu da beraberinde getirmekte. Ama sistem muazzam. Dünya üzerinde belirli bir kota her zaman mevcut. Yalnız durumu insanlarla sınırlandırmak yanlış olur. Mevcut insanların varlığı sürekli arttıkça bu durum dünya üzerindeki diğer canlıların yok olmasına sebep olmakta. Etrafında fark etmişsindir. Bazı türler nedensiz olarak ortadan kayboluyor ve genellikle bu durumun çevre kirliliği, doğaya yapılan müdahaleler, küresel ısınma vs. gibi etkenlerden kaynaklandığı savunulur. Hayır, durum sanıldığı gibi değil. Doğaya mükemmel bir sistem oturtulmuş durumda ve bu durum fark edilmez ise dünya üzerinde bizden başka yaşayan canlı türü kalmayacak. Bu da bizlerin de hazin sonunu getirmiş olacak. Anlıyor musun Hooker?
Henry’nin gerçekten fantastik bir hayal gücüne sahip olduğunu düşünüyordum o an. İnsanlarda olduğu gibi hayvanlarında bir ruha sahip olmasına ve gerektiğinde o ruhun insana geçebilmesine nasıl inanabilir diye hayret ediyordum. O ise kadehinden son yudumunu alıp ayağa kalkmıştı.
Odanın köşesinde duran, daha öncesinden fark etmediğim camdan bir kabinin içine girdi. Meraklı meraklı onu izliyordum, cam kabinin kapısını kapatıp konuşmaya devam etti.
- Sevgili dostum Hooker. Anlattığım durumu kanıtlamanın tek yolu sanırım benim yeniden dünyaya gelmem olacak. Ve bu konuda şahit olmanın ayrıcalığını da sen yaşayacaksın.
- Ne yapıyorsun Henry? Çıldırdın mı sen?
- Hayır dostum. Dünyaya yeniden gelince ilk işim seni bulmak olacak. Şimdilik hoşça kal ve beni merak etme.
Henry’nin iyice zıvanadan çıktığını düşünüp müdahale etmek için yerimden fırladım ancak o kurmuş olduğu garip düzeneği çalıştırmaya başlamıştı bile. Şaşkınlık içerisinde arkadaşımın çıldırışını izliyordum. Camdan yapılmış kabinin içerisinde elektromanyetik dalgalar Henry’nin bedenini hızla sarmalamaya başladı. Vücudunun acı çektiği halinden anlaşılmaktaydı. Kabinden yayılmaya başlayan elektrik akımı o kadar genişlemişti ki artık odanın tavanına doğru hareket ediyordu.
Çok geçmeden yüzündeki deriye kadar her tarafının kabarışını ve ardından cansız bedeninin yere yığılışını izledim. Dostumun gözümün önünde yok olmasına izin vermiştim. Tarif edilemez bir pişmanlık ve şaşkınlık içerisindeydim. Henry'nin böylesine çılgın tavır sergilemesine ilk defa şahit olmuştum.
Ertesi sabah benden daha yakını olmayan arkadaşımı öldürme iddiasıyla emniyet bürosuna götürüldüm. Şükürler olsun ki Henry Huxley olan biteni, tüm çalışmalarını ve düşüncelerini kayıt altına almış. Tuttuğu el yazısı günlüklerden suçsuz olduğum anlaşıldı. Serbest bırakılır bırakılmaz da cenaze defin işlemlerine koyuldum.
Bir sonraki gün arkadaşımı toprağa veriyordum. Cenazesi sessizdi ve az sayıda yakınları mezarlığında onu son yolculuğuna uğurlamaya gelmişti. Yağmur ona son görevi yaparcasına hafiften kendini gösteriyor, küçük bir esinti insanın içini ürpertmeye yetiyordu.
Defin işlemi devam ederken telefonum çalıverdi. Arayan eski bir gazeteci ahbabımdı.
- Hooker merhaba nasılsın?
- İyi sayıldığım söylenemez John, Huxley’i kaybettik.
- Evet duydum duydum, çok üzgünüm cenazeye katılamadım.
- Evet, hepimiz üzgünüz.
- Şey Hooker, olanları duydun mu?
- Ne olmuş bir sorun mu var?
- Bugün Asya’da bir bebek dünyaya gelmiş ve bebeğin doğar doğmaz çıkardığı ilk ses Hooker olmuş. İşin daha da tuhafı doğuştan konuşmaya çalışan bu bebek Huxley’ den bahsediyormuş. Bu nasıl olur Hooker?
Beynimden vurulmuşa döndüm o an. Aklım almıyordu olanlara. Huxley'in çılgınca söylemleri ve kendi canını feda edecek kadar gözünü karartması bundandı demek. Bilincini kaybetmeden yeniden dünyaya gelebilmesi muazzam birşeydi.
Oraya ulaşmam gerekiyordu ve kendimi toparlar toparlamaz bebeğin doğduğu yere gitmek istedim. Hazırlıklarımı kısa sürede tamamlayıp yola koyuldum.
Huxley’in yeniden dünyaya geldiği yerin oldukça ilkel ve bakımsız bir hali vardı. Çok katlı binaları buralarda görmeniz neredeyse imkânsızdı. Caddeler alabildiğince yorgun ve yaşlı gözüküyordu. Sanki bir kaos yaşanmışçasına etrafta garip bir hava esiyordu. İnsanlar yaşadıkları ortamın memnuniyetsizliğine bürünmüş hayıflanırcasına davranışlara sahipti.
Kargaşalar içerisinde bana verilen adresi arıyordum. Kasabaya vardığımda doğuştan konuşan bebekten ve elimdeki adresten bahsettim insanlara. Ancak anlamlandıramadığım bir öfke ile karşılaşmıştım.
Misafirden bu denli hoşlanmayan başka bir yerleşim yeri yoktur sanırım dünyada. Herkes bana sinirlenmişçesine bakıp yol kenarlarında ucubeymişim gibi beni seyrediyordu. Her şeye rağmen Huxley’in evini bulmam gerektiğini biran bile olsun aklımdan çıkarmadım.
Birkaç azılı genç önüme tükürüp anlamını bilmediğim şeyler söyledi. Kasabanın sokakları arasında dolaşıp adresi araştırırken, bulunduğum yolun giriş ve çıkışını siper almış askerler gibi bekleyen güruhu fark ettiğimde artık her şey çok geçti.
Bağrış çığırışların arasında birkaç el silah sesi duydum. Çok geçmeden ürperen bedenimde sıcak bir ıslaklık fark ettim. O an dengemi sağlayamadan istemsizce olduğum yere uzanıverdim.
***
Henry Huxley’in doğduğu andan itibaren konuşması kasaba tarafından yadırgandı ve bu olağan dışı durum kıyamet alameti olarak kabul gördü. Öfkeli birkaç grup olanlara daha fazla dayanamayıp Huxley ve yeni ebeveynlerinin bulunduğu evi ateşe verdiler. Yangından bebek dâhil kurtulan kimse olmadı.
Kasaba sakinlerinin öfkesi yeni yeni yatışmışken Huxley’in bahsetmiş olduğu Hooker adında bir adamın ortaya çıkması ve bebeği araması etrafın yeniden karışmasına sebebiyet verdi. “
Şeytanın çırağı Hooker kasabamızda” söylentisi kısa sürede kulaktan kulağa yayıldı. Çıkan olaylar sonrasına Dr. Hooker Edelman, kimliği belirsiz kişiler tarafından sokak ortasında vurulduktan sonra cesedi ateşe verildi. (Kasım 1999)
Uğur Aslan