Kayıt Ol

Karantina

Çevrimdışı Black Helen

  • ***
  • 782
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Karantina
« : 06 Kasım 2015, 00:55:14 »
Karantina

Gölgeler yavaş yavaş rayları yutup, trenleri tedavülden kaldırırken, kasabadan adı unutulmuş köylere uzanan toprak yolda atılan telaş içerisindeki adımlar, toynaklar ve pençelere karışmaktaydı. Sefertaslarını şıngırdatarak yaylanan memurlardan,  eli şapkasının siperinde, omuzları çökmüş, düşünceli çiftçilere kadar herkes evinin yolunu hatırlamaktan gururlu, yüzlerce kez tekrarlanmış adımları takip etmekten gocunmaksızın ilerliyordu. Arada bir, tozu toprağa katarak geçen bir traktörün arkasına oturmuş genç kızların pomakça türküleri motor gürültüsüne karışarak bulutlara yükeliyordu.

Kemal Çavuş fazlaca keskin zekâsı ve dikkatiyle tanınmasına karşın, yolun kenarında kimseye selam vermeden, kaşları görüşüne perde indirmişçesine dalgın ve yanında akıp giden kalabalığa kayıtsız bir şekilde yürümekteydi. Esasında, içindeki kötü hissiyatın öğlen yemeğini fazla kaçırmaktan mı kaynaklandığını yoksa yerinde bir sezginin işi mi olduğunu sorgulamakla meşguldü. Bir ara kafasını kaldırınca, ovaların kıvrılıp yükseldiği tepelerin ardında izini kaybettiren kızıl ışık huzmelerini görüp adımlarını hızlandırdı. Karanlık çökmeden yuvasına dönmeliydi.

Nihayet evlerin, etrafında öbekleşip iç içe geçtiği köy meydanına vardığında sebepsiz bir rahatlama hissetti. Kahveden fırlatılan selamları kafasının tek hareketiyle yanıtladı. Veresiye hesabını kapatmış olmanın getirdiği öz güvenle bakkalın önünden dimdik geçip, evinin bahçe kapısına ulaştığı anda, ince duvarların içinden geçip kendisine ulaşan şıngırtıları ve bağırışları duydu.  Bir anda o munis, düşünceli kişiliği yerini gazap dolu, çalkantılı bir ruh haline bıraktı. Bıyıkları sinirden titrerken “Allahın cezası yine azdı.” diye söylendi. “Dininde imanında, borçlarını zamanında ödeyen, haram yememiş bir kulunum ben, ne garezin vardı da verdin şu belayı başımıza?” diye düşünmekteydi bir yandan da. Sonra aniden fazla ileri gitmiş olabileceğini fark edip “Tövbe estağfurullah!” diye iç geçirdi. “ Bu gavat yüzünden günaha da giriyoruz!”

Neyle karşılaşacağını çok iyi biliyordu Kemal Çavuş. Neredeyse bıkkınlıkla eve girip, dar koridorun en dip, en karanlık köşesindeki odaya ilerledi ağır ağır. Eşikte durup içeride sürüp giden trajikomik sahnenin tüm ayrıntılarını incelikle zihnine kazıdı ki öfkesi en gerçek, en etkili formuna bürünebilsin ve sonradan vicdanına iğne batıracak her türlü küçük merhamet belirtisi nefes alma şansı yakalayamadan bu sahnenin uyandırdığı tiksintide boğulabilsin.

Önceden sade döşendiği belli olan, karanlık ve şimdi bir Goya tablosunun dağınık ürkünçlüğüne bürünmüş odaya, iki köşeye çekilmiş dehşetle birbirlerini süzen çocukla kadının diken üstündeki sessizliği hakimdi. Kadının dağınık kınalı saçları ve o saçlara dolaşmış yazmasının çevrelediği, yaşlar ve çiziklerle bulanmış suratına donuk bir öfke yerleşiyordu yavaş yavaş.  Çocuk ise sapsarı yüzü ve tüm çelimsizliğiyle kaskatı kesilmiş vücuduna derin bir tezatla öne çıkan vahşi, okyanusun dibine dek derinleşebilirmiş gibi görünen karanlık gözlerini kadının üstünden bir saniye olsun ayırmıyordu. İkinci sınıf bir kovboy filmine meze olabilecek yavanlıktaydı havadaki gerilimin kokusu.
  
Çavuş bir an durdu, içindeki son mantık kırıntılarını da süpürecek kadar derin bir nefes aldı. Sonra da avazı çıktığı kadar bağırmaya başladı. “Ulan siz beni deli mi edeceksiniz! Her Allah’ın günü böyle mi gireceğim eve ben! Yettiniz artık, huzur bırakmadınız adamda.”
Sarf ettiği son kelime daha duvarlarda yankılanmayı bile bitirmemişken yıkıcı bir süratle odaya dalıp çocuğun koluna yapıştı. Çığlık çığlığa karşı koymaya başladı çocuk. O anda, kasılmış vücudundaki tüm yaşam gözlerinde toplanmıştı sanki. Avcı tuzağından canı pahasına kurtulmaya çalışan bir yabani hayvan gibi inleyip kıvranıyordu. O yaygara kopardıkça Çavuş iyice zıvanadan çıkıyordu. “Ne demek insan görmek istemiyorum, dışarıya çıkmam. Elin iş tutsun be artık yeter. Yer verdik yurt verdik, yetim halinle dışarıda koymadık. Akıllanırsın dedik sustuk ama fazla oldun sen. Madem bizim gibi davranmıyorsun, o zaman hayvan gibi yaşa!”

Kadın sindiği köşede, üzerine binen büyük korkuyla titriyordu artık. “Yapma Kemal, çocuk işte anlamaz. Bi tarafını çıkaracaksın, çekme!”

Fakat Kemal Çavuş çoktan çevresini algılayabildiği eşiği geçmişti. Kendisi önde yaka paça sürüklediği çocuk arkasında ahıra kadar bir nefeste gittiler. Perde aralıklarından onları izleyen komşular Çavuş’un çocuğu ahırın içine fırlatıp, kapıyı sürgülediğini zar zor görebildi. Sonrası sessizlikti. Gece tüm kanıtları yutmuş, tüm sesleri, ışıkları içine çekip tüketmişti. Ta ki yenileri doğana kadar…

“Hayvan sensin asıl! El kadar çocuğa ne edersin aklın alır mı senin? Çocuktur korkar, oyun eder, belki de beni kızdırmak ister. Elbet büyüyecek eli ekmek tutacak. Küçücük çocuğu para diye hırpalayacak kadar da mı vicdanın kalmadı!” Kadın sonunda korkusuyla öfkesi arasındaki üretici dengeyi kurabilmişti.

“Sus be, dır dır dır. Bir şeyden anlamazsın, katkın olmaz, sade konuşursun. Ben adam etmeye uğraştıkça sen şımart şu veledi. Bacının oğludur dedim, gariptir dedim bağrıma bastım. Her gün saatlerce çalıştım, boğazınızdan bir şey geçsin, ele güne rezil olmayalım diye. Ama yok yaranamıyoruz kardeşim. Yok!” Çavuş’un son çıkışından sonraki bir saniyelik sessizlik yaklaşan son yıkıcı dalganın uğultusuyla doluydu.
Kadının kekremsi kahkahası mahallede kavgayı izleyen herkesi afallattı. Normalde tartışma burada biterdi, hep bitmişti. Ama bugün bir tuhaflık vardı, bir uğursuzluk.

“Sen ailenin rızkını, evde seni bekleyen karınla, bir garip yetimin rızkını içkiye yatır, kafandaki son tele kadar borca bat. Sonra kalk yaranmaktan bahset. Bakkala sor bitti zannettiğin o borç, ayda iki kuruş ödemekle kapanır mıymış. Üstümüze yıkacaksın her şeyi. Bilmiyor mu- “

Sonrasını köydeki kimse duyamadı. Karanlık katlanıp büküldü, siyah bir sis gibi köyün üzerine indi. Kimse ne olduğunu anlayamadan, herkes karanlığın bir parçası olmuştu. Bedenler, ruhlar, varlıklar tek tek silindiler.

Bütün canavarlar hiçliğe karıştıktan sonra çocuk ihtiyatla ahırın penceresinden atlayıp açığa çıktı. Hepsi gitmişlerdi. Kendini bildi bileli onu dehşete düşüren bütün o şekilsiz, kabus yakıtından yapılmış, çarpık yaratıklar yok olmuştu. Doğduğu günden beri dehşet içerisinde, ait olmadığı bir ırkın arasında yaşıyordu. İnsan değildi onlar. Ya da onlar insandı kendisi başka bir şey. Tiksiniyordu, korkuyordu hepsinden. Karanlıktan, duvarların arasından çıkmıyor, evinin içine kadar girmiş o hilkat garibeleri de dahil hiçbirini yakınına yanaştırmıyordu.

Kaç kare kaçmaya çalıştıysa da bu köyden çıkamıyordu. Her yol buraya varıyor, her tabela burayı gösteriyordu. Sonsuzluğa sabitlenmiş bir cehennemdi burası. Zamanı ve mekânsal varlığı olmayan bir sistem hatasıydı. Gerçek olmamalıydı fakat yaratıcının çarpık mizah anlayışı sayesinde bir şekilde bugüne kadar varlığa tutunmuştu. Her gün bir diğerinin aynısıydı. Gün aynı şekilde doğuyor, hayat aynı şekilde akıyor ve karanlık aynı şekilde çöküyordu.

Bugün ise farklıydı, öyle olduğunu biliyordu çocuk. Tartışma uzamış, yarım kalmıştı. Belki de buranın sonu gelmişti. Güneş doğmayacaktı ve nihayet kendi dünyasının kapısı açılacak, karışıklık için kendisinden özür dilenecekti. “Burası…” diyeceklerdi “Defolu olanları koyduğumuz yer. Bir karantina. Sizde bir karışıklık olmuş. Kusura bakmayın.” Artık umutluydu, gülümsüyordu çocuk. Karanlıkta var gücüyle koşuyor, kendi dünyasının kapısını arıyordu.

Karanlıkta ağaçlara çarpa çarpa, körlemesine tırmandı tepeleri. Sonra daha az ağaca çarpmaya başladı. Ağaçlardan kaçınıyordu artık. Sonra yerdeki çukurlara dikkat etmeye başladı. Takılıp düşmek istemiyordu. En sonunda açıklığa çıktığında hare hare yükselen sarı ışıkta bedenini inceledi, bir yarası var mı diye baktı. Gözlerinden akan yaşları engelleyemiyordu. Güneş onun göz yaşlarıyla sönmeden yükseklere tırmanıyor, gün yeniden başlıyordu.

------
“Bey, kalk çabuk! Oğlan yine evden kaçmış!”
Çavuş yatakta gerinip, yarım açtığı gözlerle tepesinde dikilen karısına bakıp homurdandı.
“Her Allahın günü o kaçmaktan yorulmadı, jandarmalar bulup getirmekten.”
Spoiler: Göster

Çevrimdışı darrel standing

  • **
  • 51
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Karantina
« Yanıtla #1 : 06 Kasım 2015, 09:53:42 »
Gerçekten etkileyici bir hikaye. Özellikle tasvirlerinizi çok beğendim, ustaca kelimeler kullanmışsınız. Çavuşun bağırtıları kafamda canlandı diyebilirim :)
Ancak, hikayenin devamı var mı? Burada bitmemiş gibi geldi ve bence devam etmeli.

Çevrimdışı Black Helen

  • ***
  • 782
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Ynt: Karantina
« Yanıtla #2 : 06 Kasım 2015, 21:33:38 »
Öncelikle yorumunuz için teşekkürler sevgili darrel standing. Diyaloglar yavan kalmış mıdır diye bir endişem vardı açıkçası içime su serptiniz :D Hikayenin devamını getirmeyeceğim çünkü yarattığım evrende ufak detaylar dışında her gün tekerrürden ibaret olduğu ve çocuk da bu çemberi kıramadığı için devamı da aynı olurdu diye düşünüyorum :)
Spoiler: Göster

Çevrimdışı Laughing Madcap

  • ****
  • 960
  • Rom: 51
  • The Oncoming Storm
    • Profili Görüntüle
Ynt: Karantina
« Yanıtla #3 : 06 Kasım 2015, 22:55:16 »
Yazıyı okuduğumda ilk aklıma gelen şey şu sevgili Black Helen, sizleri bu sahnede daha sık görmeliyiz. Özellikle betimlemeler için kullandığınız kelimeler, enfesti. Çiftçilerin eve dönüşü ya da üvey evlat-anne kavgası böyle estetik tasvir edilince diyaloglar yavan kalmış gibi olabiliyor ama benim için bir problem yaratmadı.

Sonsuz döngü ve "işin aslı şöyle de olabilir böyle de" ikilemi, kurgularda pek sevdiğim durumlar. Hikayenin sonuna gelene kadar takıldığım tek bir nokta vardı, o da hikayenin zaman zaman bahsedilen ortama uyumsuz bir havaya bürünüp tekrar o havayı yakalamasıydı. Ancak kurgunun tamamına bakılırsa, belki de böylesi çok daha uygun.

Velhasıl farklıydı. Anadolu'nun tozlu topraklı bir köşesinde dolaşan viktoryan tarzında giyinmiş bir leydinin hikayesini anlatan bir psikolojik gerilim filmi hayal edin.

Diyeceğim odur ki devamını yazmayın ama buralara bol bol yazın.
Attention all planets of the solar federation
We have assumed control.

Çevrimdışı mit

  • *
  • 5536
  • Rom: 96
  • Kronik Anakronik
    • Profili Görüntüle
    • Yorgun Savaşçı'nın Günlüğü
Ynt: Karantina
« Yanıtla #4 : 09 Kasım 2015, 00:01:12 »
Kalemine sağlık Beyza, farklı bir öyküydü. Son hikayelerindeki karanlık tarzı bu kez bizim topraklarımızda geçen bir öyküyle birleştirmişsin. Karantina işin içine nerede girecek acaba diye beklerken hiç ummadığım bir yola saptı kurgu, sonuysa ayrı bir şaşkınlık ve tebessüm yarattı bende. Eline sağlık :)
Jackal knows who you are,
Jackal knows where you are.
Try to hide if you dare.
Do your best, i don't care.

Çevrimdışı Fırtınakıran

  • *
  • 8351
  • Rom: 1
  • Unique Ravenclaw
    • Profili Görüntüle
Ynt: Karantina
« Yanıtla #5 : 09 Kasım 2015, 11:17:21 »
Edebi açıdan kendi ayakları üzerinde duran bir öyküydü. Bana daha çok konusunu aktarmaktan öte, yazarın kendi kalemiyle sınavı gibi geldi. Hani bazen geldiğimiz noktayı görmek için bir şeyler karalarız, tasvirlere önem veririz, bu da onun gibiydi. Okunan kitaplar, gelişen kelime dağarcığı gibi etmenlerle onları kendi tarzımızda kullanma isteği gibi. Bu yüzden anlatımın konunun önünde olduğunu düşünüyorum. Dil, kurgunun bir iki adım önündeydi benim için. En azından bana hissettirdiği bu.

Köy havasını okurken soludum. Bu da yazarın bir başarısıdır. Seçilen kelimeler anlatılan topraklarla örtüşüyor. Betimlemeler yerli yerinde. Seçilen kelimeler güçlü bir dağarcığa işaret ediyor. Dahası, onları kullanan yazar da işini biliyor.

Kurguya da değinmek gerek. Çavuş belki hepimizin bildiği, iyi tanıdığı bir karakter olabilir; (bu onu klişe yapmaz) ama teyze ve çocuk arasındaki ilişki akla ilk gelen şekilde değildi. Ben bu hikayenin "köyün delisi" kavramına güzel bir bakış olduğunu düşünüyorum. Çağlar boyunca delilerin bilgeliğine güvenmiş kişilerin sayısı çoktur. Hikayenin sonunda bakış açımızı çocuğun devralması ve güneşle birlikte kurulmuş sembolik yan hoşuma gitti :). Karanlık-aydınlıkla birlikte bilinçaltı-bilinçdışıya da değinmişsin bence farkında olmadan. (Buraya dair diyecek çok şeyim var, ama uzatmayayım lafı)

Bir de minik eleştirim olsun:

Cümlelerin bir kısmını fazla uzun buldum. Bir iki tanesinde okurken geri dönüp baştan almam gerekti. Özellikle giriş cümlesinde bunu yaşamak kafama takıldığı için buraya alıntılamak istiyorum.

Alıntı
Gölgeler yavaş yavaş rayları yutup, trenleri teadülden kaldırırken, kasabadan adı unutulmuş köylere uzanan toprak yolda atılan telaş içerisindeki adımlar, toynaklar ve pençelere karışmaktaydı.

Güzel bir cümle, ama iki parça halinde olsa (kendi adıma) daha çok tadına varırdım diye düşündüm. Bir de "teadül" denklik demek değil mi? Ben mi yanlış biliyorum acaba? Eğer bu anlamda kullanıldıysa tam bağdaştıramadım :/. Tedavül olabilir mi?

Dilin kurgunun bir iki adım önünde olması antreman için iyi (amacı buysa), ama öykünün özü için (bence) iyi değil. Kurguyu gölgeleyen dil bir yerden sonra öykünün asıl amacını ikinci plana atıyor, diye düşünüyorum. Denge noktasının bulunması açısından, bu öyküyü birkaç gün sonra bir daha oku derim. O zaman bazı cümleler kendiliğinden senin eleğinden geçecek, bazıları takılacak, bazıları aynı kalacak. Bende öyle oluyor en azından :D.

Alıntı
Nihayet evlerin, etrafında öbekleşip iç içe geçtiği köy meydanına vardığında sebepsiz bir rahatlama hissetti. Kahveden fırlatılan selamları kafasının tek hareketiyle yanıtladı.

Öykünün en başarılı cümlesi benim için burasıydı. Neden mi? Çavuş'un otoritesini çok güzel özetliyordu doğrusu :).

Ellerine sağlık. Kısa film tadında, anlatımı güçlü bir öyküydü.

Çevrimdışı u.aslan

  • **
  • 101
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Karantina
« Yanıtla #6 : 09 Kasım 2015, 11:27:15 »
Etkili bir üslubunuz var, ancak bunu kanıtlamak istercesine bazı yerlerde süslü cümlelerin fazlaca varlığı okurken sekteye uğrattı beni ve elimde olmadan yer yer atladım bazı kelimeleri. Konu için birşey diyemeyeceğim ama kaleminiz oldukça güçlü. Elinize sağlık.

Çevrimdışı Black Helen

  • ***
  • 782
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Ynt: Karantina
« Yanıtla #7 : 09 Kasım 2015, 23:55:40 »
Öncelikle okuyup yorumlayan herkese çok teşekkür ediyorum. Sıradan gitmeden önce, bu öykünün benim için iki yönden deneysel olduğunu söyleyebilirim, o yüzden yaptığınız yorumlar çok değerli bulunduğum noktayı değerlendirebilmem açısından.

Sevgili Madcap, beğenmenize sevindim. Anadolu temasına bazı betimlemeleri yerleştirirken baya çekindim açıkçası. Dediğiniz gibi ortamla betimlemelerin dengesizlik yaratması beni ürküttü ama bir yerde de nasıl olacağını merak edip yazmıştım. Çok teşekkür ediyorum tekrardan  :)

Öncelikle yorumun için çok teşekkürler İhsan Abi. Başlığa metnin sonunu yazana kadar karar veremediğim için hikayenin başıyla pek ilgisi olamadı maalesef. Zaten senin de dediğin gibi hikayeye başlarken kafamda şekillenen kurguyla, bittiğinde karşımda duran kurgu birbirinden farklıydı.

Sevgili Fırtınakıran, beni yakaladın  ;D Dediğin gibi aslında her ne kadar kurguyu önemsesem de, bu öyküyü biraz da eğer Anadolu kültürünü işin içine katarsam nasıl bir anlatım benimserim sorusuna cevap bulmak için yazmıştım. Başta herhangi bir kurgulama yapmadan, o ortamı nasıl tasvir edebileceğimi görmek istedim. Yorumunu okuduktan sonra dönüp hikayeyi bir daha okuduğumda epeyce haklılık payın olduğunu görüyorum. Gerçekten de çözüm kısmına gelene kadar düğüm ve serim bölümlerini pek aydınlatamamışım.
Uzun cümleler konusunda diyebileceğim maalesef bunun benim kötü huyum olduğu. Yazarken ben de bir aksama hissediyorum ama dönüp bölmeye kıyamıyorum nedense. Bu konuda bir eleştiri daha almıştım demek ki biraz daha üzerine düşmem gerekiyor.
Bir de gerçekten de tedavül olması gerekiyor. Kavram karmaşası yaratmışım resmen :ne Teşekkürler fark ettiğin ve yorumladığın için.

Sevgili u.aslan, mekan betimlemesi yaparken işi biraz abartmak hoşuma gidiyor genelde ama okuyucuda bıkkınlık uyandırması tabi ki rahatsız edici bir durum. Bir daha yazarken bunu da göz önünde bulunduracağım. Teşekkürler okuyup yorumladığınız için  :)
Spoiler: Göster

Çevrimdışı TheSpell

  • ***
  • 826
  • Rom: 16
  • Dovie'andi se tovya sagain.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Karantina
« Yanıtla #8 : 14 Kasım 2015, 19:22:29 »
Benim de çok hoşuma giden bir hikaye oldu. Ne yazık ki yeni bir eleştiri ekleyemeyeceğim, söylemek istediklerimin neredeyse hepsini Fırtınakıran belirtmiş zaten. Dilin kurgunun önüne geçmesi beni de hoşnutsuz, güzel bir kurgu daima daha iyidir bence :)

Emeğinize sağlık. Kaleminizden daha çok okumak isterim.