Kayıt Ol

Grænlendinga Saga

Çevrimdışı Skald Harald

  • *
  • 28
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Grænlendinga Saga
« : 10 Kasım 2015, 11:05:28 »

Spoiler: Göster
Tanıtım:
"Ósnjallr maðr
hyggsk munu ey lifa
ef hann við víg varask;
en elli gefr
honum engi frið,
þótt honum geirar gefi."

"Aptal adam
sonsuza dek yaşayacağını sanar
kaçarak savaştan;
Ancak yaşlılık vermediğinde huzuru,
Mızraklardır onu bağışlayacak olan."

(Hávamál - 16. öğüt)

M.S. 985. Dünyada Viking Çağı yaşanmakta. Genç Tyrker'in kaderinin, kölelikten savaşçılığa, oradan da babalığa nasıl dönüştüğüne tanıklık edin. Bir yandan keşfetme arzusu bir yandan da aşkına kavuşma isteği ile yanan Tyrker, tarihin nasıl yazıldığına tanıklık edecektir.

"Kara dalgaları aşıp, karların arasından fiyortlara, oradan da Midgard'ın sınırlarına varacağız. Var mısın Tyrker?"

"Varım."
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

                          

                          

 
-SAGA-

 Ben Türker. Benim içlerinde yaşadığım insanlar bana Tyrker veya Tyrkir derler. Siz bunu okuduğunuz anlarda ben ve yaşantım çoktan tamamlanmış, geriye kemiklerim kalmış olacak.

Efsaneler, Büyük Kağan Attila ve Hunların atalarımız olduğunu söyler. Avrupa'nın ortasında bir köyde doğdum. Çiftçi bir ailenin beşinci oğlu olan ben Türker, zayıf bir oğlandım. Hayatımın değişmesi bir baskın ile oldu.

Kuzey tanrılarının oğulları geldiler. Vikingler geldiler köyümüze. Yakmışlardı her yeri, bırakmamışlardı en ufak bir insan evladını canlı.

Elinde baltasıyla bir Viking savaşçısının yaklaştığını hatırlarım. Beline inen örgülü saçları, zincir zırhıyla yaklaşmıştı bana.

Ve o Viking beni bileğimden yakaladı ve kaptığı gibi götürdü uzaklara.

Baktım ki geriye, hiçbir şey kalmamış iki taştan başka.
Yanıyordu topraklar, can çekişiyordu insanlar.
Gidiyordum bir ben uzaklara, ağlaya ağlaya.



İşte dostlar, ben Türker'in hayatı böyle başladı, bir Viking'in beni kaçırmasıyla. Irgatlıktan başka yoktu bir bildiğim. Onun gibi pek çok Viking'in olduğu bir gemiye bindirdiler beni. Ejder biçimliydi pruvası, "Drakkar!" diye bağırıp kürekler çeke çeke aştılar denizleri, aylarca yollar katettiler.

Fırtınalar aşıldı, dalgalar yenildi.
Kürekler çekildi, yelkenler gerildi.
Kılıçlar bilendi, kalkanlar temizlendi.
Şarkılar söylendi, içkiler içildi.



Sonunda görüldü kuzey toprakları.

Görünce karayı, kara dalgalar arasından, bağırdılar sevindiler. Beni kapan savaşçı da beni bileğimden tutup indirdi iskeleye. Bir liman vardı önümde.

Bir liman ki, boy boy gemiler.
İnsanlar ki, uzun ve sarışın.
Evler var ki, oyma tahtadan.
Bir koku var ki,

Denizin tuzu ve çam reçinesi birbirine karışmış.


Beyazdı gök, yeşildi etraf.




O yerlerin arasından, insanla dolu bir pazara getirildim ben. Bileğimi tutan Viking savaşçısının eline bir kese altın verildi. O da beni karşımda duran şişman bir Viking'e verdi.

Bana baktı, evirdi çevirdi.
Kaba saba sözler söyledi.
Anlamayınca dövdü beni.
Atlarına saman taşıttırdı bana.




Bir köle olduğumu on iki yaşımda anlayabildim. Bana sürekli "Thrall!" diye bağırıyorlardı. Bu onların dilinde ilk öğrendiğim kelimeydi. Thrall bendim, köle demekti.

Aradan uzunca zaman geçti. On beş yaşıma geldiğimde artık yetişkindim. Beni diğer kölelerle çalıştırıyordu. Onların dilinden hâlâ çok az anlıyordum. Pazarda biri bizi satın alsın diye çıplak gezdiriliyorduk, sadece edep yerlerimiz örtülüydü.

Sonra bir kız getirdi başka bir Viking savaşçısı. Gözleri gökler kadar mavi, saçları alev gibi kırmızı.

Köle yaptılar onu da,

Mal taşıttırdılar,
Yemek pişirttiler.
Ve bir gün geceleyin,

Onun kızlığını almaya karar verdiler.




Nereden geldiğini bilmediğim ve tanımadığım, uzaktan görerek sevdiğim bu kızcağıza el kaldırdı sahibim. Şişman köle başı, gözümün önünde genç kızı ısırdı ve kıyafetlerini soydu. Açık kapıları arasından bir bendim buna şahit olan.

Bürüdü gözümü kan.
Aldım bir hançeri elime.
Daldım odaya ümitsizce.




Ben girdiğimde kızın ağlaştığını, adamın da zavallının üstünde azgın köpek gibi inip kalktığını gördüm. Zevkinden, iniltisinden beni fark edemeyen sahibimi arkadan bıçakladım, kanını elime bulaştırdım.

Genç kızı kurtardım ama bedeli ağır oldu.

Bunu duyan muhafızlar koştu geldi. Beni tutup meydana çıkardılar, bana bakar oldu herkes.

Ve karşımıza bir adam çıktı.
Thorvald'dı adı.
Bir Vikinglere bir de bana baktı.
Onu görünce çekildi muhafızlar iki yana.
Çenemi kaldırıp baktı bana.


Gözümün içine konuştu, benim dilimle:

"Adın ne senin?"

"Türker." dedim.

"Neden seni tutmuşlar böyle?"

"Ben sahibimi öldürdüm."

"Niye öldürdün?"

"Kölesi olan kızı tecavüze kalkıştı."

"Ya öyle mi?"

"Öyle efendim."

"Peki ben bir kıza tecavüz etsem, beni de öldürür müsün?"

"Evet." dedim kaybedecek bir şeyim kalmadığından emin olarak.

Sarı saçlı, iri yarı adam sırıttı ve son kez konuştu:

"Artık benimsin Tyrker."



Dostlar! Zanettim ki beni ölüm bekler. Meğer beni alan adam Thorvald Asvaldsson imiş, soylu bir Viking'miş. Oğlunun adı da Erik'miş, genç ve yağız bir Viking delikanlısı.

Uğruna öldürdüğüm kızı da yanına aldı soylu Thorvald, artık onların kölesiydi.

Thorvald benim dilimden konuşurdu. Beni pek severdi. Benim onurlu bir thrall olduğumu söyler dururdu.

Bir gün oğlu Erik'e gösterdi beni. O da kız gibi kızıl saçlıydı. Ama gördüğüm en güçlü adamdı.

Bilmezdim Erik kimdi.
Bilmezdim o kız kimdi.
Ama şimdi biliyorum,
O ikisi benim kaderimdi.




Ve o gün bizim dostluğumuzun başladığı gündü. Thorvald oğlu Erik, bana Vikingleri tanıttı, geleneklerini anlattı bana. Meğer benim sandığım gibi barbar ve tecavüzcü değillermiş. Ancak yağmacı olduklarını kabul etti. Benim iyi dostum oldu, bana köle gibi davranmadılar, aileden biri gibi gördüler.

Ama bir günün ardında,
Gecenin karanlığında,
O kızı gördüm.
Yıkanıyordu ay ışığının altında.
Dayanamadım alımına.




Gittim yanına. Gördü beni. Korkup havluya sarındı. İlk ben de ürktüm. Yaklaşmaktan korktum. Sonra birkaç adım attım. Anladım ki o da beni seviyor. Çünkü gözleri gülüyordu.

Korkakça öptüm,
Ürkekçe sarıldım,
Nazikçe dokundum,
Aşkla seviştim.




Adını bile bilmediğim kız koynuma girdi ve sarıldı. Ve bana dönüp konuştu:

"Yseult."

Anlamadım. Sonra parmağıyla kendini işaret etti. Diri göğüsleri vücuduma değiyordu:

"Yseult."

Adı buydu. Ben de kendimi işaret ettim:

"Türker."

"Tyr...Kir?"

Güldüm. Evet anlamında salladım başımı, bilmiyordum daha karşımdaki güzel kızın İskoçya'dan gelen bir Pikt prensesi olduğunu. Bilmiyordum daha kardeşim olan Erik'in bir gün bana oğlunu emanet edecek ünlü savaşçı Kızıl Erik olacağını.

Keşfedecektik.
Yelken açacaktık.
Savaşacaktık.
Bulacaktık.




Ben Türker. Hunlar'ın atası olduğu milletten, Macarlar'danım. Bu da benim ve korkusuz Vikingler'in sagasıdır.

İşte böyle başladı Grönland Sagası ya da Viking deyişiyle "Grænlendinga Saga", benim ölümüme kadar da sürecek.



 GRÆNLENDİNGA SAGA'NIN GİRİŞİ          
               BURADA BİTERKEN,

        TYRKER'İN MACERASI DA
             BURADA BAŞLIYOR.


Çevrimdışı Skald Harald

  • *
  • 28
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Grænlendinga Saga
« Yanıtla #1 : 15 Kasım 2015, 17:10:33 »
Spoiler: Göster

M.S. 968 - 8 Şubat

Kışın hakim olduğu Viking toprakları beyaza bürünmüştü. Genç bir köleydim. Yeni sahiplerimin evinde onlara hizmet veriyordum. Görevim seyislikten, temizlikçiye değişiyordu. Ama atlardan anladığım için sahibim Thorvald atlarını hep bana emanet ederdi. Kendisi ve eşi dinlerine çok bağlıydılar. Hıristiyanlar ve Paganlar yaşadığımız yerde yarış ve kavga halindelerdi. Kuzey tanrılarına bağlı Thorvald'ın ağzından "Freya aşkına!" lafı hiç düşmezdi.

Oğlu ve kızları vardı ancak onlarla pek içli dışlı değildim. Henüz Throvald'ın, Yseult'la yattığımdan haberi yoktu. Kimsenin yoktu. Bilselerdi bana ne yaparlardı bilemiyorum, ateşle oynuyordum.

Bu pagan ailenin "thrall"ı olarak ben Tyrker (artık böyle çağırılıyordum), kendimce yaşıyor, hayattan bir beklentiye girmeksizin karnımı doyuruyordum. Nitekim kabuslarım da hep annemi, babamı, kardeşlerimi ve vahşice katledilen ailemi görüyordum. Ancak onları katledenler başka, bu Vikingler başkaydı. Onları yargılayamazdım, aksine onlara şükretmeliydim, bana çok iyi davranıyorlardı.

Ancak tüm bu Vikinglerin içinde biri vardı ki, benim en iyi dostum olmuştu: Erik.

Erik, çok güçlü bir adamdı, benimle aynı yaştaydı. Yeni yeni çıkan kızıl sakalları vardı. Uzun kızıl saçları da Yseult'un ki gibi omuzlarına dökülürdü. Kalkanı sırtında, kılıcı belinde dolaşırdı, çok iyi bir savaşçıydı.

On sekiz yaşlarımdaydım o zamanlar. Bu sagayı yazma fikri daha doğmamıştı.
Ama şimdi yazıyorum. Yazıyorum ki Kızıl Erik'in yaşam öyküsünü duymayan kalmasın.
Çünkü biliyorum, ozanlar ve skaldlar yalan uyduracak, palavralar atacaklar.
Tarih adlarımızı çarpıtacak, gerçeği efsane yapacak.

Ama ben doğruyu söyleyeceğim.

Bir gün şafak vakti, kalpağım başımda, Thorvald'ın midillilerini tımar ederken, sırtıma biri şaplak attı.

"Tyrker! Ne yapıyorsun?"

Dönüp gülümsedim dostuma. Yine de saygımı bozmadım, o da benim sahibimdi:

"Atları tımar ediyorum efendim."

"Atlayı tımay ediyoyum efenim! Idun'un elmaları adına, bana efendim deme! Canımı sıkma Tyrker."

Halbuki ben r'leri düzgün söylerdim.

"Peki..." dedim ve kaldım. Ona ne desem bilememiştim.

"Bana Erik diyeceksin. Ben de sana Tyrker diyeceğim. Şimdi dostum Tyrker, üç senelik kardeşim, iki midilliyi eyerle, beraber gezineceğiz."

"Emreder-"

"Seni taş kafalı, bana kölevari konuşmalar yapma! Hadi be Tyrker. Seni ısırmayacağım. Bana Erik de."

"E... Erik."

"Gördün mü? Kolaymış!"

Gülmeye başlayınca, karşımdaki Viking de gülmeye başladı. Sonunda kahkahalar atarken atları eyerledim ve bana söyleneni yapmaya koyuldum.

"Laski'ye ne de iyi bakmşsın. Yelesi pek yumuşak Tyrker."

Laski beyaz, üzerinde kahve hareler olan mavi gözlü güzel bir kısraktı. Erik'in en sevdiği at da Laski'ydi. Ben de yaşlı Kolfaxi'nin üzerine atladım. Sonra da Erik'i takip etmeye başladım.

"Erik..."

"Konuş Tyrker!"

"Nereye gidiyoruz?"

Beni dostu bellemiş adamdan cevap gelmedi. Atlarımızın toynakları kara bata çıka ilerliyorlardı. Şafağın sessizliğinde ilerledik.

Yaşadığımız balıkçı kasabasından iyice uzaklaşmıştık. Artık meraklanmaya başlamıştım.

"Erik! Nereye gidiyoruz?"

Erik ormanın içine girdi. Cevap alamadığımdan onu takibe koyuldum.

İşte o şafağın ortasında,
O güzide günün ışığında,
Kara ormana girdik.
Kuzgunlar fısıldarken, kurtlar ulurken,
Ayılar izler, geyikler koşarken,
Atlarımızdan indik.


"Sana iki şey vereceğim." dedi Thorvald oğlu Erik.

"Buyur Erik."

"İlki vereceğim bir sır. Bana sır tutacağına dair yemin et."

"Yemin ederim."

"Sen hangi tanrıya inanıyorsun?"

"Bilmiyorum..."

"Yemin et. Şerefin üzerine yemin et."

"Şerefim üzerine yemin ederim. Sırrını tutacağım."

"Babam Thorvald... O birini öldürdü."

Şaşırdım. Sahibim Thorvald Asvaldsson iyi ve nüfuzlu bir pagandı. Kimseyi öldürmek için bir sebebi yoktu, kimsenin de onu öldürmek için.

"Kimi?" diye sordum.

"Olof Haakonson'u. Bizler Rogaland'da iken. Bize ilk getirildiğin zaman. İzlanda'ya gelmeden önce. O zamanlar küçüktük."

"Nasıl yani? Neden? İzlanda'ya bunun için mi geldik?"

İzlanda'daydık. Bundan aşağı yukarı üç sene önce gelmiştik bu adaya. Ancak o zamanlar buraya gelmemizin sebebini ticaret zannediyordum.

"Evet Tyrker. Babam o adamı bir avuç fasulyesini çaldığı için öldürdü. Bir avuç fasulye. Zavallı adam fakir düşmüş eski bir savaşçıydı. Yaşlı Olof hıristiyandı. Babamın sözde sihirli fasulyelerini açlıktan yedi. Babam da onu göz kırpmadan boğazladı."

"Fasulyeler... Niçin Erik?"

"Zavallı adamı fasulyelerin birazını çalarken görmüştüm. Dediğini dün gibi hatırlarım:

'Thorvald oğlu Erik! N'olur kimseye bahsetme. Bahsetme ve Yaşlı Olof'un karnı bugünlük doysun!'"

"Sen ne yaptın Erik?"

"Onu korudum. Ama babam öğrendi. Sonra Olof öldü. Bu haber hemen Jarllara gitti. Biz sürgündeyiz Tyrker. Babam ve ailesi olan biz sürgündeyiz."

Böylece öğrendim Thorvald'ın katil olduğunu.
Birbirinin kurduydu insanoğlu.
Bazıları fasulye, bazıları katır,
Kimisi kadın, kimisi bakır,

İçin öldürüyordu.


Ve Thorvald oğlu Erik başını kaldırdı. Bal rengi gözleri kısıldı:

"Şimdi de sana kılıç veriyorum. Bu da ikincisidir. Sen artık azat edildin. Ben Erik Thorvaldsson, seni thrall olmaktan azat ediyorum. Bundan sonra sen benim adamımsın, benim dostumsun, benim için kan dökeceksin."

Bana uzatılan enli Viking kılıcına bakakaldığımı hatırlarım. Ağzım açılıp da bir şey diyemiyordu.

"Tyrker. Macar Tyrker. Ben her şeyi biliyorum. Anlatılanı da anlatılmayanı da. Yseult'la her ay yattığını da biliyorum."

Gözlerim fal taşı gibi açıldı.

"Ben... Ben minettarım size. Erik-"

"Kes ağlamayı! Buraya bunun için gelmedik. Sana her gün bunu kullanmasını öğreteceğim. Her şafak vakti. Öğreneceksin Tyrker. Öğreneceksin ki bu sefil hayattan uzaklaşalım. Benim yaşıtlarım Kral Sarışın Harald'ın gemileriyle akınlar yapıyor, kadın ve altın elde ediyorlar. Bense babamın paganlığı yüzünden burada balık tutuyorum. Seninle bir gün kadere boyun eğdireceğiz. Anlaşıldı mı Tyrker? Eğdireceğiz. Ben kaderin kölesiydim. Sen de Vikingler'in. Şimdi kimsenin kölesi olmayacağız!"

Coşkuyla doldum. Erik'in gözleri parlıyordu. Artık kimsenin kölesi değildim. Ne de mutlu bir andı.

"Yaşa Kızıl Erik!" dedim bağırarak. Hayattaki ilk ve tek dostuma sarıldım. İşte o gün, Erik'e ben hep Kızıl Erik der oldum, o da bana sağ kolum der oldu.

Hayaller kurduk, kıyıya çarpan dalgalara bakarak.
Kılıç savurduk, hayaller kurarak.
Kalkan tokuşturduk, kılıç savurarak.
Güçlendik, kalkan tokuşturarak.
Adam olduk, güçlenerek.
Sözler verdik, adam olarak.
Kardeş olduk, sözler vererek.

Yoldaştık artık,

Kardeş olarak.


İşte dostlar, Tyrker'in İzlanda'daki o mutlu sabahı yazgısını değiştirmeyi öngören yeminlere dönmüştü. Kızıl Erik bana o gün babasının kılıç koleksiyonundan bir tanesini gizlice verdi ve gizlice azat etti. Tüm bunlardan hiç kimsenin haberi olmadı. Kardeşim kendinden çok emindi:

"Bırak babamı, bundan Odin'in bile haberi olmayacak! Kuzgunları Huginn ve Muninn, buralara kadar uçamazlar ona haber vermek için. Bu ormanı ruhlar koruyor!"

Gençliğimize ait en önemli anı bu yemin günüdür. Bir diğer anımsa yanan bir aşkla sevdiğim İskoç kızı Yseult'a aittir. Bunu anlatmayı bir sonraki bölüme sakladım ki, sevdiğim kızı nasıl sevdiğimi bundan sonra doğup ölecek tüm Vikingler bilsin. Bilsinler ki, kadın böyle sevilir, kışın açıp ölen kardelenler gibi değildir aşk. Ancak Vikingler'in yine de bu konuyu pek önemseyeceklerini sanmıyorum, ne de olsa hep daha güzele ve daha zengine yönelir soylular.

TYRKER'İN KURTULUŞU BURADA SONA ERERKEN,

KADINA VE KILICA OLAN AŞKI DA BURADA BAŞLIYOR.

Çevrimdışı

  • *
  • 39
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Grænlendinga Saga
« Yanıtla #2 : 24 Kasım 2015, 13:41:40 »
Masalsı ve yalın, akıcı bir anlatımınız var tebrik ederim. Büyük bir kitaptan çok öykü gibi duruyor, yanılıyor muyum?
Onur Şahin

Çevrimdışı Skald Harald

  • *
  • 28
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Grænlendinga Saga
« Yanıtla #3 : 26 Kasım 2015, 13:14:47 »
Masalsı ve yalın, akıcı bir anlatımınız var tebrik ederim. Büyük bir kitaptan çok öykü gibi duruyor, yanılıyor muyum?
Teşekkür ederim. Anlatımım konusunda belli bir türe bağlı kalmaya çalışmadım. Sadece aklımdakileri bu şekilde ifade edebileceğimi düşündüm. Artık hangi ismi koyarsınız bilmiyorum :).

Çevrimdışı Khentis

  • **
  • 100
  • Rom: 5
    • Profili Görüntüle
Ynt: Grænlendinga Saga
« Yanıtla #4 : 27 Kasım 2015, 19:29:52 »
Hikayenize güzel bir giriş yaptığınızı düşünüyorum. Yapıcı eleştiriler yapayım. Tyrker'in uzun zaman olduğu halde, Vikinglerin dillerini henüz doğru dürüst anlamadığını söylemesini biraz mantıksız buldum. Zira Tyrker ufak bir çocuk ve üç yılda, içinde bulunduğu toplumun dilini hiç zorluk çekmeden konuşmaya başlayabilir. Düzyazı kısımlarında, bana kalırsa gereğinden fazla sayıda olan devrik cümleler, okumamı biraz zorlaştırdı. Yapıcı eleştiriler yapmayı bırakayım.

Ben hikayenizi bir mit olarak gördüm. Dolayısıyla hikayenin hızlı ilerlemesini beğendim çünkü mitler kısa, betimlemelerle ve derin anlatımlarla fazla uğraşmayan, kısa hikayelerden oluşur. Hikayenizin devamını bekliyorum.

Şiir ve düzyazıyı, aşağıdaki gibi ayırabilirsiniz bu arada. Okuması daha rahat olur, daha da hoş gözükür :)

-

Erik ormanın içine girdi. Cevap alamadığımdan onu takibe koyuldum.

İşte o şafağın ortasında,
O güzide günün ışığında,
Kara ormana girdik.
Kuzgunlar fısıldarken, kurtlar ulurken,
Ayılar izler, geyikler koşarken,
Atlarımızdan indik.


"Sana iki şey vereceğim." dedi Thorvald oğlu Erik.

-

Yazıyı italik yapmasanız bile, dizeler arasında boşluk bırakmamanızı öneririm.
The wizard's crown I'll take on Halloween.

Çevrimdışı Skald Harald

  • *
  • 28
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Grænlendinga Saga
« Yanıtla #5 : 29 Kasım 2015, 17:51:27 »
Çok teşekkür ederim, hem eleştirileriniz hem de beğendiğiniz için. Yazı konusunda kesinlikle haklısınız, bunun sebebi benim özensizliğim o konuda, kitabım wattpadde olduğundan, oradan kesip yapıştırmıştım. Bundan sonraki bölümlerde mutlaka dikkate alacağım.
Tyrker'in diğer macerasında görüşmek üzere! :)