KADER, KISMET, ALINYAZISI.
“Cemil!”
“Cemil uyan!”
Işıkların içinden annemin beni uyandırdığını görür gibi oldum, ama gözlerimi tamamen açtığımda beni kaldıran Ömer’in sakallı yüzünü fark ettim.
“Hadi kalk, Rıfat Baba’nın yanına gidiyoruz!”
Yarık tavandan sızan turuncu gökyüzünü gördüm. Yeni güneş doğuyordu. Dışarı çıktığımda, kendime yastık yaptığım hırkayı giydiğime şükrettim, çünkü serin bir rüzgar tüm şehri sertçe dövüyordu. Oraya buraya yıkılmış molozların ve çeşitli mobilyaların arasındaki, yürüne yürüne düzleşmiş olan patikaları sessizce takip ettik Ömer’le.
Minaresi yıllar önceki savaşta parçalanmış olan, çatlak kubbeli bir caminin avlusundaki insanların arasındaki Rıfat Baba’yı ayırt etmek zor değildi. Pislikten kahverengi ve grinin alacalı bulacalı rengine dönüşmüş cübbesiyle etrafta koştururken, sessizce ona yardım eden insanlara mırıldanarak bir şeyler söylüyordu. Bizi görünce bir saniyeliğine durdu ve gülümsedi.
Etrafta yeni gelenler de vardı. Kucağında bir bebekle köşede sessizce etrafı seyreden bir kadının yanına gittim ve onun elinden tutup eski metal bir masanın önüne oturttum. Bunlar da etrafta Rıfat Baba’yı duyup gelen çaresiz insanlardı. Ufukta bir yere giden tankların arkasında bıraktıkları tozu herkes izledi bir süre.
İstanbul çok sessizdi artık. Martıları özlediğimi hissettim birden.
Dev iki kazanda kaynatılan çorba herkese dağıtıldı ve arada duyulan şükran fısıltıları ve dua kelimeleri hariç hiç kimse bir söz söylemeden çorbalar içildi. Karşımdaki yaşlı adam gülümsedi ellerini yukarı kaldırarak.
Akşama doğru yeni gelen herkese birer battaniye ve cami içinde birer şilte verildiğinde ‘Allah sizden razı olsun’, ‘Siz olmasanız biz ne yapardık’ ünlemlerini duymak artık Ömer’le bizi etkilemiyordu bile. Ama bugün, hep o yüzümüzde şekillenen gülücük bugün daha da yapaydı sanki.
Akşam olduğunda Halit Abi’nin kahvehanesinde sıcak bir şeyler içerdik. Hala bırakamadı orayı, savaştan sonra bile. Birer bayat çay içer, midemizi yakardık soğuk kasım ayında. Rıfat Baba’yı gördüğümde ayağa kalktım ama Ömer hala uzaklara bakmaktaydı.
“Afiyet olsun gençler” diye takıldı bize Rıfat Baba; bir sandalye çekerek yanımıza oturdu.
Ömer karşıya bakıyordu. Cebinden bir şişe çıkarıp kafasına diktiğinde Rıfat Baba’nın yüzünde bir gülümseme belirdi. Kendi kendine “Ah Ömer’im ah” diye iç çekti.
Ben ise iki masa uzaktaki bir çınarın altına sandalyemi çekerek ayaklarımın altındaki Haliç’i izlemeye koyuldum. ‘hala eskisi kadar güzel’ demeden edemedim kendi kendime. Bir an Ömer’le Rıfat Baba’ya baktığımda Ömer’in göbeği hoplaya hoplaya ağlayışını ve Rıfkı Baba’nın onun elini omzuna koyuşunu gördüm. Savaştan sonra kendini dine adayan bir adamın hüzünlü geçmişini düşünmek bile istemedim. Derin bir iç çekmeydi tek yapabildiğim. İçtikçe rahatlıyor, rahatladıkça ağlıyordu.
Tekrar döndüm Şehr-i Sükut’a; bir mezarlıktan daha sessizdi; Ömer’in hıçkırıkları olmasaydı… İki sokak aşağıda neşeyle oynayan çocuklardan birisi bir havai fişek bulmuş olacak ki, tiz bir ses ile birlikte rengarenk ışıklar tüm molozları aydınlattı bir saniyeliğine. Bir saniyeliğine de olsa neşe geldi şehre, bir saniye süren bir neşe. Gece iyice bastırıp, ayaz iliklerime doğru ilerlerken, Halit Abi bir çay daha getirdi.
‘Kader’, ‘kısmet’, ‘hepsi geçecek’, ‘zaman her şeyin ilacıdır’, sözlerini seçiyordum Rıfat Baba’nın mırıltılı cümlelerinden. Hava kararıyordu yine, bir gece daha. Ama tükenen bu gün de ne Ömer’e unutturabilmişti acısını, ne de martıları geri getirmişti İstanbul’a.
Zar zor ayağa kalkan Ömer’in koluna giren Rıfat Baba’yı izledim tekrar. Yine sakin, ve huzurluydu. Yavaş yavaş iki yaşlı adam karanlığa karışırken, son yıllarını dine adamış o güçlü Rıfat Baba’nın, ağlamaktan perişan olan Ömer’in elinden şişeyi alıp kafasına diktiğini ve sonra uzaklara fırlattığını şöyle böyle seçebildim. Ve hala o mırıltılı sözcükler molozların arasında yankılanıyordu;
Kader…
Alınyazısı…
Kısmet…
Hüzünlendim, bir dikişte içtim sıcak, çamur gibi, ama şerbetli ve tatlı çayımı. ‘Kader’ dedim kendi kendime. Bugün 40 yaşına girmiştim.
Ömer’in bir bomba sonucu 2 kızının ve karısının öldüğü günün yıl dönümü ile aynı günde olan doğum günüm yüzünden de kaderime lanet ettim.