Kayıt Ol

Dünyanın Yarısı

Çevrimdışı Oliver_

  • **
  • 216
  • Rom: 4
    • Profili Görüntüle
Dünyanın Yarısı
« : 07 Şubat 2016, 19:58:14 »
Herkese merhaba.:) Ben liseden beri bir şeyler yazmaya çalışıyorum. Yazmaya başlarken 300-400 sayfa uzunluğunda romanlar olacağına dair planlar yapıyordum. Ancak her seferinde iki sayfa yazıp bırakıyordum. Her denemede aynı şey başıma geldi. Sonra kısa bir şeyler yazmak aklıma geldi. Böylelikle  bitirebileceğimi düşündüm ve öyle de oldu. Öncelikle söylemeliyim ki hiçbir tecrübem yok. Öyküm bana çok güzel gelebilirken size berbat gelebilir. Tek isteğim lütfen fikrinizi belirtin. Etrafımda yazdıklarımı yorumlayacak sadece bir kişi var. Tek bir kişi yorumlayıp güzel deyince de saçma havalara girebiliyorum.  :P O yüzden olumlu olumsuz her türlü yorumunuzu bekliyorum.
Son olarak bazı hatalardan bahsedeceğim. Hikayemin birinci bölümünü yazmayı bitirip bilgisayara geçirdiğimde çok fazla yazım yanlışı yaptığımı fark ettim. Bunları teker teker düzeltim. Bütün gece onunla uğraştım. Düzenleme bitince kaydedip uyudum, sabah kontrol için baktığımda bütün ı,i ve p harflerinin saçma simgelere dönüştüğünü gördüm. Kolayca düzeltme yolunu aradım ama bulamadım. O yüzden hepsini teker teker elle düzelttim, kaydettim ve  aynı şey tekrar oldu. Kendime küfrede küfrede aynı şeyleri tekrarladım. Yani arada bazı harf hataları görürseniz nedeni bu. Tabii ben şimdi de tekrar okuyup düzeltmeye çalışacağım. Gözden kaçan olursa özür dilerim.
Ayrıca diyaloglarımın zayıflığı için de şimdiden özür dilerim.  :P

Spoiler: Göster
   Dünyanın Yarısı

 Güneş gözlerini kamaştırırken bir kez daha bu yolculuğa çıktığına pişman olmuştu.  Başlarda yolculuk keyifliydi. Güneş, deniz, bol bol yiyecek... Ancak bir süre sonra her şey tersine dönmeye başladı. Güneş tenini yakıyor, suya girmek sıkıcı geliyor ve sürekli aynı yemekleri yemek midesinin bulanmasına neden  oluyordu.  Bu konuyu Kaptan ile konuşup geri dönmeyi emredecekti. Kaptan'ın kamarasına doğru yol aldı. Merdivenlerden yavaş yavaş inerken bu konuyu bugün halledeceğine emindi. Sonuçta kendisi teknenin sahibiydi ve ne isterse o olurdu. Kaptan'ın odasına gelince etrafı dinlemeye başladı. Galiba Kaptan uyuyordu çünkü uyanık olduğuna dair herhangi bir  ses yoktu. Yavaşça kapıyı çaldı, karşılık gelmedi. Tekrar çaldı ve yine karşılık gelmedi. Kapıyı iterek içeri girdi. Kaptanın odasına ilk defa gelmiyordu. Garip bir zevki vardı adamın. Pencereler siyah bezlerle sıkıca kapatılmıştı.  Tek ışık kaynağı ahşap masanın üzerinde ki garip şekilli mumdu. Oda aşırı dağınıktı. Yatak ve masadan artan kısımlar otlar ve daha önce hiç görmediği eşyalarla doluydu. Kaptan yatağında oturmuş tavana bakıyordu. Anlaşılan kapının sesini duymuş ama cevap vermemişti.
"Kaptan kapıyı çaldım duymadın mı? Seninle konuşmam gereken bir konu var." Kaptan bunu da duymuş gibi değildi.  Adam aynı sözleri  yüksek sesle tekrarlayınca Kaptan gözlerini ona dikti. Kömür karasıydı gözleri. Sanki ona zarar vermek istiyormuş gibi bakıyordu. Adam tedirgin olup gerileyince Kaptan gülümseyip "Ah, özür dilerim. Ne dediğini duymadım."  dedi. Kaptanın gülümsediğini gören adam rahatlayıp odadaki sandalyeye oturdu. Kendisine bu teknenin sahibi olduğunu hatırlattı. Konuya doğrudan girmeye niyetliydi.
"Geri dönüyoruz Kaptan. Bu yolculuk canımı sıkmaya başladı. Hem geride bir sürü iş bıraktım, onları halletmeliyim."
Kaptan yine tepki vermedi. Başka bir şey düşünüyor gibiydi. Adam sinirlenip bağıracak iken Kaptan "Sen şimdi bunları düşünme. Bu elimdekinin ne olduğunu biliyor musun?" dedi. Elinde avuç büyüklüğünde kırık bir parça vardı. Üzerinde ki mavi beyaz motifler dikkat çekiciydi. Adam geri dönme teklifine cevap vermeyip başka bir konu açan Kaptan'a sinirlenip "Lanet olasıca bir çömlek işte" diye çıkıştı. Kaptan alınmış bir şekilde  güldü.
"Yanılıyorsun, bu dünyanın yarısı. Diğer yarısı ise yıllar önce yok olan bir adada. Yerini çok az kişinin  bildiği bir ada.  Şimdi seninle o adaya gidiyoruz."
"İyi de adaya  falan gitmeyeceğiz. Geri dönmeyi emrediyorum." Kaptan gülerek ona bakıyordu. Adam iyice sinirlenerek telefonunu çıkardı ve "Şimdi yardım çağrısı yapayım da gör sen." diye bağırdı. Ne yazık ki telefon çekmiyordu.

“Boşuna sızlanma, seninle o adaya gidip dünyanın diğer yarısını alacağız. Ondan sonra ne yaparsan yap." Adam bu cevap üzerine iyice sinirlenip "Ne dünyasından bahsediyorsun. Sen dünyayla elindeki çömlek parçasını karıştırmışsın.  Senin gibi bir deliyle bu seyahata çıkmak bir hataydı zaten." dedi.
Kaptan "Artık bu yolun dönüşü yok. İstersen sana hikayenin tamamını anlatırım ve güçlük çıkarmazsın ya da anlatmam ve meraktan ölürsün." Kaderine razı olan adam anlatmasını işaret etti. Kaptan anlatmaya başladı.
"Tanrı dünyayı yarattığı zaman burasının sonsuz olmasını istemedi. Çünkü sonsuz olan her şeyi kıskanıyordu, sadece kendisi sonsuza kadar yaşamalıydı. İlk önce dünyaya son kullanma tarihini damgalayıp onu uzaya atmayı düşündü.  Hemen bu düşünceden vazgeçti çünkü insanlar uzaya çıkıp damgayı görebilirlerdi. En iyisi son kullanma tarihini notları arasına yazmaktı. Bu fikirden de vazgeçti çünkü notlarını hep kaybediyordu.  Ne yapacağını ak ak düşünürken en sadık adamı olan Şeytan'a bu konuyu açmaya karar verdi.  Diğer melekler ona iftara atsa da Tanrı güveniyordu. Masasındaki aleti kaldırıp konuştu. "Hemen bana şeytanı yolla."  Çok garip bir aletti bu, sesi başka bir tarafa gönderebiliyordu. Bell adında bir melek yapmıştı. Aslında Tanrı istediği kişinin kafasının içine seslenebiliyordu ama Bell'i kırmak istememişti. Tam o sırada kapı çaldı ve Şeytan içeri girdi. Yerlere kadar eğilip konuşmaya başladı. "Gezegenler yaratıp yok eden, Evrenin Sahibi, Merhametin Babası, Gücün Kendisi beni çağırtmışsınız" dedi Şeytan.  Tanrı'nın yanakları kızarmıştı.  Diğer melekler hiç böyle şeyler söylemiyordu.
"Gel bakalım Şeytan. Senin fikirlerine ihtiyacım var."
"Siz yeter ki emredin Tanrım."
"Biliyorsun ki Dünya diye bir yer açacağım. Dekorasyon falan her şey bitti. Ancak buranın sonsuza kadar olmasını istemiyorum. Bir sürü fikir ürettim ancak hepsinin eksik bir yönü var. Acaba Dünya'yı belli bir tarihte nasıl yok edebilirim? Bir fikrin var mı?"
Şeytan ellerini sıvazlayıp cevap vermiş.
"Çok basit Tanrım. Dünyanın küçük bir kopyasını yapın ve ikiye bölün. Her ikisini de dünyanın en zor iki farklı yerine saklayın. Sonrada insanlara bu parçaları bulan kişinin dünyanın hakimi olacağını söyleyin. Ancak bu parçaları bulan insan dünyanın hakimi değil dünyayı yok eden kişi olacak. Parçaları birleştirince dünya yok olsun. İnsanlar parçaları bulana kadar siz Dünya'dan sıkılırsınız zaten"
Bu fikir Tanrının kafasına yatmamıştı.
"Hiç öyle şey olur mu Şeytan? Ben Tanrı'yım, insanlarıma nasıl yalan söylerim."
Şeytan kıs kıs gülerek "Siz hiç merak etmeyin. Beni de dünyaya yollayın ben insanların kulağına fısıldarım." demiş. Tanrı bu fikri çok beğenmiş. "Aferin Şeytan. En iyi adamım olduğunu bir kez daha kanıtladın." Tanrı "Ol" demiş ve dünyanın kopyası elinde bitivermiş. Hemen ikiye ayırmış ve bunları Şeytan'a vermiş. "Al bakalım. Git bunları çok zor yerlere sakla." Şeytan "Durun Tanrım" demiş. "Önce parçalara doğru 'Bu parçaları birleştiren Dünya'nın sahibi olacak' demelisiniz." Tanrı anlamayıp "Hani bu parçaları birleştiren Dünya'yı yok edecekti." demiş. Şeytan bu sefer hem ellerini sıvazlayıp hem de kıs kıs  gülerek  "Olur mu öyle şey Tanrım? İnsanları kandıracağımız için benim dediğimi söylemelisiniz" demiş. Tanrı da hemen söyleneni yapmış. Şeytan parçaları alıp odadan çıkarken bekleme salonunda melekler görmüş ve onlara nanik yapıp yola koyulmuş. Artık parçaları birleştirdiği an Dünya onun olacak ve kendi krallığını kurabilecekmiş. Dünya'ya gitmek için yola koyulacağı sıra Amelei'yi görmüş. Amelei  Tanrı'ya yaranmak için hemen ne emrediyorsa onu yapmaya çalışan biriymiş. Şeytan biraz alay etmek için Amelei'nin yanına sıvışmış. "Ah Amelei  ah. Nasıl mutluyum bilemezsin. Az önce Tanrı bu parçaları dünyaya saklamam için bana verdi. Çok önemli bir görev" diye kıskandırmaya başlamış. Amelei biraz bozulmuş ama belli etmemeye çalışmış. "Senin için çok mutlu oldum Şeytan. Ne zamandır burada tıkışıp kalmıştın, biraz değişiklik olur. Ancak Dünya'ya gideceksen önce biraz dinlen. Ben geçen sefer dağların son rötuşlarını halletmek için gittiğimde çok yorulmuştum. Uzun bir yol sonuçta." Şeytan bunu düşünmüş ve Amelei'yi haklı bulmuş. Hemen odasına gidip uyumuş. Amelei bu fırsat bir daha gelmez diye düşünüp parçaları çalmış ve Dünya'ya gitmiş. Aslında Dünya öyle çok uzak değilmiş. Birinci parçayı saklayıp ikincisi için yer ararken bu parçaların ne işe yaradığını merak etmiş. Tanrı bu parçaların saklanmasını istemişse önemli bir şey olmalı diye düşünmüş. Parçaların başkasının eline geçmesini tehlikeli gördüğü için onları kaldırıp "Bu parçaların birincisini bulan kişi kendi kanını akıtıp canı çıkmadıkça parçalar birleşmesin ve bu adaya çıktığı an ada batsın ancak kendinden başkası da parçaları birleştiremesin." demiş. Ne dediğini kendisi de anlamamış ama bu şartları yerine getirmeyen hiç kimsenin parçaları birleştiremeyecek olması içini rahatlatmış. Yaptığı sihri de unutmamak için bir kağıda yazmış ve geri dönmüş.
Şeytan uyandığında parçaların Amelei tarafından çalındığını fark etmiş. Dizlerini döve döve ağıt yakarken o parçaları bulacağına dair yeminler etmiş. Parçaları kaybettiğini Tanrı'ya söyleyip gözünden düşmek istememiş ve olayı saklamış. Ancak Amelei gidip Tanrı'ya parçaları sakladığını, görevin başarıyla bittiğini bildirmiş. Tanrı da Şeytan'ın işi olduğu için Amelei'e görevi devrettiğini düşünmüş ve meleği tebrik etmiş.
Bu sırada Şeytan kara kara ne yapacağını düşünürken yıllık iznini almaya karar vermiş. İznini Dünya'da harcayıp parçaları bulacakmış. Ancak Amelei parçaları çok zor yerlere sakladığı için bulamamış ve yıllık izni bitmiş. Hemen Tanrı'nın yanında gitmiş ve "Tanrım siz de bu insanları izlemekten sıkılmadınız mı? Her gün aynı şeyleri yapıp birbirlerine gülüyorlar" demiş. Tanrı da bu konuyu uzun zamandır düşünüyormuş aslında. "Bir fikrin var mı?" diye sormuş Tanrı.
"Bazı ek özellikler geliştirdim Tanrım. Cinayet, tecavüz, gıybet, kumar gibi şeyler. İsterseniz gidip bunları insanlara aşılayayım" demiş Şeytan. Tanrı da çok merak ettiğinden izin vermiş. Şeytan'ın gözleri parlamış hemen. " Ancak bir sorun var Tanrım. Bu özellikleri hemen ekleyemem. Bundan sonra Dünya'da yaşama izni istiyorum" demiş. Tanrı, Şeytan'ın gitmesini istemiyormuş ama ek özellikleri merak ettiği için izin vermiş. Şeytan yerlere kadar eğilerek teşekkür etmiş ve Dünya'ya gitmiş. O günden sonra parçaları aramaya başlamış.  Yıllarca parçaları aramış.  Çağlar gelmiş geçmiş, savaşlar olmuş, ülkeler yıkılmış ama Şeytan bir türlü parçaları bulamıyormuş. Bunun en büyük nedeni istediği yerlere hemen gidememesiymiş.  Bazı insanlar onu gördüğü an taşlıyormuş.  Sonunda Belgrad denen bir yerde genç bir hükümdar görmüş. Gözlerindeki savaş hırsını, dünyaya hakim olma isteğini görür görmez bu işe gençle devam etme kararı almış. İlk önce ordusuna katılmış. Savaşta gösterdiği başarılar sonrasında Hükümdar'ın dikkatini çekmiş. Yavaş yavaş Hükümdar'ın gözüne girmeyi başarmış ve konuyu ona açmış. “Hükümdarım anladım ki siz dünyaya hükmetmek istersiniz ancak yaşınız ilerleyecek ve savaşamamaya başlayacaksınız. Her şey boşa gidecek. Ancak benimle işbirliği yaparsanız size kolay yoldan dünyayı ele geçirmeyi öğretirim.” Şeytan Hükümdar'ın merakla onu dinleyeceğini düşünürken okkalı bir tokat yemiş. “Bre gafil, bre zındık sen kim oluyorsun da benimle  işbirliği  yapasın. Ben emredersem olur, öl dersem ölür, konuş dersem konuşursun.  Artık benim emrimdesin ve anlat bakalım nasıl dünyaya hükmedecekmişim”.
Şeytan olayları anlatmaya başlamış son söz olarakta “Siz ülkeleri fetih eyleyin ben de her santimini arayayım. Parçaları bulup size getireyim.” demiş. Hükümdar ise “İyi dersin de parçaları senin çalmayacağını nereden bileyim?”diye karşılık vermiş. Şeytan yerlere kadar eğilip “ Haşa Hükümdarım. Benim tek amacım parçaları bulma şerefine erişmektir. Parçaları bulur bulmaz ayaklarınıza sereceğim” diyerek Hükümdar'ın güvenini kazanmış. Gel zaman git zaman Hükümdar bir ülkeyi fethederken Şeytan bir hareketlenme hissetmiş yüreğinde. Bir çekim gücü varmış bu bölgenin. Şeytan umutla yaklaşmış ve birinci parçayı bulmuş. Artık her yeri santim santim aramasına gerek olmadığını  görünce çok sevinmiş.  Birinci parçanın bir kopyasını hazırlayıp Hükümdar'a teslim etmiş. Hükümdar parçayı gizlerken  kızıl saçlı, yeşil gözlü  eşi görmüş. Hükamdar'ın altından girmiş üstünden çıkmış ve bu parçanın sırrını anlattırmış. Kadın, Hükümdar'a  “Sakın o adama güvenme. Diğer parçayı bulur bulmaz öldür ki sırrımızı  başkalarına anlatıp bizi tehlikeye atmasın. Sonunda Dünya sadece benim olsu... Ay bizim olsun” demiş. Hükümdar da bu fikre katılıp adamın peşine en iyi savaşçılarını  takmış. Parçayı bulur bulmaz öldüreceklermiş. Bu sırada da bir deniz seferine çıkması gerekmiş. Adamı da yanına alıp denize açılmışlar. Denizde ilerlerken Şeytan bir hareketlenme daha hissetmiş. Sevinçten ne yapacağını bilememiş.  Hemen Hükümdar'ın yanına gitmiş, önünde eğilmiş. Ancak kıpır kıpırmış o yüzden Hükümdar'ın dikkatini çekmiş. “Hayrola. Neden kıpır kıpırsın.” demiş ve Şeytan “Aslında bunu söyleyip sizi yüzüstü bırakmak istemezdim ama benim bu dünyadan göçme vaktim geldi Hükümdarım” diye cevap vermiş. "O yüzden de son bir defa karaya çıkıp yüzümü toprağa sürmek istiyorum" diye de eklemiş.  Hükümdar hemen olayı anlamış ve "Seni sevmiştim ama ne yapalım, kader böyleymiş. Yanına da iki adam veriyorum onlar seni karaya çıkarır" demiş. Şeytan kabul etmiş ve adaya doğru yol almışlar. Şeytan tam adaya ayak basmış ki ada batmaya başlamış  ve yok olmuş.  Şeytan son anda yanındaki adamlara tutunup kayığa çıkmış, çıkınca da adamlara tekmeyi savurmuş. Gözlerinden yaşlar süzülürken açık denize doğru yol almış. Hükümdar da bir daha Şeytan'ı görmemiş.  Şeytan yıllarca ne yapacağını düşünmüş. O sırada Hükümdar ölmüş, devlet zayıflamış ve yıllar sonra yıkılmış.. Yeni çağı hiç sevmemiş Şeytan çünkü çok fazla icat varmış. Artık kafası karışmaya başlamış. En sonunda Tanrı'nın yanına dönmüş. Tanrı onu çok özlediğinden oturup dertleşmişler. Sabaha kadar konuşup, gülüşmüşler. Sonunda Şeytan odasına dönerken Amelei'i görmüş. Hemen aklına bir fikir gelmiş ve “Hey Amelei. Nasılsın dostum?” demiş. Amelei  ile uzunca sohbet etmişler ve konu dünya parçalarına gelmiş. Şeytan “Tanrı az önce seninle ilgili bir şey söyledi” demiş. Amelei merakla ne dediğini sormuş. “Dünya parçalarını Amelei çok iyi saklamış. Bu kadar iyi bir iş çıkaracağını tahmin etmezdim, hayran kaldım gibi şeyler” diye cevap vermiş. Amelei'nın göğsü kabarmış. Şeytan devam etmiş. “Ancak anladığım kadarıyla Amelei parçalara sihir yapmış diye de ekledi." Amelei'in konuşmasına izin vermeden “O yüzden çok sinirlendi keşke nasıl bir sihir yaptığını bilseydi. O kadar yıl geçti üzerinden, kesin unutmuşsundur” demiş. Amelei sinirlenip hemen parçalara yaptığı sihrin kopyasının olduğu kağıdı cebinden çıkarıp Şeytan'ın alnının çatına yapıştırmış. Şeytan adanın neden battığını  anlamış. Ancak kendini öldürüp aynı zamanda nasıl parçaları birleştireceğini anlamamış. Amelei kağıdı saklarken "Amelei iyi yapmışsın da şimdi ada batarsa Tanrı, Dünya'nın sonsuza kadar süreceğini anlayıp sana çok kızacak" demiş. Amelei küçümsercesine gülmüş. "Şeytan sen galiba beni kendin gibi saf sandın. Şartları yerine getirmeden adaya çıkarsa biri ada batar ama o kişi oradan ayrıldıktan sonra tekrar çıkar" demiş. Şeytan sevinçle yerinden zıplayıp odasına gitmiş. Sıra hem kendisini öldürüp hem de adaya çıkmaktaymış. Bunun üzerine uzun uzun düşünürken insan prototiplerini incelemeye başlamış ve üreme işlevinin dosyasına bakarken bir şey fark etmiş. Üreme denen şey sonrasında sizin kanınızdan bir yavru dünyaya geliyormuş. Şeytan "Benim kanımdan geliyorsa aynı zamanda ben olurum. Yani onun kanını akıtır isem benim kanım akar ama ben ölmem" diye düşünmüş. Hemen üreme işlevinin detaylarını incelemeye başlamış ve şok olmuş. Üreme denen şey tecavüz denen kötülük ile aynı şekilde yapılıyormuş. Tecavüzü de kendisinin bulduğunu hatırlayıp gülmüş. Hükümdar'ın yanındayken "İnsanlar nasıl ürer?"  sorusuna "Leylek Teorisi" ile cevabını veren adama sinirlenip dünyaya dönmüş.  Bin yıllarca parçaları arayıp neler kaçırdığını düşünüp üzülürken karşısına bir kadın çıkmış. Hemen o kadınla üremeyi düşünmüş ama tokadı yeyince ne yapacağını bilememiş. Gel zaman git zaman uygun eşi bulmuş ve bir yavru dünyaya gelmiş. Şeytan hemen yavruyu alıp gidecekken bu küçük şeyin çok tatlı olduğunu fark etmiş. Onu şimdi öldürmenin  acımasızlık olacağını düşünmüş ve bin yıllar bekledim biraz daha beklerim demiş. Bu arada da çocuğun kendi rızası ile adaya çıkmayacağını o yüzden bir kişiyi daha yanında götürmesi gerektiğini anlamış ve bir kez daha uygun adayı bulmaya çıkmış"
Hikayenin  bittiğini adam hemen anlamamış. Kaptan konuşmayınca gülmeye başlamış. "Kaptan bu hikayeye inanacağımı mı sandın? Ama hakkını vereyim iyi hikayeydi." demiş. Kaptan kahkahalarına karşılık vermeyince o da susmuş. Kaptan ayağa kalkıp küçük dolaptan bir şişe çıkarmış. İçindekinin yarısını bir dikişte içip bitirmiş ve kalanını ona uzatmış. Adam şişeyi almış ama içmemiş. Kaptan "İç" diye hırlayınca korkudan içmiş.
"Şimdi sen hikayeme inanmıyorsun demek. Bazen ben de inanmıyorum ama söylediğim her şey gerçek. Hikayeyi Şeytan bizzat anlattı." demiş Kaptan.
"Yok artık. Şimdi de Şeytan ile konuştuğunu mu söylüyorsun? İyice delirdin sen. Hem bu hikayeyle benim ne alakam var?"
"Hikayenin anahtarı sensin. Sen olmadan parçaları birleştiremeyiz"
"Yani ben Şeytan'ın oğluyum." Adam tedirgin olmaya başlamış. Hikaye ne kadar saçma olsa da Kaptan çok ciddi duruyordu.
"Ta kendisisin. Seninle adaya çıkacağız ve parçaları birleştireceğiz"
"Kısacası beni öldürmek istiyorsun ve karşı çıkmadan geleceğimi mi sanıyorsun?"
"Az önce içtiğin sıvı sayesinde ne istiyorsam onu yapacaksın"
"Onu sen de içtin ama"
"Ben bir büyücüyüm, bu tür şeyler bana işlemez. Şimdi adaya gidene kadar boş boş oturmak mı istersin yoksa hikayenin devamını anlatayım mı?"
Adam biraz korktuğunu ancak hikayenin devamını da merak ettiğini fark edince devam etmesini istedi.

Çevrimdışı Engin YILDIRIM

  • *
  • 27
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Dünyanın Yarısı
« Yanıtla #1 : 10 Şubat 2016, 01:51:06 »
Hayalgücü ve yazmaya olan istek sonucu ortaya çıkan hikayeler hemen kendini belli eder. Fakat dil ve anlatımla ilgili biraz daha yol almanız gerekiyor.
Cümle yapıları, sözcük seçimi, zaman kullanımlarında yapılan basit hatalar çok güzel olabilecek bi metni mahvedebiliyor.

Affınıza sığınarak bir düzenleme yaptım.

Asıl:
Amelei sinirlenip hemen parçalara yaptığı sihrin kopyasının olduğu kağıdı cebinden çıkarıp Şeytan'ın alnının çatına yapıştırmış. Şeytan adanın neden battığını  anlamış. Ancak kendini öldürüp aynı zamanda nasıl parçaları birleştireceğini anlamamış. Amelei kağıdı saklarken "Amelei iyi yapmışsın da şimdi ada batarsa Tanrı, Dünya'nın sonsuza kadar süreceğini anlayıp sana çok kızacak" demiş.
Amelei küçümsercesine gülmüş. "Şeytan sen galiba beni kendin gibi saf sandın. Şartları yerine getirmeden adaya çıkarsa biri ada batar ama o kişi oradan ayrıldıktan sonra tekrar çıkar" demiş.


...
Sinirlenen Amelei parçalar için yaptığı sihrin yazılı olduğu kağıdı öfkeyle Şeytan'ın yüzüne fırlatmış. Şeytan'ın kağıdı bir anlık görmesi bile adanın neden battığını anlamasına yetmiş fakat hem kendini öldürüp hem de parçaları nasıl birleştireceğini anlayamamış.
Amelei kağıdı yerden alırken, Şeytan "İyi yapmışsın da ada battığında dünyanın sonsuza kadar süreceğini anlayınca, Tanrı sana çok kızacak." demiş.
"Şeytan! Galiba sen beni kendin gibi zannettin!" diyerek küçümsercesine gülmüş Amelei ve eklemiş, "Şartlar yerine getirilmeden biri ayak bastığında ada batar ama oradan ayrıldığında tekrar suüstüne çıkar" 
Şeytan sevinçle yerinden fırlayıp odasına gitmiş. Sıra hem kendisini öldürüp hem de adaya çıkmaya gelmiş.
...



Rasgele alıntılamış olduğum bölümü hızlıca düzenlemeye çalıştım. Gördüğünüz gibi iki metin arasında çok ufak oynamalar var. Bu konuda ben de bir uzman sayılmam fakat okuduklarımdan edindiğim tecrübeler ve Türkçeyi kullanma bilgim dahilinde yapmış olduğum bu müdahale, metni daha okunabilir kılmıştır diye düşünüyorum. Benim gördüğüm eksikliklerin sebebi, okuma azlığından veya okunan metinlerin düzgün Türkçeye sahip olmamasından kaynaklı olabilir diye düşünüyorum. Altyapınızı nelerle desteklediğinizi bilmiyor ve önyargılı görünmek de istemiyorum. Ama bol bol okuyunuz. Yazmak istiyorsanız, yerli ve yabancı klasiklerden sürekli yararlanmanız gerekmektedir. Özellikle dil kullanımının örneklenmesi ve nasıl geliştiğini anlamak için Cumhuriyet dönemi hikayecilerimizi başucunuzdan ayırmayınız.
Fantastik edebiyatta, konu kadar onu nasıl anlattığınız da önemlidir. Edebiyat en basit konuyu bile sözcüklerle en güzel şekilde anlatma sanatıdır. Hayalgücümüzün kapılarını başka beyinlere de açtırmak istiyorsak onlara vereceğimiz anahtarlar güzel sözcüklerle kurulmuş cümleler olmalıdır.
Tamirci

Çevrimdışı Oliver_

  • **
  • 216
  • Rom: 4
    • Profili Görüntüle
Ynt: Dünyanın Yarısı
« Yanıtla #2 : 10 Şubat 2016, 02:23:41 »
Hayalgücü ve yazmaya olan istek sonucu ortaya çıkan hikayeler hemen kendini belli eder. Fakat dil ve anlatımla ilgili biraz daha yol almanız gerekiyor.
Cümle yapıları, sözcük seçimi, zaman kullanımlarında yapılan basit hatalar çok güzel olabilecek bi metni mahvedebiliyor.

Affınıza sığınarak bir düzenleme yaptım.

Asıl:
Amelei sinirlenip hemen parçalara yaptığı sihrin kopyasının olduğu kağıdı cebinden çıkarıp Şeytan'ın alnının çatına yapıştırmış. Şeytan adanın neden battığını  anlamış. Ancak kendini öldürüp aynı zamanda nasıl parçaları birleştireceğini anlamamış. Amelei kağıdı saklarken "Amelei iyi yapmışsın da şimdi ada batarsa Tanrı, Dünya'nın sonsuza kadar süreceğini anlayıp sana çok kızacak" demiş.
Amelei küçümsercesine gülmüş. "Şeytan sen galiba beni kendin gibi saf sandın. Şartları yerine getirmeden adaya çıkarsa biri ada batar ama o kişi oradan ayrıldıktan sonra tekrar çıkar" demiş.

Öncelikle hikayemi okuyup fikrinizi belirttiğiniz için teşekkür ederim. :)  Okumayı öğrendiğimden beri sürekli bir okuma uğraşındayım. Yerli ve yabancı klasiklere de önem veririm. Yani eksikliklerin sebebi okuma azlığından değil bence. Onları doğru bir şekilde kullanamamaktan olabilir ama.  Bir konu bulduğum zaman onun hakkında hemen bir şeyler yazmak istiyorum. Hatta hemen olsun bitsin diye de düşünüyorum. Temel sorunum bu bence. Üzerinde düşünüp sağlam bir şekilde yazmak yerine hemen yazıp basit yazılar çıkmasına neden oluyorum. Tabii yetenekte işin önemli bir boyutu. Bazı insanlar sizin dediğiniz gibi en basit konuyu bile güzel bir şekilde yazabiliyorlar. Ancak bu tür bir yetenek bende yok. Haliyle yetenek olmayınca da sağlam bir şeyler ortaya çıkmıyor. Basit yazıyorum diye de yazmayı bırakmak istemiyorum. Bunların hepsi birleşiyor ve bu metin ortaya çıkıyor işte. :)
Bundan sonra dediklerinizi dikkate alacağım. Fikrinizi belirtip yardımcı olduğunuz için tekrar teşekkür ederim. :)

Çevrimdışı BlackOut

  • **
  • 71
  • Rom: 1
  • Mantık kontrolü eline aldığında insanlık ölür.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Dünyanın Yarısı
« Yanıtla #3 : 10 Şubat 2016, 12:24:00 »
Yazınızı okudum, üzerinde daha uzun çalışılması gereken bir eser. Acele ettiğinizi belirtmişsiniz ben de sizin yaptığınız gibi yazma hevesinde biri olarak kısa bir bölüm üzerinde bile haftalarca düşündükten sonra yazıp sildiğim oluyor. Tabii ki bu bir yetenek bir kişilik meselesidir haftalar içinde kitap yazan yazarlar olduğunu okumuştum. Yine de yavaşça özenilerek yapılan iş daha çok beğeni görecektir bence. Takdir ettiğim yerler de oldu okurken, emek verdiğiniz bir şeyi bizimle paylaştığınız için teşekkürler.
“What is history but a fable agreed upon?”
-Napoléon Bonaparte


"He saw it in her eyes. The anguish, the frustration. The terrible nothing that clawed inside and sought to smother her. She knew. It was there, inside. She had been broken.

Then she smiled. Oh, storms. She smiled anyway.

It was the single most beautiful thing he’d seen in his entire life."

Çevrimdışı mit

  • *
  • 5536
  • Rom: 96
  • Kronik Anakronik
    • Profili Görüntüle
    • Yorgun Savaşçı'nın Günlüğü
Ynt: Dünyanın Yarısı
« Yanıtla #4 : 11 Şubat 2016, 08:15:15 »
Hikayeyle alakalı olmayan tüm mesajlar Olivier'ın şahsi ricası üzerine silindi, bilginize...
Jackal knows who you are,
Jackal knows where you are.
Try to hide if you dare.
Do your best, i don't care.

Çevrimdışı Engin YILDIRIM

  • *
  • 27
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Dünyanın Yarısı
« Yanıtla #5 : 11 Şubat 2016, 18:53:01 »
Yetenekten bahsederken, herkes biraz işin kolayına kaçıyor gibi.
Yetenek kendi kendine yazmaz.
Benim tanıdığım ve aslında yeteneksiz olduğu üzerine bahse girebeileceğim pek çok arkadaşım var.
Bunlar tiyatro, resim, edebiyat, müzik gibi pek çok alanda belli yerlere gelmiş kişiler. Bunları geldikleri yere getiren duygu azim; oraya gelmelerini sağlayan olguysa çalışmaktır.
Yazma özelinde bakarsak.
Hayalgücü, yazma isteği, azim ve çalışma sonucunda herkes bir şeyler yazabilir. "Zaten başkalarında olan yetenek ben de yok" diyerek kendinizi kandırmayın.
Okuma meselesine gelince: Okumak sadece okumuş olmak için yapılmamalıdır. Okunan sindirilip konuşurken ve yazarken kurduğunuz cümlelere sinmelidir. Okuyun tavsiyesini yaparken söz dizilimlerindeki acemilikleri okuma eksikliğine yoruşum bu yüzdendi. Ben buraya kısa bir cevap yazdığımda bile imla hatası yapacağım diye ödüm patlıyor. Öyle bir hata olduğunda okuduklarımdan utanıyorum. Sözünü ettiğim okumayla kastettiğim buydu.
Aklınıza gelen konuları hemen yazma meselesine gelince. Kısa notlar alın. Aklınıza gelen her şey bir hikaye olmak zorunda değil. Notlar birleştiğinde belki bir sayfa belki daha az ama dolu bir hikaye çıkabilir.

 
Tamirci