Kayıt Ol

VANTUM

Çevrimdışı réalta

  • *
  • 28
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
VANTUM
« : 16 Şubat 2016, 14:34:57 »
Merhaba arkadaşlar!
Yıllardır kendimce bir şeyler karalıyorum ve bu konu üzerinde kendimi geniştirmeye çalışıyorum, çünkü hayattaki en önemli, belki de tek gayem kalemimin ve yansıttığım hayal gücünün takdir edilmesi. Elbette yazım tarzımı seven, sevmeyen olur, yetersiz bulan olur... Ben de zaten hala kendimi söylediğim gibi geliştirmeye çalışıyorum. Yazmak benim en büyük tutkum haline geldi.
Ancak... ne yazık ki kısa hikaye yazamama gibi bir sorunum var, veyahut kısa bir şeyler yazmaya hiç heves edip denemediğim için de böyle düşünüyor olabilirim... Bugün sizinle paylaşacağım hikaye de, yine kendimce karaladığım romanlardan birinin giriş bölümü. Vaktinizi ayırıp okuyacağınız satırların iki dost arasında geçen ufak bir sahne olarak da düşünebilirsiniz. Dilerseniz birkaç bölüm daha ekleyebilirim ya da devamını merak ederseniz bana ulaşmanız yeterli. Çünkü bugüne kadar sandığımda sakladığım hikayelerimi nette paylaşma kararı alıp ilk kez yayınladım :D
Gözümden kaçmış ufak tefek hatalar olabilir.
İyi kötü yorumlarınızı, tavsiyelerinizi, özelikle eksik bulduğunuz kısımları paylaşmanızı dört gözle beklemekteyim ^^
İşte sizinle paylaşacağım bölüm geliyor! ^^

                                                                           ***

Shan

Gözlerindeki kini görebilmeniz için gözlerinize ihtiyacınız yoktu. Bir duman gibi sarıyordu etrafı duyguları. O kadar şiddetliydi ki, bu fırtınaya sürüklenirken ben de bir anda kendimden nefret eder olmuştum. Bunu hak edecek ne yapmıştım? Böylesine şiddetle duyulan bu kini? Beraber büyüdüğüm adam yüzüme tükürürken bu tür soruların aklımda belirmesi abes kaçacak değildi ya.
Orduda birbirinize jasish diye seslenir ve o kelimenin anlamının hakkını verirdiniz yıllarla. Jasish kadim Eldarcada kardeş anlamına gelirdi. Bana en yakın sayılabilecek kardeşlerimden biri ise hemen önümde dikiliyor, kılıcını öylesine değil, organlarımı hevesle deşmek için savuruyordu.
Nedense ona baktığımda kinden buruşmuş yüzünden çok ranzanın üst katından başını aşağı uzatıp her gece susmak bilmeyen bir çocuğun masumiyeti belirmişti gözlerimin önüne. Karmaşık duygulardı bunlar. Onun tam da şu anda bana duyduğu kini hissederken her gece bitmek bilmeyen konuşmalarımızın kulaklarımda çınlamaya başlaması adil değildi. Birazdan onu öldürecektim ne de olsa.
Evet, öldürmek. Hayatta becerebildiğim en iyi şeydi. Belki de tek şey. Gözünü kırpmadan bir kadının rahminden çıkan cana kıymak, son vermek. Ben, yıllar boyunca bunun için eğitilmiştim. Belki de bunun için doğurulmuştum hiç tanıma fırsatı bulmadığım o ana tarafından.
Her daim Usta'dan dayak yiyen, o meraklı çocuğu hatırlarken göğsümün sol tarafında garip bir sıkışma oluşuvermişti. Tüm düşüncelerini bir bir sıralarken bana, nasıl da kendi benliğini ortaya koyardı... O hep düşünen olmuştu, sorgulayan; bense buyrukları sorgusuz uygulayan. Sık sık karşıma çıkan dayaklar esnasında nasıl da kendini diğer oğlanların önüne atar ve hepsini tek tek pataklardı... Şimdi ne olmuştu da bu hale gelmiştik? Ne olmuştu da kılıçları birbirimize savuruyorduk? Pratik amacıyla değil de o karanlık içgüdü amacıyla? Kendi canını savunmak. Öldürmek.
İmparator’un sözleri kesindi. O tok sesi zihnimde yankılanıyordu.
“Onun kalbini bana getir, Shan.”
Her ne pahasına olursa olsun kardeşin kalbini Yüce Sanjoan’a götürmeliydim. Benim varoluş nedenim buydu, ciğerlerimin işleyişi bunun için düzenlenirdi. Bunun için soluk borumdan oksijen girer, bunun için güneş evreni aydınlatmadan önce uyanır, tüm görevlerin tamamlandığı günün ardından bunun için uykuya dalardım. Aynı zamanda bunun için mideme yemek girer, o yemek asitle parçalanır ve enerji olarak bahşedilirdi.
İmparator’a hizmet etmek.
Onun bir dediğini iki etmemek. O bir, iki olursa eğer, kellenin alınmasını emretmesi an meselesidir. Ve bunu emrederken sonuna kadar haklıdır da. O biri, iki edeceksen onun yanında yerin yoktur.
Corlaw, üstüme doğru bir süredir ağzında biriktirdiği bir başka balgamı fırlatırken kendimi geriye doğru çekmek zorunda kaldım. Sanki sıradan bir balgam değil de kezzap dolu bir şişe fırlatılıyordu üstüme.
“Sen nasıl bir adamsın, Shan!” diye tiksintiyle derin bir nefes çekti içine Corlaw. İkimizde fırtınada çılgınca sallanan geminin güvertesinde donumuza kadar ıslanmıştık. Sanki açık denizde değil de bir cadının devasa  kazanının içerisindeydik ve kazanın içindeki bulanık sıvı karışım delice karıştırılıyordu tahta kepçeyle.
Corlaw gür kirpiklerine toplanan yağmur damlalarını savuşturmak için göz kapaklarını açıp kapatırken “Böyle sonlanması gerekmiyor,” diyordu. Sanki benden çok kendini ikna etmeye çalışır gibi çıkmıştı sesi.
Onun yırtık pırtık göçebe kıyafetini kayıtsız bir tavırla süzdüm ve “İmparator’a ihanetin bedeli budur, Corlaw,” diye eğitimime başladığım ilk günden itibaren bilinçaltıma dayatılan sözleri zikrettim. Kalben olması gerekenin bu olduğuna da inanıyordum tabii. Bir ihtimal, onun ölümüyle hüznü tüm benliğimde hissedebilirdim fakat bu hüznün yerini asla, ama asla vicdan azabı almazdı.
Corlaw'ın avucumun içindeki çizgilerden de iyi tanıdığım yüzü iyice buruştu. Benden ve daha da önemlisi tüm evrenden tiksindiği apaçıktı. Kendisi de az sonra sonlanacak bu düellodan galip çıkacak kişinin kim olacağını çok iyi biliyordu. Kimin galip çıkması gerektiğini de biliyor muydu acaba? İmparator’a ihanetin bedelinin neden sökülmüş bir kalp olması gerektiğinin farkında olabilir miydi? Sahi ya, bu riyakarlığının sebebi neydi?
“Neden bunu yaptın?” diye sordum, bana doğru savurduğu güçsüz bir hamleyi savuştururken. Artık ikimizde fazlasıyla yorulmuştuk. Belki de saatlerce kılıçlarımızı birbirlerine karşı dans ettirmiştik kara bulutların altında, delice kopan bu yağmur kıyametin içinde  zaman kavramı bende kaybolmuştu. “Bu kalleşliğinin sebebi ne?”
“Kalleşlik mi?” Corlaw kahkahayı bastı. Muhtemelen son kahkahalarından biriydi bu.
“Demek sarayda benim kalleşlik yaptığım söylendi sana, he? Yapma, Shan. Bu kadar kör olma. İmparator’un gerçek yüzünü gördüğünde, bizim ne uğruna savaştığımızı öğrendiğinde, tüm yaptıklarına ve cahilce sarf ettiğin sözlere öyle pişman olacaksın ki...”
Şimdi kahkahayı koyma sırası bendeydi. Sesim yeri göğü inletirken güverte ayaklarımın altından öyle bir kaydı ki gözlerimi ıslak tahta zeminde açıverdim. Şans eseri başımı koruyabilmiştim düşüşten. Hemen toparlandığımda Corlaw'ın da yuvarlanarak birkaç metre ötede, ceset yığınları tarafından yolunun kesilerek durdurulmuş olduğunu gördüm. Bu gece fazlasıyla ıslak geçmişti. Kan, göğün öfkesiyle yıkanıyordu.
“İmparator’un kudreti yıllarca şerefli bir şekilde nefes almana izin verdi, sense bu dünyadan şerefsiz sıfatı yiyerek ayrılmayı tercih ettin!” Fırtınanın uğultusuna kafa tutmak için sesimi iyice yükseltmiştim.
“Sanjoan ve kudreti... Şerefsizlik... Dünyadan ayrılış!” Corlaw bir kahkaha daha patlattı. Bu seferki nedense sinirlerimi hoplatmaya yaramıştı çünkü fazlasıyla içten ve abartıdan yoksundu. “Hayır, jasish, yanılıyorsun. Yanılıyorsun, Shan! Zamanı geldiğinde insanlar benim adıma şarkılar yazacak! Benim ve korkusuzca canını ortaya atan tüm yoldaşlarım adına! Senin adınsa tarih kitaplarında bile geçmeyecek, ismi unutulmuş kuklalarından yalnızca biri olacaksın!”
Bir o yana bir bu yana sallanıp duran güvertede artık ayağa kalkmaya mecal dahi bulamayan Corlaw'ın önüne gelerek tüm gücümle; İmparator’un aşıladığı kudretle dikildim. Burada, bu dev geminin güvertesinde, onun vekili bendim, onu temsil eden. Tüm gücümle ayağa kalkmalı ve artık bitmesi gereken bu ölüm oyununa onun adına bir son vermeliydim.
“En azından kahpelik benim kitabımda yazmaz,” dedim kararlı bir sesle, kılıcımı onun göğsüne geçirirken.
Bu hissi daha önce pek çok kez yaşamıştım. Yabancı bedenlere onların hayatlarına son vermek için defalarca girmişti bu kılıç. Defalarca parlayan gözlerin yavaş soluşuna şahit olmuştum. Defalarca... Ama ilk kez, yirmi altı yıllık ömrümde ilk kez, daha öncesinde kardeş diye hitap ettiğim bir adamın canını alıyordum. İlk kez onun gözlerindeki ışıltıyı karartan ben olmuştum.
Karmakarışıktım.
İlginç bir volkan vardı içimde. Bir tarafındaki lavlar o kadar kızgındı ki... Bir taraf ise kutuplar kadar soğuktu. Corlaw ayaklarımın altında ışığının sökülüp alındığı gözleriyle yatarken onun yüzündeki huzuru kıskanmadım diyemezdim.
Her ne olursa olsun İmparator Sanjoan'a yapılan ihanetin bedeli buydu. Bunu yapan ister kardeş, ister ana olsun. Akıbeti sökülmüş bir kalp, kesilmiş bir kelle olurdu.
Elimde Corlaw'ın kalbi, atmayı durdurmuşken kelimeleri yüksek sesle sarf ettim. Tüm evrenin duyması, ana şahit olması için kanların aktığı elimi göğe doğru kaldırdım.
“Ben Yüce Kralın Vekiliyim. Ben, adaletim! Ben, kanım! Ben, göğü inleten fırtınayım! Ben ölümün ta kendisiyim!”
Duygular.
Aslında biz insanların yaratılışlarındaki temelde duygular yok mudur? Bizi birer et parçasından ayıran, hadiselere karşı nükseden duygulardır. Keder, sevinç, korku... Ve daha niceleri... Bense acınacak bir halde olmalıydım. Neden yıllarca birlikte, omuz omuza mücadele ettiğim adamın ölümüne dahi bir şey hissedemiyordum? Neden?
Bir şey hisset be, bir şey söyle! Attığına dair bir belirti göster!
İçimden bir ses, belki üzüntü duyabilirsin ama vicdan azabı asla! diyordu. Neden üzülemiyordum? Peki ya vicdan azabı? Peh!
Üzülmek... En son ne zaman üzülmüştüm ki? Bu gibi duyguları kaybedeli uzun yıllar olmuştu. Bu konu hakkında ethiller için “defolular” diye bahsettiğini anımsıyordum Corlaw'ın. Oysaki İmparator bizi böyle eğiterek pazarda aylak aylak dolaşan adamlardan farklı kıldığını söylemişti. “Sizi güçlü kıldım!” demişti sesini tüm kudretiyle yükselterek. “İnsanoğlunu güçsüz kılan duygulardan arındırdım.”
Doğruydu; böylelikle çok daha güçlüsün, diyordu bir ses içimden. Çok daha güçlü!
Hiçbir ethil bu gibi bir durumla karşılaştığında duygusal yaklaşamazdı. Zamanında, duygularımız itinayla törpülenmişti. Yersiz duygular beraberinde acizliği getirirdi.
Corlaw benim en yakınım mıydı? Çocukluğumdan beri yanımda olan, her gece sohbet ettiğim ender kişi miydi? Bunun bir önemi yoktu! Önemli olan tek şey yaptığı kalleşlikti. İmparator'un en güvendiklerinden biriyken; bir ethilken, ilkelerini çöpe atarak ona karşı gelmişti!
Parmaklarımın arasında tuttuğum kanlar içindeki organa bakarken gözlerimin ışıldadığını biliyordum. Güce olan tutkum beni ben yapandı, bu devam etmek için yetmez miydi?
Sen adaletsin, sen ölümün ta kendisisin!
Yüzümde istemsiz bir sırıtış oluşmuştu, hakim olamadığım. Gücün ve galibiyetin verdiği keyif hiçbir şeyde yoktu. Resmen ruhumu besleyen iki temel zincirdi, dolanıp birbirlerine bağlanıyorlardı. Bir kez daha İmparator’un yüzünü kara çıkarmamıştım. Bir kez daha galip gelerek onun emrini yerine getirmiştim.
Sağ Kol'un barındırması gereken tüm nitelikler bendeydi. Ona tüm kalbimle tapan ben, yine gelecek takdirlere kendimi hazırlamalı ve yersiz şımarıklığın önüne geçmeliydim.
Bu gece cesurca çarpışarak canını veren ceset yığınlarını geride bırakarak güverte boyunca ilerledim. Paltom, dizlerimin altında dalgalanıyor, omuzlarıma kadar inen saçlarım delice uçuşuyordu. Yine de avucun içindeki en değerli mücevherlerden de kıymetli olan kalbi taşıyan sağ kolum milim dahi kıpırdamıyordu. Fırtınanın eforuna inat, kararlılığın yüzüme yansımasıyla çatılan kaşlarımla geminin başına, en uca çıktım.
Bir dakikacık bile olsa huzuru arzulamışken onun bu kadar kısa süreceğini ve elimden koparılacağını nasıl bilebilirdim ki?
Ansızın arkama dönmemle şaşkınlıkla ardına kadar açılan gözlerle karşılaştım. Gözlerinden aşağısı sıkıca sarılmış, kapüşonu başına geçirilmişti. Yüzünde dikkati çalan yalnızca bir çift kömür parçasıydı. Suikast girişimi sonlanmış, hançeri tuttuğu eli zamanı tutmaya çalışırcasına havada asılı kalmıştı. Bir panter gibi çevik hareketle yana çekilerek kılıcıma davrandım... Fakat tahmin ettiğimden daha hızlıydı. Kendimi pantere benzetiyordum fakat geceden de kara sureti ve atikliğiyle bu benzetmeyi asıl hak eden oydu.
Acı dolu feryatlarımız rüzgarın çığlıklarına karıştı. Boynumu bükerek aşağı doğru baktığımda kollarımızın yılan gibi birbirlerine dolaştığını gördüm. Benim kılıcım onun karnında, onun hançeri benim karnımda. Çenem kasılmıştı. Uzun zamandır böylesine ciddi bir darbe almamıştım. Yakıcı acının tadını neredeyse unutacaktım, iyi bir hatırlatma olmuştu bu. Belki de ölümcül…
Kendini geriye doğru çekerek kılıcımdan kurtuldu ve haykırarak kaya gibi sert bir tekme geçirdi göğsüme.
Sinsice saplanan hançerin yorgunlukla geçen birkaç haftanın sonunda delicesine aç olduğum huzuru söküp alacağını nereden bilebilirdim?
Azgın denize düşerken gördüğüm suretin bir canlıya mı yoksa bir hayalete mi ait olduğuna hala emin değildim. Karnımı yokladım, hançer hayatıma son vermek için kıvançla yerinde duruyordu. Gece kadar kara denizle buluştuğumda ise hala neye uğradığıma inanamıyordum. Zafer çığlıkları atarken şimdi ölmek için fazla sulu olan enginliğe düşüyordum. Elime geçen tek bir gerçeklik vardı. Karnımdaki hançer ve elimden kayıp giden kalp.
Neyse ki şanslıydım. Ben gittikçe dibe batarken kalp hemen orada, birkaç metre ötemde, suyun içinde dans ediyordu. Son demlerindeki mecali kullanarak ona uzandım. Tuttuğum gibi belimde asılı olan, Corlaw'ın soluk gözlerinin ardına kadar açık olduğu kellenin yanına, çantaya sokuşturdum. Olur da İmparator’un kaşifleri cesedimi bulursa Corlaw'ın kalbini göğsünden söküp alanın ben olduğumu görsünler. Öldükten sonra da ona olan bağımlılığım görülsün ve yeri göğü inletsin.
Ben adaletim, kanım, fırtınayım, ölümüm!
Ben İmparator’un en gözdesi, en güvendiğiydim. Ben Sağ Kol'dum!


                                                                             ***

Birkaç düzenleme yapıp ufak detayları değiştirdim.*

Çevrimdışı BlackOut

  • **
  • 71
  • Rom: 1
  • Mantık kontrolü eline aldığında insanlık ölür.
    • Profili Görüntüle
Ynt: VANTUM
« Yanıtla #1 : 16 Şubat 2016, 20:40:32 »
Devamı gelirse okuyacağım bir hikaye. Soru işareti ile kalmış bir iki kısım oldu okurken. Kısaca söyleyeyim. Açıklama kısmında biraz Veronica Roth'un Uyumsuz eseri havası hisettim, okudunuz mu bilmiyorum Uyumsuz'u. Bir de Eldar kelimesinin bana Yüzüklerin Efendisi'ni direk hatırlatan bir kelime. Hatta itiraf etmek gerekirse hemen açıp ne demek olduğuna tekrar baktım. Ateş savaşçısı anlamına geliyormuş, çok zarif bulduğum bir kelime olduğundan aklımda kalmış olmalı.  Bu tip diğer eserleri hatırlatma durumuyla bende fazlasıyla karşılaşmıştım, üstünkörü öğrendiğimiz hikayelerin ortak yönleri göze batıyor sanırım.
Karakteriniz Corlaw ve Shan'ın vücut ve surat tarifini yapmamışsınız. Kılıç savaşçıları olarak onları yeterince kaslı ve güçlü karakterler olarak hayal etsem de suratlarının hayalimde siyah birer boşluk olduğu gerçeğini size söylemek istedim.
Son olarak, Corlaw'ın kafasının ne zaman kopup hangi ara çantaya atıldığını anlayamadım.
Kısa yazamayışınızda yalnız değilsiniz :D. Neresinden kesip, neresini kısaltsam da yarışmaya göndersem diye düşünüp duruyorum. Elinize sağlık.
“What is history but a fable agreed upon?”
-Napoléon Bonaparte


"He saw it in her eyes. The anguish, the frustration. The terrible nothing that clawed inside and sought to smother her. She knew. It was there, inside. She had been broken.

Then she smiled. Oh, storms. She smiled anyway.

It was the single most beautiful thing he’d seen in his entire life."

Çevrimdışı réalta

  • *
  • 28
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: VANTUM
« Yanıtla #2 : 16 Şubat 2016, 21:41:12 »
Uyumsuz'u biliyorum fakat ilk önce filmini izlediğim için merak edip de kitaplarını edinme gibi bir düşüncem olmadı hiç. Bu huyumdan dolayı beyazperdeye aktarılan kitapları filmi seyretmeden önce okumaya çalışıyorum.  Uyumsuz'a benzetiliceğini hiç düşünmemiştim, pek ilgilimi çeken bir seri değil aslında.
Açıkçası Eldar kelimesi bir anda çıkan bir şeydi, Yüzüklerin Efendisi'nde geçtiği tamamen aklımdan çıkmış ya da bilinçaltımda kaldığı için bir anda böyle bir kelime de belirmiş olabilir, bilemedim :) Ama aydınlatmanızla hemen olaya el atıp kelimeyi değiştireceğim.
Aslında yazılarımda karakterlerin fiziksel görünümlerini betimlemeyi çok severim fakat bu hikayede ilerleyen bölümlerde yapmıştım. Giriş bölümünde kendimce esrarengiz bir hava vermeye çalıştım ama ne kadar başarılı oldu, tartışılır :) ilk bölüm için koymalısın diyorsanız, elbette ona da el atarım.
Corlaw'ın kellesinin koparıldığı kısmı bile bile geçiştirdim ama görünen o ki oraya da değinmeliyim.^^
Vaktinizi ayırdığınız ve yorumda bulunduğunuz için çok teşekkür ederim :)

Çevrimdışı BlackOut

  • **
  • 71
  • Rom: 1
  • Mantık kontrolü eline aldığında insanlık ölür.
    • Profili Görüntüle
Ynt: VANTUM
« Yanıtla #3 : 16 Şubat 2016, 22:38:54 »
Uyumsuz benim de dikkatimi çeken bir eser değil. Yalnızca ilk kitabını bitirip, ikinci kitabının yarısında bıraktığım bir seri. Aslında benzetme değil. Anlatış tarzınız onu anımsattı sadece. Şöyle ki: "farklıların öldürülmesi, benimsenmemesi" kısmı beni böyle düşündürdü sanırım. Şu an tekrar baktığımda dürüstçe söylemek gerekirse saçma buldum yazdığımı. Bir de sonraki bölümlerde karakterin yüz hatlarını anlatmanız okurun kafasında (en azından benimkinde) bir önceki sahneyi de karanlık birer boşluktan kurtaracaktır. Son olarak aslında Corlaw ile ilgili düşündüğüm şeyi yazmayacaktım fakat en başta bahsettiğiniz çocukluk arkadaşları olmaları beni sormaya itti. Fazlasıyla midesizlik gerektiren bir işi arkadaşınıza yapmak çok güç olsa gerek, ama problemi orada değil olay akışında yaşadım. Ben sadece saplanan bir kılıç ve oyulup çıkarılan bir kalp düşünmüşken, yalnızca bir kaç sahne sonra pat birden kafanın kopmuş olduğunu öğrendim ve dedim ki hangi ara oldu bu? Ama bu da benim suçum "...Akıbeti sökülmüş bir kalp, kesilmiş bir kelle olurdu." bu cümleyi ciddiye almalıymışım :D. Kısacası yorumlar dikkat eksikliğinden veya yeterince incelenmemekten kaynaklanıyor olabilir. Okurunuzda oluşturmak istediğiniz profil ve etki ne ise yazınızın öyle kalmasını tavsiye ediyorum.
“What is history but a fable agreed upon?”
-Napoléon Bonaparte


"He saw it in her eyes. The anguish, the frustration. The terrible nothing that clawed inside and sought to smother her. She knew. It was there, inside. She had been broken.

Then she smiled. Oh, storms. She smiled anyway.

It was the single most beautiful thing he’d seen in his entire life."

Çevrimdışı réalta

  • *
  • 28
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: VANTUM
« Yanıtla #4 : 17 Şubat 2016, 02:06:35 »
Şimdi her şey daha berraklaştı, teşekkürler :)
"...Akıbeti sökülmüş bir kalp, kesilmiş bir kelle olurdu."
Sanırım Corlaw'ın hazin sonu sadece bu cümleyle pek açık olmamış :D İlk yorumunuz kafama takıldı, kellenin koparılış sahnesini eklemem gerektiğini düşünmekteyim. Fiziksel özellikleri betimlemem gerekiyor mu ilk bölümden- bu da bir soru işareti olarak kaldı.
"Okurunuzda oluşturmak istediğiniz profil ve etki ne ise yazınızın öyle kalmasını tavsiye ediyorum."
Düşününce bu cümlenin aslında her şeyi açıkladığına kanaat getirdim. Tavsiyelerinize kesinlikle uymaya çalışacağım.
Vaktinizi ayırdığınız için tekrar teşekkürler, umarım beğenmişsinizdir. :) 

Çevrimdışı milenya

  • **
  • 260
  • Rom: 6
  • Belki de Tanrı bize inanmıyor!
    • Profili Görüntüle
Ynt: VANTUM
« Yanıtla #5 : 17 Şubat 2016, 08:58:29 »
Geçen arkadaşımın yazdığı bir öykü hakkında fikrimi belirtmiş, bana 'kırıcı' olduğumu söylemişti. Beni iyi tanıdığından bunu belirtmek istedi ve bu da beni biraz çekimser yaptı. Ben de uzun zamandır sessiz sedasız hikaye okuyordum ama yavaştan tekrar eleştirmeye başlamak istedim. Piyango size vurdu. :D (Kırıcı olmaktan çok uzak biriyimdir, üslup yanıltmasın. ;) )
  Öncelikle kısa yazmak beni de zorlar hatta kısa öyküleri okumak dahi zorluyor ama bu büyük bir işe girişmeden önce alıştırma yapmak gibi. Üslup ve dili oturtmak için ve eleştiri almak için. (Amatörsen kimse uzun yazılanları okumaya yeltenmiyor.)
  Baştaki açıklamada imparatorluk hakkında bilgi vermişsiniz ama kurguladığınız gezegen çok daha fazla merak uyandırdı bende. Bizim dünyamızın post-apokaliptik hali olsa kolayca hayal edebilirdim lakin sizin yarattığınız bir dünyanın badireler atlatmış bir hali hayalimde canlanmadı. Gezegenin adını Eldar diye düşündüm lakin varsayımlarım dışında gerçek bir adı varsa en azından onu paylaşın, merak ettim.
  Hikaye boyunca duygu ve hisler birbirine karışmış. Aradaki fark gözetmeksizin yazılmış. Bu beni en çok rahatsız eden şeydi. Mesela acıma bir his iken, keder bir duygudur gibi... İşin özeti farklı şeyler, ben bir ara psikoloji merakımdan öğrenmiştim. Üzerinde durmuşsunuz fakat his tanımınız yanlış diyebilirim. Beni rahatsız eden bu, yapılan genel anlam karmaşası değil. Shan'ın yaşadığı duygu karmaşası. Şimdi sizin belirttiğiniz Shan'ın bir şekilde duygusuz yada duyguları bastırılmış biri olduğu lakin kendi içinde çelişen de bir yanı var karakterin. Duyguları ve hisleri olmayan biri için imparatora fazlasıyla aşk ile bağlı, öldürmekten de keyif alan, (en azından kralı için öldürmekten) hatta eski arkadaşını öldürürken karmaşık duygular içinde olduğunu belirtmiş bir karakter. İki alıntı yapayım, demek istediğimi daha sağlam görün.
Alıntı
Neden yıllarca birlikte, omuz omuza mücadele ettiğim adamın ölümüne dahi bir şey hissedemiyordum? Neden?
Alıntı
Karışık duygular taşıyordum.Çok karışık.

  Sanırım karakter duygu ve histen yoksun biri değil de psikopat ve takıntılı. Vicdansız biri robotsu bir şekle sokulmaya çalışılmış gibi bir durum söz konusu hikayede.
  Kısa bir giriş, bir dövüş resmedilmiş. Ben dövüş sırasında insan betimlemeleri, duygusal analizler, mekan tasvirlerini pek sevmem. Ölümcül bir dövüşte mesele hayatta kalmak ve öldürmektir. Çok kısa  bir giriş için yeterli bunlar. Açıkçası insanların görünüşü betimlemek, olayın geçtiği mekanı tasvir etmek bunlar dövüşten önce yada sonra olacak şeyler. Anı anlatmak her zaman daha önemli aksiyonun bol olduğu yerlerde. Yukarıdaki yorumları okuduğum için bunu yazdım, roman olarak düşündüğünüz bir yapıtın giriş kısmı bu. İçerik hikayenin tamamına göre elbet fakir kalacaktır, devamı gelirse aydınlanırız fikrindeyim.
Ellerinize sağlık.
Spoiler: Göster

Çevrimdışı BlackOut

  • **
  • 71
  • Rom: 1
  • Mantık kontrolü eline aldığında insanlık ölür.
    • Profili Görüntüle
Ynt: VANTUM
« Yanıtla #6 : 17 Şubat 2016, 10:18:17 »
Geçen arkadaşımın yazdığı bir öykü hakkında fikrimi belirtmiş, bana 'kırıcı' olduğumu söylemişti.
(Amatörsen kimse uzun yazılanları okumaya yeltenmiyor.)
Bu söylediklerinizde duygudaşız. Ben de çok "kaba" olarak niteledirilmiştim, ama dilimi törpüledim insanlar her şeyi duymak istemiyor sanırım :D.  Parantez içi ise yazımı buraya yazarken bile kendime söylediğim bir şeydi. "Sen kaç tane uzun öykü okudun ki insanlar bunu okuyacak." demiştim. Sonuna kadar haklısınız amatörseniz birilerinin yazdığınızı okuması çok zor. "On bin kelime işte, 18 sayfa falan ediyor." dedikten sonra arkadaşınızın "Hıı, on bin demek..." diyerek geçiştirmelerini fazlasıyla görüyorsunuz.
Neyse söylemek istediğim bu değildi. Dövüş sırasında betimleme ve analiz dinlemeyi sevmediğinizi söylemişsiniz, betimlemenin az tutulduğu ana odaklanmış yazı kısa olacaktır diye düşünüyorum. Kısa olunca da her şeyin hızlı geliştiği izlenimi oluşturabilir ve daha sonra açıklamanız gereken birçok noksan yer bırakabilir. Ama odaklanmamız gereken yer burası değil bence. Aklımdan geçen şu: İki farklı okur tipi görüyorum, kitaptan ve olaylardan beklentiler farklı dolayısıyla. Yine de naçizane fikir belirttim, umarım boşboğazlık etmemişimdir. Çevremde oturup konuşacak insan bulamayınca buraya geliyorum  :-\.
Dipnot: réalta, beğendiğimi belirtmeyi unutmuşum, . Tekrar elinize sağlık, devamını bekliyorum.
“What is history but a fable agreed upon?”
-Napoléon Bonaparte


"He saw it in her eyes. The anguish, the frustration. The terrible nothing that clawed inside and sought to smother her. She knew. It was there, inside. She had been broken.

Then she smiled. Oh, storms. She smiled anyway.

It was the single most beautiful thing he’d seen in his entire life."

Çevrimdışı réalta

  • *
  • 28
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: VANTUM
« Yanıtla #7 : 17 Şubat 2016, 16:41:41 »
Milenya, piyangonun bana vurmasına çok sevindim çünkü tam da ihtiyacım olan bir yorumdu. ^^
İlk önce kafanızdaki soru işaretlerini yanıtlamaya çalışacağım. Yeni bir gezegen kurgulamadığımı belirtmem gerekir. Dünya'nın asırlar sonrasını düşünebilirsiniz. Gezegende felaketlerin yaşanmasıyla her şeyin tepetaklak olduğunu, milyonların belki milyarların öldüğünü, ülkelerin parçalandığını hayatta kalmayı başaranların şimdiki millet kavramından uzaklaştığını düşünebilirsiniz. Yani kısaca, şimdiki dünyamızdan alakasız bir gelecek tasarladım. Felaketlerin sonunda hayatta kalanlar zamanla bambaşka krallıklar oluşturmuş, bambaşka diller kullanılmaya başlanmış gibi... Aslında dediğiniz doğru, bambaşka bir gezegen haline gelmiş bir Dünya düşünün. :) Vantum adını ise bir kıta olarak düşünebilirsiniz, Avrupa kıtası gibi. Vantum, yarattığım dünyada, yaşayanların o topraklara verdiği ad. Haliyle Sanjoan'ın yönettiği imparatorluk da adını topraklardan alıyor. (Hikayede başka topraklara ait krallıklar da var.)

Hikaye boyunca duygu ve hisler birbirine karışmış. Aradaki fark gözetmeksizin yazılmış. Bu beni en çok rahatsız eden şeydi. Mesela acıma bir his iken, keder bir duygudur gibi... İşin özeti farklı şeyler, ben bir ara psikoloji merakımdan öğrenmiştim.
İşte kaçırdığım bu noktayı belirtmeniz çok işime yarayacak.
Shan, kendi içinde gelgitleri olan bir karakter ve daha ilk bölümden, hatta ilk satırlardan bunu yansıtmaya çalıştım. Evet, Shan'ın "duygularından arındırılmış" olması gerekiyor, küçük yaşlardan itibaren böyle eğitiliyor... Duygusuz olmayı da çok iyi beceriyor (ya da kendince öyle sanıyor) ta ki en yakın dostu Corlaw'ı öldürmeye yollanana kadar. İşte o zaman Shan'ın derinliklerinde yatan soru işaretleri nüksetmeye başlıyor ve gelgitleri tavan yapıyor. :) Hiçbir şey hissetmediğini söylüyor, kendini buna inandırmaya çalışıyor ama ne kadar doğru? Bunları belirtmeye çalışmıştım. İleriki bölümlerde Shan'ın duyguları karmakarışık bir hale geliyor zaten, onun değişimine okuyucu da ortak olacak. Azıcık ucundan psikopatlık da var tabi. :)
Ben de ilk bölüm için pek betimlemede bulunmayarak biraz soru işareti bırakmak istemiştim, ileriki bölümlerde buna yer vermiştim. Hala doğru mu yaptım bilemiyorum açıkçası. :D
Yorumunuz için çok teşekkür ederim! :)

BlackOut;
Çevremde oturup konuşacak insan bulamayınca buraya geliyorum  :-\.
Birçoğumuz bunun için buradayız, en azından ben öyle düşünüyorum :) Herkesin beklentileri farklıdır tabii, benim çok beğendiğim bir yazıyı bir başkası beğenmeyebilir. Ya da tam tersi... Bu, hepimiz için geçerlidir diye düşünüyorum.
Yorumlarınız benim için çok önemli bu nedenle yazımı burada paylaştım. Beğendiğiniz için çok mutlu oldum, tekrar teşekkürler! ^^