Kayıt Ol

Fantastik Resimler Üzerine Öyküler

Çevrimdışı kargasiz

  • ***
  • 428
  • Rom: 7
    • Profili Görüntüle
Ynt: Fantastik Resimler Üzerine Öyküler
« Yanıtla #45 : 12 Haziran 2015, 14:28:15 »
Spoiler: Göster
Hatunkız sen resim atmışsın da keşke mesajı editlemeden atsaydın, böyle farkedilmedi :(. Ben de şimdi konuya girince farkettim.

Yoğunluğumu atlattım artık bu konuyu da daha sık sık güncelleriz, yeni resim ekleriz diyecektim ama senin resimi görünce bu hafta da onunla devam edelim o zaman ;).

Çevrimdışı

  • ***
  • 403
  • Rom: 7
  • ☆★
    • Profili Görüntüle
Ynt: Fantastik Resimler Üzerine Öyküler
« Yanıtla #46 : 12 Haziran 2015, 15:39:19 »
Ohoo usta ben sana mesaj attığımda atmıştım o resmi, bir haftayı geçmiştir belki de :D.
İt was one of those March days.
When the sun shines hot,
And the wind blows cold.
When the summer in the light,
And winter in the shade.

Çevrimdışı kargasiz

  • ***
  • 428
  • Rom: 7
    • Profili Görüntüle
Ynt: Fantastik Resimler Üzerine Öyküler
« Yanıtla #47 : 01 Temmuz 2015, 14:58:57 »
Spoiler: Göster
Bu konu dikkatimden çıkmıştı yine, neyse geç olsun güç olmasın :). Atakan senden rica etsem bir tane daha resim paylaşabilir misin? Tekrar hareket getirelim buraya.


Pusu... Onlarca ork'un haince bekleyişleri... Gökyüzü olacakların habercisi. Çorak tepelerde homurtular.

"Neden elfler kendilerine bu kadar güvenirler bilmem, kendilerini ölümsüz zannediyorlar. Günlerdir dinlenmek için bir ağaç gölgesi bile bulamadığımız bu tepelerde koşturuyorum, çatlamak üzereyim.

Pusuya düştüğümüzde beni düşünen olmadı, tabi ben ölsem ne olur ki sanki? İlk darbeyi aldığımda zaten yorgunluktan bayılmak üzereydim. Yine de tutunmaya çalışıyordum. Elfler ölümsüz değildi ama bize çok güveniyorlardı. Onu korumak zorundaydım. Solumdan yaklaşan sinsi ork'u farkedememiştim. Ani hareketle sağa doğru kaçarken sendeledim ve yuvarlandım. Elf üzerimden atlamayı başardı ama gözlerimi kapamadan önce onun da yaralandığını gördüm.

Artık tek başınasın elf, eğer ölmez de ölümsüzler diyarına gidersen ölümsüzlüğü hak eden küheylana benden bahset..."

Çevrimdışı

  • ***
  • 403
  • Rom: 7
  • ☆★
    • Profili Görüntüle
Ynt: Fantastik Resimler Üzerine Öyküler
« Yanıtla #48 : 01 Temmuz 2015, 15:29:14 »
Peki o halde. Resim buradan alıntıdır. Kendi hikayemi daha sonra eklerim.




Talihsiz Bir Kaza


- Robot mu yumurtadan çıkar, yoksa yumurta mı robottan çıkar? Işte bütün mesele bu. İyice temizlemek gerek bu koca yumurtayı, bu seferki bayağı büyük olacak hehhee.

Hemen yanındaki kapı gıcırdayarak açıldı. İçeri kambur bir robot girmişti. Köşedeki boş saksıyı alıp dışarı çıktı.

- Burası işsiz robotlarla dolu. Lanet olası yumurta da temizlenmedi gitti.

Köşedeki rafın tepesinde dikilmiş, sessizce oturan yardımcısının ona tek faydası sessiz olmasıydı. Gerçi arada getir götür işlerini de yapıyordu ama, o kadar da değil. Temizlik robotu olmanın getirisi yoktu. Götürüsü de yoktu. Hatta bunun için kendini şanslı saymalıydı. Bilim bölümünde, robotların ters giden deneyler sonucunda can verdiklerini duymuştu. Onun işinde tehlike diye bir şey söz konusu olamazdı. Yardımcısı gıllik Jo’ya seslendi.

- Hadi gidiyoruz. Çıkmadan lambayı kapat.

Gıllik Jo, öyle fazla zeki bir robot değildi. Antik guntik sesler çıkartarak bizim temizlikçiyi takip etti. Lambayı mambayı da kapatmadı.

- Şu aptal robotun bile ismi var, bir benim yok anasını satayım.

Temizlikçi. Ona böyle hitap ederlerdi. Koridorun sonuna geldiklerinde, Jo sinyal vermeye başladı. Kesin yine uyduruk bir ek görev daha alacaktı.

- Hoparlöre al Jo.

Jo kısa süren bir vızıltının ardından aramayı hoparlöre aldı.

- İşleri yarım yamalak yapıyorsun temizlikçi, işlerine daha çok özen göstermezsen yemin ederim seni hurdaya gönderirim.

- Aghhh! Temizlik odası başkanı seçildiği güne lanet olsun.

- Bunu duydum!

- Jo, sistemi kapatmadın mı daha sen. Aptal robot! Bir şeyi de kendin akıl et.

Temizlikçi robotlara asansörü kullanmak yasaktı. Anlayacağınız onlar amele sınıfı robotlardı. Çoğu zaman merdivenlerin yosunundan ayağı kayar ve elinde tuttuğu kovadaki tüm su etrafa saçılırdı. Ve tabii ki orayı yine ona temizletirlerdi. İki kat aşağı indi. Bu günün bir diğer görevi, bu kattaki toplantı salonunu temizlemekti. Çift kanatlı demir kapıyı iteledi ve doğrudan içeri girdi.

- Lambayı yak Jo.

Ses yok, zaten ne zaman olmuştu ki. En sevdiği şey olan sessizlikten bile gıcıklanmasını sağlıyordu bu robot. Tekrar kapıya doğru gidip lambayı yaktı. Sonra demir sandalyeleri silmeye başladı. O sırada Jo da yapabildiği en iyi şeyi yapıp, etraftaki en yüksek yere kurularak susmaya devam etti. Temizlikçi içinden söylendi.

- Buraya sevk edildiğim gün anlamıştım zaten hapı yuttuğumu. Ne güzel merkezde makine yağı satıyordum. O zamanlar çok prestijli bir işim vardı.

Jo yine cins bir ses çıkardı. Lanet olası robot bozuntusu bile onunla dalga geçiyordu.

- Bakıyorum da işine gelen şeyleri gayet iyi anlıyorsun.

Sandalyeleri silmeyi bitirdiğinde köşedeki perdenin arkasında bir şekil görür gibi oldu. Çok meraklanmasına rağmen bu onun işi değildi. O; siler, süpürür, parlatır ve def olup giderdi. Lakin bugün o gün değildi. Bugün, orayı kontrol edecekti. Belki de bu, onun şansıydı. Belki de böylece terfi edecekti. Usulca yaklaşarak, hızlı bir hareketle perdeyi araladı. Bu, onlar için bir çeşit maskot haline gelmiş olan şişko kediydi. İyice sinirlenen temizlikçi kediyi kovalayayım derken, yosun tutmuş zemin yüzünden ayağı kayarak sekizinci kattan aşağı düştü.

Ve o an Jo, ilk defa kendi sesiyle konuştu.

- Mal!

İt was one of those March days.
When the sun shines hot,
And the wind blows cold.
When the summer in the light,
And winter in the shade.

Çevrimdışı Khentis

  • **
  • 100
  • Rom: 5
    • Profili Görüntüle
Ynt: Fantastik Resimler Üzerine Öyküler
« Yanıtla #49 : 04 Ağustos 2015, 00:28:19 »
Mekanik sesler çıkaran eklemlerini kıpırdatarak ağır ağır odaya girdi. Boyunun hizasındaki düğmeye basarak odanın, tavandan sarkan ve zamanın tesiri nedeniyle tamir gerektiren lambanın loş ışığıyla yıkanmasını izledi. Elinde bir çiçek sulama süzgeci olduğu halde, odanın ortasına özenle yerleştirilmiş, büyüklüğünden kayda değer bir süredir orada olduğu ve dikkatle bakıldığı belli olan yumurtaya sakin adımlarla ilerlemeye koyuldu. Her şey olağan halindeydi. Robot bir saniyelik dalgınlığının sonucunda yumurtanın üzerine konulmuş olduğu yaşlı ağaç kütüğünün köklerinden birine takılıp yüzüstü yere düşmese ve elindeki süzgeç havaya fırlayıp içindeki bütün suyu serbest bırakmasaydı, her şey olağan halinde seyretmeye devam edecekti. Bu talihsiz -belirli bir azınlığa göre talihli sayılabilecek- olay, robotun uzun süredir terk ettiği iki alışkanlığa yeniden merhaba demesine sebep oldu; düşündü ve sorguladı.

Şimdi ne yapması gerekiyordu? Daha önce başına hiç böyle bir şey gelmemişti. Epey bir zamandır büyük bir zevkle, sıkıca kavramakta olduğu rutini aniden bozulmuştu. Halbuki yapması gereken tek şey, ondan beklenen tek şey, yumurtayı sulamaktı ve çevresinde bundan çok daha büyük şeyler başarabilen kimseler varken o bunu bile başarıyla tamamlayamamıştı. Küçük, gümüşi ellerinden destek alarak yeniden ayağa kalktı.

Mutfağa dönüp, süzgece yeniden su mu doldurmalıydı? Neye yarayacaktı ki, düzen artık eskisi gibi olmayacaktı, o kesin. Zaman kaybetmişti. Tamamlaması gereken, ondan tamamlaması beklenen diğer işleri daha geç halletmesi gerekecekti. Eğilip, süzgeci düştüğü yerden aldıktan ve kapıya yönelmeye başladıktan sonra, aklına başka bir soru geldi. Yumurtayı neden sulamalıydı? Bunca zamandır -ne kadar zaman olduğunu hatırlamakta zorluk çekmekteydi ve bunu hatırlamaya çalışmak başını ağrıtıyordu- neden sulamıştı? Daha önce duyulmamış bir şeydi! Hayır! Böyle bir şeye gerek yoktu! Ona yüzyıllar gibi gelen bir süredir, aslında gerekli olmayan bir şeyi yapmaktaydı. Neden yapıyordu? O da aslında pek belirli değildi. Süzgeci odanın uzak, karanlık bir köşesine fırlattı.

Uzun süre sigara içmemiş bir tiryakinin sigarasının dumanını içine zevkle çekmesi gibi, zevkle düşünüyordu. Evinin dar koridorlarında yürüdü, dış kapısını açıp taze gün ışığına adım attı. Güneş'in ılık ışınlarını hissetmeyeli ne kadar olmuştu kim bilir? El yordamıyla vücudunu sarmalayan, ona artık rahatsızlık veren parlak zırhı çıkardı. Nereye gittiğini önemsemeden ve artık mekanik sesler eşliğinde olmadan, az kişinin bulunduğu sessiz sokaklarda yürümeye başladı. Yeniden kendisi olma zamanı gelmişti.
The wizard's crown I'll take on Halloween.

Çevrimdışı Khentis

  • **
  • 100
  • Rom: 5
    • Profili Görüntüle
Ynt: Fantastik Resimler Üzerine Öyküler
« Yanıtla #50 : 13 Şubat 2016, 23:37:10 »
Resim paylaşmayıp konuyu tıkadığım için çok özür diliyorum. Şunu paylaşayım, bu şahane konu kaldığı yerden devam etsin. Sayfa kaydığı için spoiler içerisine aldım.

Spoiler: Göster
The wizard's crown I'll take on Halloween.

Çevrimdışı milenya

  • **
  • 260
  • Rom: 6
  • Belki de Tanrı bize inanmıyor!
    • Profili Görüntüle
Ynt: Fantastik Resimler Üzerine Öyküler
« Yanıtla #51 : 14 Şubat 2016, 00:14:08 »
Ring of the Nibelungs (die nibelungen) filmini çağrıştırdı resim. Bir iki paragraf yazıyım dedim, film aklımdan çıkmayınca pes ettim. :)
Spoiler: Göster

Çevrimdışı Khentis

  • **
  • 100
  • Rom: 5
    • Profili Görüntüle
Ynt: Fantastik Resimler Üzerine Öyküler
« Yanıtla #52 : 14 Şubat 2016, 00:23:15 »
Doğrudur efendim, Völsunga saga'dan Sigurd ve Fafnir'in bir çizimi bu. Yanılmıyorsam Nibelungenlied ile epey benzerlik gösteriyor, hatta hemen hemen aynılar. :)
The wizard's crown I'll take on Halloween.

Çevrimdışı

  • ***
  • 403
  • Rom: 7
  • ☆★
    • Profili Görüntüle
Ynt: Fantastik Resimler Üzerine Öyküler
« Yanıtla #53 : 14 Şubat 2016, 00:37:13 »
Bir ejderhayı alt etmenin en iyi yolu, onunla çıplak savaşmaktır. Hayır yani, sonra "Yok oram yandı, yok anam üstüme ateş kustu." diyürlar. Kaç kere dedim Bilbo'ya "Oğlum, ejderhalarla uğraşacaksın, bak sözümü tut. Ejderha görecek olursan direk soyun." diye. Dinletemedim! Mesela şu resmimde - ki acayip derecede karizmatik görünüyürum - bir ejderhaya nasıl yaklaşılması gerektiği gün gibi ortada değil mi?

Hazır resmi göstermişken, size hikayesini de anlatayım en iyisi. Bir gün yine takılıyürum bizim o Kuruköprü'nün oradaki handa; bir tane çakal geldi "Emmi" dedi, "Şu eski basilisk çukurlarının kuzeyindeki Belkıran dağlarında bir ejderha varmış ki" dedi. Eee dedim. "Dayı" dedi "Bak sana yemin ediyürum" dedi "Altında gırla hazine varmış" dedi. Ulan allah allah dedim. Sonra dönüp, civelekli civelekli sırıtarak: "Bugüne kadar, altını çalmaya hangi yiğit gitse, bak inanmıyürsan da dayıya sor, yeminle osuruğundan kapkara S.O.Sleri ata ata kaçıyürmuş" dedi. Dedim, sen ne geveliyürsun la tırrek. Bizim Aragorn'dan kalan yarım şarabı da içtim, atladım koca beygire, sürdüm Belkıran'a.

Neyse üç gün düz, iki gün yamuk gittim. Vardım haşin Belkıran'ın eteklerine. İnsanın başkasına öğütleyip de kendi yapmaması olur mu, yiğide yakışır mı? Hemen çıkarttım ne var ne yok üstümde. Aldım elime de kılıcımı, daldım ejderhanın mağarasına anadan doğma. Şimdi bu ilk, beni gördü. Şöyle bir tısladı, bilmem ne yaptı. Ulan dedim sen kime şekil yapıyürsun. Salladım kılıcı, savurdum, kıvırdım kulağını, yerden yere vurdum. Kertiş kılıklı anladı ki karşısında has Kuruköprü bebesi var, bu pıstı bir köşeye.

Dedim sus, kes sesini, bana artistlik yapma. Neyse kestik bunun sesini de. O zamanlar taş telefonlar vardı, siz bilmezsiniz. Çaktım iki kayayı birbirine, bizim cinik Serkan var, çağırdım onu yanıma. Dedim boyanı moyanı kap da gel. İşte, geldi bu. Sonra, dedim Serkan, bu anı ölümsüzleştirmek istiyorum, pıstırdım da  iyice ateş nefesli patatesi. Dedim oğlum Serkan, çiz bizi.

- Abi yeter bu kadar palavra be, sıktın artık.
- Ne palavrası oğlum, yeminle gerçek lan.
- Sen bugün yeterince içip sapıttın, haydi babam evine barkına git, haydi.
- Ulan istenmediğim yerde durmam ben oğlum, daha da sizin ortamınıza gelmem!

Ertesi gün - beşinci kadehten sonra.

Şu benim dünkü hikaye yarım kaldı, dur ona devam edeyim. En son ne diyürdum. Hah, işte aldım ejderhayı elime, sever misin, okşar mısın...
İt was one of those March days.
When the sun shines hot,
And the wind blows cold.
When the summer in the light,
And winter in the shade.

Çevrimdışı

  • **
  • 106
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
    • Emrecan Doğan
Ynt: Fantastik Resimler Üzerine Öyküler
« Yanıtla #54 : 14 Şubat 2016, 19:28:26 »
Resim benden o zaman bu sefer :) Daha sonra da yazıma katılırım :)

Spoiler: Göster

Çevrimdışı

  • ***
  • 403
  • Rom: 7
  • ☆★
    • Profili Görüntüle
Ynt: Fantastik Resimler Üzerine Öyküler
« Yanıtla #55 : 14 Şubat 2016, 21:46:37 »
Resim benden o zaman bu sefer :) Daha sonra da yazıma katılırım :)

Spoiler: Göster


Her hafta bir resim paylaşıp, onun hakkında yazıyorduk. En beğenilen öykünün yazarı da yeni bir resim paylaşıyordu. Khentis zaten bir resim paylaştı sabahleyin. Yani o resim hakkında bir öykü yazabilirsin, zaten yazılmış bir öyküyü devam ettirebilirsin ya da yazılan hikayelerden birine yorum yapabilirsin :).
İt was one of those March days.
When the sun shines hot,
And the wind blows cold.
When the summer in the light,
And winter in the shade.

Çevrimdışı BlackOut

  • **
  • 71
  • Rom: 1
  • Mantık kontrolü eline aldığında insanlık ölür.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Fantastik Resimler Üzerine Öyküler
« Yanıtla #56 : 24 Şubat 2016, 19:28:13 »
Rakibinizi selamlamak konuşulmamış bir kuraldır. Ateşin Taşıyıcıları tam olarak bunu yapıyordu. Ben ise kimin kazandığını herkese duyurmak üzere gelmiş bir haberciydim. Tepede bir kayanın üzerine tünemiş, ayaklarımı boşluğa sallıyordum. Görseniz uçurumun kenarında değil de çiçek bahçesine bakan bir balkondayım sanırdınız. Aşağıdaki vadi diken gibi kayalarla doluydu. Ateşin Taşıyıcıları kayaların arkasında ve arasında düzensiz bir şekilde dağılıyorlardı. Uzun, kısa, sarı, beyaz ve siyah saçlı adamlar bordo pelerinler ve siyah pançolar giymişlerdi. Selamlama ise… Ah bunu nasıl anlatmalıyım bilmiyorum. Sanatsaldı. Ellerinden ve ayaklarından ateş sütunları çıkaran savaşçılar dans ediyordu. Bazen bir ateş diğerine dolanıyor ve birbirlerine sarılıyorlardı. Altı üstü on adam vardı ama Dikenli Vadi’yi aydınlatmaya yetiyordu. Adamların akrobasi yeteneği küçümsenmeyecek kadar iyiydi. Elleri üzerine yürürken veya taklalar atarken bile ateş üflüyorlardı. Ah, evet hepsi küçük birer ejderhaydı.


Adamlar bir halka oluşturdu ve hepsi aynı anda elinden bir ateş sütununu yere bıraktı, alevden bir Çin Ejderhası yılankavi vücuduyla göğe doğru yükseldi. İşte meydan okumuşlardı. Ateşten ejder yok olurken sessizlik ve karanlık vadiyi kapladı. Ellerimi çocuksu bir heyecanla çırpmak geliyordu içimden ama kocaman adamdım o yüzden kendime hâkim oldum. GÜM. Uzaktaki bir davul sesi gibiydi. GÜM. GÜM. GÜM. Hızlı üç adım atmıştı, geçen sefer yedi gümlemeden sonra ulaşmıştı vadiye. Ah o mükemmel yaratığı kimler öldürmeye kalkmıştı… Yalnızca isimleri bile roman olur. İninin devasa kapısına gözlerimi diktim. Ayaklarımı sallamayı kesmiş, dikkat kesilmiştim. GÜM. Ve işte oradaydı. Bütün haşmetiyle iki kanadı ve arkadaki iki ayağı üzerine dikiliyordu. Kapkaraydı ve on adam boyundaydı. Kafası kertenkeleninki kadar yassıydı fakat fazla büyük bir kertenkeleydi ve dikenliydi. Gözlerinin irisi kırmızı ve sarıdan parlak birer halkaydı. Kafasını bir köpek gibi salladı ve yüzyılların verdiği deneyimle vadisindeki on işgalciye baktı. İyi bir Ejder İzleyici’si onun adeta güldüğünü bilirdi, babam gibi ben de Ejder İzleyici’ydim. Aptal kardeşim ise aşağıdaydı ve bir kere bile kafasını yukarı kaldırmamıştı. Ateşin Taşıyıcıları kayaların arkasına koşturdu, biri hariç. Akılsız liderleri, benim küçük kardeşim. Sivri uçlu kayanın arkasına geçmek yerine üstüne tırmanmış ejderhaya dikleniyordu. Ejderha yerdeki kanatlarını kaldırdı ve bir at gibi arka ayakları üzerine şaha kalkarken devasa iki perdeyi çırpmaya başladı. Hantal olacağını sanırsınız, güldürmeyin beni. O kadar hızlı çırpıyordu ki onları hava şaklıyordu. Sesi bile sizi altınıza kahverengi pantolon giydiğinize dua ettirirdi. Kardeşimin ayaklarını izliyordum. Elinin tersiyle yüzünü koruyordu ama önemli olan ayaklarıydı. Kayanın üzerinde biraz kaydığını fark ettiğimde ufacık bir yardımın zararı olmaz diyerek havadaki akımlara ufacık dokundum ve ejderha dengesini kaybederek kanatları üzerine çöktü. İlk önce minik kardeşim mi yoksa ejderha mı kafasını kaldırdı bilmiyorum. Bildiğim ise birinin yalnızca okumayı bilen birinin anlayacağı dilden gülümsediği diğerinin ise bana hırpani bir çocuğun öfkeli gözleriyle baktığıydı.


İlk hamlenin sonuçsuz kaldığı oyunda ikinci perde başlıyordu. Adamlar arkasında durdukları kayalara tırmandılar ve beklediler. Bu işin sıkıcı kısmıydı. İki elimi arkama koyarak yaslandım ve ayaklarımı sallamaya başladım. Ejderha on adamın yaptığından çok daha kalın, büyük ve düzensiz bir şekilde üfledi ateşini. Kardeşim ve adamları başıboş alevleri onlara atılan pası tutar gibi yakalayıp kendi eksenlerinde döndüler. Hepsinin pançosu etek gibi savrulmuştu, yine gülmemek için kendime hâkim olmam gerekti. Bir ateş sütunu kavgası döndü aşağıda ve bir iki gümleme duyuldu. Hafif bir uyku haline geçmek üzereyken gözlerime inanamadığım bir an boyunca kalbim hızla çarptı. Kardeşimin adamları yanmış, parçalanmıştı ve ejderha karalar içindeki bir adama sonu gelmek bilmeyen ateşler üflüyordu. Ekseni etrafında ellerini çevirerek dönen adamı ateşten bir girdap sarmıştı. Güzel bir göbek dansı esprisi yapardım ama vakti değil. Kıyafetleri küçük ve düzenli parçalar halinde kül olup yere düşüyordu. Ah bu kadar ateş onu bile yakardı, zavallı küçük kardeşimi. Neler olup bittiğini anlamıştım ve siz bilmiyorsunuz belki ama çoktan uçurumdan bırakıvermiştim kendimi. Aklımı kaçırmadım korkmayın, bu Dünya’nın rüzgârları beni sever. Elimde de bir kanatlı* olunca süzülüveriyorum istediğim yere.


Kardeşim veya yanındaki zekâsızlardan biri ejderhanın ayağına çıplak eliyle dokunmuş onu çileden çıkarmıştı. Dokundukları yer bembeyaz kor gibi yanıyor ve tütüyordu. Ejderhanın boynuna indim ve kendi bıraktığım beş parmaklı yara izlerine baktım. Gördükçe utanmak için onları tam olarak iyileştirmemiştim. Ejderha benim inişimle ateşini tutmuş, kardeşimin canını bağışlamıştı. Tüm kıyafetleri yanan adam anadan doğma bir halde donup kalmışken kocaman kanatlar yer küçücük olana kadar beni göğe yükseltti. Böyle efsunlu bir yaratığa kim kıyabilirdi?

*: "Kanatlı" Hezârfen Ahmed Çelebi'nin kuş kanadına benzer aracının aynıdır :D.
“What is history but a fable agreed upon?”
-Napoléon Bonaparte


"He saw it in her eyes. The anguish, the frustration. The terrible nothing that clawed inside and sought to smother her. She knew. It was there, inside. She had been broken.

Then she smiled. Oh, storms. She smiled anyway.

It was the single most beautiful thing he’d seen in his entire life."