Karanlık sokak, unutulmuş kabristanları hatırlatan, rüzgârın yığdığı buruk ve ağır bir koku ile boğulmuştu. Sokağı baştan aşağı çıplak omuz, göğüs, kahkaha ve terle karışmış dişi kokusu doldurmaktaydı. Bu dünyadan sadece kâm almak niyetinde olan mirasyedi efendiler. Kasbar Efendi'nin kitabevinin yahut Madam Eva'nın şapkacı dükkanının önünde şuh edalarla göz süzen hanımlar. Doyasıya tüketmek iştiyakı, kadın, alkol ve para. Etval Sineması'nın girişinde kurulmuş perişan sergiye şöyle bir göz attı. Hırpalanmış, ısınmış, ölgün laleler, fulyalar, güller, şakayıklar, zambaklar. Hepsi solmuş, naz dolu ruhlarının son katrelerini boğucu ve bezgin bir tazyikle etrafa dağıtıyorlardı. Ötede, her tarafta muttasıl büyüyen bir insan yığını.
Bir otomobil çevirmek maksadıyla anacaddeye doğru birkaç adım yürüdü, sonra aniden durdu. İleride, caddenin başında, Avrupa saçları yumuşak, sarışın ışıklarla akan bir oğlan duruyordu. À la mode şık bir bahriyeli üniforması giymiş, koltuğunda kalınca bir kitap, bekliyordu. Yel, ürkek dokunuşlarla çocuğun esvabını okşadıkça o titriyor, kendinden geçiyordu. Bedeni haz tarafından zaptedilmiş gibiydi. Bu histen ürkerek yolunu değiştirmek istedi, sonra içinde birdenbire dayanılmaz bir arzunun kabardığını duydu. O anda oğlanın parlak bakışları ona yöneldi ve bu gözlerdeki müphem dilek, duru bir alev gibi kalbine yavaş yavaş sindi. Bu, tatlı, sıcak tebessümünde muziplikler taşıyan bir çocuk değildi. Bu gözler ve bu gülüş, bütün ömrü boyunca hiç rastlamadığı dehşetli bir şeydi. Çocuk, sanki onu kirli ruhuna dek soyuyor, anadan üryan görüyor gibiydi. Vakıa bu bir anlık olmuştu. Çocuğun gözlerinin üzerinden ayrıldığını hisseder etmez o ateşin, tahripkar tebessümü unutmuş ve yürümeye devam etmişti. Fakat akşam vakti kahvesini içip yatağına yattığında, bütün gün en vahşi hülyalarında beliren sureti düşünürken, birdenbire bu taşkın bakışı olduğu gibi duymuş ve ürpermişti. Mütekait müstantik Yümnü Bey, altmış yedi yıllık hayatında hiç bu kadar küçük düşürülmemişti. Bununla beraber onu o gece sabaha kadar uyutmayan, içinde kaynayan şenaat değildi. Müthiş bir şevk saçan bu bakışların hayaliydi.