Kayıt Ol

Kardeşler

Çevrimdışı Celebhol

  • **
  • 215
  • Rom: 8
    • Profili Görüntüle
Kardeşler
« : 17 Eylül 2016, 20:53:41 »
Kardeşler

İki kişi yıkılmaya başlamış bir vadinin içinde savaşıyordu. Vadinin içi her türden, yemyeşil ağaçlarla doluydu. Gökyüzünü ise muazzam bir bulut kaplamıştı fakat bu bulutun arasından, yeşil bir yıldız seçilebiliyordu. Bu yıldız, bulutu ve aşağıdaki vadiyi de aydınlatıyordu. Başka zaman olsa, bu manzara insanda hayranlık verici bir huşu uyandırırdı fakat artık lekelenmişti. Ağaçların yapraklarını kan kaplamıştı, gövdelerinin altındaysa cesetler vardı... binlerce. Gökyüzündeki toz bulutunun nedeni ise, gezegenin ölmeye başlamış olmasıydı. Devasa toprak kütleleri yarılıp, paramparça olurken atmosfere büyük miktarlarda toz salınıyordu. Arada sırada, etrafa toprak parçaları düşüyordu. Kimisi bir insan boyunda, kimisi çok daha büyüktü.

Bu kaosun ortasında, iki kişi uzun savaşlarının son aşamasına girmişti. Kardeşlerdi, aslında ikiz kardeşlerdi. İkisinin de saçları açık kahverengi ve dalgalıyken, birisinin uzun diğerinin kısaydı. Boyutları normaldi fakat üstlerine giydikleri zırhlar yüzünden daha büyük gösteriyorlardı. Uzun saçlının zırhı kıpkızıldı ve siyah şeritler halinde desenlere sahipti. Bu motifler, sert ve açık bir biçimde seçilebilirdi. Kısa saçlı olanın zırhı ise, simsiyahtı ve tek bir deseni vardı. O da göğsünde, gümüşe çalan bir güneş şeklindeydi. İkisinin de gözleri sapsarıydı ve aynı ışıkla yanıyordu. Sonuçta, ikisi de aynı amaç uğruna, gelecek uğruna savaşıyorlardı. Sadece kendi gelecekleri de değil, insanlığın geleceği.

Gençken, bunun uğruna, birlikte mücadele etmişlerdi ama bunu yapma yolları farklıydı ve hep birbirlerine engel oluyorlardı. Bu yüzden, aralarında hep bir sürtüşme oluyordu. En sonunda, yapılması gerekenin daha fazla ertelenmemesine karar veren uzun saçlı, kardeşine saldırdı. Başarılı olamadı fakat bunun sonucu yolları ayrıldı.

Uzun yıllardan sonra, her şeyi kararlaştıracak olan savaşa gelmişlerdi. Bir tarafta, kızıllar içinde ve sert görünüşlü Oinos. Diğer tarafta, siyah zırhının içinde, göğsünde parıldayan sembolüyle Agathos.

"Zaman geldi kardeşim, hatamı telafi edeceğim!" diye bağırdı Oinos ve saldırıya geçti. Elindeki, enerji yüklü kılıcı savurdu. Agathos, kendi kılıcıyla darbeyi saptırdı fakat ikisi de uzun süredir savaşıyordu, bunun verdiği yorgunluktan dolayı yeterince iyi saptıramamıştı. Kılıç omuz zırhına çarptı, eğer zırhının güç alanı olmasaydı ciddi bir darbe olurdu. Bunun olacağını tahmin eden Agathos, diğer elindeki manyetik tabancayı çoktan tam güç şarj etmişti. Kardeşi yakın mesafede olduğu için onu kolayca vurabilecekti fakat Oinos da bunu biliyordu. Bu yüzden o da, kendi tabancasını şarj etmişti ve aynı anda ateşlediler. Tam güçte ateşlenmiş mermiler, güç alanını kolayca delip geçti. İkisi de, karınlarından ağır yaralar almışlardı. Yine de, biraz geri çekilebildiler.

"Her zamanki gibi kendini feda etmeye meraklısın, Oinos" dedi Agathos ve ekledi "Demek planın buydu."

"Savaşın artık bir sonunun gelmesi gerek ve fedakarlık olmadan, seni yenemezdim" dedi Oinos. "Gerekli olanı feda edeceğimi biliyorsun."

"Söz konusu sadece sen olsaydın, bunu rahatlıkla kabul ederdim fakat sen diğer insanlara da zorla fedakarlık yaptırıyorsun! Yolunu kanla ve vahşetle çiz--kan öksürdü-- Çok fazla... haksız acıya sebep oldun. Durdurulması gereken bir yaratıksın."

"İçten içe biliyorsun ama kabullenemiyorsun. Bu gezegen, bu dünya sert kararlar alınmadan kurtulamaz. Bak ne hale geldi?! Eğer yoluma çıkmasaydın, amacımı gerçekleştirmiş olacaktım ve gezegen şu an sağ salim olacaktı. Senin kendini kabullenememen yüzünden gezegenimiz ölüyor" dedi Oinos.

"Beni yoketmek ne zaman ana amaç oldu da bunun için gezegeni riske atacak silahlar gerekti? Ne zaman dünyanın manyetik alanıyla oynaman şart oldu? Ordumu yoketmek için mi? Beni yoketmek için mi?! Bunu sen yaptın!"

İkisi de, nefes nefese bir süre durdular. Zırhlarının bacak kısımları kanla kaplanmıştı ve yere akıyordu. Oinos'un siyah çizgilerinin üstünde kızıl lekeler vardı, Agathos'un ise göğsündeki güneş motifine alttan kan sıçramıştı.

O sırada, büyük bir gümbürtü koptu ve vadinin yarısı tamamen göçtü. İkisi de yere düştü, üstlerine bir şok ve toz bulutu dalgası geldi. Bir kaç metre savruldular. Bir kaç parça kaya yağdı etraflarına. Zar zor, ikisi de ayağa kalktı.

Artık heyecanı geçmiş, daha düzgün düşünebilen Oinos, "Yollarımız bir arada var olamaz. Bu ise son çakışmaları. Birimiz ölecek, diğeri ise savaşına devam edebilecek" dedi.

Agathos başıyla onayladı. İkisi de ayağa kalktı ve birbirlerine saldırdı. Şarj olmamış tabancaların bir işe yaramayacağını bildikleri için ikisi de, tabancaları atıp çift elle kılıçlarına sarıldılar.

---

"Daha sonra n'oldu, baba?" diye sordu küçük, mavi gözlü çocuk.

"Kimisi, Agathos'un yendiğini ve sağ kalan insanlara liderlik edip bu gezegeni bulanın o olduğunu söylüyor. Kimisi ise, bu kişinin Oinos olduğunu söylüyor. Tam olarak bilmek çok zor" dedi adam.

- Peki sen hangisine inanıyorsun, baba?

- Ben... ikisinin de öldüğüne inanıyorum. O koşullardan sağ çıkmak çok zor, üstelik birisi kurtulmuş olsaydı, kimin kurucumuz olduğuna dair bir soru işareti olmazdı. Neyse, ellerini yıka da yemeğe oturalım.

Oğlu gidince biraz durdu, ona söylemediği bir şey daha vardı. Agathos ile Oinos'un varolup olmadığından bile -en azından bu şekilde- pek emin değildi.