Kayıt Ol

Aletheia

Çevrimdışı Ozymandias

  • **
  • 200
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Aletheia
« Yanıtla #15 : 31 Ocak 2017, 00:17:55 »
Bilgili bir kişi. Hikayesi okunur.
Teşekkür ederim :D

Sizi övmek için değil efendim. Bizim için. Okuyalım zevk alalım diye   :shrlock

Çevrimdışı Celebhol

  • **
  • 215
  • Rom: 8
    • Profili Görüntüle
Ynt: Aletheia
« Yanıtla #16 : 31 Ocak 2017, 03:22:49 »
Bilgili bir kişi. Hikayesi okunur.
Teşekkür ederim :D

Sizi övmek için değil efendim. Bizim için. Okuyalım zevk alalım diye   :shrlock
Olsun, yine de belirtmek istedim ;D

Çevrimdışı Ozymandias

  • **
  • 200
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Aletheia
« Yanıtla #17 : 31 Ocak 2017, 04:55:52 »
Bilgili bir kişi. Hikayesi okunur.
Teşekkür ederim :D

Sizi övmek için değil efendim. Bizim için. Okuyalım zevk alalım diye   :shrlock
Olsun, yine de belirtmek istedim ;D

Rica ederim efendim. Zevk zevk  :hug

Çevrimdışı Celebhol

  • **
  • 215
  • Rom: 8
    • Profili Görüntüle
Ynt: Aletheia
« Yanıtla #18 : 01 Şubat 2017, 20:01:33 »
Bölüm 16 - Karşılık

"Bu bombayı söylediğim yere koy. Apokhsajları oyalayacağım fakat ne olacağı belli olmaz. Derde girince kız bıçağı kullanacak," demişti, bir saat önce kadın ona.

Şimdi

Heybetli gökdelenden yüz metre uzakta saklanan kız, zamanını bekliyordu. Beş dakika sonra, çok yakın olmayan fakat çok da uzakta olmayan bir binanın üstünden gelen mavi ışıltı, Okçu'nun harekete geçtiğini bildirdi ona. Önündeki yapının kapısından bir anda dökülen otuz kadar avcı o tarafa yönelirken, işini garantiye almak için bir kaç dakika daha beklemeye karar verdi. İyi ki de öyle yapmıştı çünkü bir süre sonra ikinci bir grup daha çıkarak Okçu'nun arkasından dolanmak için yola koyuldular. Bedenleri kara dumanla çevrili bu yaratıklar, sistemli şekilde hareket eden avcılardı.

Guerra'nın siyah kamuflajını üstüne giymiş olan Aletheia, yavaşça ve her seferinde bir kaç adım atıp, gizlenerek binaya ilerlemeye koyuldu. Gecenin karanlığı görüşünü kısıtlarken, bir kaç yüz metre uzaktaki çatışmanın ve çığlıkların sesi duyuluyordu sadece. Dört simetrik yapıdan ona en yakın olanının girişine varmıştı bir süre sonra. Çantasını geride bıraktığı için, cebine attığı aynayı çıkarıp içeriyi gözetledi. Pek bir şey göremiyordu ama temiz gibiydi ortalık. İçeri adımını attığındaysa, derince ve geniş bir çukur karşıladı onu. Hedefi burasıydı, içine girecek ve yer altındaki merkeze gidip yuvarlak aleti yerleştirecekti. Kendinden olabildiğince uzakta tutmaya çalıştığı korkusu, bütün hayatı yutan kara çukurun görüntüsüyle beraber tekrar canlanarak onu pençesine almaya yeltendi. Bunu yapmak istemiyordu, ancak başka çaresi yoktu.

Böylece, derin boşluğun içine atladı. Çığlık atmamak için kendini zor tuttuğu bir kaç saniyelik düşüşün ardından, yumuşak bir şeyin üstüne indiğini hissetti. Doğrulduğunda bunun bir beden yığını olduğunu gördü. Pelteye dönüşmüş etten oluşan kemikli bedenler, birbirine kaynaşarak kocaman bir kabarcık haline gelmişti. Arada bir, bir zamanlar bir insana ait olan, ölü, saydam gözlere sahip bir yüz silueti kabarcığın içinde görünüyordu.

Dehşet içinde fırlayıp kendini toprağa atarken, ağzına gelen midesini durdurmak için çabaladı. Yine de, kendine hakim olamayarak bir köşeye kusuvermişti. Elinin tersiyle çenesini silerek tekrar ayağa kalktığında, artık dehşetle savaşmayı bırakarak ilerlemeye koyuldu. Korkuyordu ve bunu geçirmenin yolu yoktu, hisle idare etmek zorunda kalacaktı. Geniş, yuvarlak tünelde yürürken, bıçağı sıkıca kavramıştı. Sağa sola serpilmiş kızıl küreler, oyulmuş toprağı az da olsa aydınlatıyordu en azından. Ancak onlar yüzünden gölgeler daha bir ürpertici hale almıştı.

Bir kaç dakika süren yolculuğun ardından tünel biterek, yerini geniş bir odaya bıraktı. Onun bulunduğu kısım, odaya göre daha yukarıdaydı. Görülmemek için yere uzanıp, aşağı tarafı incelemeye koyulduğunda, oda ya da mağaranın -her ne ise- ilk başta sandığından çok daha geniş olduğunu anladı. Asitle eritilmişe benzeyen topraktan oluşan duvarları ve tavanı destekleyen, bilmediği bir materyalden yapılmış fakat kemiğe benzeyen kirişleriyle, bir kilometre çapında bile olabilirdi. Her şeyin ortasında ise, kara metalden yapılmış yuvarlak bir makine dikiliyordu.

Devasa bir kovaya benzeyen makinenin içindeki bir mekanizma ile dönen sıvının sesi, kızı tiksindirmişti. Öğürtü seslerini çağrıştırıyordu. Sadece sesini duyduğu sıvının ne olduğunu bilmiyordu, öğrenmek de istemiyordu. Ancak, ona her bakışında çağrı daha da kuvvetleniyordu. İçine atlamasını söylüyordu, öyle yaparsa bütün bu koşuşturma bitecekti. Daha fazla çabalaması gerekmeyecekti.

Sese kulak asmayarak tereddütünü bir kenara iteledi ve görevine odaklandı. Önündeki manzarayı kolaçan ettiğinde kimsecikler bulunmadığını gördü. Ya hep ya hiç mentalitesine uymayarak, tedbiri elden bırakmadan makineye yaklaşmaya koyuldu. Bulabildiği her şeyin, toprak birikintisi olsun, kolon olsun arkasına saklanarak giderken içindeki panik daha da büyüyor ve ona buradan kaçmasını söylüyordu. Sinirlenerek kendi zayıflığına sövdü içinden ve adımlarını hızlandırdı.

Yüz metre kala etrafta gizlenebileceği başka hiç bir şey kalmamıştı. Son bir kez çevresini yokladıktan sonra, başka çaresi kalmayarak ileri atıldı. Adımlarını iyice sıklaştırmıştı artık. Ancak hedefine vardığını düşündüğü sırada ayağı bir şeye takılarak yere kapaklanıverdi. Kalkmaya çabaladığında ise sağ ayağını hareket ettiremediğini fark ederek, neye takıldığına baktığında, onu gördü. Yumuşak toprağın altından çıkan çürümüş bir el kendisini yakalamıştı. Panikle küçük bir çığlık atan kız, eli tekmeleyerek kendinden uzaklaştırdı ve sürünerek geriye kaçıldı. Bunu takiben, toprağın altından bir el daha peydahlandı ve ikisi toprağı avuçlayarak, bir bedeni yukarı çekmeye başladı.

Erimiş yerin altından fırlayan, mor ve siyah etlerle kaplı kafadan yayılan çürümüşlüğün kokusu, kızın burnunu dolduruyordu. İçinden, kıvranan, halkalı beyaz kurtların fışkırdığı yarısı yenmiş burna sahip bu yüzü tanımıştı. Bir zamanlar, saldırı öncesi onun komşusu olan orta yaşlı bir erkekti. Şimdiyse açılmış ağzından bir inilti yayılan, ölü bir et parçasıydı.

"Hassiktir!" diyerek ayağa fırlayan kız ne yapacağını unutarak afallamıştı.

Arkasından başka bir ses geldiğinde, yerden başka bir cesedin daha çıkmaya başladığını gördü. Sadece bu da değildi, etrafındaki alanın her yerinde eller belirmişti ve sayıları gittikçe artıyordu. Beyninde "savaş ya da kaç" emri yankılanan öğrenci, kaçmak için geldiği tarafa döndüğünde çıkabileceği bir yer olmadığını hatırladı. Tünelden aşağı atlamıştı, yani geldiği yön kapalıydı.

Elindeki küçük bıçağı tutan kızın vücudunu bir titreme kaplamıştı. Zangır zangır parmaklarından silahı düşürmemeye çabalayarak, makineye doğru ilerlemeye koyuldu. Yerden fışkıran ellere dikkat ederek patikasını belirliyordu. Eğer ölecekse, bu orospu çocuklarını da kendiyle beraber yok edecekti.

Planı başta kusursuz şekilde işlese de, bir kaç saniye sonra yerden çıkan cesetler önünü kesmişti. Etrafına baktığında çürüyen cesetten bir çemberin onu sardığını gördü. Buraya kadardı... dizlerinin bağı çözülerek yere çöktü. Canlı eti tatmak için açılan ağızlar ve ona uzanan şişmiş parmaklar bedenini yavaş ve acılı şekilde parçalamak için üstüne geliyordu. Kaderini kabullenerek gözlerini kapadı.

O anda zihninin bir köşesinden, bıçağın yan tarafındaki düğmeye basmak fikri geldi. Bunun ne işe yaradığını Okçu ona söylememişti fakat kızın dikkatini çekmişti. Önüne doğrulttuğu silaha bastırırken, içinden fışkıran mavi bir soğuk gaz bulutu cesetlere fışkırdı. Donan bedenlerin hareketinin kesildiğini gören kız tekrar beliren cesaretiyle anı değerlendirdi ve ayağa kalkarak ileri fırladı. Can havliyle koşarken, hala yaşayan cesetlerin, gözleriyle onu takip ettiğini görmüştü. Ancak kıpırdayamıyorlardı. Etrafından dolanamayacağı bir tanesine denk geldiğinde ise onun kolunu bıçakla kesti. Çürümüş et yere düştüğünde, önündeki son engel de kalkmış oldu böylece.

Hızlıca yuvarlak metali makineye yerleştirdi ve arkasına bakmadan, yaşayan ölülerin aksi yöne koşturmaya devam etti. Bir süre sonra yeni bir tünel belirdiğinde ise rahatlayarak ona tırmandı ve akciğerleriyle dalağı daha fazla zorlamaması için ona isyan ederken, ilerlemeye devam etti. Doğal olmayan o yaratıkların nefesini hala ensesinde hissediyordu.

En sonunda tünelin çıkışına vardığında ise geldiği taraftaki gibi onun da yukarı çıkış yoluna sahip olmadığını gördü. Kullanabileceği herhangi bir şey için etrafına göz gezdirdiği sırada, anlık bir ilhamla -burada da bulunan- et yığınının içinde bir bacak kemiği gördü. Bıçakla yığını kesip, kan, et ve mukustan oluşan bulamacın içine kolunu daldırarak kemiği aldı ve ikisini sırayla toprağa saplayarak tünelden yukarı tırmanmaya koyuldu.

Çevrimdışı Celebhol

  • **
  • 215
  • Rom: 8
    • Profili Görüntüle
Ynt: Aletheia
« Yanıtla #19 : 11 Şubat 2017, 15:54:25 »
Bölüm 17 - Çıkış

Müzik: https://youtu.be/QAWSzAUaCIM

Enerjisi tükenmek üzere olan kız, işi biterek gökdelenden çıkmıştı ve şarap mahzenine doğru ilerliyordu. Her yerine bulaşmış olan pislikten öte, kolundaki insan bulamacından oluşan kalıntı onu rahatsız etse de, duracak vakti yoktu. Okçu'nun çatışmasının sesleri hala -daha uzaktan da olsa- etrafta yankılanıyordu. Yavaşça korkusu geçerken, kanında dolaşan adrenalin azaldı ve yorgunluk çöktü üstüne. Etrafını kolaçan etmeyi ihmal etmeden yürürken, aşağıda gördüğü şeylerin ne olduğunu düşünüyordu. "Layık" addedilen kişiler o yürüyen ölülere mi dönüşüyordu? Hayır, bu olamazdı çünkü çok fazla vardı ve pek de bir işe yarıyor gibi durmuyorlardı. Onun gibi sivil birisini durdurmak için çok elverişli olsalar da silahlı bir birliğe karşı işe yaramazlardı. Ayrıyetten gen havuzuna katma işleminin bu tarz bir şey olması mantıklı gelmiyordu. O zaman geriye tek bir seçenek kalmıştı; şehirden kaybolan bütün o insanlar, avlanmış ya da kaçırılmış olsun, şimdi o garabetlere dönüşmüştü. Neden yaptıklarını anlayabiliyordu, değersiz buldukları kişileri dehşet saçan silahlara dönüştürüp avladıkları türün üstüne salıyor olmalıydılar. Hem pek kaynak harcamamış hem de daha zor koşullar yaratarak daha sağlam bir eliminasyon yapmış olacaklardı böylece.

Kabul etmek istemese de etkili bir yoldu bu. Apokhsaj denilen bu yaratıkların kaç gezegeni bu şekilde yok ettiklerini merak etti. İnsanlığın -ve dolayısıyla onun- sonu pek de iyi görünmüyordu. Ancak belki, Okçu gibi başkaları da varsa bir şansları olabilirdi. Gerçi o da, kıza ne ile karşılacağını, hatta verdiği silahın işlevini bile söylemeden, kendisini boktan çukurun içine yollamıştı. Tahmin ettiği gibi tehlikeli ve pek çok şeyi açıklamayan birisiydi. Neden hiç tanımadığı birisine, hele bir uzaylıya güvenebileceği düşünmüştü ki?

Yorgunluktan yıkılmak üzereyken gizlenmiş mahzenin bulunduğu dükkana adımını attığında bir rahatlama dalgası kapladı içini. Sonunda güvenli bir yere varmıştı. Guerra'nın uyanıp uyanmadığını merak ederek mahzene yöneldi. Acaba, olan biteni açıklayan notunu almış mıydı?

Bunları düşünerek merdivenlerden aşağı inmeye yeni başlamıştı ki, aşağıdaki mumlardan gelmesi gereken ışığın orada olmadığını fark etti. Bir gariplik vardı. Artık böyle durumlara şartlanmış zihni, ona bir şeylerin ters gittiğini söylüyordu. Bıçağı çekerek çömeldi ve yavaş, sessiz adımlarla aşağı inmeye devam etti. Birisinin odada dolandığını duymuştu. Guerra mıydı o? Öyle olsa neden karanlığın içine gezinsindi? Peki o zaman bu kişi kimdi ve savaşçı kadına ne olmuştu?

Yapılacak tek şey vardı, bu tehdidi etkisiz hale getirmeliydi. Bıçağın düğmesini kavrayıp, daha önce yaptığı gibi önüne doğrulttu. Merdivenler biterek sert zemine bastığında, ayağının altında çıtırdayan bir şeyin sesi, hafif de olsa, otuz metrelik odaya yayılmıştı. Başka çaresi kalmayarak ileri atıldığı esnada, arkasını dönen figürü geriye kalmış tek bir mumun ışığında gördü. Guerra'ydı bu. Tam rahatlayacaktı ki, kadında bir gariplik seziverdi. Kamburu çıkmış şekilde duran savaşçının derisinin rengi iyice solmuştu ve gözleri bomboştu. Saydamdı. Daha, yakın bir zamanda gördüğü bir saydamlıktaydı.

"Hayır hayır hayır..." diyerek geriye çekilirken, olan biteni inkar etmeye çabaladı.

O güçlü kadın bu hale gelmiş olamazdı.

Guerra ağzını açıp doğal olmayan bir hırıltı koyuverdi.

Hayatını kurtaran o insan, bu şeye dönüşmüş olamazdı.

Kıza doğru savsak adımlar atarak yaklaştı asker.

İyileştirmişlerdi onu. Kurtulmuştu o.

Genci, mengene gibi sıkan kollarıyla tutmuştu Guerra. Isırmak için ağzını açtı.

Düğmeye basmasıyla beraber fışkırmasını beklediği soğuk dalgası gelmeyince, ona kenetlenmiş olan yeşil gözlerin içine bakarak, bıçağı Guerra'dan geriye kalmış bu garabetin çenesinin altından saplayıp beynine kadar soktu ve çevirdi. Darbenin etkisiyle çenesi "tak" sesiyle kapanan ceset, biraz sallandıktan sonra yere yıkılıverdi.

Yarım saat sonra şehir merkezinden gelen bir patlama sesi duyulmuştu. Bir saat sonra ise Okçu mahzene geldiğinde, üstüne kamuflaj giysisi serili cesedin başında oturan kızı buldu. Kolunun teki her türden insan sıvısıyla kaplanmıştı, diğeri ise Guerra'dan akan kurumuş kanla. Ağlamıyordu, sadece, merdivene yönelmiş olsa da aslında boşluğa bakan gözleriyle olduğu yerde duruyordu.

Bölüm 18 - Görüşme

"İki ay önce şehirden nasıl kurtulduğumu sormuştunuz. Aynen böyle oldu," dedi, üstünde siyah hatlarla kaplı kızıl desenlerin bulunduğu beyaz bir svetşört giyen kız.

"Peki Veritas -Okçu'nun adı buydu- hakkında ne düşünüyorsun?" diye sordu, hologramdan yansıyan kişilerden birisi.

Aynı kadın gibi, o da mavi deriliydi. Erkek olsa da, Veritas gibi uzun ve ince bir yapıya sahipti. Ancak bu görünüşün altında aslında neyin yattığını iyi biliyordu kız; kafasına bir şey koydu mu onu her şey pahasına kovalayan bir avcı. Bu canlıların, Okçu'dan öğrendiğine göre, Apokhsaj ile aynı atasal türü paylaştığı düşünülürse şaşılacak bir şey yoktu.

"Yöntemleri zaman zaman hoş olmasa da -derken kadının ona hiç bir şey söylemeden yürüyen ölülerin arasına "test" amaçlı yollaması gelmişti aklına- çok şey öğrenebilirim," diye yanıtladı, bir yandan arkada kenetlediği elleriyle oynayarak, sanki askeri bir disiplin komitesi tarafından sorguya çekiliyormuş gibi hisseden kız.

Gerçi olan bitenden çok da uzak değildi. Okçu onu çırağı olarak yetiştirmek istiyordu fakat onun türü olan Leivarh'ın tarihinde daha önce görülmemiş bir istekti. Bu yüzden -türünün yasalarına aykırı olmasa bile- üst kuruldan izin alması gerekmişti. Ana gezegen çok uzakta olduğu için kuantum dolanması sayesinde çalışan hologramlar aracılığıyla bir görüşme yapıyorlardı şu an.

"Bunun alışılmadık bir durum olduğunu biliyor olmalısın. Sen ne düşünüyorsun?" diye Veritas'a sordu, diğerlerine göre daha olgun görünen kadın üyelerden birisi.

Kuruldaki herkesin ona büyük saygı duyduğunu fark etmişti Aletheia.

"Sadece yüz yaşında bir genç olabilirim ama yargımın arkasındayım. Kızda potansiyel var," diye yanıtladı, Okçu.

"İşaretler ne olacak?" diye sordu, ilk konuşan erkek.

Vilor isimli bu adamın, olan bitenden hoşlanmadığı belliydi. Ancak kendince haklı nedenleri vardı. Makine yok edildiği halde Aletheia'nın üstündeki rünler geçmemiş, aksine artmış ve belirginleşmişti. Daha önce duyulmamış bir olaydı. Veritas bunun sebebini şuna bağlıyordu; makine yeni bir model olmalıydı. Elektronik bomba sayesinde etkisiz hale getirilmeden önce, son anda, kendisini yok eden kişi olarak Aletheia'yı belleyip onu işaretlemişti. Bu mantık, aynı zamanda, neden insan kızındaki İşaretler'in bugüne kadar gördüklerinden farklı olanları içerdiğini de açıklıyordu.

"O konuya gelirsek... Aletheia?" diyerek sözü ona bıraktı kadın.

Büyük kozlarını oynamanın vakti gelmişti.

"Şehirden kaçtıktan sonra bir şey fark ettim. Apokhsaj varlığımı sezebiliyor fakat bu karşılıklı. Ben de onları sezebiliyorum," dedi kız.

Hayret içinde kalan kurulun sesi soluğu bir anda kesilmişti. İçten içe gülen Veritas, istediği tepkiyi elde ettiğini bilerek eğlendi.

"Dediğiniz doğruysa, o zaman hemen insan kızını buraya getirerek üstünde çalışmalıyız," dedi, Vilor.

"Bilinçli canlılar üstünde deney yapmanın yasak olduğunu biliyor olmalısın. Galaktik Konsey'in emirlerine karşı çıkmak mı istiyorsun, sevgili Vilor?" dedi, iğneleyici bir eda haricinde, istifini bozmayan Veritas.

"Saçmalık. Bu teknolojiyi anlayabilirsek ne kadar işe yarayacağını görmemek için kör olmak gerek," dedi adam.

Aletheia ona hak veriyordu. Tam anlamasa da, bu anomali çözülürse neler yapabileceğini kimse tahmin edemezdi.

"Vahşiler gibi hemen birbirimizi yememize gerek yok," dedi olgun kadın "Eminim Veritas'ın aklında bir şeyler vardır."

"Tabii ki de, sayın Leina. Gemimdeki teknoloji ile çoktan kıza kısa bir tarama yaptım. Eğer çırak isteğimi kabul ederseniz bunları size yollayacağım ve daha fazla analiz yaparak, veri aktarmaya devam edeceğim," dedi, Okçu.

Gözlerini kısan Vilor ona onaylamaz şekilde baktı. Üst kurula alenen şantaj yapma cesaretini bulan bu aptal sinirlerine dokunuyordu fakat yapacak bir şey yoktu.

"Öyle olsun. Oylamaya geçelim," dedi adam.

Kuruldaki beş üyenin hepsi de teklifi kabul etmişti.

"Veri ağını çırak kabul işlemi için açacağız," dedi adam ve ekledi "Beni hayal kırıklığına uğratıyorsun, Veritas. Galaksiye bir birey yerine bir nesne bırakmayı tercih etmeyi senden bile beklemezdim."

"Kibir cidden kötü bir şey," dedi, onun görüşünü zerre umursamayan kadın.

"Görüşme bitmiştir," demesiyle Leina'nın, hologramlar yok oldu.

İkisi de rahatlayan -kendi türlerine göre- genç kadınlar, bir an bakıştıktan sonra uzay gemisinin mutfak bölümüne geçtiler.

"Nesne ile neyi kastetti o adam?" diye sordu, insan kız.

"Boşver, kibrinden önünü göremeyen bir budala sadece. Ne istiyorsun? Siz insanların kırmızı eti çok sevdiğini duymuştum," dedi kadın.

Olur anlamında başını sallayan kız, açık gri metalden yapılmış odada ilerleyerek bir koltuğa oturdu. Son haftalarda bir çok şey yaşamıştı ve hala burada olduğuna inanamıyordu. Guerra'nın ölümü ve şehirden kıl payı kaçışlarının ardından, bir süre depresif gezinerek Okçu ile konuşmayı reddetmişti. Ne de olsa kadın onu, neyin içine girdiğini bile söylemeden yaşayan ölülerin arasına yollamıştı. Bunun dışında, ilk başta mavi derili bu uzaylıyı, savaşçı kadının ölümünden sorumlu tutmuştu. Oysa Guerra'nın zehirlendiğini anlamasının bir imkanı yoktu. Sonuçta bir doktor ya da benzeri bir şey değildi o. Aptallık ederek, ilk konuşmalarında kadına bağırıp çağırırken, o hiç bir cevap vermeden kızı izleyerek öfkesinin hedefi olmayı kabullenmişti. Daha sonra utanarak özür dilediğinde ise hiç bir sorun olmadığını söyleyerek, asıl niyetini açıklamıştı.

Kızın hayatta kalma yeteneğinden etkilenen Veritas, onu kendi yanına çırak olarak almak istemişti. İlk konuşmalarında, insan kızı sınamak için özellikle tavır takınmıştı. Yeterince uygun olduğuna karar verdiğindeyse, onu yer altına yollayarak asıl testi gerçekleştirmişti. Kendi dediğine göre gidip bombayı döşemesi onun için hiç bir sorun olmazdı, ki bundan şüphe etmiyordu.

"Aklıma takılan bir şey var. Neden senin üstünde hiç bir işaret yok? O kadar süre şehirde bulundun," diye sordu öğrenci.

"Kız sonunda karamsar halinden çıkmış demek," dedi eti kesen Veritas "Apokhsaj her makineyi, avladığı türe özel tasarlar. Beni hedef almıyorlardı."

Bunu tahmin etmişti zaten kahverengi saçlı insan ama doğrulamak başka bir şeydi. Hayatında öğrendiği bir şey varsa, o da, mantığın gerçekten çok daha kapsamlı bir şey olduğuydu. Mantıklı olan bir şey çoğu zaman gerçekle örtüşmüyordu.

"Şimdi ne yapacağız?" diye sordu.

"Veri ağının açılmasını bekliyorum. O zaman kızın kabul işlemini gerçekleştirebileceğiz."

"Neden hep benden üçüncü kişi olarak bahsediyorsun?" diye bir soru daha geldi.

"Ah, her zaman değil. Yine de anladım. Eski bir alışkanlık," diyen kadın keyifli şekilde yemeği yapmaya devam etti.

Onu çözemeyen Aletheia merakla kadını süzdü. Mavi derili bu uzaylı, küçük fakat diri göğüslerini kapayan beli açık ve ince, gri bir tişört giyiyordu. Guerra'nın fiziğiyle alakası olmasa da, karnından aşağı "v" şeklinde inen iki kas çizgisi ise antrenmanlı olduğunu gösteriyordu. Altındaki, tişört ile aynı renk şort da uzun, sıkı bacaklarını belli ediyordu. Şehirde ilk karşılaştıklarında da böyle giyinmişti, bir tek sırtındaki pelerini vardı ek olarak. Kuruldaki kişilerin böyle ince giysilere sahip olmadığını da fark etmişti, Aletheia. Acaba kendi dünyalarındaki hava daha soğuk olduğu için Yerküre gibi bir gezegen bir Leivarh'a çok mu sıcak geliyordu?

Bunlar bir kenara, kadın sözcüklerini çok iyi seçiyordu. Yalan söylemiyordu (en azından bildiği kadarıyla) fakat bütün gerçeği söylemeden başkalarını manipüle etme gibi bir yeteneğe sahipti. Kaçamak konuşan birisinin aksine, yeri geldiğinde -kurula yaptığı gibi- ültimatom vermekten de çekinmiyordu. Aynı zamanda, hem yüz yılın getirdiği bilgeliği hem de gençliğin verdiği atılganlığı taşıyordu. Kısaca, kadının aklında habire bin tilki geziyormuş gibi hissediyordu. Merakını uyandırmıştı bu durum.

"Kız aklındakileri paylaşacak mı yoksa bakmaya devam mı edecek?" diye sordu, kadın.

"Şey, şehirde olan biten her şeyi neden kurulla paylaşmadın?" diye bir karşılık geldi.

"Bir spekülasyonu üst kurula bildirmek için yeterli bir sebep yok," dedi Leivarh kadını.

"Ne gördüğümü biliyorum."

"Canlılar pek çok şey görür. Kendi yaptığı yemekte tanrısının yüzünü gördüğünü sanan pek çok kişi mevcut," diye lafı dolandırdı.

"Öyle olmadığını biliyorsun," dedi, Aletheia.

"Diyelim ki, kız bu kısa sürede İşaret üstünde ustalaştı ve Apokhsaj olmadığını düşündüğü bir şey sezdi. Kurula bunu inandırabilir mi? İnandırsa ne olacak? Varlığı belirsiz bir şeyi bir Leivarh nasıl avlayacak? Ya da neden avlasın?" diye hızlıca bombardımana tutarak, onu bir köşeye kıstırdı.

Haklıydı da. Kaçtıktan sonra, bir süre yakınında konaklamak zorunda kaldıklarında, Aletheia artık ölülerle dolu olan şehirden garip bir şeyler sezmişti. Zamanla rünlerin hissine alıştığı için bunun farklı olduğunu biliyordu ama kime nasıl açıklayacaktı?

"Peki istila hakkında ne yapacağız? Dünya yok mu olacak?" diye sordu, fikirleri tükenerek.

"Bir anda dünyayı umursamaya mı başladı kız?" diye, hedefi on ikiden vuran son soru geldi bunun üstüne.

Doğru, bencilliğini inkar edemezdi. Diğerleri pek de umrunda olmamıştı bugüne kadar, yıllar içinde kendi kendi yetmeyi öğrenmişti ama onun için gittikçe genişleyen bu evrende sabit bir noktaya ihtiyaç vardı. Yine de... bilmiyordu. Belki de saçma bir bağlılıktı hissettiği, insanlığı uzun süredir sevmiyordu ne de olsa. Yine de milyarlarca insanın ölmesi fikri doğru gelmese de, ne yapabilirdi ki?

"Ben kıza inanıyorum. Bu yüzden galaksinin merkezine gideceğiz," dedi o sırada, doğranmış etleri tencereye atan kadın.

Çevrimdışı Celebhol

  • **
  • 215
  • Rom: 8
    • Profili Görüntüle
Ynt: Aletheia
« Yanıtla #20 : 13 Şubat 2017, 12:32:27 »
Bölüm 19 - Yol

Dünyadan ayrılan aracın penceresinden bakan kız, huşu içinde Yerküre'yi izliyordu. Uzay boşluğunun içinde süzülen uçuk, mavi nokta ne kadar da küçük görünüyordu. Bütün yaşadıkları, bugüne kadar yüz milyarı aşkın insanın ve pek çok hayvan, bitki, bakteri, arke vb. türün yaşadığı gezegenin bu kadar minik görünmesi onda bir şaşkınlık yaratmıştı. Aynı zamanda şaşkınlıkla beraber gelen, bu kadar çatışmanın aslında ne kadar anlamsız olduğu farkındalığı.

"Kişiyi değiştiriyor, değil mi?" dedi, yanına gelen Veritas.

Bu sefer giydiği, uzun saçlarıyla aynı renkte olan bir atlet, sıkı omuzları ve kollarını ön plana çıkarmıştı. İnce yapısını bozacak derecede kaslı değillerdi fakat kadının fitliği belli oluyordu. Bunun yay kullanmaktan dolayı olduğu sonucuna varmıştı kız çünkü -bacakları haricinde- vücudunun geri kalanından daha yapılıydılar. Mavi bacakları ise, çok hacimli olmasalar da hızlı koşmaya tasarlanmış bir yırtıcınınkiler gibi kaslıydı. Aynı zamanda fark etmişti ki, küçük geminin içinde çıplak ayakla dolaşan kadının beşinci ayak parmağı, yani baştaki, diğerlerinden daha yukarıdaydı. Sadece bu da değildi, bir insanınkinden çok bir çitanın patisine benzeyen ayaklarıyla sabit durduğu sırada, baş parmaklarını kullanarak yükü dağıtıyordu fakat hızlı hareket ettiği zaman sadece dördünü kullanıyor olmalıydı.

Buna tezat şekilde, elleri neredeyse tamamen bir insanınkini andırıyordu. Sadece daha ince parmaklara sahipti ve uçlarının iç tarafı açık, neredeyse beyaza yakın bir renkteydi. Bir de, hem ellerinde hem de ayaklarında bulunan sivri tırnaklar vardı tabii ki.

"Evreni izlemeyi her zaman sevmişimdir. Karanlığın içinde bütün kudretiyle, saniyede sayısız kez kendi etrafında dönen bembeyaz bir nötron yıldızının ışıltısı kadar güzel bir şey yok," diye devam etti, kadın "Bir gün çırak da görür belki."

"Onay geldi yani?" diye sordu, Aletheia.

"Evet, gel," diyerek onu odalardan birine yönlendirdi.

İçeri girdiğinde, iki metre genişliğindeki bir ekranın önündeki panele yerleştirilmiş siyah küre dikkatini çekmişti. Kadın ona elini koymasını söylediğinde, ne olacağını sorduğundaysa ağzından bir kelime bile alamadı. Israr etmenin işe yaramayacağını anlayarak, elinin camdan yapılmışa benzeyen topa yerleştirdi. İlk başta hiç bir şey olmasa da, bir kaç saniye sonra etrafındaki oda kaybolarak kendini mutlak karanlığın içinde bulmuştu. Korkuyla değil ancak merakla etrafına bakınmaya çalıştığında bir bedeni olmadığı fark etti. Sanki uzayın içinde süzülen bir ruhtu sadece.

"Yeni kullanıcı: Onaylandı."

Elektronik sesin duyulmasıyla beraber etrafındaki karanlık dağılmaya ve mavi bir ışık etrafı kaplamaya başladı. Bir an sonra, aynı ışıktan yapılmış bir bedene sahip olmuştu.

"Sinir ağı analizi: Tamamlandı... Hoş geldin, Aletheia. Ben Jira, Miraiah Sum'da rehberin olacağım," diyen kadın sesi yumuşaktı.

"Miraiah Sum da ne?" diye sordu.

"Senin dilindeki anlamı Ayna Diyarı olan, yol göstermek için tasarlanmış bir sistemdir ve Leivarh'ın en büyük gurur kaynaklarından birisidir."

"Sanal bir diyar yani? Hah, Matrix gibi yani," diye, kendi kendine konuştu kız.

"Uyan, Neo. Matrix sana sahip."

"Ne?" diyen kız şaşırmıştı "Matrix'in ne olduğunu nasıl bildin?"

"Miraiah Sum, kişinin sinir ağını tarayarak bedensel ve zihinsel profilini çıkaran bir sistemdir. Kimileri kişisel referanslar yapılmasını sevmez, istemiyorsan bunu kesebilirim, Aletheia."

"Hayır, gerek yok. Peki tehlikeli değil mi bu? Ya birisi bütün bu bilgileri ele geçirirse?" diye, şüpheyle sordu.

"Ana ağ sadece yansıma motorunu çalıştıran bir sistem olarak tasarlandı. Asıl veriler kişinin kendisidir ve ağa asla kaydedilmez. Yine de tehlikeleri var fakat Miraiah Sum, sıkı bir şekilde uzmanlar tarafından korunuyor. Tarihinde bir tane bile başarılı veri hırsızlığı girişimi yoktur."

"Peki bakalım, Jira. Ne işe yarıyor Miraiah Sum?" diyen kız, bir yandan sanal bedenini inceliyordu. Gerçeğine etkileyici şekilde yakındı, saçındaki telleri bile seçebiliyordu.

"Amacına bağlı. Ne istiyorsun, Aletheia?"

Bir süre düşünen kız iyi bir cevap bulmaya çalıştı. Aklına gelen ilk şey nasıl hayatta kalacağını öğrenmek olmuştu, bu da savaşmayı öğrenmesi demekti.

"Nasıl savaşacağımı öğrenmek istiyorum. Bunu yapabilir misin?" dedi.

"Evet. Nörolojik ağına bağlı olarak saptadığım, izleyebileceğin bir kaç yol var. Listelememi ister misin?"

Kızın onay vermesiyle beraber önünde, havada uçuşan parlak beyaz yazılar belirmişti. Menzilli Savaşçı, Okçu ve Keskin Nişancı olarak ayrılıyorlardı. Başka bir deyişle, hepsi de hedeften olabildiğince uzak kalmak üstüne tasarlanmıştı. Oysa şehirde yaşadıkları nedeniyle bunun -en azından onun için- yeterli olmayacağını biliyordu.

"Hepsi bu kadar mı?" diye sordu kız.

"İzlenebilecek yollar çok daha fazla, Aletheia. Belirtilenler kişiliğin ve bedeninin durumuna en uygun olanlar."

"Bedenimi burada geliştirebilir miyim peki?" diye sordu, merakla.

"Hayır. Sadece çalışma yoluyla zihinsel yapını değiştirebilirsin. Bunun da sınırları var. Bilmediğin bir şeyi Matrix'teki gibi bir kasetle beynine yerleştirme imkanım yok."

"O zaman bana hem gerçeklikte uygulayabileceğim bir antrenman programı hem de burada öğrenebileceklerimle birleştirebileceğim sınıfların listesini oluştur," dedi.

Bunu söylemesiyle beraber, yüzlerce maddeden oluşan bir liste önünde belirdiğinde, afallayarak kaldı. İlk başta neden sadece üç seçenek olduğunu daha iyi anlamıştı artık. Yine de seçeneklerini olabildiğince geniş tutmayı tercih ederdi. Böylelikle yazılara göz gezdirmeye başladı. İlk başta ilgisini çeken ya da çekse de yeterince etkili olamayacağını düşündüğü yollarla karşılaşmıştı hep. Bir süre sonra ise, uygun olduğunu düşündüğü bir tanesine denk geldi.

"Jira, bana Santire yolu hakkında daha fazla bilgi verir misin?" diye sordu, merakla.

"Santire; hayatta kalmak üzere kendini bedensel ve zihinsel olarak yetiştiren kimse. Santire Yolunu izleyenler her koşula adapte olabilmeyi ve çevrelerindeki şeyleri kullanmayı amaç edinirler. Bu yolda ustalaşanlar, hem yakın menzilli hem de uzun menzilli silahlar konusunda geniş bilgiye sahiptirler. Eğitimleri kimilerince acımasız ve Leivarhi, yani "Leivarh dışı" olarak nitelenir. İnsan diline, insanlık dışı, insanlıktan çıkmış olarak çevrilebilir. Santire Yolunda uzmanlaşmak, yıllar boyunca yoğun çaba göstermek, zihinsel esneklik ve acıya dayanıklılık ister."

"Santire Yolunu seçiyorum," dedi, kararını vermiş olan kız.

"Seçim onaylanmak üzere... bir konuda onayına ihtiyacım var, Aletheia."

"Nedir o?" diye sordu kız.

"Santire Yolu eğitimi yüksek tehlikeli olarak sınıflandırılmış. Hayati risk teşkil ettiğini ve sana gelebilecek fiziksel ve mental zararların bilincinde olduğunu kabul ediyor musun?"

"Kabul ediyorum."

"Santire yolu onaylandı. Bugünkü eğitimine başlıyoruz..."

Çevrimdışı Celebhol

  • **
  • 215
  • Rom: 8
    • Profili Görüntüle
Ynt: Aletheia
« Yanıtla #21 : 04 Mart 2017, 15:36:21 »
Bölüm 20 - Santire

"Santirea kadim zamanlarda, Leivarh ve Apokhsaj arasındaki savaş sonucu yıkılan şehirlerde ortaya çıkmıştır. Kimse ilk Santire'nin kim olduğunu bilmiyor fakat yıkıntıların içinde dolanan Leivarhi canlıların hikayesi halk arasında zamanla yayılarak bir efsane haline gelmiştir. Orduya entegre edilmeleri ise dönemin askeri liderlerinden Alteniu'nun çabaları sonucu gerçekleşmiştir. Kısa zamanda her alanda yeteneklerini gösteren Santirea, Leivarh tarafından sevinçle karşılanmıştır."

Jira'nın sesi sanal düzlemde yankılanırken, Apokhsaj'ın kol gezdiği yakılmış şehirlerin görüntüsü belirmişti kızın önünde. Gölgelerin içinde dolanan mavi derili figürler, arkalarından saldırdıkları avcıları vahşice katlediyordu. Görüntü değişirken, etrafı on tane avcıyla çevrilmiş ve elinde sadece metal bir boru bulunan bir Leivarh'ı gösterdi. Pejmürde görünen mavi yaratık, aldığı darbeleri umursamadan hızlıca dört tane düşmanı indirdikten sonra, ardından avcılardan birisini esir alarak boğazına soktuğu boruyla beraber, onu kalanların üstüne fırlattı. Elindeki düğmeye basmasıyla beraber patlayarak her yöne saçılan metal parçaları dört kara avcının bedenine saplanırken, kalan sonuncu kaçmaya yeltendiğinde arkasından fırlayarak onu devirdi ve kafasını acımasızca yere vurmaya başladı...

Görüntüler burada sona ererken, kızın önünde mavi ışıktan oluşan bir Leivarh figürü belirdi. Antrenmanın başlaması için Jira'nın yapacağı duyuruyu beklediği için gard alma ihtiyacı duymayan kız, yaratığın aniden ona atlayıp yüzüne bir yumruk oturtmasıyla beraber yere yapıştığında, şaşkınlıkla acıyı bütün gerçekliğiyle hissettiğini fark etti.

"Santire'nin Birinci Kuralı: Asla hiç bir şeyi göründüğü gibi ele alma."

Bununla yetinmeyen yaratık onun yerde yatan bedenini tekmelerken, soluğu kesilen kız hiç bir şey yapamayarak kaldı. Darbelerini kesmeyen mavi figür ona vurmaya bir süre daha devam ettikten sonra, geriye çekildi.

"Santire'nin İkinci Kuralı: Acıyı kabullen."

"Bir silah bile vermeyecek misin?" diye bağırdı, çırak.

"Santire'nin Üçüncü Kuralı: İlk önce vücudunu kullanmayı öğren."

Sesin yankılanmasıyla beraber tekrar üstüne atılan yaratıktan kaçınmaya çalışan kız, başarısız olarak tekrar darbelere maruz kalırken, ağzından ve burnundan mavi kanlar boşandı. Dişlerini sıkarak ve içinden gelen vazgeçme isteğini bastırarak, yediği dayağa dayanmaya çabaladı. Yaratık tekrar geri çekilirken, ayağa kalkıp soluklanan Aletheia, bu sefer üstüne atılan yaratığın ilk darbesinden kurtulmayı başarabileceğini düşünüyordu. Ancak yine yanılmıştı. Yediği tekmelerle kolunun çatladığını hissederken, acıyla çığlık attı.

Birinci seans bu şekilde devam etmişti. Daha tek bir saldırıdan bile kaçmayı başaramayan kızın cesareti kırılsa da, kazanacağı şeyleri düşünerek programa devam etme kararından caymadı.

"Gerçeklikte uygulayacağın çalışma programı hazır, Aletheia. Bunları aklında tutmanı ve Miraiah Sum'dan çıkar çıkmaz bir yere yazmanı tavsiye ederim."

Akciğerine batan kaburgası yüzünden kan öksüren kız, bir cevap veremeden önündeki listeye iyice baktıktan sonra sanal düzlem yok oldu ve kendini tekrar uzay gemisinin içinde buldu. İlk yaptığı şey, endişeyle, vücudunu kontrol etmek olan öğrenci, hiç bir fiziksel hasar olmadığını fark ederek rahatlamıştı. Ancak hisettiği acı kesinlikle gerçekti. Jira'nın neden "mental hasar" diye özellikle belirttiğini artık daha iyi anlıyordu.

"Santire ha? Kız belki de boyundan büyük bir işe bulaştı," dedi, bacak bacak üstüne atmış şekilde odanın köşesinde kitap okuyan Veritas.

Olan biteni ekrandan takip etmişti.

"Su var mı, bir de kağıt ve kalem?" diye sordu, yaşadıklarını üstünden atmaya çalışan kız.

Başlangıç aşamasının her zaman en zor süreç olduğunu bilen kız, programı aksatmak istemediği için bir kaç saat sonra fiziksel çalışmaya geçmişti. Güzelce esnedikten ve ısındıktan sonra, koşu bandında yarım saat geçirdi. Nefes nefese ve ter içinde kalmış olsa da asıl antrenman şimdi başlıyordu. Daha alet kullanacak seviyede olmadığı için şu anlık beden ağırlığını kullanan hareketler yapıyordu sadece. Yine de bir saatin ardından ardından kendini aşırı aç ve yorgun halde duşa attığında, gemideki kısıtlı suyu verimli şekilde kullanmak üzere tasarlanmış mekanizma, dört bir yandan vücuduna sıcak su püskürtürken, bir tatmin hissi içini dolduruyordu. Önünde zor bir süreç vardı fakat sonunda işe yarar bir şeyler yapabilmek güzeldi.

Bölüm 21 - Çalışma

Günler birbirini kovalarken, hala tek bir darbeden bile kaçmayı başaramayan kız kendini iyice yetersiz hissetmeye başlamıştı. Ona bundan bahsetmese bile, artık ustası olan kadın bunun normal olduğunu ve Santire Yolu'nun çok fazla emek ile zaman isteyen bir şey olduğunu söylediğindeyse biraz rahatlamıştı. Garip bulduğu şey ise, kendisini döverek her gün kemiklerini kıran o holograma karşı anlamsız bir öfke beslemesiydi. Ancak, şu anlık karşı saldırıya geçmeyi bırak, savuşturmayı bile beceremiyordu. Öte yandan, en azından ilk iki kuralı daha iyi kavramaya başlamıştı. Jira'nın her gün ayrı ayrı yarattığı rastgele çevrelerde çalışan kız, sürpriz saldırılardan kaçamasa da nereden gelebileceklerini bir nebze tahmin edebiliyordu artık. Aynı zamanda acıya karşı direnci de artıyordu.

Böylelikle, antrenmanla geçen iki hafta sonunda, Veritas portala yaklaştıklarını haber etti. Galakside belli bir seviyeye ulaşmış türler, iş birliği yaparak bu portalları oluşturmuşlardı ve ışık hızının üstünde yolculuğu bu şekilde mümkün kılmışlardı. Doğal olarak portalları kullanmadan uzayda gezinmek -ne kadar gelişmiş bir gemi olursa olsun- çok kısıtlayıcı oluyordu.

"Bunu nasıl başardınız? Işık hızının üstüne çıkılamayacağını sanıyordum," diye sormuştu, çırak.

"Basit. Kendi araçlarımızı değiştirmeye çalışmak yerine uzay-zaman dokusunu manipüle eden motorlar kullanıyoruz. Yerküre'de bunların benzerine solucan deliği diyorlar. Zamanda yolculuk hayali kuranlar bile olmuş insanlardan," dedi Veritas.

Bu bir hafta içinde, dünyanın sağından solundan topladığı kitaplara gömülmüştü kadın. Camus ve Sartre'dan tut, Kozmos'a kadar giderek, insanlık hakkındaki bilgisini bayağı bir arttırmıştı.

"Gerçek böyle değil. Zaman çizgi halinde ilerliyor ve bunu asla değiştiremeyiz, ancak uzay-zamanda açtığımız yarıklarla arada yapay bağlantılar oluşturulabilir. Şimdilik sadece kısa mesafede, kendi galaksimiz içinde yapabildik bunu," diye ekledi.

Dünkü çalışmadan dolayı kolu ağrıyan kız, onu esnetirken bir yandan protein içeceğini hazırlarken, Leivarh'ı can kulağıyla dinliyordu. Kadının bilgisi, özellikle astrofizik alanındaki derinliği onu şaşırtmıştı. İlk başta -ne kadar iyi olursa olsun- basit bir savaşçı olduğunu düşündüğü bu kişinin, aslında çok yönlü biri olduğu gerçeği ona bayağı yararlı oluyordu. Kızın kendi alanı olan ve daha üniversiteye başlamadan önce lisans düzeyinde kitapları rahatlıkla okuyabilecek seviyede olduğu biyolojide bile, mavi kadından yeni şeyler öğreniyordu.

"Yaşlanma sorununa insanlık yanlış yaklaşıyor," demişti bir sohbetleri sırasında kadın "Telomer kısalması asıl çözüm değil. Homeostaziyi koruyamaz beden bu şekilde, dev bir kanser yığınına dönüşür ve ölürsünüz."

Kadına, kendisi için biyoloji kitapları edinip edinemeyeceğini sorduğundaysa, gülerek "Kız çok hevesli," demişti.

İlginç şekilde, uzay gemisinde geçirdiği zaman ona iyi gelmişti. Guerra'nın ölümünün ardından böyle bir şeye ihtiyaç duyuyordu. Tek sorun, eğitimin onu aşırı yormasıydı. Bu yüzden Veritas ile konuşacak pek bir hali kalmıyordu. Yine de, Leivarh'ın -özellikle oluşturduğu- büyük bir gizemle, sadece "galaksinin merkezi" deyip, bir açıklama yapmayı reddettiği yere vardıklarında karşısında yepyeni bir dünya bulacağı hissi teselli ediciydi. Kaç tane insan, dış uzayda yolculuk edip, farklı türlerle tanışma ayrıcalığı yakalamıştı ki bugüne kadar?

"Ambara yapışmak istemiyorsa koltuğuna otursun kız," dedi bir süre sonra kadın "Portala vardık."

Geminin ön tarafındaki iki koltuktan birine yerleşen kız, önündeki camın ötesinden devasa yapıyı gördü. Bir kaç kilometre çapında olduğunu tahmin ettiği küremsi yapının küçük bir girişi vardı. Dıştaki metal kabuk sürekli dönerken, girişin olduğu yer istisnai olarak, kolosal yapının etrafındaki uzay-zaman dokusunun bükülmesiyle, gelen ışık da bükülmüştü.

Kontrollerin başına geçmiş olan Veritas, çok dikkatli şekilde gemiyi bu etkilenmemiş alandan ilerletmeye koyuldu. Fizik bilgisinden anladığı kadarıyla, eğer bu bükülmüş alana azıcık da olsa girerlerse sonları iyi olmazdı. Neyse ki tecrübeli kadın sayesinde böyle bir şey gerçekleşmedi ve tez zamanda girişe vardılar. O anda, kürenin içindeki açık mavi bir ışığın, karaltılarla birleşerek döndüğünü gördü kız. Bir nevi girdabı andırıyordu. Heyecanlanırken kalbi küt küt atmaya başlamıştı. Gemi gittikçe yaklaşırken, koltuğa ellerini yapıştırdı sıkıca.

"Evet, kız. Sana Samanyolu'nu takdim ediyorum."

Bunu demesiyle beraber ateşleyicileri körükleyince, portalın içine tamamen giren gemi gözden kayboldu. Bir an sonra kendisini, etrafında sayısız ışığın hızla akıp geçtiği bir tünelde ilerlerken bulmuştu, Aletheia. İlk kez Güneş tutulması gören bir çocuk gibi gözlerini pencereden ayıramıyordu. Şurada mavi bir hat, onu izleyen beş ayrı renkten oluşan cümbüş, kırmızıyla turuncunun uyumlu dansı. Hız yapan bir araba, trafik ışıklarını ne kadar görebilirse onun yüzlerce katı hızla bir an görünüp, ardından kayboluyordu.. evren ne kadar da güzeldi. Bu anı hiç bırakmak istemedi, sonsuza kadar, önünde bir oluşup bir yok olan ışık selini izleyebilirdi.

Ancak bir kaç saniye sonra yolculuk bittiğinde, kendisini daha da şaşkınlık verici bir şeyin karşısında buldu. Milyonlarca ve milyarlarca yıldızın ışığıyla yıkanan, kelimelerle anlatılmayacak kadar büyük bir yapı uzayın içinde süzülüyordu. Üstünde yükselen onlarca kilometrelik gökdelenlerin küçücük çimenler gibi kaldığı metal küre, üstüne düşen ışığın tamamını bastıracak şekilde her yerinden sarımtırak ışıklar yayıyordu. Bir an sonra anlamıştı ki, onların kaynağı koca bir habitat olan kürede yaşayan canlıların aydınlatmasıydı sadece. Sanki evrenin ortasına yerleştirilmiş bir anıt gibi ışıldayarak, doğa harikası yıldızlara meydan okuyordu.

"Galaksideki en gelişmiş altı tür bir araya gelince böyle bir şey ortaya çıkıyor," dedi Veritas, ardından gözlerini kısarak bir noktaya odaklandı ve önündeki panelde bir düğmeye bastı.

"Başkent, burası Feinar gemisi. Neler oluyor? Alfa sektöründe kızıl bir nokta görüyorum," dedi.

"Feinar, burası Başkent. Kiminle konuşuyorum?" diye bir soru geldi.

"Leivarha'nın Veritas'ı," diye yanıtladı, mavi kadın.

"Veritas! Ben Komutan Kiu. İyi ki geldin... kısa tutacağım. Konsey'den bir kişi suikaste uğradı. İniş yaptığında derhal yanıma gel," dedikten sonra, bağlantı kesildi.

"Bu hiç iyi değil," diyen kadın, arkasına yaslanarak gemiyi limanlardan birine yönlendirdi.

Aletheia, kadının ilk kez bir şeyden rahatsız olduğunu görmüştü.

Çevrimdışı Celebhol

  • **
  • 215
  • Rom: 8
    • Profili Görüntüle
Ynt: Aletheia
« Yanıtla #22 : 03 Nisan 2017, 20:21:49 »
Bölüm 22 - Naksh

Limana inmiş gemiden ayrılan Aletheia ve Veritas metal zeminin üstünde yürürlerken, kadın sadağı ve yayını yanına almıştı. Kız, normal boyutta olan sadağın içinde yüzlerce ok barındırdığını öğrenmişti. Bunu sağlayan ise, sadaktaki okların incecik bir formda olmasıydı. Çıkarılır çıkarılmaz genişlemek üzere tasarlanmışlardı. Aynı zamanda, ilk başta metal zannetiği bu nesnelerin, Veritas'ın deyimiyle "karbonfiber benzeri bir maddeden" yapıldığını da öğrenmişti. Şaşırmıştı çünkü siyah, parlak oklar hiç de öyle görünmüyordu.

İkili, iki yana açılan kemerli bir kapıdan geçtiği sırada, yüzleri dahil her yeri zırhlarla kaplı kişiler karşıladı onları. Kimisi kısa, kimisi çok uzun olan bu canlıların -zırhın dışından bile- birden fazla türü içerdiği belli oluyordu. 1.80 civarı iki tanesinin dizleri geriye kıvrılıyordu, 1.60 olan başka birisi ise eğilmiş şekilde ellerinden destek alıyordu. Dördüncü ise insana benziyordu, en azından giydiği gri zırhın dışından öyle görünüyordu.

"Hoş geldiniz. Komutan Kiu sizi bekliyor," dedi, humanoid olan.

Dörtülünün ona ilgiyle baktığını fark etti kız, ilk kez bir insan görüyorlardı herhalde.

"Güzelliğe bak," dedi içlerinden birisi ve gülüştüler.

Gri üstüne lacivert işlemeli zırhıyla rütbece onlardan üstün duran humanoid, miğferli kafasını çevirip onlara bakınca sus pus olmuşlardı.

"Bu barış zamanlarında işini ciddiye kalan asker bulmak zor," dedi ve ikiliye rehberlik ederek onları aydınlık koridordan geçirmeye koyuldu.

"Onlar ilk kez mi bir insan görüyor?" diye doğrulamak için sordu, kız, Veritas'a.

"Evet, hanımefendi. Mazur görün, sizin türünüz galakside pek de bilinmiyor," diye gri zırhlı adam -sesinden öyle olduğunu tahmin ediyordu- cevaplamıştı onu.

"Kız bunun nedenini tahmin edebiliyor mu?" diye sordu, Veritas.

"Varlığımız tamamen gizli değil anladığım kadarıyla. Yani insanlığın varlığından haberi olan kişiler var. Tahmin etmem gerekirse, yeterince gelişmemiş türleri koruyan galaktik bir kanun olmalı," dedi, Aletheia.

"Doğru tahmin ettiniz. Galaktik Konsey oluştuktan sonra ilk çıkan yasalardan birisiydi. Doğal hayata karışmak kesinlikle iyi bir şey değil," diyen adam, ardından susarak yola devam etti.

Ancak, onun her şeyi söylemediğini düşünüyordu kız. İnsanlık ve benzeri "gelişmemiş" türleri bir sınama yolu da olmalıydı bu. Sonuçta her teknolojik gelişme, o uygarlık için bir sınavdı ve bunu geçemeyen türler eninde sonunda kendilerini yok ediyorlardı. Bir nevi doğal seçilim, diye düşündü, ve eğer bu seçilimi geçemezsek galaksideki diğer başarılı canlılarla iletişim kurmayı da hak etmiyoruz o zaman.

"Apokhsaj ne peki?" diye sordu fakat adam anlamayarak ona bakmıştı.

"Kız güzel noktaya parmak bastı," dedi Veritas, demek istediğini kavrayarak "Apokhsaj bu sınavı geçen bir tür değil. Leivarhanın yüz karası."

"Nasıl yani?" diyerek, kadının soru-cevap oyununa dahil oldu.

"Leivarha ile Apokhsaj aynı gezegende evrilmiş iki ayrı tür. Biz yeterli gelişimi gösterdiğimiz halde onlar hala vahşilikleri içinde kendini kaybetmişti. Leivarha ilk kez diğer galaktik türlerle iletişim kurduğundaysa, doğal olarak lafı gezegende yayıldı. Bizden çaldıkları gemilerle yolladıkları ajanlarla diğer türlerin teknolojisini ele geçiren Apokhsaj, başka dünyaları işgal etmeye başladı," dedi, kadın.

"Bu yüzden mi o kanunu çıkardınız?" diye sordu, çırak.

"Evet. Ancak uygulamada başarısız olduk. Başkente gelmemin bir nedeni de bu. Leivarhanın elçisi çoktan durumu konseye bildirdi fakat birinci elden tanık olarak yaşadıklarımı anlatmam emredildi bana," diye cevaplamıştı, mavi kadın.

Bunu dediği esnada, gri zırhlı adam durarak onlara bir kapıyı göstermişti. Önünde bir nöbetçi bekleyen beyaz odaya girdiklerinde, koltukta oturan birisi karşıladı onları. Kambur şekilde, önündeki masaya kollarını dayamış, simsiyah derili kısa bir canlıydı bu. Geniş ve büyük gözlere sahip kafada hiç bir saç bulunmadığını fark etmişti, Aletheia.

"Veritas! Uzun zaman oldu," dedi, sevinmiş adam.

"Kiu, her zamanki gibi tembel tembel koltuğuna yayılmışsın," diye cevapladı, kadın.

"Yapma ama. Bir Naksh'ın bedeninin ayakta durmak için tasarlanmadığını biliyorsun," dedi, şakasına yakınan kısa adam "Yanındaki?"

"İnsan Aletheia, çırağım," dedi, mavi kadın.

"Çırak mı? Sen mi?" diyen yaratık kahkaha attı "Hem de bir insan! Senden tam da böyle bir şey beklerdim."

"Aletheia, bu Kiu. Eski bir arkadaşım," diye tanıttı "Kendisi bir Naksh'tır."

"Memnun oldum," diyen kız, elinde olmadan adama dik dik bakıyordu fakat Kiu bir kere bile gözlerini ona çevirmemişti.

"Bir insan için açık renkli derisi var. Duruşundan da son zamanlarda ağır fiziksel ve zihinsel aktivitede bulunduğu anlaşılıyor. Gri irisinin içinde, gözbebeklerinin etrafında sarı bir halka var... yanılmıyorsam insanlarda bu göz rengi pek de yaygın değil," dedi, Kiu.

Şaşıran Aletheia, adamın bunu nasıl bildiğini merak etti. Gözbebeklerini çevreleyen sarı halka sadece çok yakından ve doğru aydınlatma altında görülebiliyordu.

"Nasıl?" diye sordu.

"Bu siyah deriyi görüyor musun? Onun sayesinde her tarafımı görebiliyorum," dedi eğlenen adam.

Fotoreseptörler barındırıyor olmalı. Ayrıyetten derisinin karalığı ışığı daha iyi toplamak için herhalde. Vücudunun küçüklüğü yüzey/hacim alanını arttırmak için mi? Daha sonra buna bakmalıyım bir...

"Gözleri ve yüz kaslarının hareketine bakılırsa beni çözmeye çalışıyor. Sevdim bu insanı," dedi adam.

"Kızla uğraşmayı bırakırsan asıl konuya gelelim, Kiu," dedi kadın.

"Evet evet. Oturun," diyerek masanın önündeki bir çift koltuğu işaret etti.

"Konsey üyesi Jakir'i dün gece, odasında öldürülmüş halde bulduk..."