Kayıt Ol

Aletheia

Çevrimdışı Celebhol

  • **
  • 215
  • Rom: 8
    • Profili Görüntüle
Aletheia
« : 25 Eylül 2016, 00:17:50 »
Tanıtım: Üniversiteye yeni girmiş bir genç kız olan Aletheia, aradığını burada da bulamamıştır. Hayatındaki boşluğu burası da dolduramayacaksa, acaba ne yapmalıdır? Bir gün, oturduğu şehrin gizemli varlıklarca saldırıya uğramasıyla her şey değişir ve kendisini bir hayatta kalma mücadelesi içinde bulur. Saldırının arkasındakiler kim ya da nedir ve içine sürüklendiği bu yol, onu nereye götürecek?

Tür: Aksiyon, Bilim Kurgu, Survival (Hayatta Kalma)

İyi okumalar.

Bölüm 1 - Serengeti

Sınıfta otururken dalgınca bir halde pencereden bakıyordu. Öğretmeni, odaklanmış bir şekilde konuyu anlattığı halde onun ilgisini çekmiyordu. Sol tarafındaki camın dışında bulunan, salınan ağaçlar daha davetkar görünüyordu. Normalde bu yeşil cümbüşe dönüp bakmazdı bile ama nedense o anda, dünyadaki en ilginç şeymişçesine onları inceliyordu.

"Affedersin, dersim seni ilgilendirmiyor mu?" diye sordu, hoca. Sesinde tepkisellik vardı.

"İyi değilim, hocam," diye yanıtladı, o da, yalan söylerek.

Cevabını umursamayan hoca, derse devam etmeye koyuldu. Otoritesini ortaya koymuş ve bu çıkıntıya haddini bildirmişti.

Öğrenci, üniversiteye daha yeni girmişti fakat şimdiden dünyadan bıkmıştı. "Bütün hayatım bu mu olacak?" diye düşündü. Belki bu daha üst seviye eğitimde bir anlam bulabileceğini düşünüyordu fakat yine, boşluğun hükmü altına girmişti. Hayatından anlamı ve değeri alıp götüren o şeyin.

Ağaçları tekrar seyre daldığı sırada bir şey dikkatini çekti. Uzaklarda bir yerde, binaların ötesinde gökte bir ışık gördüğünü sandı. İlk başta bunun bir yanılsama olduğunu düşünürken, ışık yoğunlaştı. Sınıftaki diğer öğrenciler de bunu fark ederek camdan dışarı bakmaya ve şaşkınlık nidaları belirtmeye başladılar. Tahtaya yansıttığı slaytları otomatiğe bağlamış şekilde okumakta olan hoca, olan bitenin farkına çok geç vardı.

Bu esnada ise, ışık kütlesi yere yaklaştı ve ilerideki binaların ardında yok oldu. Bunu bir sarsıntı izledi. Çarpmanın sarsıntısı.

"Meteor!" diye haykırdı, birisi.

Bundan emin olmayan kız, bir şey demedi.

"Beni bekleyin," diyen hoca, bu anormal olayın farkına varmıştı ve ne yapacağı hakkında bilgi almak için dışarı çıkmaya gidiyordu. "Beni bekleyin!" diye komut verdi.

"Gidip resmini çekelim. İnternette ünlü oluruz," diye gevşekçe bağırdı birisi.

"Boş verin be. Olabildiğince uzaklaşalım, gençler," diye başka birisi öneride bulundu, ihtiyatla.

Bunları umursamayan kız, yavaşça sınıftan dışarı çıktı. Zeminin bir üstündeki kattaydılar ve hocalar bir köşede toplanmış, aynı bilinçsizlikle tartışıyordular. Onlardan da bir hayır gelmeyeceğini anlayınca, kendisini binanın dışına attı ve hızlıca yürümeye başladı. Bol miktarda dikilmiş olan yeşil ağaçların arasından geçen yolda koşarken, eve ulaşmanın bir yolunu düşünüyordu. Sınıftakiler ya da bölümündekiler için tasalanmıyordu o anda.

"N'oluyor, bir ses duydum," diyen birisini geçti, cevap vermeden.

Bir kaç dakika sonra toplu taşıma araçlarının kalktığı yerdeydi, en iyi şansı buydu ne de olsa. Derken, onu duydu. Dehşet ve korkuyla atılmış bir çığlık. Bilinçaltının derinliklerine kadar nüfuz eden bu ses, içinde bir adrenalin patlamasına yol açtı. Neydi bu, kimdi, nereden geliyordu ve ona ne kadar uzaklıktaydı? Bütün bunları düşünürken, sesin biraz önce bulunduğu binanın, kendi bölümünün o taraftan geldiğini kavradı. O sırada, bu çığlığa yenileri eklenmeye başladı.

"Hassiktir. Ne yapacağım?" diye düşündü.

Bölüm 2 - Beyaz Gömlek

Gökten düşen parıltıyı gördükten sonra, şehre gitmek için toplu taşıma araçlarının kalktığı yere gelmişti fakat şu an bunun çok da doğru bir seçim olup olmadığını sorguluyordu.

"O da neydi?" diye seslendi birisi o esnada, gelen ikinci bir çığlık üstüne.

N'olduğunu bilmeyen fakat kötü bir şey olduğunu sezen kız, etrafına bakındı. Okuduğu üniversite ve onun bulunduğu şehir bir tepedeydi. Şehirle iç içe olsa da, onun bir ucunda -en yüksek kısmında- bulunan okulun bir tarafından aşağı doğal ve dik bir yokuş uzanıyordu. Yüzlerce metre aşağıda ise göllerle dolu, kara ağaçlarla kaplı genişçe bir orman vardı.

O esnada birilerinin, kendi geldiği tarafı işaret ettiğini gördü ve arkasını dönüp baktı. Koşturan bir sürü -çoğunlukla genç- kişi, canhıraş bir şekilde onlara doğru geliyordu.

"Kaçın!" diye bağırdı, gelmekte olanlardan birisi.

Koşturanlardan bir kaç kişi yere düştü fakat panik içindeki insanlardan hiç kimse onları kaldırmaya uğraşmadı. Hatta, üstlerine basarak yola devam ettiler. Acıyla inleyenlerden birisinden gelen çatırtı, kemiğinin kırıldığını ilan etti. Bu görüntüyü izleyen herkesin içini bir korku hissi kaplarken, sürü psikolojisi etkisini gösterdi ve başkaları da koşturmaya başladı.

Onlardan biraz uzakta olduğu için daha sakin kalabilen kız, kafasını sağa sola oynatarak insanların neden kaçtıklarını görmeye çalıştı. Çoktan bir karar vermiş olması gerekiyordu fakat o an, merak hissi ona üstün gelmişti. Uzakta, koşanların arkasında bir karaltı görür gibi oldu. İlk başta yanlış gördüğünü, aklının bir oyunu olduğunu zannetti. Ancak karaltı hareket etti ve ileriye sıçradı. En arkadaki oğlan, onunla birlikte yere yapıştı. Neler olduğunu göremiyordu ama beyaz gömlekli bu gencin üstünün bir anda kızıla boyandığını fark edebildi.

İşte o anda, diğerlerini ele geçirmiş olan his kızı da pençeleri arasına aldı. Bu tehlikenin ne olduğunu öğrenmek için beklememeye karar vererek şehirden yüzünü döndü ve yokuşa doğru koşturdu. Bu sırada kalabalık, araçların bulunduğu alana varmıştı. Kimileri koşturmaya devam ederken, bir çok kişi birbirini ittirerek araçların içine girmeye çalışıyordu. Genç adamın biri, başka bir tanesinin yüzüne dirsek vurarak onu yere yapıştırdı. Orta yaşlı bir akademisyen ise, kızın birinin yüzüne tokadı basıp öne geçmişti. Okulda çalışan koca kıçlı ve göbekli orta yaşlı kadınlardan birisi ise, büyük kütlesini kullanarak kalabalığı yardı ve aracın içine girdi.

Güvenli bir şekilde inmek için tutunacak bir şey aramaya zamanı olmayan kız, diğer herkesi boş vererek çitlerin üstünden tırmanıp atladı. Diğer taraftaki, çimlerle kaplı, geniş ve uçuruma benzer yokuşun başına ulaşmıştı. Şu anlık başka birisi görünmüyordu etrafında.

Derken bir silahın sıkıldığını duydu ve keskin eğimli alandan aşağı, aceleyle, inmeye başladı. Kontrolu kaybetmemeye ve aynı anda hızlı olmaya çalışıyordu. İlk başta zorlansa da bunu sağlayabildi ama saniyeler geçtikçe daha da hızla gitmeye başladı. Bir yerden sonra ayaklarını durduramaz halde aşağı doğru koştururken buldu kendini.

"Siktir, siktir, siktir! Bu sefer kesin öleceğim!" diye düşündü içinden.

Yerdeki bir taşa takılmasıyla beraber düşmesi ve dönerek yuvarlanmaya başlaması bir oldu. İçgüdüsel ya da şans eseri bir şekilde, başını korumak için kollarıyla kafasının iki yanını kapadı. Yerdeki yeşil çimenler ve ıslak toprak ağzının içine girerken, onun emrinde olması gereken uzuvları iyice itaatsiz biçimde, arada bir kendi başlarına savruluyordu. Ne kadar zaman geçtiğini anlayamadan bir süre devam etti böyle, tek bildiği ona sonsuz bir işkenceymiş gibi geldiğiydi. Bir yerden sonra, ölüp kurtulmayı diler oldu. Derken, yarım saniyeliğine havalandığını hissetti ve bu isteğinde ne kadar hatalı olduğunu anladı.

"Küt!" sesiyle beraber bir şeye çarparak dururken, ciğerlerindeki hava atmosfere karıştı ve bilincini kaybetti.

Çevrimdışı Celebhol

  • **
  • 215
  • Rom: 8
    • Profili Görüntüle
Ynt: Aletheia
« Yanıtla #1 : 27 Eylül 2016, 20:15:03 »
Bölüm 3 - Enkai

Müzik: https://youtu.be/9nGcDqh69_k

Önce bir çınlama doldurdu varlığını, ne başka ses ne de görüntü vardı, bedeninin farkında bile değildi. Ardından, bir anda, buna eşlik eden bir ağrı belirdi. Vücudunun her tarafındaydı fakat en çok karnında hissediyordu. Gözlerini açtığında bulanıklık dışında bir şey göremedi önce. Daha sonra aşağısını gördü, koyu yeşil şeyler doluydu. Kelime aklına gelmese de bunları tanıyordu. Ağaç! Evet, ağaçtı bunlar.

Neler olduğunu ve neden bu halde olduğunu anımsayınca ofladı. Bütün bu kaçma işi çok yorucuydu, hayatta kalması gerekiyordu ama bir anda acısız şekilde gitse umurunda olmazdı da açıkçası.

Bu düşünceleri aklından uzaklaştırarak çevresini inceledi, çalı gibi bir şeyin içinde olduğunu anladı. Kıpırdayınca bedeni rahatsızlıkla kasılmıştı, özellikle bacağının orası. Otomatik olarak bacağına attığında elini, bir şeye dokunduğunu hissetti. Neydi ki?

Bakışlarını oraya çevirdiğinde bunun bir dal parçası olduğunu gördü, pantolonunu delerek uyluk bölgesine -yani bacağının üst kısmına- girmişti. Akan kanlar kuruyarak kızıl-kahverengi bir hal almış ve pantolonun kahverengi kumaşına yayılmıştı. Normalde kan görünce iğrenen birisi değildi fakat kendi kanını, hele bu şekilde görünce midesi bulanmıştı. Gelen öğürtüyle birlikte kustu ve asidik mide sıvısı çimenlerin üstünü kapladı.

O esnada kafasının üstünden bir takım sesler gelince korkuyla hemen yukarı baktı fakat hemen rahatladı. Uçuruma benzer yokuşun bitimine yakındı ve koyu yeşil ağaçlardan birisi, dibinde yetişen çalılıkla beraber bu sınırda duruyordu. Kız yuvarlanırken, bu ağaca çarpmış ve çalının içine girmişti. Çalılığın üstünde ise genişçe bir kuş yuvası duruyordu. Darbenin etkisiyle sarsılan dallardan düşerek çalının üstüne konmuş olmalıydı. Ya da çalılıkların üstüne yuva yapan garip bir kuş türüydü bu, bir yerlerde okumuştu sanki ama hatırlayamadı o an.

Kıpırdaşan yavruların sesiyle biraz rahatlayan genç kız, iyi olduklarını umdu. Kendisi yüzünden onlara bir hasar gelmiş olmasını istemezdi. Yine de, o an uğraşması gereken daha önemli şeyler vardı. Bacağına giren dal parçasını inceledi. Çok da derinde değil gibiydi ancak bir damarı delip delmediğini anlayamıyordu. Atar damarını deldiyse ne yapacaktı? Çıkarırsa ölür müydü?

Yapacağı şey tehlikeli olsa da, bir an önce buradan uzaklaşması gerekiyordu. Olay olduğunda öğlen vaktiydi ve hava kararmıştı, şu ana kadar bulunmadığı için kendini şanslı bile sayabilirdi. Bu yüzden, uzun kollu tişörtünün bir kolunu koparmaya çalıştı. Gücü yetmeyince ise keskin bir şeyler aradı. Ağacın yan tarafında hafifçe kalkmış bir kabuk görünce bunu kullanarak giysinin sağ kolunu oluşturan kumaşı kesti. Daha doğrusu yırttı.

Bacağına, dalın girdiği yerin hemen üstündeki bölgeye sıkıca bağladıktan sonra yapacağı şey için güç toplamaya koyuldu. Filmlerde ve kitaplarda bunu yaptıklarını hep görmüştü, o yüzden işe yaramasını sadece umabiliyordu. Kalbi deli gibi atarken odun parçasını bir anda çekip çıkardı.

Yeterince sıkı bağlayamadığı kumaş yüzünden kan akmaya başladı. Şansına ki atar damarı sağlamdı. Acıyan bacağındaki açık yarayı kapamak için hemen harekete geçen pıhtılaşma faktörleri, kanın içinde birbiriyle yarışırken, pıhtılaşma sürecinde yer alan serotonin salgılandı. Bunun yan etkisi olarak rahatlayan kız, çıkardığı odun parçasına baktı. Büyükçe, sivri bir kıymıktı. Ucu kanla lekelenmişti.

Onu bir kenara fırlatarak doğrulduğunda karnı acıyla sızladı. Tişörtünü kaldırarak baktığında, derisinin ezilerek morardığını ve kan oturduğunu gördü. Karın bölgesinin çoğunu kaplayan yara berbat görünüyordu. Yine de hareket edebildiğini fark etti.

"Artık siktirip gitmeliyim," diye düşünerek, yavaşça aşağı inmeye koyuldu.

Bir kaç dakika sonra ormanın girişindeydi. Ona göre yukarda olan şehre bakmaya çalıştı, pek bir şey göremiyordu fakat uzaklarda bir yerdeki ışıkları seçebiliyordu. Daha çok inceledikçe, anormal bir şekilde sarı ve kırmızı ışıkların titreştiğini gördü.

Başka bir açıklaması yoktu, şehir yanıyordu.

Zihnine binlerce düşünce ve duygu üşüşürken, ne yapacağını bilemedi. Büyük ihtimalle binlerce kişinin öldüğü bu saldırıda nasıl kurtulacaktı, o kimdi ki? Hiç bir özelliği olmayan, medeniyette rahat içinde yaşamaya alışmış biriydi sadece. Hem kurtulsa bile ne yapacaktı? Hayatında anlam taşıyan hiç bir şey yoktu, uğruna yaşayacağı bir şey göremiyordu. Öte yandan acılı bir ölüm çok daha dehşet dolu geliyordu. Hem yok olma fikrini sevdiği söylenemezdi, sevmiyor da değildi gerçi.

Düşünce cümbüşünden çıkarak derin bir nefes aldı. Hayatta kalmalıydı, bu bir zorunluluktu.

Önünde uzanan, onlarca metre uzunluktaki ağaçlara baktı. Kimi çam ağacıydı, kimiyse her gün gördüğü fakat adını hiç öğrenmediği sıradan ağaçlardı. O anda ise daha farklı geliyorlardı. Gardiyanlar gibi sıra sıra dizilmiş ve gece göğünün altında onu yargılıyor, tehdit ediyor gibi dikiliyorlardı. Heybetleri korkutucuydu ve ormanın üç metre içerisi bile görünmüyordu. Ancak gidecek başka yer yoktu.

Bacağındaki acemice yapılmış turnikeyi sıkılaştıran kız, karanlık ormanın içine daldı ve gözlerden yitti.

Bir kişinin gözleri hariç.

Çevrimdışı Celebhol

  • **
  • 215
  • Rom: 8
    • Profili Görüntüle
Ynt: Aletheia
« Yanıtla #2 : 28 Eylül 2016, 17:50:57 »
Bölüm 4 - Orman

Karanlığın içinde ilerlerken vücudunun sürtündüğü yaprakların hışırtısı kulaklarını dolduruyordu. Önünü, yer yer, yaprakların arasından yere ulaşmayı başaran ay ışığının katkısı dışında hiç bir şekilde görmenin yolu yoktu. Bu yüzden, nereye gittiğini bilmeden bir gümüşi ışık huzmesinden diğerine ilerliyordu. Şehre gitmeye pek istekli değildi, ne de olsa her yerin yandığını görmüştü, yani orası da saldırıya uğramış olmalıydı fakat bu ormanda nasıl hayatta kalacaktı onu da bilmiyordu. Üstelik yaraları da vardı.

Bu düşünceler aklında uçuşurken, susamaya başladığını hissetti. Ayaz normalde onu serinletebilirdi, ancak yoğun ormanın içine hava girmiyordu. Gece vakti terleme yapan bitkiler yüzünden de boğucu ve nemli bir hava hakim olmuştu ortama.

Okulundan aşağı bakarken, ormanın içinde göller gördüğünü hatırlıyordu. Göl varsa onu besleyen akarsu da olabileceği aklına geldi. Böylelikle, etrafa kulak kesilerek ilerlemeyi sürdürdü. Zamanla, ormandaki canlıların sesini daha iyi algılamaya başlamıştı. Metrelerce yukarıda, rüzgarla beraber titreşerek hışırdayan yapraklar. Bir insan görünce dalların üstünde kaçışan küçük sincaplar ve ayağının altında ezilen nemli otlar. Görüşünü büyük oranda kaybedince duyma yetisi gelişmişti sanki.

Bu halde, ne kadar süre geçtiğini bilmeden yoluna devam etti ve sonuç olarak, daha da çok susamış buldu kendini. Karnı da acıkmış ve bacağı iyice acımaya başlamıştı. Ne var ki talih onun imdadına yetişti ve biraz sonra, sağ tarafında, bir akarsuyun sesini duydu. Anında, rotasını o yöne çevirdi.

Ses gittikçe güçlenirken, susuzluğu daha bir yakıcı hale gelmişti. Ödül yaklaştıkça beklentiyi arttıran beyninin hain bir oyunuydu bu. İnsan aklının bu sabırsızlığı yüzünden dikkatsizleşti ve "cop!" sesiyle beraber, bir anda kendini suyun içinde buldu.

"Hay senin gibi..." diye, doğaya ve kendine söylenerek tutunacak bir şeyler aradı.

Akıntı çok hızlı değildi fakat kontrolsuzluk hissi sinir bozucuydu, böyle bir durumda daha da sinir bozucuydu. Aklına, mürenlerin insanların uzuvlarını, hatta kafalarını kopardığı hikayeler gelerek ürperdi. Acele şekilde sudan çıkmalıydı.

Debelenip dururken kolunu bir kayaya sürterek acıyla irkildi. Ancak, hızlı düşünerek uzandı ve elleriyle bu taş parçasının üst tarafını yakaladı. Biraz daha çırpındıktan sonra kendini çekerek yukarı çıkabilmişti.

Her şeyi boş vererek avuçlarını suya daldırıp, kana kana su içti. Tadı biraz toprağımsı ve yavandı fakat o kadar saatin ardından, bu serin sıvı dünyadaki en güzel şey gibi gelmişti.

Gerçekliğin diğer, daha az hoş yüzü ise bir kaç saniye sonra ona sırıtmaya başladı. Üstündeki her şey ıslanmıştı. Tamam, bu boğucu havada çok terlemişti ve serin bir banyo iyi gelmişti ama uzun vadede kıçı donacaktı.
Uzun, dalgalı ve koyu kahverengi saçlarını sıktıktan sonra başının ardında toplayınca, sıra giysilerine geldi. Üstündeki her şeyi çıkarıp, teker teker sıktıktan sonra bacağındaki turnikeye de aynı şeyi yaptı ve tekrar -bu sefer aynı hataya düşmeden, daha sıkı şekilde- bağladı.

Bunlarla işi bitince, sağ kolundaki yarayı incelemeye geçti. Önde, pazusunun ordan başlayıp, üst-arka tarafa uzanıyordu. Temizdi, ancak çok derin olmasa da hoş bir kesik değildi. Sadece yüzeyi değil, altındaki yumuşak dokuyu da yarmıştı ve kanama duracak gibi değildi. Genç kız, svetşörtünün diğer kolunu da feda etti böylece ve kolunu -iki kat- sararak kan akışını olabildiğince engelledi.

Son olarak, anadan üryan gezmenin iyi bir fikir olmayacağını düşünerek, iç çamaşırlarını ve giysilerini, üstünde durduğu taşa vurarak biraz daha kurutmaya çabaladı ve giyindi.

Akarsuyu takip etmeye koyulurken, ne yapacağını düşünüyordu. Daha bir gün bile geçmemişti, hatta sabah bile olmamıştı fakat şimdiden vahşi hayat onu zorlamaya başlamıştı. Şehre mi gitmeliydi acaba...

Göğü yararak giden uçaklarla beraber düşünceleri yarıda kesildi. Yüksek teknoloji ölüm araçlarının çıkardığı ses, kendilerinden daha sonra geliyordu ve başka hiç bir şeyle karıştırılamayacak kadar netti. Bir kaç saniye sonra, uzaklarda bir yerden patlama sesleri gelmeye başladı.

"Şehri bombalıyorlar..." diye kalakaldı kız.

İçinden bir his, bunların düşman olmadığını söylüyordu. Diğer türlüsü nedense aklına oturmuyordu.

İçindeki bu sezi doğruysa, ordu hala savaşıyor ve uçakları hava desteği için çağırmış olmalıydı. Bu demekti ki, gündüz yaşadığı olay terörist saldırısı tarzı bir şey değil, geniş çaplı bir istilaydı. Kim yapıyor olabilirdi ki bunu? Saldırı sırasında gördüğü, beyaz gömlekli genci öldüren o şey hakkında düşünme fırsatı olmuştu. Bugüne kadar karşılaşmadığı şekilde yabancıydı...

O sırada, aklına başka bir olasılık daha geldi. Belki de çatışma çoktan bitmişti ya da hükümet şehirden vazgeçmişti ve uçaklar, onunla birlikte içindeki düşmanları da yok etmeye çalışıyordu.

Konunun üstünde daha fazla düşünmemenin iyi olacağına karar vererek, önündeki duruma verdi dikkatini. Olayların ne durumda olduğunu bilmiyordu, ayrıyetten üstünü başını iyi kurutabilmeyi de başarmıştı ve ormanın içi şu anlık çok soğuk değildi.

Böylece, sabahı bekleyip, yiyecek bir şeyler bulmaya karar verdi.

Çevrimdışı Celebhol

  • **
  • 215
  • Rom: 8
    • Profili Görüntüle
Ynt: Aletheia
« Yanıtla #3 : 02 Ekim 2016, 21:09:30 »
Bölüm 5 - Su

Onları kırpıştırarak açarken, gözlerine güneş ışığı hücum etti. Bunun sonucu olarak vücudu kortizol salgılayarak uyanık ve hazır bir duruma geçmeye başladı. Yine de kendine gelmesi ve kafasını toparlaması biraz sürecekti, bugün daha da fazla. Dün geceki koşuşturmacadan sonra günün ağarmasını beklerken vücudu bir yerden sonra pes etmiş ve dinlenmek için sırtını yasladığı ağacın orada uyuya kalmıştı.

Yattığı yerden kalkarken etrafına bakındı. Gündüz vakti her şeyi daha net görebiliyordu. Bitkiler düşündüğünden de sıktı burada. Çam ve adını bilmediği sıradan ağaç dışında, bir türü daha seçebiliyordu şimdi. İnce, uzun yaprakları, dallardan fırça demeti halinde fışkırıyor ve neredeyse her yerini kaplıyordu.

Algıları yavaş yavaş yerine gelir ve tepki hızı artarken, çimlerin üstüne basarak ayağa kalktı. Bir şey dikkatini çekmişti, burası olması gerekenden çok daha sessizdi. Işıkla beraber canlanan doğa, şakımasa bile bir çok sese ev sahipliği yapıyor olmalıydı, oysa neredeyse hiç bir şey duymuyordu. Bunun nedenini merak ederken, karnı guruldayarak daha acil bir ihtiyacı hatırlattı.

Yakındaki bir çalıda kırmızı, küçük meyveler gördü fakat zehirli olup olmadıklarını bilmiyordu. Hayvan yakalamak için bir aleti ya da bilgisi olmadığı için de geriye bir tek bitki tarzı şeyleri yemek kalıyordu. Bu yüzden, çocukluğunda öğrendiği bir şeyi denemeye karar verdi. Üstündeki, artık bir atlete benzeyen svetşörtü çıkardı ve içine meyveleri doldurmaya koyuldu. Bu esnada bir tanesini alıp hafifçe yaladı.

İşi bittikten sonra atleti gevşekçe bağladı ve elinde taşıyarak etrafı kolaçan etmeye çıktı. Hava sıcak olduğundan dolayı üstünde sadece sütyeni olsa da üşümüyordu. Giysileri zaten o uyanana kadar tamamen kurumuştu ve akarsuya düşmesi sonucu kahverengi pantolonu kan lekesinden biraz da olsa arınmıştı.

Tahminen yarım saat geçti böylece ya da o, öyle olduğunu düşünüyordu. Böylece kız, bu sefer meyvenin dış kabuğunu soydu ve içini yaladıktan sonra etrafta dolanmaya döndü. Yaralarından ve açlıktan dolayı, enerjisini korumak için yavaş hareket ediyor ve bir yandan bulunduğu bölgeyi inceliyordu. Ağaçlar on beş, yirmi metre civarında olmalıydı. Fırça yapraklı ve çam ağaçlarının, dalları uzanabileceğinden daha yukarıda başlasa da, sıradan olanınkilere ulaşabiliyordu. Ancak uzandığı sırada vücudu esnediği için karnı acıyordu. Yaraya bakılırsa iç kanaması vardı. Bunun sadece kaslarla sınırlı kalmasını umuyordu, öbür türlü hayatta kalma şansı pek yoktu.

Bir tahmini yarım saat daha sonra, bu sefer meyvelerden birini tamamen yedi. Gezindiği esnada akarsuyun sesini kaybetmemeye odaklanmıştı ve onunla paralel doğrultuda gidiyordu. Aklına okulu ve evi geldi. Hayatta kalmaya odaklandığı için olan biteni neredeyse unutmuştu bir anlığına. İnsanları pek seven birisi olmamıştı zaten, yine de -herkes gibi- bugüne kadar hep onların arasında yaşamıştı. Bir şekilde, onlarla işbirliği yapmanın ve göze batmadan hayatını sürdürmenin yolunu bulmuş olsa da, derinlerde bir yerde hep uzaklaşmayı dilemişti. Bazen, her şey çok fazla geliyordu ona. Bütün bu insan denizinde boğuluyor ve kişiliğini kaybediyormuş gibi hissediyordu. Şimdiyse istediğini elde etmişti ama hayatta kalmak istiyorsa, eninde sonunda tekrar onların yanına dönmeliydi.

Bunları düşünürken, gereğinden fazla terlemeye başladığını fark etti. Aynı zamanda midesinde de bir şeyler ters gidiyordu. Hemen boğazını parmaklamaya yeltendi. İlk başta öğürdü fakat bir şey gelmedi. Düşündüğünden daha zor olacaktı. Parmakları boğazına sokup, ittirirken gözleri doldu, yine de elini çekmedi. Bunun sonucu olarak sağlam bir şekilde öğürdü ve kusmaya başladı.

Ağzına o iğrenç, acımsı ekşi tat dolmuştu yine. Derin derin nefes aldıktan sonra şansına sövdü. Topladığı meyveler zehirliydi. Onları test etmek için yapmıştı bütün bunları ve şu ana kadar her şey iyi gitmişti. Atletten yaptığı bohçayı açarak içini boşalttı ve temizlenip, su içmek için akarsuya gitti.

Bu tarafta, ağaçların biraz açılması nedeniyle ışık daha yoğundu. Ağzını çalkalamak için eğildiğindeyse, gözüne bir şey çarptı. Karşı kıyıdaki ağacın birine yapışık, karayosununa benzer bir şey vardı. İşi bittikten sonra oraya geçmeye karar verdi.

Yüzüne ve vücuduna su çarptığı sırada hala terliyordu. Ne de olma zehirlenme hoş bir şey değildi. Aklına derslerde öğrendiği bir şey geldi o sırada...

"Mantar zehirlenmelerinin tedavisinde genellikle fizyolojik tuzlu su verilir size. Kanı sulandırarak toksinlerin etkisini azaltmaya yöneliktir bu," dedi, sınıfın içinde gezinen genç akademisyen...

Yediği şey mantar olmasa da, suyun önemini kavrayan kız, bol bol su içmeye koyuldu. Bir yandan da, böyle bir bağlantı kurabildiği için kendisiyle gurur duyuyordu. Kavramlar arasındaki ilişkileri ortaya çıkarabilmek hoşuna gitmişti hep.

Bir süre sonra kendisini daha iyi hisseder buldu. Diğer amacı doğrultusunda akıntıyı yokladı. Şu anlık sakin görünüyordu. Giysilerini çıkardı ve onları başının üstünde tutarken, sağlam olan sol koluyla kulaç atarak, beş-altı metrelik suyu geçti ve karşı taraftaki kayalık kıyıya çıktı. Garip hissettirse de, sıcağın içinde bir şey giymek için çabalamak amaçsız geldiği için, doğrudan hedefini incelemeye yöneldi. Etrafta nasıl olsa onu görecek kimse yoktu, değil mi?

Çömelip baktığında gördü ki, odun kabuğunda rahatça yayılmış olan yeşilimsi bu canlının marul gibi kıvrımlarının ucu koyu renkliydi ve yakından incelenince ne bir bitkiye ne de karayosununa benziyordu. Emin olmasa da liken olabileceğini düşündü. Acaba yenebilir miydi?

Küçük bir parça alıp dilini değdirdiğinde pek bir tat alamadı ama kötü de değildi. Daha önce meyveye yaptığı prosedürün aynısını uyguladığında, bu sefer talih yüzüne güldü. Kendisine bir zarar gelmeyeceğini anladığı anda, likenleri çılgınlar gibi ağzına tıkıştırmaya koyuldu. Bir ara aklına bir şey geldi ve bir tanesini gidip suya bandırdı. Islatıldığında daha kolay yenir olmuştu ve tadı biraz daha iyiydi. Geri kalanını da bu şekilde hüpletti.

"Bir gün içinde iyice barbar gibi oldum," dedi kendi kendine, gülümseyerek.

Ağzını elinin kenarıyla sildikten sonra, terlemesinin de durulduğunu fark etti. Su ve çıplaklık yardımcı olmuştu herhalde. Bacağını incelediğinde yaranın kapanmış olduğunu gördü ve turnikeyi bozdu. Kolu ise o kadar şanslı değildi. Dikkatli olmazsa, en küçük harekette hemen kanlar süzülmeye başlıyordu. Belki de yara daha temiz, yani çatallanmayan bir kesik olduğu için iyileşmesi daha uzun sürüyordu?

Bacağından çıkardığı bez parçasını, saçlarını başının ardında toplamak için kullandı. Ardından kolundakini çıkarıp, yarasıyla beraber şöyle bir yıkadıktan sonra tekrar yerleştirdi. Elindeki tek dezenfeksiyon yolu buydu, enfeksiyon kapmayı kesinlikle istemezdi.

Bu düşünceyle beraber, artık gerçeklikle yüzleşmesinin vakti geldiğini anlamıştı. Ne kadar istemese de şehre gitmesi gerekiyordu, yoksa bu ormanda ölüp gidecekti.

Bir kaç dakika sonra, üstünü başını giymiş ve ormanın içinde ilerliyordu. Geri dönme olasılığa karşın, dün geceki uçakların gittiği doğrultu ile bombalamanın sesinin geldiği yönü aklına kazımıştı. Geriye bir tek şehre ulaşması kalmıştı. En azından, o böyle düşünüyordu.

Çevrimdışı Celebhol

  • **
  • 215
  • Rom: 8
    • Profili Görüntüle
Ynt: Aletheia
« Yanıtla #4 : 04 Ekim 2016, 15:30:47 »
Bölüm 6 - Sınır

Müzik: https://www.youtube.com/watch?v=lmc21V-zBq0

Saatler süren yürüyüşün ardından, nihayet ağaçlık bitmişti ve yukarı tarafta, tepenin üstünde bulunan şehir sınırına bakıyordu. Kısa yolculuğu sırasında şehrin nasıl olacağını tahmin etmeye çalışmıştı. İlk gördüğü şey kaosun içinde kaçışan insanlar mı olacaktı, yoksa tam gaz devam eden bir çatışma ya da bomboş, terk edilmiş bir bölge mi? Her ne idiyse, beklediği kesinlikle bu değildi.

Kısa çimenlik araziyle binaların birleşiyor olması gereken yerde, parlak mor bir enerji bariyeri boylu boyunca uzanıyordu. Diğer tarafın görünmesini engelleyen, yaklaşık beş metre yüksekliğinde olan yapıdan bir insanın yardım almadan geçebilmesinin hiç bir yolu yok gibiydi. Dahası, bu enerji alanını oluşturabilecek bir şey de yoktu ortalıkta. Sanki kendi kendine havadan peydahlanmış, büyülü bir varlıktı.

Hayra alamet olmayan garip yapıyı incelediği sırada, kuşun birisi hattın üstüne konmak için inişe geçti fakat vücudu mor enerjiye değer değmez ölü gibi, diğer tarafa düşerek gözden yitti. Ömründe ne böyle bir teknoloji görmüş ne de duymuş olan kıza, içinden bir şey, birisi onu görmeden hemen oradan uzaklaşmasını söyledi.

Bu hisse uyarak geriye dönmüştü ki kulağına bir ses çalındı. Vücudu kendiliğinden hareket ediyormuşcasına en yakın ağaç gövdesinin arkasına atılırken, ses yaklaşmaya başladı. Neydi bu? Ayak altında ezilen kuru otların neden olduğu çıtırtıya benziyordu, ancak koşan ya da yürüyen birinin çıkaracağının aksine ritimsizdi. Kalın kabuklu çamın ardından kafasını hafifçe uzatıp olan biteni anlamaya çalıştığında, ağaçlar arasında saniyelik olarak belirip kaybolan bir karaltıyı gördü. İki gün öncesinin anıları aklına hücum ederken, gömleği kana bulanan gencin görüntüsü zihnini işgal etti ve adrenalin vücudunu esir alarak ona savaşmasını ya da kaçmasını söyledi.

Tabii ki de kaçmayı seçti.

Paniğin pençesinde, doğru düzgün düşünemez biçimde tepeden yukarı koştururken arkasına bakmıyor ve açıkçası bariyeri nasıl aşacağını bilmiyordu. O an aklından geçen tek şey, ölmek istemediğiydi. Kan oturmuş karnı ve yaralı bacağı acıyla ona isyan ederken gözlerine yaşlar doldu fakat umursamamaya, görmezden gelmeye çalışarak elinden geldiğince hızlıca yukarı çıktı.

Şansı şimdilik yaver giden kız, bariyerin önüne ulaştığında, derin bir oksijen ihtiyacı içinde, nefes nefese etrafına bakındı. Giriş yolu göremeyince bariyerin yanı sıra, bu sefer yalpalayarak koşmaya başladı. Bir delik, zayıflık, içeri girmesini sağlayabilecek herhangi bir şey arıyordu. Bu esnada aşağı baktığında tekrar karaltıyı gördü. Aradaki mesafeyi inanılmaz bir hızla kapatarak ona doğru geliyordu, hatta arkasına bir tane daha eklenmişti.

Tekrar o anormal çıtırtı sesini duyarken, seçeneği kalmayarak bariyere çevirdi yüzünü. Biraz önceki kuşun akıbetinden dolayı bu ne idüğü belirsiz şeye dokunmak istemiyordu fakat çareler tükenmişti. Gözlerini kapadı ve ölmeyi bekleyerek ileri fırladı.

Bir an sonra, kendisini şehrin içinde yerde yatarken bulmuştu. Kalbi güp güp atarken, toz toprağın içinden kafasını kaldırdığında, bariyerin dibinde dizilmiş sürüyle ceset gözler önüne serildi.

Bölüm 7 - Şehir

Hala şokta olan kız, ilk başta neye baktığını anlayamadı. Nereye gelmişti, bir çeşit fantastik boyutlar arası kapıdan falan mı geçmişti? Hayır, burası cidden kendi şehrine benziyordu. Hatta, burayı tanıyordu, kendi evine bir kaç yüz metre uzaklıktaki bir yerdi. Çıtır çıtır simit çıkaran bir fırın bile vardı.

Şimdiyse, pencereleri patlamış ve betonu çatlayarak, yer yer kırılmış binalardan oluşuyordu. Şehrin parçalanmasından dolayı çıkan gri toz ise her yere çökerek etrafı iyice mezarlığa benzetmişti. Yerden bir el çıkıp o anda kızı çekse, hiç şaşırmazdı. Tabii, bu düşünce sayesinde gerçekliğe dönüş yaptı. Enerji bariyerinin dibinde dizilmiş olan cesetlerin yüzüne bakamadı. Hiç bir yararı da olmazdı böyle bir şey yapmasının. Peki onları ne öldürmüştü? Bir dakika, biraz önce bir şeylerden kaçmıyor muydu o?

Hemencecik, yakınlardaki hırpalanmış bir binanın kapısını açarak içeri attı kendini, ve en üst kata çıktıktan sonra, apartman koridorunda endişeyle beklemeye koyuldu fakat şansına, hiç kimse ya da hiç bir şey bariyeri aşıp gelmedi. Kırılmış pencereden aşağıyı gözetlerken, bedenlerin düzenli bir şekilde dizildiğini fark etti. Sanki dışarı çıkmaya çalışmış da çarpılarak ölmüşler gibi. Dikkatini çeken ikinci şeyse, yeterli yükseklikte olsa da mor ışığın ötesini göremediğiydi. Görüşü bulanıklaşmıyor ya da başka türlü çarpılmıyordu, ancak beş metrelik bariyerin üst tarafına her bakmaya çalıştığında, kendisini, gözünün kenarında asla yakalayamadığı fakat orada olduğunu bildiği bölgeye odaklanmaya çalışıyormuş gibi hissediyordu. Kovalamaca anından dolayı unutmuştu fakat dışarıdan şehre bakarken, bir sürü olmasına rağmen hiç bir gökdelen göremediğini de hatırladı. Kendisi tepenin aşağısında olsa da, o kadar da büyük bir fark değildi oysa bu.

Edindiği her bilgiyle birlikte, kendisini bir çıkmazın içine attığı hissi kuvvetlenmişti. Buraya gelmekle hata etmişti, cesetlerin tek bir anlamı olabilirdi; dışarıya çıkmaya çalışanları öldürüyordu. Kendisi içeri girebilmişti fakat hafif bir yorgunluk haricinde bir şeyi yoktu. Neden içeri girişi engellemediğini bir an merak ettikten sonra içinde bulunduğu duruma odaklanmayı seçti. Neyse ki, durum çok ciddileştiğinde -çoğu zaman- ortamdan soyutlaşabilme gibi bir yeteneği vardı. Daha önce -doğru bir şekilde- ormana kaçmasını sağlayan da bu düşünme tarzı olmuştu.

Öncelikle, etrafta görünmeseler de, kendisinden başka yaşayanlar da olmalıydı fakat böyle bir ortamda insanların nasıl davranacaklarını bilemezdi. Gördüğü her kişiye düşman olarak yaklaşmalıydı.

İkinci olarak, yaralarını temizlemesi ve kolundaki kesiğe dikiş atması gerekiyordu.

Üçüncü olarak ise, yiyecek ve içecek bir şeyler bulmalıydı. Hemen herkesin öldüğü düşünülürse bu pek de zor olmazdı.

Son olarak ise, kendisini korumaya yarayacak bir şeyler bulmalıydı.

Hedeflerini belirledikten sonra içinde bulunduğu yapıyı araştırmaya koyuldu. Kapılardan birisinin açık olduğunu fark edince, ihtiyatlı şekilde onu açıp içerisini bir kolaçan etti. Kimsenin bulunmadığını anlayınca, hala çalışan su sistemi sağ olsun, yaralarını yıkadı. Buz dolabını açtığında ise elektriklerin gittiğini gördü. Olayın olduğu günden beri gidik olmalıydılar çünkü dolaptaki tavuk eti şimdiden bozulmuştu. Yenilebilecek durumdaki tek şey patates çorbasıydı. Aceleyle karnını doyurduktan sonra mutfaktan çıktı ve banyoya yöneldi.

Açık ecza dolabındaki malzemeler yere fırlatılmıştı. Yağmalanmış gibi duruyordu. Eğilip, daha fazla bakındığında hiç bir ağrı kesici olmadığı fark etti, ancak bulduğu anti-septikler sayesinde yaralarını dezenfekte edebilirdi. Doğrulduktan sonra dolabın kapağını çektiğinde, aynadaki yansımasıyla karşı karşıya kaldı.

İki günde ne kadar da değişmişti. Arkada topladığı uzun saçları kabararak kahverengi bir yumağa dönmüştü. Toz toprakla kaplı yüzünün sağ tarafı ise morarmıştı. Dokunduğunda sıcacık derisi acıyla sızladı. Aynı zamanda şekilli, ne çok büyük ne de çok küçük, kavisli ya da kemerli olmayan, düz burnunun altında kurumuş bir kan öbeği bulunuyordu.

Yüzüne soğuk suyu uzun uzun çarptıktan sonra, gri gözleriyle tekrar kendine baktı. Temizlenen yüzü, normal, açık ten rengine dönmüştü. Kendini daha iyi hissederek saçına attı elini. En kolayı kesmekti, zaten hiç bir zaman onunla uğraşmayı sevmemişti.

Bir makas bularak işe girişti. Bir süre sonra orta uzunluğa getirdiği saçına baktığında memnun kaldı. Hala ensesine dökülecek uzunluğa sahip kahverengi dalgalar, yüzünün iki yanına doğru uzanıyordu ve absürt şekilde kısa değildi. O sırada fark etti ki, iki günde acayip pislenen vücudu onu rahatsız eder olmuştu. Kendisini ödüllendirmeye karar vererek duşa girdi ve ona bir çağ gibi gelen koşuşturmanın ardından sıcak suyun keyfini çıkardı. İçinden bir his, bunun rahatlamak için son şansı olduğunu söylüyordu.

Vücudunu kuruladıktan sonra, yaralarını dezenfekte edip, sargı beziyle sardı. Ardından evde yeni giysiler buldu. Kendine uyan sütyen yoktu ve eskisi pislenmişti, bu yüzden sargı bezini göğsünün etrafına doladı. Siyah bir svetşörtü giydi ve garip bir şekilde serin olan şehirde sıcak tutacağını umarak, kahverengi bir yuları boynunun etrafında dolayıp, bağladı.

Kendine biraz bol gelen siyah bir pantolon ve pofuduk başlıklı, petrol yeşili bir montu giydikten sonra son bir kontrol yaptı.

Evde bulduğu uzun, tırtıklı bir ekmek bıçağını montun iç cebine yerleştirmişti. Su, bir kaç konserve ve dezenfektanlar ile bandajları, bulduğu bir sırt çantasına tıkıştırmıştı.

Yola çıkmaya hazırdı; sıradaki hedefi bir hastahane bulmaktı. Pansuman yaptığı sırada kolundaki yaranın iyice kötüye gittiğini fark etmişti. Bir an önce dikmezse başına büyük bela olabilirdi.

Binadan çıkıp, adımını gri şehrin içine atarken içini tekrar bir gerginlik kapladı. Geçici tatili bitmiş ve hayatta kalma savaşı tekrar başlamıştı.

Çevrimdışı Celebhol

  • **
  • 215
  • Rom: 8
    • Profili Görüntüle
Ynt: Aletheia
« Yanıtla #5 : 09 Ekim 2016, 17:26:13 »
Bölüm 8 - Hastane

Kimine göre ihtiyatlı, kimine göre ise ürkekçe sokakların arasında dolanan genç kız, şu ana kadar hiç bir canlı izine rastlamamıştı. Sanki bütün insanlar yer yarılıp da içine girmişti. Daha ilginci, şehir sınırındaki bariyerin orada bulunan cesetlerin aksine, buralarda hiç ceset olmamasıydı. Arada bir kan lekesi olduğunu düşündüğü şeylere rastlamış olsa da, hepsi bu kadardı. Herkes nereye gitmişti?

Bunları merak ederek, yakındaki bir hastaneye doğru ilerlemeye devam etti. Şu hayatta kalma korkusu olmasa aslında güzel bile diyebilirdi bu hale; insanların arasında olmayı uzun süredir sevmiyordu. Nedenini tam çözememişti, onları anlamamaktan mı yoksa çok iyi anlamaktan mı kaynaklandığını. Ne olursa olsun, bir yabancıydı o.

Hedefine -yani şehrin içine- yaklaştıkça havanın giderek serinlemeye başladığını fark etti. Aynı zamanda binalarda gördüğü hasarlar da artmaya başlamıştı, çatlaklar fazlalaşır ve derinleşirken, bir süre sonra yıkılmış yapılarla karşılaşmaya başlar oldu. Bir tanesine yaklaşıp incelediğinde etrafa pek bir parça saçılmamış olduğunu gördü. Sanki içten bir şeyler çökertmişti onu.

Kısa bir süre sonra, uzakta kocaman, kırmızı -fakat elektrik olmadığı için ışıldamayan- "Hastane" yazısı belirdi. Böylelikle, şehre n'olduğu endişesini bir kenara atıp, asıl amacına odaklandı. Yirmi katlı, gri binanın bir tarafı parçalanarak yok olmuştu. Ayakta duran diğer tarafı ise sağlam görünmese ve arada zorlanan çelik iskeletin iniltileri kulağa çalınsa da, şimdilik dayanacak gibi duruyordu. Zaten başka seçeneği de yoktu, kolundaki yarayı halletmesi gerekiyordu.

Anlık bir saflıkla açık caddeye çıkmıştı ki, yolun diğer ucundan gelen bir çıtırtıyla beraber hemen bir çöp konteynerinin arkasına atıldı. İlk başta soluğunu tutmayı düşünmüş olsa da, ne kadar burada kalacağını bilmediği geldi aklına. Bir anda bütün o karbondioksiti dışarı verirse, çıkan sesten yeri anlaşabilirdi. Bu yüzden, yavaş ve derin soluklar almayı yeğledi. Uzun görünse de aslında yarım saniye bile sürmeyen bu düşünsel süreçten sonra, çantasına attığı bir aynayı çıkararak arka tarafa bakmaya koyuldu. Daha önce karşılaştığı gölgelerden birine benziyordu ancak onların aksine, çok yavaş hareket ediyordu. Salınarak yürürken, pek bilinçli görünmüyordu.

Küçük aynadan potansiyel tehdidi süzmeye devam ederken, ne yapacağını düşündü bir yandan ve şimdilik beklemeye karar verdi. Bir saat olduğunu düşündüğü bir süre sonra, gölgemsi şey hala bulunduğu yerden ayrılmadan volta atmaya devam ediyordu. Daha fazla zaman kaybedemezdi.

Yerden taşın birisini aldı ve küçük aynayla caddeyi kesti. Yabancı canlı, hastane ile dört yol ağzının kesiştiği bir yerde, sağ taraftaydı. Hastane alanının beton çitleri ise soldaydı. Yeterince kuvvetli atarsa, hedefini görüş alanını kesebileceği bir yere yönlendirebilirdi.

Aynayı kapayıp, bir hışımla ayağa kalkıp fırlatmaya hazırlanmıştı ki, yabancının yere düştüğünü görerek şaşırdı. Şimdi ne yapacaktı? Bir insansa, gidip yardım edebilir ve ne olup bittiği hakkında bilgi edinebilirdi fakat o gölgelerden ise büyük ihtimalle kendi sonunu hazırlamış olurdu. Hem insan olsa bile, ona ne kadar malzeme ve zaman harcayabilirdi ki? Kısıtlı erzağı vardı ve önce kendisini düşünmesi gerekiyordu. Ayrıca, bu kişinin insan olması düşmancıl olmayacağı anlamına da gelmiyordu.

Bütün farklı ihtimallere rağmen, merak hissi ona baskın çıktı ve belki de aptallık ederek bulunduğu yerden çıkıp, temkinli ve kaçmaya hazır şekilde yere düşene yaklaşmaya koyuldu. Mesafe azalınca, bunun bir insan olduğunu anladı ve büyük oranda rahatladı. Siyah ve gizlenmeye yönelik tasarlanmış üniformasından bir asker ya da polis olduğu çıkarımını yaptı. Öyle olmalıydı yani, sivil hayatta böylelerine rastlamamıştı fakat internette gördüğü resimlerde özel harekat diye addedilen sınıftan bir savaşçıya benziyordu.

Dibine geldiğinde ise bunun bir kadın olduğu ortaya çıktı. Kısa kesilmiş saçlarından ve yapılı vücudundan anlamamıştı ilk başta. Yanına çöküp incelediğinde görünürde bir yara bulamadı. Bir sokak arasına çekerek biraz su vermeyi planlayarak, kadını koltuk altlarından tuttuğu sırada aniden uyanan savaşçı ile göz göze geldiler. Üstüne eğilmiş ve kollarını tutmuş bu yabancıyı, içgüdüsel olarak bir tehdit olarak algılayan kadın, kızı tuttuğu gibi çekip yere çaldı. Hareketin devinimini kullanarak düşmanının üstüne çıkar çıkmaz, onu yok etmek için ellerini boğazına götürmüştü ki, öğrencinin çıkarttığı ekmek bıçağı kadının boğazına dayandı. Böyle bir cümbüşte hemen çekebilmek için, kemerinin bir yanına kıstırmıştı uzun cismi.

"Kalk!" diye bağırdı, kız.

Karşısındakinin bir sivil olduğunu idrak eden asker duraksadı ve ardından sallanarak bilincini tekrar kaybetti. Heyecandan dolayı soluk soluğa kalmış olan genç, üstüne düşen yükü yana ittirerek doğruldu. Ruhunun içine bakan yeşil gözlerde hiç bir acıma görememişti. Devam etseler büyük ihtimalle ölmüş olacağı düşüncesi midesini bulandırmıyor fakat onu iğrendiriyordu. Korunmasız bir durumda olmak, hayatta en son arzuladığı şeydi.

Söverek kadını sokak arasına çekmeye koyuldu. Bütün bu zahmetine değerdi umarım.

Çevrimdışı Celebhol

  • **
  • 215
  • Rom: 8
    • Profili Görüntüle
Ynt: Aletheia
« Yanıtla #6 : 08 Ocak 2017, 18:43:13 »
Bölüm 9 - Savaşçı

Kısa, sarı saçlı askeri sokak arasına çektikten sonra soğuğa rağmen alnında biriken terleri elinin tersiyle sildi ve beklemeye koyuldu. Kadının vücut yapısı, üniformasına rağmen belli oluyordu. Geniş omuzları ile kalın bacakları, aynı zamanda çıkıntılı hatlara sahip yüzünde çok az yağ bulunması sağlam bir antrenman düzeninin ürünü olmalıydı. Kolları ise çok hacimli değildi fakat iddiaya girerdi ki yeterince kas barındırıyorlardı. Bu figürün nedenini sorguladı kendi kendine. Büyük ihtimalle çok koşturma içeren bir görevde bulunuyor olmalıydı ya da ekipmanı ağırdı. Oysa şu an, belindeki siyah tabanca haricinde bir şey görünmüyordu. Bir de, taşırken fark ettiği iç zırh vardı. Eski modellerin aksine kıvrılabilir bir yapıya sahipti ve böylece esneklik sağlıyordu kullanıcısına. Ancak yine de sertliğinden dolayı ne olduğu belli oluyordu.

Bir süre sonra uyanan kadın, ağzını şapırdatarak buğulu gözlerle etrafına bakındı. Kız, savaşçının kaçış yollarını kestirdiğini fark etmişti.

"Al," diyerek, yanındaki su şişesini ona verdi.

Ardından bir konserve patlıcan kızartmasını, evden aldığı kaşıklardan biriyle beraber kadına iteledi. Kana kana içtiği suyu bitiren kadın, yıllardır yemek görmüyormuş biri edasıyla kızartmaya girişti. Hiç bir şey demeyen kız, çevreyi kolaçan ederek yaklaşan olup olmadığına baktıktan sonra, kısa sürede karnını doyuran kadının yanına döndü.

"Ben Aletheia. Senin adın ne?" diye sordu, sosyal geleneğin gerektirdiği gibi.

"Guerra. Neden beni kurtardın?" dedi, şüphesini hiç gizlemeyerek.

"Doğrudan konuya yani... iyi. Şehirde neler olduğunu söyleyebileceğini düşündüm," dedi kız, ikinci amacını gizli tutarak.

"Burada değildin yani. Zaten senin gibi tatlı kızın tekinin nasıl hayatta kaldığı kafamı karıştırmıştı. Şimdi daha iyi oturdu," dedi, kabaca "Onlar oldu."

Bunu derken, şehir merkezini işaret etmişti.

"Onlar?" diye sordu, anlamayarak.

"Uzaylılar," dedi kadın, çok normal bir şeymiş gibi.

"Benimle..." derken kız, saldırıya ilk tanık olduğu an geldi aklına. Klasik önyargıya kapıldığını fark edince kendini düzeltti, bu çağda herhangi bir şeye şaşırmaması gerekiyordu "Şehirdeki insanlara n'oldu peki?"

"Hepsini topladılar, tarla süren çiftçiler gibi hem de," derken parmağını şıklattı "İlk kez seks yapan bir erkekten bile daha kısa sürdü. Sivillerin hepsini ve aptal, şişko polislerin çoğunu hemen yakaladılar. Biz askerlere ise kaybolmuş bir savaşı vermek kaldı. Çaylaklar gibi davrandık, kaçmaya çalışsak daha iyiydi."

"Bariyerlerin orada bir sürü ceset vardı, çıkışı kapatmışlar. Kaçmamanız daha iyi olmuş derim -dediği esnada konudan saptığını fark etti- nasıl saldırıyorlar? Ne gibi silahları var?" diye sordu.

"Yok. Vahşiler gibi üstümüze atılıp, direnen herkesi kestiler. Bir kaplandan daha atikler ve bir çakaldan daha sinsiler. Onu boşverirsek, sen ne yapıyorsun? Şehre nasıl girdin?" diyerek, kendi kafasındakilere geldi.

"İlk saldırı olduğunda üniversitedeydim. Şans eseri ormana kaçabildim, tutunamayınca da şehre döndüm," dedi kız, güven bağı kurmaya çalışarak.

"Hassiktir. Sıfır Noktası'nda mıydın? Oradaki herkes öldü," diyen asker, sallanarak ayağa kalktı "Baksana, sivil olsan da seni gözüm tuttu. Pratiksin ve hayatta kalmaya odaklanmışsın, şu amına koduğumun şehrinden beraber çıkmaya ne dersin?"

"Memnun olurum," dedi kız, ikinci amacına ulaşarak. Bir savaşçının ona çok faydası olacaktı "Yalnız iyi değil gibisin."

"Vuu... gözlem yeteneğine hayran kaldım," dedi pis pis sırıtarak "Olayın başından beri çatışmadayım ama şu halimle bile senden on kat daha iyiyim. O güzel aklını yorma böyle şeylere."

İçinden gelen cevap verme dürtüsünü bastıran kız, gülümseyerek elini uzattı. Hoşuna gitmişe benzeyen asker, sertçe onu sıktı.

"Yanımda olacaksan bana destek olman lazım. O saçma bıçak bir işine yaramaz, şunu al," diyerek, botuna elini soktu ve minik bir tabanca çıkardı.

"Sağol, nasıl kullanacağımı da göster," diyen kız, ilk gerçek silahına kavuşmuş oldu böylece.

"Onu nasıl salladığını gördüm. Hastaneye ondan mı geldin?" diyerek sağ kolunu işaret etti, asker.

Aletheia'nın onaylamasıyla, ilk hedefleri belli olmuştu.

Çevrimdışı Celebhol

  • **
  • 215
  • Rom: 8
    • Profili Görüntüle
Ynt: Aletheia
« Yanıtla #7 : 09 Ocak 2017, 16:12:30 »
Bölüm 10 - Operasyon

Yarısı yıkık hastanenin içine girerlerken, güneş batıyordu.

"Akşam oluyor, kolunu bir an önce hallet. Dikmeyi biliyor musun?" diye sordu, Guerra.

Başını sallayarak onayladı kız, bir yandan üstlerindeki erzağı hesaplıyordu. Konserveler ertesi günü çıkarırdı, su da aynı şekildeydi fakat şehirde ikisini de bulmak sorun olacak gibi değildi. Bu yüzden aklına yeni bir soru gelmişti.

"Benle karşılaşana kadar hiç bir şey yemediğini söylemiştin. Neden?" dedi, kafasında bir şeyleri oturtmaya çalışarak.

"Savaştığımı söylemiştim, kafanı bir yerlere mi vurdun?" diyen kadın, kendi büyük tabancasını çıkarıp kontrol etti.

"Tek başına mıydın?" derken, ana girişe vardılar.

Açılır kapı, elektriğin gidik olması sebebiyle çalışmıyordu.

"Sen arkaya geç ve silahı gösterdiğim gibi kullan, böyle bir iş için zayıfsın," diyen kadın, pistolu kılıfına koyup kapıyı açmaya koyuldu "Ana gruptan ayrılmak zorunda kaldım. En son şehrin içine gidiyorlardı, şimdiye ölmüş olmalılar."

"İyi de hiç mola vermediniz mi? Dönüşümlü olarak birbirinizi koruyabilirdiniz," diyen Aletheia, içerden fırlayabilecek herhangi bir şeye karşı pozisyon almıştı.

Ağır kapıyı çekerken boyun kasları gerilen sarışın kadın, içeri girebilecekleri kadar genişliğe getirdikten sonra geri çekilip kendi silahını tekrar çıkardı.

"Götümüzü yere koyacak bir an bile yoktu, o ucubeler etrafta dolanıp her köşeden fırlarken ne yapmamızı bekliyordun? Hayatta olmam bile mucize, tatlı kız," dedi.

Temkinli şekilde içeri girdiler. Karanlık binada attıkları bir kaç adımdan sonra, zifiri karanlık kaplamıştı etrafı, bu yüzden genç öğrenci çantasından çıkardığı fenerin tekini yaktı. Yere devrilmiş portatif hasta taşıyıcılar, her yere saçılmış makas, neşter vb. tıbbi aletler onları karşıladı. Panik anında terk edildiği belliydi.

Bir süre ilerledikten sonra bir ameliyathane ile karşılaştıklarında, gerekli şeyleri bulmaya girişti kız. Kapakları açık olan malzeme dolaplarındaki ağrı kesiciler ve çoğu pansuman malzemeleri gitmişti. Demek ki burası da yağmalanmıştı, ki ana girişin kapalı olduğu düşünülürse elektrikler gitmeden önce gerçekleşmiş olmalıydı. Bir kaç dakika sonra istediklerini bulmuştu. Pamuk, antiseptik sıvı, steril iplik ile iğneyi paketleri kapalı halde alırken, hiç uyuşturucu iğne yoktu. Zamanları az olmasa daha fazla bakınabilirdi fakat şu an başka seçeneği yoktu.

Üstündekileri çıkardığında, kapıyı koruyan kadının, göğsündeki sargıyı ve karnındaki morluğu süzdüğünü fark etti. Umursamayarak, el fenerini ameliyathanenin aşağı inen pahalı -fakat çalışmayan- lambasına bir ip yardımıyla astı ve kolundaki sargıyı çıkardı. Açık yara güzel görünmüyordu, ancak hayati seviyede bir enfeksiyon olmadığını fark ederek rahatladı. Ellerini yıkadıktan sonra, ameliyat masasına oturarak yarayı antiseptikle dezenfekte etti. Pakedini açtığı gereçleri aldığında eli titriyordu. Sağ pazusunun üst kısmında çaprazlama geriye uzanan yara çok ters bir yerdeydi ve dikebilse bile, çok zor ve acılı olacaktı.

Rahatlamaya çalışırken, ağzına bir şeyler tıkmasının iyi olacağını hatırladı ve yan taraftaki svetşörtünü -ellerini kirletmek istemeyerek- eğilip, ısırarak ağzına aldı. Bir kaç kez derin ve yavaşça soluk alıp verdikten sonra hazırdı. İpliği geçirdiği iğneyi derisine sokarken, acıyla tereddüt etti fakat kararsızlığının çok şeye mal olacağını bilerek metal parçasını daha da derine ilerletmeye devam etti. Bir kaç saniye sonra, gözünde yaşlar gelerek iğneyi başarılı şekilde yaranın diğer tarafından çıkardığında bir rahatlama dalgası vücuduna yayıldı. Oysa daha ilk dikişi tamamlamıştı.

İçinde bulunduğu duruma sövme isteğini göz ardı ederek, ikinciye başladı ve bu şekilde, zaman zaman acıdan kıvranarak, kimi zaman -ve her seferinde daha güçlü şekilde- bırakma isteği gelerek operasyona devam etti. Ona çağlar gibi gelen bir sürenin ardından işi bittiğinde ise, iğneyi bir kenara fırlatarak doğruldu. Salya ve göz yaşıyla ıslanan svetşört bok gibi bir şey olmuştu.

Biraz soluklandıktan sonra, çıkardığı işi inceledi; idare edecek gibi duruyordu.

Yorgunluğuna rağmen daha fazla antiseptik bulması gerektiği aklına gelerek, dolapları tekrar karıştırdı ve bulduklarını çantasına doldurdu. Ardından yeni bir steril bezle kolunu sarıp, düzgünce düğüm attı.

"Ne yaptığını bilen birine benziyorsun tatlı kız. Söylesene, saldırıdan önce ne yapıyordun?" diye sordu, Guerra.

"Üniversiteye yeni başlamıştım," dedi, bölümünü söylemeyerek.

"İstersen beş senedir okuyor ol, böyle bir şeyi yapabilecek çok kişi yoktur. Tam bir kapalı kutusun kızım," diyen kadın, aklına gelenleri çatır çutur söyleyen bir tipe benziyordu "Asıl konuya gelecek olursak, bana bir konuda yardımın gerek."

Bunu beklemeyen, daha doğrusu neden daha önceden söylemediğini merak eden kız şaşırmıştı. Çok zor bir şey istemeyeceğini umdu.

"Öyle bezgin bezgin bakma. İlgini çekeceğine iddiaya girerim," derken, üstündeki kamuflaj giysisini çıkarmaya başladı.

Zırhını çıkarmasıyla birlikte, altı adet kas öbeğinin bulunduğu ve "V" şeklindeki adonis kasının aşağı doğru indiği karnı gözler önüne serilmişti. Tahmin ettiği gibi kolları çok hacimli olmasa da bayağı sıkıydılar, soldakinin pazu kısmında ise keskin hatlara sahip, dikene benzeyen desenlerden oluşan siyah bir dövme de kolunu turluyordu . Ayrıyetten, onun gibi yapılı ve yağ oranı düşük vücuda sahip birisinden beklenmeyecek şekilde büyük göğüslere sahipti.

Utanan ve gözlerini kaçırdığı sırada zırha bakan kız, askerin neden sütyen takmadığını da o anda anladı. Zırh, kadının bedenine özel olarak tasarlanmıştı ve çatışma sırasında göğüslerinin zıplaması önleyecek şekilde, sıkı biçimde vücuduna oturuyordu. Başka bir deyişle, kadın bedeni şeklindeydi.

"Ay utanırmış da," diyen Guerra, yine pis pis sırıtıyordu "Bedenimi göstermekte bir sorunum yok, bu bebekler her erkeği kudurtabilir -derken kendi memelerinden birisi tokatlayıp, sallanmasına yol açmıştı- fakat bunun için soyunmadım. Bak."

İstemeyerek, kadının bedenini daha yakından inceleyen öğrenci, bunu beklemiyordu. Guerra'nın vücudunda, dövmeye benzeyen ve seçmesi zor olsa da, vücuduna kazınmış garip şekiller vardı. Rünlere benziyorlardı.

"Bunlar da ne?" diye kaldı, kız.

"Ben de onu soruyorum ya. Geceleri bir garip hissettiriyolar, tarif etmesi zor," dedi kadın "Sende de var, karnında."

Üstünü henüz giyinmediği için hemen bakan kız, onun haklı olduğunu görerek şaşırdı. Daha önceden yoktu bunlar, şehre ilk girdiğinde karnındaki yarayı bol bol inceleme fırsatı olmuştu ne de olsa. Oysa şimdi, kadındaki kadar çok ve belirgin olmasa da, onun karnının alt tarafında da bu şekiller vardı.

Bir şaşkınlık nidası koyuverdi.

"Senin gibi dikkatli biri daha önce görmediyse yeni olmalılar. Bendekiler de orada başlamıştı, zamanla arttılar," dedi kadın, üstünü giymeye koyularak.

"Şehirden nasıl çıkacağız?" diye sordu Aletheia, tek mantıklı sonuç buradaki bir şey yüzünden rünleri ortaya çıktığıydı.

"Şu dediğin bariyer nasıl bir şey? Zayıflığı falan var mı?" diye sordu kadın.

"Hayır."

"O zaman geriye tek bir şey kalıyor... o yaratıklardan birini yakalayacağız," dedi sarışın kadın, çok normal bir şeymiş gibi.

"Bunu nasıl yapmayı planlıyorsun?" diye sordu sakince, içindeki "Kafayı mı yedin gerizekalı?" demek isteyen tarafı bastıran, kız.

"Onları tatmin etmesi zor bir kadın gibi düşün. Bizim de beş metrelik yarrağımız yok yani," diyen Guerra, yine pisleşmişti "Ve elimizdeki bu silahlar onlara karşı Japon çükü gibi bir şey. Demek istediğimi anladın mı, tatlı nevale?"

"Ne saçmalıyorsun?" diye sordu, rahatsız olan öğrenci.

"Hiç, bir Japon'la seviştin mi?" diye devam etti, kadın.

"Hayır..." dedi, kadının göze batan cinselliğinden bıkan kız.

"Çüklerinin kısalığını pislikleriyle telafi ederler. Biz de onu yapacağız," diyen kadın, şeytanca sırıtarak ona bakıyordu "Seni yem yapacağız."

Çevrimdışı Celebhol

  • **
  • 215
  • Rom: 8
    • Profili Görüntüle
Ynt: Aletheia
« Yanıtla #8 : 13 Ocak 2017, 17:58:11 »
Bölüm 11 - Plan

Gecenin bir yarısı, karanlık ve bomboş caddenin ortasında dikilen kız gerginlikle bekliyordu. Plan kafasına yatmıştı, sonuçta başka çareleri yoktu ancak yine de çok büyük bir risk aldığı su götürmezdi. Yeterli zaman geçtiğine karar kılarak elindeki feneri yaktı ve önündeki yol aydınlandı. Kulaklarına ulaşan tek ses, şehrin merkezinden gelen uğultuydu. Çok uzaktan ve boğuk geliyordu, onun dışında ise kendi bölgesinde çıt çıkmıyordu. İnsanların olmadığı yetmezmiş gibi, yanlış bir şeyler olup bittiğini anlayan hayvanlar da ses çıkarmıyordu.

Nefes alıp verişi ve ayak sesleri "Ben buradayım!" diye bağıran bir bildiri gibi gelirken, yavaşça merkezden uzaklaşmaya koyuldu. Bir şeylerin onu izlediği duygusu aklından çıkmıyordu, sanki her an köşenin birinden o yaratıklar atılacaktı üstüne. Aklını bulandırdığı için korkusunu dinlememeye özen göstererek devam ederken, elindeki tabancayı sıkıca kavramıştı.

Bir kaç dakika ilerledikten sonra, arkasından, yaklaşık yüz metre uzaktan gelen sesle irkilerek döndü. Köşenin tekinde kaybolan bir şeyler gördüğüne yemin edebilirdi. Vaktin geldiğini anlayarak koşturmaya koyuldu, daha hızlı olmak için çantasını Guerra'ya bırakmıştı.

Depara kalkmasıyla birlikte sesin arttığını fark etti. Kadından öğrendiği kadarıyla bu yaratıklar ölüm kadar sessiz ve ani olabiliyorlardı. Bu da demekti ki, peşindeki şey onun geldiğini bilmesini istiyordu. Kolay bir av ile oynuyordu.

Panik dalgası zihninin köşesinden sürünerek çirkin yüzünü gösterirken, hızını daha da arttırdı. Arkasına bakmamalıydı, göreceği şey bacaklarının kilitlenmesine yol açabilirdi. Arkasına bakmamalıydı.

Tam arkasına inen bir şeyi duyar duymaz, istemsizce dönüp kafasını çevirdiğinde ise onu gördü. Karanlık bir gaz bulutuyla çevrilmiş, bembeyaz ve keskin dişlere sahip siluet ona sırıtıyordu. Bir metre yetmiş santim civarı olan yaratık, kolunu kaldırırken, uzvun iç tarafı kızın fenerinden çıkan sarı ışıkla parıldadı. Zevkle takırdayan dişlerin ritmi, kıyametin gözünün içine, kızıl gözlere, bakan kızın zihnine işledi.

Eli ayağı birbirine dolanıp yere düşerken, tabancayı bir kaç el ateşleyebildi. Baskılayıcının etkisiyle çok fazla ses çıkmamıştı fakat yaratığı vurduğu kesindi. Oysa, küçük aletin gram etkisi olmamıştı. O anda, başka bir silahın patlamasını duydu.

Yolun sonundan çıkan Guerra, kendi -daha büyük ve güçlü- silahını çıkarıp ateşlemişti. Bu, biraz etki yaratmışa benziyordu. Kafasından vurulan gölge sersemlemişti.

"Koş!" diye bağırdı, kadın.

Demesine gerek yoktu. Can havliyle ayağa kalkan Aletheia, savaş-ya da-kaç moduna giren bedeninin verdiği enerjiyle ömründe hiç olmadığı kadar hızlı koşmaya başladı. Dönemece vardığında, kadının çoktan geri çekilmiş olduğunu gördü ve kararlaştırdıkları bölgeye ilerlemeye devam etti. Bir kaç saniye sonra, biraz önce bulunduğu taraftan gelen tiz çığlık içini gıcıklarken, hedefin yemi yuttuğunu anladı.

Planladıkları gibi -hiç bir teknolojik araç çalışmadığı için- bir kenara koyduğu bisiklete binen kız, amaçladıkları yere doğru pedal çevirmeye başladı. Az kalsın arkasından fırlatılan keskin bir nesne sonu oluyordu. Şansına, ona isabet etmese de, yaratığın sinirlendiği belliydi. Oynamak için geldiği bu yerde, avı tarafından dalga geçilmiş ve onuru kırılmış olmalıydı.

Biraz daha ilerlemeliydi, sonra güvende olacak ve o boktan konserveyi afiyetle midesine indirebilecekti. İçinde bulunduğu duruma söverek giderken, bir kaç saniye sonra amaçladığı yer görünmüştü ki, fırlatılan ikinci bir nesne kafasını sıyırdı ve dengesini kaybederek son hızda yere kapaklandı. Acıyla bağırırken, sinirlenmişti. Bu kadar yaklaşmışken vazgeçmeyecekti.

Tekrar ayağa fırlayıp, sekerek koşturmaya başladı. Yaratık yaklaşmışken, tıkırdama sesi içine işledi.

Tanımadığı bir dilde bir şeyler diyen, tiz, sadistik ses kulaklarını doldurdu.

"Theia!" diye seslendi, asker.

Zamanın geldiğini anlayan kız yan tarafa atlarken kafasını elleriyle korumaya aldı. Bir kaç metre geride, gölgenin bulunduğu zeminin hemen arkası infılak ederken, bir kaç küçük beton şarapnelin kendi vücuduna saplandığını hissetti. Patlamanın etkisiyle, bir kaç metre ileride bulunan otobüse çarpıp seken yaratık yere düşmüştü. Bu iş bu kadardı.

Ya da o öyle düşünüyordu. Hala hareket edebilen yaratık ayağa kalkıp, yüzünü tuttu. Şaşırmışa benziyordu.

"Sikerler," diyen Guerra, otobüsün kırık camından fırlayıp, gölgenin üstüne kondu ve onu tekrar yere yapıştırdı. Bir metre seksen santimlik kas kütlesi kadın, bir eliyle kafasını tuttuğu yaratığın yüzünü yere gömerken diğer eliyle belinin arkasından çektiği bıçağı onun bacağına saplamaya yeltendi. Ancak, gölge bir anda çıkardığı tekmeyle kadını metal araca fırlatırken tekrar ayağa kalktı ve uluyarak keskin kolunu savurdu.

Bedeninin ön tarafı yarılan ve kanlar boşanan Guerra, acıyla dişlerini sıkarken yaratığa kafa atarak tekrar yere düşürmeye çalıştı onu. Oysa uzaylı, diğer eliyle kadının kafasını durdurup çevirerek yere çaldı. Kaslı boynu ve tecrübesi olmasa kadının boynu çok rahat şekilde kırılabilirdi. Çok da fark etmezdi gerçi, iç tarafı keskin kolunu kaldıran yaratık onun işini bitirmek üzereydi. Zar zor bilincini koruyabilmiş olan Guerra, bir şey yapabilecek halde değildi.

Tam o anda, yaklaşan Alethia elindeki silahı ateşleyerek yaratığın gövdesine bir kaç mermi isabet ettirmeyi başarıp da dikkatini dağıtmasaydı öyle olacaktı da. Öfkelenen canavar arkasına dönüp, kızla göz göz geldi.

"Hassiktir," diyen kız kaçılmaya çalışırken, gölge onun üstüne fırladı.

Saliseler birbirini kovalarken, zaman yavaşlamış gibi geliyordu. Buraya kadar olmalıydı, yapabileceği hiç bir şey yoktu. Keskin kolun kalktığını ve canavarın ağzının çarpıkça büküldüğünü gördü. Gülümsüyor olmalıydı.

Ormandan kaçarken duyduğu çıtırtı tekrar kulaklarını doldururken, gökyüzünden inen, parlak mavi bir kütle canavarın vücuduna saplanarak onun dengesini bozdu. Anlık fırsattan yararlanan öğrenci yoldan çekilerek kurtuldu. Vurulup yere yere yuvarlanan yaratık acıyla tıslayıp, inilderken vücudundan fışkıran kara gaz artmıştı. İkinci bir saldırı kafasını delerek onu öldürdüğünde ise çırpıntıları kesildi. Bu sefer ne olduğunu görebilmişti kız; bir oktu bu.

Atıldığı yeri tahmin ederek baktığında ise, uzaklardaki bir binanın tepesinde başka bir karaltı gördü.

Çevrimdışı Celebhol

  • **
  • 215
  • Rom: 8
    • Profili Görüntüle
Ynt: Aletheia
« Yanıtla #9 : 14 Ocak 2017, 19:49:02 »
Bölüm 12 - Karaltı

Otobüsün önünde, vücudundan kanlar akarak yatan Guerra'dan çıt çıkmıyordu. Yaratığın cesedi ise, biri sırtını diğeri de kafatasını parçalayarak girmiş oklarla yere serilmişti. Işıması geçen oklar, şimdi koyu siyah, metalden yapılarını ortaya çıkarmışlardı. Ölü bedenden fışkıran dumanların miktarı ise gittikçe azalıyordu.

Neye tanık olduğunu anlamaya çalışan kız bakışlarını tekrar binanın tepesine çevirdiğinde siluetin gittiğini gördü. İçinden bir ses, şehre girmeye çalıştığı sırada gördüğü iki karaltıdan birisinin o olduğunu söylüyordu. Çıtırtı sesi aynıydı zira. Peki neden onu takip ediyordu bu kişi? Basitçe tesadüf müydü yoksa onun peşinde miydi? Eğer öyleyse nedeni neydi?

Bu sorular aklında dönüp dururken, askerin inlemesiyle dikkatini önündeki duruma vermek zorunda kaldı. Ayağa kalkıp kadının yanına gittiğinde, zırhın parçalanarak kesildiğini gördü. Yara, kadının sağ omzundan başlayıp karnının sol tarafına kadar uzanıyordu. Daha yakından incelediğinde, kanamanın büyük ölçüde durulduğunu fark etti. Zırh, kadının hayatını kurtarmıştı.

"Ne... noldu lan?" diyen asker, gözlerini açtı.

"Hatırlamıyor musun?" diye sordu kız, kadının zırhını çıkarmaya girişirken.

"Ah!" diye bir inilti koyuverdi "Gökyüzünden bir şeylerin uçuşarak geldiğini gördüm en son. Daha genç ve saf olsam, gök yarılıp da bir mucize indiğine inanırdım."

"Birisi o şeyi öldürüp bizi kurtardı," dedi kız, koruyucu tabakayı çıkarmıştı.

Tırtıklı yara, tahmin ettiği gibi bayağı uzun bir alanı kesmiş ve her yere kan bulaşmasına yol açmıştı fakat böylesi daha iyiydi. Eğer temiz bir kesik olsaydı, iyileşmesi daha uzun sürerdi. Yaptıkları saldırının yaratığı yavaşlatmış olabileceği geldi aklına çünkü Guerra'nın anlattıkları ve kendi çıkarımlarına göre bu tarz bir zırh, onlar için pek de engel teşkil etmezdi normal şartlar altında.

"Garip... söylesene... şey," dedi, endişeli görünen kadın yeşil gözlerini ona dikerek.

Ne demek istediğini anlamayan kız, bir yandan antiseptiği yaraya döktü ve çantadan çıkardığı bezin biriyle yaydı. Yanan kesik yüzünden gözü seğiren kadın yine de ona bakmaya devam etti.

"Kesik... memelerime bir şey olmuş mu?" diye sordu, en sevdiği oyuncağı bozulmuş bir çocuk edasıyla.

İlk başta aval aval ona bakan kız, bir an sonra kahkaha patlatarak gülmeye başladı. İnsanlar cidden garipti.

"İz kalacak ama ciddi bir şey yok, zırhına şükret," dedi, sırıtarak.

Rahatlayan kadın bir soluk koyuverirken, Aletheia yarayı sarmaya girişti. Guerra'nın da yardımıyla, steril bezi kadının bedenine dolarken, sırtında boylu boyuna yapılmış bir dövme ilgisini çekmişti. Karanlıktan dolayı, aşırı detaylı işlemeyi pek seçememişti fakat kadının sert belinin biraz üstünde bulunan bir tanesi aklında yer etmişti; ateşler içinde bir ayna. Dövmenin merkezi gibi görünen bu yerden çıkan alevler, diğer desenlerle birleşiyordu.

Aynı zamanda, kadına ilk yardım yaparken rahatsız edici başka bir şey de gördü. Rünlerin miktarı ve belirginliği artıyordu.

"Plan buraya kadarmış," dedi, işi bittikten sonra.

"Tezeği çift elle avuçladık, tatlış. Aklıma başka bir şey gelmiyor," dedi, doğrulup kamuflaj giysisini giyen kadın. Zırh artık bir işe yaramazdı.

"Patlayıcı uzmanı olduğunu söyleyince, tuzak fikrinin işe yarayabileceğini düşünmüştüm. Son malzemen miydi onlar?" diye sordu kız.

"Şehirdeki kimyasallardan bir şeyler yapabilirim ama çok zayıf olurlar. Bir süre doğru düzgün savaşabileceğimi de zannetmiyorum," dedi, Guerra "Ee, ne bok yiyeceğiz?"

İnisiyatif ona geçen kız, bir süre düşünmek için durakladı. Bir kaç saniye sonra kararını vermişti.

"Bizi o kurtaran o kişiyi izleyelim. Belki yardım edebilir," dedi.

"İyi bakalım. Nereye gittiğini biliyor musun?" dedi, oflayarak ayağa kalkan sarışın kadın.

"Şu binadaydı," diyerek şehrin içine doğru uzanan bir bina dizisini işaret etti "Sanırım merkeze doğru gidiyor."

"Ağzından bal damlıyor," dedi, yavaştan normal haline dönmeye başlayan savaşçı "Haydin yola düş, bu sefer önden sen gitmek zorundasın."

Çevrimdışı Celebhol

  • **
  • 215
  • Rom: 8
    • Profili Görüntüle
Ynt: Aletheia
« Yanıtla #10 : 15 Ocak 2017, 20:12:56 »
Bölüm 13 - Yol

Onları kurtaran esrarengiz okçunun ardından gitmeye başlayalı dört gün olmuştu. Yola çıkmadan önce hastaneye tekrar uğramışlardı ve Guerra'nın yarasını diken kız, aynı zamanda ilk yardım stoğunu da yenilemişti. Okula girerken aklında olan bu değildi fakat yavaştan doktora dönüşüyormuş gibi hissediyordu, ki yararlı bir yetenek olsa da ikinci planda kalmak hoşuna gitmiyordu. Yine de kadın, yara uzun olduğu için süresi de öyle olan operasyondan sonra, ona teşekkür ettiğinde, içinde bir tatmin duygusu oluşmamış değildi. Hem kendine hem de başkalarına yardım edebilmesi sayesinde bir grupla karşılaştığında kolay yer edinebilirdi de. Sonuçta, büyük ihtimalle bu saldırı sadece kendi şehrine olmuş bir şey değildi. Dünyanın halini düşününce endişeleniyordu, ne gibi bir çevre bekliyordu onu bundan sonra?

Bir kaç saat önce, boşalmış evin tekinden erzaklarını yenileyip tekrar yola koyulmuşlardı. Daha önce bulduğu beyaz bir atleti giyen Guerra da artık çanta taşıdığı için daha az duraklamak zorunda kalıyorlardı. Durumları iyiye gidiyor denebilirdi, eğer şehrin içine daha çok girdikçe karşılaştıkları manzara olmasa. İçten yıkılmış binaların sayısı artarken, iyice insanın içine işleyen soğuk rahatsız edici hale gelmişti.  Hatta, bir süre sonra yerde donmuş su birikintileri belirir olmuştu. Aynı zamanda alevlerin kasıp kavurduğu ve sadece moloz ile kül yığınlarından oluşan bölgelerle de karşılaşır olmuşlardı.

"Ordunun şehri bombaladığını sanıyordum, gökdelenler sağlam duruyor," dedi, kız, yürürlerken.

Gizlenme konusunda ona bir kaç numara öğretmiş olan Guerra ve kadının -kısmen- yüzeysel olan yarasının iyiye gitmesi sayesinde daha rahat hareket eder olmuşlardı.

"Füzeler onlara hiç ulaşmadı. Yaklaştıkları anda yönlerini değiştirip sağa sola saçıldılar," dedi kadın "Bir tanesi benim birimime isabet etti. En az on kişiyi orada kaybettik. İyi çocuklardı ama yeterince şanslı değillermiş."

"Grubundan nasıl ayrıldın?" diye sordu, Aletheia.

"Saldırı başlar başlamaz bütün teknolojik aletlerimiz bir anda bozuldu, EMP'ye dayanıklı tasarlananlar bile. Bunun için de bir protokol var; önceden kararlaştırılmış alanlardan birine ilerlemeye koyulduk.Yolda adamlarımızın yarısından çoğunu kaybettik. En sonunda vardığımızdaysa o siktiğimin yaratıkları tarafından istila edildiği ortaya çıktı. Kabak gibi açıktayken, her yerden gelen o garabetler bizi tavuk gibi yolmaya başlamıştı," derken, bir şeyleri anımsadığı belliydi "Bir grup, bizim kaçıp savaşı sürdürebilmemiz için kendini feda etti. Salaklar, sanki öyle bir şey yapabilecekmişiz gibi... orada ne olduğunu onlar da görmüştü."

"Daha sonra?" diye, dinlediğini belli etti kız.

"Liderimiz, merkeze gidip işi bitirme kararı verdiği sırada ikinci bir grup avcı saldırdı. Çatışmada başka bir askerle, Lucius ile ana gruptan ayrı düştük. Bir süre sonra onu da aldılar fakat şans eseri kaçabildim. Gerisini biliyorsun, bir süre dolandıktan sonra senle karşılaştım," dedi savaşçı "Bunları boşver, silahı nasıl kullanacağını kavradın mı?"

"Az çok, sana köstek olacağım düşünme," dedi, öğrenci.

"Tam tersine, iyi öğreniyorsun. O pisliklerle karşılaştıklarında en iyi askerlerin bile nutkunun tutulduğunu gördüm," diye onu övdü.

"Sağol..." diye yarım yamalak cevapladı, övgü kabul etmeyi pek becemereyen kız.

Bir kaç saat daha, tek tük konuşarak ilerlemeye devam ettiler. Onlar merkeze yaklaştıkça, şehrin tam kalbinde simetrik halde dizilmiş dört gökdelenden gelen vınlama sesi artıyordu. Uzaylıların üssü burası olmalıydı. Böylece, bir gün daha bitti ve tekrar gece çöktü. Bir apartmana girip mola verdiklerinde, banyoya girip bedenini inceleyen kız rünlerin iyice çoğaldığını gördü. Guerra'nınkiler ise artık boynuna kadar ulaşmışlardı. Fark ettiği başka bir şey ise, zamanla içinde beliren garip hissin arttığıydı. Geceleri, sanki bir şey onu çağırıyormuş gibiydi. Sesli ya da görsel bir şey yoktu, sadece bir hissiyattı. Kendi aralarında buna "çağrı" demeye başlamışlardı. Çağrının güçlenmesinin ise, rün miktarının artmasından mı yoksa gökdelenlere yaklaşmış olmalarından mı kaynaklandığını bilmiyordu. Belki her ikisiydi.

Kız banyodan döndüğünde, üstündeki önü yırtık kamuflajı çıkarmış olan Guerra'nın kanepeye yayılarak keyif çattığını gördü. Ayaklarından birini yere uzatmışken, diğerini kanepenin tepesine atmış ve elindeki konserve barbunyayı kaşıklıyordu. Onun bu rahatlığı arada şaşırtıyordu Aletheia'yı.

"Böe..." diye anlamsız bir kelime çıktı ağzından, yediği yemek yüzünden tıkanmıştı. Yutkunduktan sonra devam etti "Bak ne buldum."

Bunu dedikten sonra yerden koyu mor bir ceket çıkarıp fırlattı ona. Yüzüne çarpan giysiyi tutup baktığında, çok ince olduğunu gören kız sorar gözlerle baktı kadına.

"Son model dağcı cekedi, kıçımız donmaz artık o soğukta," dedikten sonra, başka bir tanesini çıkarıp gösterdi. Onunki koyu kızıl ve daha büyüktü, büyük ihtimalle bu evde yaşamış olan bir çifte aittiler.

"Heh, bak bu da hoşuna gider," deyip, daha küçük olan ikinci bir parçayı yolladı.

Üstünde beyaz bir işaret olan bir bereydi. Bir an sonra, işaretin bir beynin ortasından geçen kanlı bir neşterden oluştuğunu fark etti. O aralar gençler arasında bayağı popüler olan bir dizideki baş karakterin semboluydu. Gündüzleri zeki ama normal bir doktor olan karakter, geceleri intikam ve adalet saçan bir süperkahramana dönüşüyordu. Gücünün kaynağı ise, zamanında tedavi etmeye çalıştığı gizemli bir hastadan kaptığı virüstü.

"Oha, nereden bildin?" diye sordu, sevinen kız. Zihninin bir köşesi, böyle küçük bir şeyle mutlu olduğuna şaşırmıştı.

"Ölüm Cerrahı'nı -karakterin süperkahraman adı buydu- sevebileceğini düşündüm sadece, tatlış," dedi, sırıtan kadın.

"Oyuncusunu seviyorum ben de. Var ya, taş gibi vücudu," diye devam etti, gülümsemesi pisleşerek.

"Çok sağol," dedi, bereyi kafasına takıp, yemeğe oturan kız.

Askeri yavaştan sevmeye başlamıştı.

Çevrimdışı Celebhol

  • **
  • 215
  • Rom: 8
    • Profili Görüntüle
Ynt: Aletheia
« Yanıtla #11 : 16 Ocak 2017, 19:30:32 »
Bölüm 14 - Av

"Kanı daha yeni pıhtılaşmaya başlamış, çok uzakta olamaz," dedi kız.

Sokak arasında, kafasından vurulmuş bir avcı cesediyle karşılaşmışlardı. Eğilip, onu inceleyen Guerra bunun bir okun işi olduğuna karar vermişti. Bu iki bilgi ve daha önce yolda hiç cesetle karşılaşmamış olmaları, peşinde oldukları kişinin, öldürdüğü yaratıkları gizlediği sonucuna işaret ediyordu. Artık çok yaklaşmışlardı.

"Caddede biri geziniyor, bir tane de karşı taraftaki binanın içinde var. Daha fazlası olabilir etrafta," diye -kıza öğrettiği- el işaretleriyle bilgi verdi Guerra.

Yaratıklar tetikte görünüyordu. Onların varlığından haberdar olduklarından değildi bu, etrafta çok daha tehlikeli biri olduğunun farkında olmalıydılar. Turunculaşmış güneşten yayılan ışınlar her an azalırken, okçunun neden böyle bir riske girdiğini merak etti, Guerra. O ana kadar gördükleri ve görmediklerinden dolayı, onun tam bir gizlilik içinde hareket ettiğini anlamıştı. Oysa şimdi risk alıyordu, gece çökmeden saldırıya geçmişti. Ne amaçlıyordu?

İçinden gelen çağrı yüzünden düşünceleri başka yöne kaydı o sırada. Gökdelenlerden gelen ses ile birlikte çağrı da iyice kuvvetlenmişti ve onları çağıran şeyin ne olduğunu ikisi de biliyordu artık. O binalar zihinlerinin içine sesleniyordu. Boynundaki rünleri kaşırken, beklemekte karar kıldı asker. Herhangi bir şey yapacak durumda değillerdi.

Böylece yarım saat boyunca, yakınlardaki güvenli bir binanın içine girip ortalığı gözetlemeye koyuldular. İnat eden avcılar bir türlü ayrılmıyor, etrafta tur atarak bir şey arıyorlardı. Okçu hiç bir şey yapmazken bir saat daha geçti ve gece bütün karanlığıyla tekrar çöktü. Bu noktadan sonra, dışarıdaki hiç bir şey göremez hale gelmişlerdi.

"Siktiğimin yaratıkları," diye hafifçe homurdandı kadın, eli kolu bağlı halde oturmaktan sıkılarak.

"Orada bir şey var," dedi o esnada, öğrenci.

Haklıydı da. Kız cümlesini tamamladığı sırada, caddenin karşısında bir hareketlilik belirmişti. Ne olduğunu tam seçemiyorlardı fakat gelen sesten en az beş altı avcının orada toplandığını anladılar. Bağırıp çağırırlarken, bir anda bir kaç mavi ışık belirdi ve ardından, onu izleyen tam bir sessizlik ortama hakim oldu.

"Bu kadar mı...?" diye kendi kendine konuştu kız.

"Hadi. Ya şimdi ya hiç," diye fısıldayan Guerra, hızlıca merdivenlerden aşağı inmeye başladı.

İkili apartmandan çıkıp tekrar sokak arasına daldığı esnada çatının üstünden bir şey önlerine "tup!" diye düşüverdi. Kafasına, uzunca ve mavi ışıltılar yayan bir ok saplı bir avcıydı bu.

"Vay amına koyim," dedi olan biteni anlayan savaşçı "Onlara meydan okuyor!"

Etraftan gelen ulumalarla gerilen Aletheia, elindeki tabancanın kilidini açtı. Buradan nasıl kurtulacağı konusunda hiç bir fikri yoktu. Onlar daha bir tanesini, önceden hazırlık yaparak bile yenememişken şimdi bu cümbüşün ortasında kalmışlardı.

"Savaşta tereddüt etmenin anlamı yok. Gel," diyen kadın ileri atılarak caddede koşturmaya başladı.

Onunla birlikte fırlayan öğrenci, yanlarına atlayan bir avcı yüzünden irkilerek döndüğünde bir ok yaratığın kafasına saplanarak onu hakladı. Başka bir tanesi Guerra'nın önüne indiğinde kadın, yaratığı alnının ortasında vurarak sersemletmişti. Hemen sonra bir ok daha gelerek onu da hakladı.

"Hadi! Senin ayak işini yapacağız pezevenk okçu!" diye bağırdı kadın.

Bununla birlikte, etraflarına sekiz tane daha avcı inerken, havada vurulan bir tanesi Aletheia'nın üstüne düşerek kızı yere yapıştırdı. Cesedin altından kalkmaya çabalarken, kadının etrafta bulduğu malzemelerden hazırladığı bir şeyi havaya fırlatmış olduğunu gördü. Zaman kaybetmeyen savaşçı fırlattığı nesneyi vurduğunda ise kızın gözlerini bembeyaz bir perde kapladı. Işığın içinde kör olmuş gibi hissediyordu. Bunu bekleyen Guerra, cekedinin ense kısmından onu yakalayıp ayağa kaldırdıktan sonra, kızı yönlendirerek koşturmaya koyuldular. Geçici olarak olarak görüşünü kaybetmiş yaratıkları haklayan oklar, ardı arkası kesilmeden vızıldıyorlardı.

Yukarıdan gelen bir hışırtı duyan savaşçı, refleksif şekilde kızı yana fırlatıp, aynı anda belindeki bıçağı çekerek darbeyi bloklamaya çalıştı. Ancak savrulan keskin kol çeliği kesip geçerek, kadının sağ koluna derin bir yarık açmıştı. Bıçaktan kalanlar yere düşerken kolundan fışkıran kanları umursamayan savaşçı, diğer eliyle çektiği tabancayı önüne inmiş olan iğrenç yaratığa sıkacaktı ki, başka bir darbeyle silah uçarak elinden gitti. Bir anlığına tamamen korunmasız kalmıştı.

Kızıl gözleri parlayan yaratığın ağzı açılarak keskin dişlerini gözler önüne sererken, kolu öldürmek için kalktı. Ancak bir silah sesiyle birlikte kafasına inen kocaman bir buz sarkıtı yaratığın dengesini bozarak yere yapışmasına yol açtı. Bu anı ele geçiren Guerra atılarak silahını kaptı ve yaratığın başındaki miğferin bağlantı noktalarına ateş etti. Daha önceki tecrübelerinde cesedi inceledikleri zaman öğrenmişti bunların yerini.

Miğferin kenet kısımları parçalanarak açılırken, mermisi biten silahını fırlatan savaşçı kadın, kendine gelmeye başlamış yaratığın üstüne fırladı. Avcı, iç tarafı keskin olan kollarını döndürmeye fırsatı olmadığı için ona bir tekme çıkarmıştı fakat tecrübeli kadın bu sefer darbeden sıyrılmayı başarabildi. Ancak bunun sonucu, dengesi bozularak kontrolsuz şekilde yaratığın üstüne kapaklanıverdi.

Bundan yararlanmak isteyen yaratık, kesmek için uzvunu kaldırdığı esnada Aletheia arkasından belirerek, elindeki bereyi onun kafasına geçirdi. Bu hareketenin bedeli olarak, yüzüne yediği kuvvetli bir dirsek darbesiyle geriye savruldu. Ancak, Guerra'ya bir şans vermiş oldu böylece.

Önünü göremeyen yaratığın açıktaki suratının ortasına bir yumruk oturtan kadın, ardından onun yüzünü ısırarak bir parça et koparttı. Acıyla uluyan yaratık, kontrolu kaybederek nereye olduğunu bilmeden öfkeyle üst üste darbeler savurduysa da, yumrukla sersemlemiş olduğu için çok yavaş kalmıştı. Yan tarafa geçip, kabzasının ucunda azıcık bir metal kalmış olan bıçak kalıntısını alan Guerra, kafasındaki bereyi çıkartmayı aklına yeni getirebilmiş olan yaratığın suratına üst üste sapladı.

Avcının son gördüğü şey, kızıla boyanmış bir kolu işlevsiz şekilde sallanan heybetli kadının, amansız biçimde indirdiği darbeler ve ölüm saçan yeşil gözler oldu.

Kendi küçük çaptaki savaşları biten soluk soluğa kalmış ikili, yara bere içinde dönüp baktıklarında, sağa sola saçılmış bir sürü avcı cesediyle karşılaştılar. Çoğunluğu kafasına saplanmış tek ok ile ölmüştü ama arada bir, vücudunda iki tane olanlar da yok değildi. Bir tanesinin bedeni ise, tam aşağı atladığı anda göğsünün ortasına giren bir okla yangın merdiveninin tekine saplanmıştı ve rüzgarla birlikte bir sağa bir sola sallanıyordu.

Adrenalinin etkisi geçerken, kolundaki yaranın ne kadar ciddi olduğunu fark eden Guerra acıyla onu tuttu. Bütün bir kas kütlesini yarıp geçen darbe, aynı zamanda atar damarı kesmişti. Kaybettiği kanın etkisiyle yere çöken kadın, bedenindeki yaşamın çekilmeye başladığını hissetti.

Yanına gelen kız, kadının sağlam kolunun altına girerek onu güvenli bir yere götürmeye çabaladı ancak savaşçı onun için çok ağırdı. Yine de buradan bir an önce uzaklaşmaları gerekiyordu, daha kaç tane avcının etrafta gezindiğini bilmiyordu.

Adım atacak hali bile kalmayan kadın, tökezleyip yere düştü.

"Buraya kadarmış tatlı kız... beni bırak yoksa seni de sikerler," dedi, her zamanki gibi pis pis sırıtmaya çalışarak.

Yalan olmasın, bu olasılık aklından geçmemiş değildi fakat Aletheia kararını bir kere vermişti. Bunu yaptığına inanamayarak ve bir yandan yumuşadığını düşünerek kendine söverken, cesur görünmeye zorladı kendini.

"Saçmalama. Kolunu hele bir halletim mi hiç bir şeyin kalmayacak," dedi, çantasını açarken.

Bu cehennem çukurunda tek başına kalmak istemiyordu. Ya onunla birlikte ölecekti ya da ikisi de kurtulacaktı. Aptalca olduğunu biliyordu fakat elinde değildi. Hastaneden aldığı iğne ipliği çıkardı ve bu sefer antiseptikle uğraşmaya yeltenmeden kadını dikmeye girişti. Ancak ne kadar uğraşırsa uğraşsın, parçalanan damarı düzeltemeyeceği için akan kan durmuyordu.

"İyi olacaksın... iyi olacaksın..." diye arada bir sersemce tekrar ediyordu kendini.

Oysa bilincini kaybetmiş olan Guerra onu duymuyordu artık. Yine de çabalamayı kesmedi. Arkasından birinin yaklaştığını duyduğunda da durmadı. Dişlerini sıkarak, her an gelecek olan ölüm darbesine hazır halde işine devam ediyordu ki, omzuna bir elin, yumuşak bir elin değdiğini hissetti.

Dönüp baktığında, onu gördü. İki metreye yakın bedeninin arkasında dalgalanan pelerini ve mavi deriyle kaplı elinde tuttuğu yayıyla, okçu karşısında dikiliyordu. Kızı yavaşça yana çektikten sonra, eğilerek elindeki bir jeli ölmekte olan savaşçının koluna sürdü. Ardından çıkardığı bir paketi açıp, içindeki tozu onun üstüne hafifçe döktü.

İşi bittikten sonra kalkıp, koyu, masmavi gözlerini kıza dikti.

"Yaşayacak," dedi, su gibi akıcı bir aksanla "Gel, takip et."

Çevrimdışı Celebhol

  • **
  • 215
  • Rom: 8
    • Profili Görüntüle
Ynt: Aletheia
« Yanıtla #12 : 24 Ocak 2017, 22:03:50 »
Bölüm 15 - Apokhsaj

Guerra'yı yere yatırdıktan sonra, okçu, dönerek ona baktı. Bir süre ilerledikten sonra güvenli görünen, yuvarlak ve otuz metre çapında bir şarap mahzenine inmişlerdi. Sıra sıra dizilmiş şişeler duvarları kaplarken, arada bir, üstlerine konulmuş olan mumlar etrafı az da olsa aydınlatıyordu. Mavi derilinin şu anki güvenli üssü burası olmalıydı.

Okçunun onu süzdüğünü fark eden kız rahatsız oldu. İki metreye yakın boyu, uzun beyaz saçları ve zarif hatlarıyla bu kadın ona çok yabancı gelmişti. Mavi derisinden dolayı insan olmadığı belliydi fakat bunun dışında yürüyüşünde de değişik bir şeyler vardı. Hareket ederken ayaklarına tam yüklenmediği dikkatini çekmişti. Sadece sabit durduğunda, deri ya da ona benzer bir şeyden yapılmış ayakkabısının tabanlarına basıyordu. Her an atılmaya hazır bir çita... evet, buna benziyordu. Güzel yüzü sadece bir aldatmacaydı.

Dahası, önde Guerra'yı omzuna atmış giderken arada bir dönüp kızın takip edip etmediğini kontrol ettiğinde vücudunun üst kısmı çok kolay, insani sınırların izin vermediği bir açıyla dönebilmişti. Öğrendiklerinden, bunun kürek kemikleri ve göğüs ile bel-sırt kısmındaki kas yapısı farklılığından olması gerektiği sonucunu çıkarmıştı. Kadının anatomisini daha çok inceledikçe onun tam bir avcıdan evrildiği hissiyatı hakim oldu. Soluk mavi derisi, büyük ihtimalle gece avlanan bir türden geldiğini ima ediyordu. Beyaz saçın nedenini çözememişti gerçi.

Ne olursa olsun, karşısında atik, hızlı ve güçlü bir türün üyesi olduğunu biliyordu. Aynı zamanda, bu kişinin onu neden -üç kez- kurtardığını da merak ediyordu. Kendisi söz konusu olduğunda bilinmezlikler canını sıkardı hep.

"Beni neden takip ettiniz?" diye, tekrar o su gibi akıcı aksanıyla sordu okçu.

"Şehirden bir çıkış yolu bulmak için," diye cevapladı, kız.

Sorguya alınmıştı, saldırı öncesi hali olsa gerilerek çekinirdi fakat bu sefer karşılık verecekti.

"Peki sen beni niye kurtardın?" diye sordu, bu kadın karşısında lafı dolandırmanın bir anlamı olmayacağını seziyordu.

"Bu sorunun cevabını hak ettiğini nereden çıkarıyorsun, insan çocuğu?" diye sordu kadın, bu sefer kelimelerine bir hinlik sızmıştı.

Güzel soru, diye düşündü. Kimdi ki o? Hafiften bağlılık duyduğu birisi yaralandığında panik yapıp, dikiş atmadan önce turnike yapmayı bile unutan birisiydi. Bütün bu olaylar sırasında herkes ölmüş ya da yakalanmışken, neden o hayatta kalmıştı? Ancak bu tarz sorular, olaylara yanlış yaklaşmak olurdu. Hayatta kalmasının bir anlamı yoktu, sadece şans ve analitik düşünmenin bileşimi sayesinde kurtulabilmişti. Sınandığını anlamıştı ve asıl cevabın ne olabileceğini bulmaya çalışıyordu. Aklına bir şey gelmişti.

"Benim kurtarılmayı hak ettiğimi neden düşünüyorsan o yüzden," dedi, emin şekilde.

"Belki de şanstır sadece. Her 'uzaylı' acımasız değil, belki de muhtaç birisini gördüğümde yardım ettim sadece," dedi okçu, istifini bozmadan.

"Olabilir," kalbi heyecanla hızlanan kız "Öyleyse bizi burada bırak ve git ne yapacaksan yap."

"Belki de bu kız biraz akıllıdır," dedi, uzun yaratık "Belki de neden saldırı başladığında kalabalıkla birlikte gitmek yerine onlardan uzaklaştığını merak etmişimdir."

"Orada mıydın?" diye sordu, şaşıran kız, üniversitedeki kaosu anımsayarak.

"Senin için değil fakat evet, oradaydım," dedi okçu.

"Bize, insanlara neden yardım ediyorsun?" diye sordu kız.

"Belki de muhtaç birisini gördüğümde yardım ettim sadece," diye kendini tekrarladı.

Daha fazla cevap alamayacağını anlayan kız, tartışmadan çekilerek düşünmeye koyuldu. Neden kaynaklandığını tam anlamasa da, karşısındaki bu kişinin ona zarar vermeyeceği duygusunun yerinde olduğu sonucuna varmıştı. Ancak, hala tehlikeli bir yabancıydı. Bu şehirden kurtulmak için -kendine yediremese de- ihtiyaç duyduğu bir yabancı.

"Bize yardım edebilir misin? Bu şehirden kaçmak istiyoruz," diye bir istekte bulundu.

"Üstünüzdeki İşaretlerle kaçsanız bile bir faydası olmaz," diye cevapladı, gidip bir zulanın başına çöken kadın.

"Bu rünleri mi diyorsun? Onlar ne peki?" dedi, merakla, bir yandan öğreneceği şeyin hoş olmayacağını bilerek.

O sırada Guerra, baygın uykusunda inleyerek kolunu tuttu. Gözleri ona kayan kızın içinde tekrar endişe belirirken, savaşçı kadının boynundan yüzüne doğru yavaşça ilerlemekte olan rünlerin hayra alamet olmadığını düşündü. Artık iyice belirginleşmişlerdi. Çağrının şiddetinin gittikçe arttığını o da hissediyordu.

"Apokh'un İşaretleri. Apokhsaj'ın, layık avları belirlemek için kullandığı bir sistem," diye yanıtladı.

Başlıklı pelerinini çıkarmış olan mavi kadın, konuşurken bir yandan zulayı karıştırıyor ve kollarının hızlı hareketiyle üstündeki ince, koyu gri tişört titreşiyordu.

"Apokh-ne?"

"Apokhsaj, sizi avlayan türün adı. Apokh'un İşaretleri ise senin rün dediğin şeyler. İstila ettikleri yerlerdeki avları elimine etmeye yarıyorlar. Şehrin etrafındaki bariyerleri görmüştür kız elbet?" dedi, eline bir nesne alıp inceledikten sonra zulanın içine geri atarak.

Kahverengi saçlı kız onu onayladı.

"İçeri giriş serbesttir, çıkmaya çalışmak ölümle sonuçlanır. Kurbanlarını tek bir alanda tutarlar böylece ve avlanırlar. Hayatta kalanlarda zamanla Apokh'un İşaretleri belirir, ne kadar hayatta kalırlarsa izler o kadar artar ve güçlenir. Bu süre yeterince uzunluğa ulaştığında artık layıktırlar," dedi kadın, istediği şeyi bulduğu sırada.

"Neye layık?" diye sordu, öğrenci.

"Gen havuzuna katılmaya. Apokhsaj, farklı türlerin genetik yapısını absorbe edebilen bir tür. Ne kadar güçlü yaratıkları avlarlarsa o kadar güçleniyorlar. Aynı zamanda nörolojik damgayı da emebiliyorlar," dedi, doğrulup bekleyen kadın.

Tam anlamadığını çaktırmak istemiyordu kız fakat hala soruları vardı.

"Nörolojik damga, bir bireyin zihinsel aktivitesinin haritasıdır. Bunu elde ettiğinde o bireyin kişiliğini anlayabilirsin," diye devam etti, onu anlayan mavi kadın.

Bu sefer kavrayabilmişti kız. İnsanların ekinlere yaptığı yapay seçilime benziyordu. Tarımsal düzene geçişten beri insan nesli, daha lezzetli ve daha çok ürün veren ekinleri seçmişti hep. Böylece, onları farkında olmadan yapay seçilime uğratmışlardı. Bu Apokhsaj denilen yaratıklar da avlarına aynı şeyi yapıyordu fakat onları yemek yerine kendi gen havuzlarına katıyorlardı. Nörolojik damga ile de, avın neden ve nasıl bu kadar süre hayatta kaldığını daha iyi anlıyorlardı. Ona tamamen vahşilerden oluşuyorlarmış gibi gelmişti oysa. Bu kadar gelişmiş bir mekanizmaya sahip olduklarını asla hayal edemezdi.

Kendi düşünce akışından sıyrılarak, kadının ellerindeki nesnelere baktı. Halka şeklinde, iki taraftan basık bir metal parçası ile bir bıçak tutuyordu.

"Yardım istemişti kız. O zaman kendine yardım edecek..."

Çevrimdışı Ozymandias

  • **
  • 200
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Aletheia
« Yanıtla #13 : 24 Ocak 2017, 22:53:34 »
Bilgili bir kişi. Hikayesi okunur.

Çevrimdışı Celebhol

  • **
  • 215
  • Rom: 8
    • Profili Görüntüle
Ynt: Aletheia
« Yanıtla #14 : 30 Ocak 2017, 22:16:50 »
Bilgili bir kişi. Hikayesi okunur.
Teşekkür ederim :D