Kayıt Ol

On Ekim, Kanlı Ekim

Çevrimdışı Celebhol

  • **
  • 215
  • Rom: 8
    • Profili Görüntüle
On Ekim, Kanlı Ekim
« : 10 Ekim 2016, 17:26:15 »
Bu hikaye, aslında bölüm bölüm yazdığım başka bir hikayenin parçası fakat aynı zamanda, kendi içinde özerk olarak ayrı bir hikayedir. Geçen sene, 11 Ekim'de, 10 Ekim için yazılmıştır ve bugünün anlamını düşününce, unutmamak için tekrar paylaşmak istedim. Zira,  geçen "detayların" büyük çoğunluğu, resimler, videolar ve görgü tanıklarının ifadeleri olabildiğince doğru şekilde yansıtılmaya çalışılarak yazılmıştır.

Ekim

"Tao Te Ching mi?" diye sordu, genç kızın yanında yürüyen oğlan.

"Dao De Çing diye okunuyor," diyen sarı, kısa saçlı kız kitabı geri almaya yeltendi fakat adam oyuncul bir şekilde elini geri çekti.

"Dur be, iki dakika bakayım," dedi eğlenerek.

Kalabalıkla birlikte yol alan ikili, kah şakalaşıp kah gülerek yürümeye devam ettiler. Güneşin sarı ışıkları açık meydana düşerken, nereden estiği belli olmayan bir rüzgar binlerce kişiyi havanın yakıcı etkisinden koruyordu. Öğlen güneşi altında insana nefes aldıran doğanın bu lütufu, zaten gergin olan kalabalığa iyi gelmişti. Kimisi açık, kimisi koyu tenli, bir kısmı orta kesim başka bir kısmı ise alt düzey gelirli olan insanlar, sadece tek bir amaç için bir araya gelmişti o gün; baskıyı her geçen arttıran hükümete karşı seslerini duyurmak.

Bir kaç yüz metre gerideki köprünün orada bulunan yüzü aşkın otobüs, ülkenin dört bir yanından gelen kalabalığı başkente taşıma görevini yerine getirmiş halde duruyordu. Onların yakınında toplanmış şoförler ise, asfalt alanda bekleşirken memleket muhabbetine dalmışlardı. Gür bıyıklı ve koyu tenli bir tanesinin kahkahası yankılanarak rüzgara karıştı ve eylem alanına giden kalabalığa ulaştı. Tam olarak nedendir bilinmez ama bu kahkaha bir çok kişinin içini rahatlatmıştı, hayatın normalliğine dair bir işaretti sanki. İçinde bulundukları durum ve aldıkları riske rağmen, kendini sakinleştirmek için değil fakat tam anlamıyla içten kahkahayı basan birisi, her şeyin normal olduğunu gösterir gibiydi.

Kırmızı, uzun ve ince bir kortej bayrağını taşıyan bir genç keyifle bir sigara koydu ağzına ve yanındaki arkadaşına yaktırdı. Çantasının kayışıyla oynayan orta yaşlı bir bakkal, kendinden küçük bir çok kişinin olduğu alana bakarken gözlerinin içi ışıldıyordu. Hazırlık olarak çantasına limon atıp gelmiş bir kadın ise, onları belki de kullanmasına gerek kalmayacağını düşünmeye başlamıştı. Çocuğuyla gelmiş bir baba ise, onu omuzlarına alarak devleştirmişti. Yerel baş örtüsü ve şalvarla giyinmiş yaşlı bir kadın ise, evde hazırlayıp getirdiği börekleri, etrafındaki gençlere dağıtıyor ve bir yandan sohbet ediyordu. Topluluğun diğer tarafında, su ve simit satan henüz ergen yaşta birinin ise etrafına pek çok kişi doluşmuş ve aceleyle paraları uzatıyorlardı.

---

"Topluluğa katılsana," dedi oğlan "Senin gibi hevesli birisi iyi olur."

"Eh," dedi, kavisli burnunu kaşıyan, teklifi pek de umursamamış ve geri aldığı kitabındaki kırışıklıkları düzelten kız "Kendi başıma bir şeyler yapmayı tercih ederim."

"Apolitik takıl bakalım," diyen siyah sakallı genç, ağzının kenarıyla ekledi "Yakında kırmızı et ve şarap falan da yemeye başlayacaksın bu gidişle."

"Parasını ver yiyelim. Makarnadan imanım gevredi," dedi, altta kalmayan ince kız.

"Makarna demişken bak aklıma ne geldi. Ketılla kaynatma konusunda yeni bir yöntem buldum..." diye lafa başlıyordu ki, kız onun lafını böldü.

"Etrafta neredeyse hiç polis görünmüyor nedense," demişti kendi kendine "Pardon ne diyordun?"

Ancak sohbete devam etme girişimine rağmen, istemsizce, mavi gözleri alanı taramaya devam etti. Daha önce bu tarz toplaşmalarda çok bulunduğu için, güvenliğin bu kadar az olması içine sinmemişti. Belki de ileride bir yerde barikat kurmuş halde onları bekliyorlardı ya da kim bilir, belki de caddeye girdiklerinde bir anda her sokaktan üstlerine çullanacaklardı. Ne olacağını bilmese de, hayra alamet olmadığı açıktı.

"... ardından azar azar kaynayan suyu ekliyorsun. Hey, dinliyor musun?" dedi genç adam, hafiften bozularak.

"Sivil görüyor musun etrafta?" diye sordu kız ona.

"Ne?" diye afalladı, sorunun mantığını anlayamayan adam.

"Sivil polis, diyorum. Görüyor musun?" diye, daha açık şekilde tekrarladı, sırtındaki çantanın kayışlarını sıkılaştıran kız.

Ondan daha uzun olan siyah tişörtlü adam, parmaklarının üstünde doğrularak şöyle bir etrafı taradıktan sonra, başını olumsuz şekilde salladı.

"Artık çok daha fazla uzmanlaştılar. Senden benden ayırt edilemiyorlar," dedi bir yandan.

"Yine de bir kaç tane de olsa bariz olanlar oluyordu. Garip bir şeyler..."

Ancak cümlesini tamamlayamadan, yakınlarda bir yerlerden gelen patlama sesiyle birlikte donarak kaldı. Zaman yavaşlamışken, mavi gökyüzünün altında yükselen alev öbeğine çevrildi gözleri.
Basınçla birlikte etrafa saçılan kol, bacak ve et parçalarının kalabalığın üstüne yağışını gördü yavaşça.

Bir kaç sıra önündeki insanların çoğunun eş zamanlı şekilde yere yığıldığını gördü. Onların ardındaki sırada bulunanlardan bazıları ise acıyla haykırmıştı.

Babasının omuzlarına yerleşmiş çocuğun alnındaki delikten kanlar süzüldüğünü de gördü. Bir an sonra ise, hızla fışkıran kan taneleri yüzüne sıçrarken gözlerini kapamak zorunda kaldı.

Kızın bilinci olan biteni daha kavrayamasa da, gözlerini açtığı sırada, beynindeki sinaptik bağlantılar ateşlendi ve saliseler içinde kaçma güdüsü kontrolü ele geçiriverdi. Yanındaki oğlan da, o da, refleksif olarak birbirlerinin elini tutarak arkaya döndüler.

Döner dönmez, ikinci bir patlama, bu sefer çok daha yakınlarında gerçekleşti ve görüntüler solarken, yere yığıldı. Son gördüğü şey, katliamdan kaçmak için koşan birisinin yerdeki kandan dolayı kayıp düşmesi olmuştu.

Üç saniye geçmişti, sadece üç saniye. Bu kısa süre, ahenk ve neşeyle yürüyen kalabalığın kaosa ve kana bulanması için yetmişti.

---

Etraftan sesler gelirken, karanlığın içinde bulunan kız neler olduğunu anlayamadı. Evde olduğunu sanarak, neden bu kadar gürültülü olduğunu merak etti. Birileri ziyarete mi gelmişti? Gözlerini yavaşça açmaya çalıştığında, sol gözünde bir sızı hissetti ve onu aralayamadı. Sağ gözü ise masmavi gökyüzüne doğrulmuşken, eli kendiliğinden, merakla, diğer gözüne gitti. Yapış yapış bir şeyler vardı, neydi ki bu? Eline baktığında bunun kan olduğunu anladı. Bununla birlikte olan biten her şeyi hatırlamıştı.

Elinden geldiği kadar hızlı doğrulunca, etrafında toplanmış pek çok kişiyi gördü.

"Yaşıyor! Burada hayatta olan birisi var!" diye bağırdı birisi ve anında dibinde bir doktor belirdi.

"N'apıyorsun? Uzan!" diyen adam, yüzünün sol tarafını inceliyordu bir yandan.

"Arkadaşım... o nerede?" diye sordu ve ona uymayı reddederek ayağa kalktı.

Üstünde bir şeyler olduğunu fark edince bakışlarını ona doğrulttu. Özgürlük temalı, plastik bir pankarttı bu. Yere atarak etrafına bakındı.

"Neler... ne oldu...?" diye sayıklamıştı bir yandan.

Açık olan tek gözü yaşarmıştı bunu derken. Genzi ve ciğerleri de yanıyordu.

"Gaz attılar, polis geliyor!" diye bağırdı birisi o sırada.

"Yolu kapadılar, ambulans giremiyor!" diyen, üstündeki gömlek kana, başkasının kanına bulanmış bir adam haykırdı.

Sağ gözündeki bulanıklık geçmeye başlamış kız, o sırada alanı daha net görebilmeye başlamıştı. Kendisinin de bulunduğu yaralıların bir araya getirildiği alan, patlama bölgesinden yüz metre kadar uzaklıktaydı. Kimisi koşturan, kimisi amaçsızca dolanan pek çok insan vardı çevresinde. Az sayıda doktor yaralılara müdahale etmeye çalışırken, başka bir taraftaki kalabalık polis barikatına saldırıyor ve ambulans yolunu açmaya çalışıyordu. Ancak bir kısmının yüzü öfkeyle çarpılmış, bir kısmı gülen güvenlik güçleri onları engelliyordu.

"Barış nerede?" diye sordu, onu inceleyen doktora.

İşine odaklanmış adam onun dediğini duymamıştı bile. Sol göze isabet etmiş demir bilye, gözün frontal tarafını penetre etmiş olsa da çok derine girememişti. Ancak gözü ezerek, akının akmasına ve tamamen işlemez hale gelmesine yol açmıştı. Operasyonla kurtarılma şansı yoktu. Yani genç kız, ömür boyu bir daha o gözünü kullanamayacaktı. Yine de cismin orada kalmasına, enfeksiyon riski yüzünden izin veremezdi.

Böylelikle, yanındaki kutudan çıkardığı iğneyle lokal anestezi uyguladığında, kız acıyla inledi fakat zaman kaybetmeyerek, lateks eldivenli elinde tuttuğu tıbbi cımbız ile cismi hemen çekip çıkardığı gibi yaraya anti-septik döktü. Sarmaya geçecekti ki, açık sarı saçları kan ile kızıla bulanmış kız bu sırada yere yığılıverdi.

"Kendini kaybetme, kafa travman var. Uyumaman gerek," diyen adam, yüzünün sol tarafını sardığı gibi kızı omuzlarından tutarak kaldırdı. Bir yandan, kendisinin de taktığı -bu tarz olaylar için tasarlanmamış olsa da çok hafif şekilde işe yarayan- tıbbi maskelerden birini kızın yüzüne geçirmişti.

Biber gazı içinde nefes almaya çalışarak fısıldadı "Her şey düzelecek."

Ardından, alnındaki teri kolunun tersiyle sildikten sonra, birisine el etti.

"Ambulans gelene kadar onu uyanık tut. Gerekirse dolandırabilirsin," diye, yardıma koşan gür bıyıklı adama direktif verdi.

"Tamam," diyen şoför, genç kıza destek olarak onu kanlı bölgeden uzaklaştırmaya yeltense de kız direnerek durdu.

"Barış'ı bulmam gerek," dedi, adama.

İlk başta ona karşı çıkmak istese de, yüzünün yarısı sarılı genç kızın geri kalan tek gözündeki acı dolu ifadeyi görünce gönlü bu isteği reddetmeye el vermedi.

"Arkadaşın nasıl birisi, kızım?" diye sordu, yumuşak bir sesle.

"Uzun, koyu tenli. Siyah, uzun saçları ve sakalı var," dedi, minnettar olan kız.

Daha çok detaya girmek istese de, aklına gelen bir şeyden dolayı kelimeler boğazında düğümlenivermişti.

"Tamam, kızım. Yaralılar arasındadır herhalde, gel bakalım," diye yanıtladı adam ve alanı gezmeye koyuldular.

İlerleyen dakikalarda, bayraklar ve pankartlardan yapılmış sedyelerin üstünde bulunan yüzlerce yaralının arasında dolaşsalar da, onu bulamadılar bir türlü. Adam, kızı mümkün olduğunca patlama bölgesinin vahşetinden uzak tutmaya çalışsa da bir işe yaradığı söylenemezdi. Önünden geçtikleri, kırmızı saçlı bir kadın "Hepimizi öldürecekler!" diye ağlıyordu telefonda. Kamerasını yere bırakmış bir haberci, kendini tutamayarak yüzünü elleriyle kapamış ve hüngür hüngür ağlıyordu. Ağzından kanlar boşanan, bilinçsiz bir gencin başındaki kadın doktor bütün gücüyle ona kalp masajı yaparak hayata döndürmeye çabalıyordu. Börekleri yere saçılmış bir kadın, oturmuş ağıt yakıyordu. Birbirine sarılmış iki tane orta yaşlı adamdan biri, ağlayan diğerini durdurmaya çalışmadan sadece tutuyordu. Kan, uzuv, et ve demir parçaları her yere saçılmıştı. Barış ve özgürlük temalı pankartlar kızıla bulanmıştı.

Bu esnada, polisi geri püskürtmeyi başarmış olan grup sayesinde ambulanslar tek tük alana girebilmeye başladı. Kızın da enerjisi tükenmeye yüz tutsa da, Barış'ı bulmak konusunda diretmeye devam etti. Bıyıklı adam, ona arkadaşının ölmüş olabileceğini nasıl söyleyebileceğini bilmediği için kızla birlikte dolanmaya devam etti. Ayrıyetten, kızdan çok daha ağır yaralılar vardı ve önce onların tahliye edilmesi gerekiyordu.

Böylelikle, kalan küçücük umut kırıntısına tutunarak arayışı sürdürmeye devam ettiler. Ancak bir süre sonra, adamı daha acil bir ihtiyaç için çağırdılar.

"Bir yere gitme. Geri geleceğim," diyerek, gözleri dolmuş bir şekilde ayrılarak, onu yalnız bıraktı.

Ona uymayı bir an bile aklından geçirmemiş kız tekrar doğruldu ve bu sefer, daha önce inanmak istemediği olasılığa boyun eğerek patlama alanına doğru yol aldı. Gözü Barış'ı arıyordu ve onu, kısmen, bulması uzun sürmedi.

Bedeni parçalanmış Barış, cansız halde yerde uzanıyordu.

Geriye kalan bütün enerjisi de çekilen kız, yere düşerek ağlamaya başladı. Arkadaşının kanı içinde oturmuş, gözünden yaşlar akarken, hayatta kalan ve hala yaşama şansı olanları kurtarmaya çalışan kalabalığa saldıran polisi gördü. Bunlar olup biterken bir yandan da etrafındaki dünya kararmaya başlamıştı, yaşam enerjisi gittikçe azalıyordu. Ölümün yaklaştığını hissederek, aciz şekilde direnmeye çabalasa da yaralı bedeni ve aklı buna el vermedi.

Ve her şey karanlığa büründü...

---

Boşluğun içinde süzülen kız, kendi bedeni haricinde hiç bir şey göremiyordu. Sadece, karanlığın hakim olduğu uçsuz bucaksız bir boşluk vardı. Başka bir an olsa, içine düştüğü bu garip durumu sorgulayabilirdi fakat o anda hissettiği tek şey, ölçmesi imkansız bir acıydı.

Dakikalar boyunca süzülmeye ve ağlamaya devam etti, öteki hayatta mı olduğunu ya da ölüp ölmediğini umursamadan. Ancak bir süre sonra yaşlar duruldu ve -kısmen- rahatlamış bir boşalma hissi, bunun yanında da büyük bir yorgunluk çöktü üstüne. Bir yandan nerede bulunduğunu sorgulamaya başladı, cidden ölmüş müydü?

O anda, bedeni süzülmeyi kesti ve çevresi bir anda aydınlanarak, önünde beliren çelik mavisi, yuvarlak ve geniş platformu aydınlattı. Dairenin ortasında, hava -sanki cayır cayır yanan bir alev varmışçasına- bulanıyor ve etrafa ısı saçıyordu. Ancak insanı yakan bir sıcaklığı yoktu, tam tersine hoş bir ılıklığı vardı.

Artık yatışmış kız, neler olduğunu merak ederek, merkeze doğru yaklaşmaya koyuldu. Attığı her adımla beraber bulanıklık daha da belirginleşiyor, hatta belli bir forma bürünüyordu. Bir kaç metreden sonra insana benzer bir şekil, seçilebilir hale gelmişti. Daha da yaklaştıkça, ısı dalgasından oluşmuş bir bedeni apaçık biçimde görebilmeye başladı. İki yanında uzanan, her biri ikişer metre civarı kanatlara sahip form, kıza çevirmişti başını.

"Öldüm mü? Burası neresi?" diye sordu, kız ona.

Ancak konuşma şeklinde bir cevap gelmedi. Bunun yerine, aklının içinde bir fikir, daha doğrusu bilgi belirmişti. Kelimelerden, sesten ya da görüntüden değil, sadece kavramlardan oluşuyordu. Ona daha ölmediğini fakat çok yakın olduğunu bildiriyor, dünyaya geri dönmesini salık veriyordu. Aynı zamanda varlık, kendi tözünün kavrayışını da ona aktarmıştı; insanların melek dediği şeydi o.

"Ne? Tanrı gerçekten var mı yani?" diye sordu, kız.

İlginç şekilde, bu tecrübeyi garipseyemediğini belli belirsiz fark etti. Kendisine verilmiş tözden dolayı, önündeki yaratığın ve bu diyarın var olması ona gayet akla yatkın gelmişti.

Gelen yanıt, tanrı hakkında meleğin de bir bilgisi olmadığını iletti ona. O, diğer bütün canlılar gibi, sadece vardı. Melek kavramı, bir insan olan kızın anlaması için kullandığı bir şey idi ve tanrı konusunda, melekler de insanlardan daha ileri bir duruma gelememişti.

Kavram akışı devam ederken, ona bir teklif fikri sundu aynı zamanda. Kızın ve alanda bulunan herkesin yaşadıklarını görmüştü ve yardım etmek istiyordu. Bu görüş kıza aktarıldığında, onun dokusuna işlemiş bir tepki ve hüznü de fark etmişti sarışın kız.

"Sen..." diyen kız durakladı, yaşadığı şeyi tam anladığı söylenemezdi. Geri çekilerek etrafına bakındı ve vücudu titremeye başladı. Sıcaklıktan uzaklaşırken, ürpertici bir soğukluk da çökmüştü. Rahatlatıcı hava bir anda dağıldı ve paniklemeye başladı. Bu... bu doğru olamazdı. Biraz önce insanlar ölüyordu, kan... Barış ölmüştü.

"Hayal görüyorum. Ölüyorum ve zihnim sapıtıyor," diye kendi kendine konuştu "Bütün bunlar yalan."

Kesik kesik nefes almaya ve kontrolunu kaybetmeye başlamıştı ki, ona yaklaşan ısıl varlık kızı yatıştırdı. Hasarlı bedenini ve zihnini sarmalayan, rahatlatıcı bir duşa benzer sıcaklık sayesinde nefesi düzeldi ve şüphe uçmaya başladı.

"Bütün bunlar gerçek, değil mi? Yaşadığım her şey... bütün o katliam," dedi, konuşurken bile canı yanan kız.

Varlık onu onayladı, ardından bir kavram dalgası daha yollayarak acele etmesini söyledi. Eğer yaşamak istiyorsa meleği bünyesine kabul etmeliydi, kız ile onun tözü bir araya gelerek tek bir varlık haline bürünmek zorundaydı. Onu şu ana kadar hayatta tutabilmiş tek şey, varlıktan kaynaklanan sıcaklık idi.

"Ne istiyorsun peki benden?" diye sordu, aklını başına toplayan sarışın kız.

Melek, ona tek bir kavram yolladı bunun üstüne; adalet.

---

Derin bir nefes alarak uyanan kız, diğer boyutta bulunduğu süre boyunca, bu dünyadaki zamanın hiç ilerlemediğini fark etti. Ayağa kalktığında, uzun bacaklarını sarmalayan bej rengi, dar kotun kana bulanmış olduğunu gördü. Bir an sonra, önünde yatan arkadaşının bedeninden kalanlara baktı ve açık kalmış gözlerini yavaşça kapadı. Bunu yaparken canı yanmış olsa da, delirtici acı dalgası artık geçmişti ve bedeninin her tarafına bir sıcaklık dalgası hakimdi. Neredeyse yaşam enerjisi ile dolup taşıyor bile denebilirdi.

Böylelikle, Barış'ın bedenini daha sonra almaya and içti ve yüreğinde beliren yeni bir kuvvetle harekete geçti. Doktorların yanına koşuyordu ve tek bildiği, yardım etmek için elinden gelen her şeyi yapacak olduğuydu.

Çevrimdışı milenya

  • **
  • 260
  • Rom: 6
  • Belki de Tanrı bize inanmıyor!
    • Profili Görüntüle
Ynt: On Ekim, Kanlı Ekim
« Yanıtla #1 : 27 Ekim 2016, 00:12:25 »
Sizin kendini aşıp sayfalardan taşan romansı hikayelerinizin arasından daha kısa olanını gördüğüme memnun oldum çünkü gerçekten merak ediyordum yazımınızı.

Öncelikle bir hikaye şeklinde değerlendirmek gerekirse özellikle detaya girme konusunda güzel bir başarı vardı. Yani ne çok detaya girilmiş ne de kafamızda büyük soru işaretleri bırakmış bir öyküydü. Sanılmasın ki tüm merakı gideriyor, aksine öncesi ve sonrası için heyecan yaratıyor fakat anlattığı anı yeterli ölçüde sunabilmiş.

Öykünün Düşler Limanı'na ait olduğunu düşünürken de birden fırlayan sıcaklık dalgaları (spoiler olmasın) beni ters köşe etti.

Yazım ve noktalama hatasını iki yerde gördüm, söylemesi bile ayıp olur. Onun dışında gelelim biraz sevimsiz bulduğum tarafa:

Alıntı
Hazırlık olarak çantasına limon atıp gelmiş bir kadın ise, onları belki de kullanmasına gerek kalmayacağını düşünmeye başlamıştı. Çocuğuyla gelmiş bir baba ise, onu omuzlarına alarak devleştirmişti. Yerel baş örtüsü ve şalvarla giyinmiş yaşlı bir kadın ise, evde hazırlayıp getirdiği börekleri, etrafındaki gençlere dağıtıyor ve bir yandan sohbet ediyordu. Topluluğun diğer tarafında, su ve simit satan henüz ergen yaşta birinin ise etrafına pek çok kişi doluşmuş ve aceleyle paraları uzatıyorlardı.

Burada olduğu gibi bir cümle onu takip edene aşırı benziyor. Bir yerden sonra cümlelerde 'ise' aramaya başladım. Benim bununla derdim yok lakin okuyucuyu aksatıyor mu diyeyim, bilemedim ama bir başka örnek vereyim.

Bir paragrafta birbirinden ayrı cümleler içinde çokça 'ağlamak' kelimesi geçiyordu. Bir yerden sonra her 'ağlıyordu' yazısını içimden ahenkle tekrarlamaya başladım. Ama sıkıntılı bir halde. Hani konuştuğunuz kişi sürekli 'zira' diyorsa bir yerden sonra onunla konuşurken onun 'zira' diyeceği yerde içinizden aynı kelimeyi alaycı bir şekilde tekrarlarsınız ya, öyle oldu biraz.

Ellerinize sağlık, güzel ve akıcı bir öyküydü. 
Spoiler: Göster

Çevrimdışı Celebhol

  • **
  • 215
  • Rom: 8
    • Profili Görüntüle
Ynt: On Ekim, Kanlı Ekim
« Yanıtla #2 : 27 Ekim 2016, 03:17:37 »
Sizin kendini aşıp sayfalardan taşan romansı hikayelerinizin arasından daha kısa olanını gördüğüme memnun oldum çünkü gerçekten merak ediyordum yazımınızı.

Öncelikle bir hikaye şeklinde değerlendirmek gerekirse özellikle detaya girme konusunda güzel bir başarı vardı. Yani ne çok detaya girilmiş ne de kafamızda büyük soru işaretleri bırakmış bir öyküydü. Sanılmasın ki tüm merakı gideriyor, aksine öncesi ve sonrası için heyecan yaratıyor fakat anlattığı anı yeterli ölçüde sunabilmiş.

Öykünün Düşler Limanı'na ait olduğunu düşünürken de birden fırlayan sıcaklık dalgaları (spoiler olmasın) beni ters köşe etti.

Yazım ve noktalama hatasını iki yerde gördüm, söylemesi bile ayıp olur. Onun dışında gelelim biraz sevimsiz bulduğum tarafa:

Alıntı
Hazırlık olarak çantasına limon atıp gelmiş bir kadın ise, onları belki de kullanmasına gerek kalmayacağını düşünmeye başlamıştı. Çocuğuyla gelmiş bir baba ise, onu omuzlarına alarak devleştirmişti. Yerel baş örtüsü ve şalvarla giyinmiş yaşlı bir kadın ise, evde hazırlayıp getirdiği börekleri, etrafındaki gençlere dağıtıyor ve bir yandan sohbet ediyordu. Topluluğun diğer tarafında, su ve simit satan henüz ergen yaşta birinin ise etrafına pek çok kişi doluşmuş ve aceleyle paraları uzatıyorlardı.

Burada olduğu gibi bir cümle onu takip edene aşırı benziyor. Bir yerden sonra cümlelerde 'ise' aramaya başladım. Benim bununla derdim yok lakin okuyucuyu aksatıyor mu diyeyim, bilemedim ama bir başka örnek vereyim.

Bir paragrafta birbirinden ayrı cümleler içinde çokça 'ağlamak' kelimesi geçiyordu. Bir yerden sonra her 'ağlıyordu' yazısını içimden ahenkle tekrarlamaya başladım. Ama sıkıntılı bir halde. Hani konuştuğunuz kişi sürekli 'zira' diyorsa bir yerden sonra onunla konuşurken onun 'zira' diyeceği yerde içinizden aynı kelimeyi alaycı bir şekilde tekrarlarsınız ya, öyle oldu biraz.

Ellerinize sağlık, güzel ve akıcı bir öyküydü. 

Hem övgü hem de yergi için teşekkür ederim.

Belirttiğim gibi özerk bir hikaye yaratmaya çalışmıştım. Bunu başarabilmiş olmama sevindim.

Eleştirilerinizin gayet yerinde olduğunu belirtmeliyim. Belli bağlaçları çok kullanabildiğimin farkındayım. Değiştirmeye çalıştığım bir nokta. Parmak basmanız da doğru yolda ilerlediğimi göstermiş oldu aslında. Kelime kullanımındaysa, genellikle dediğiniz olayı yapmamaya çalışırım ama bu sefer öyle denk gelmiş.

Akıcı yazdığım yorumunu çok aldım ve açıkçası beni mutlu ediyor. Aktarmak istediğim şeyi olabildiğince net ve aynı zamanda okuyucunun dikkatini kaybetmeden vermek isterim.