Aslında geçmemeliyiz. Ama geçiyoruz, insanız, elimizde değil... Atıyorum, en sevdiğimiz yabancı bir kitaptan/çizgi romandan bahsederken bile çoğunlukla objektif olamıyoruz. Genelde kötü yanlarını "
O kadar da olur," diyerek görmezden geliyoruz. Hatta beğenmeyenlere saldıranlarımız, eseri tutkuyla savunanlarımız bile oluyor.
Yerli çizgi roman ve eserlerde bu durum bir tık daha artıyor. Çünkü bu sefer işin içinde milli duygular var. Türk fantastik edebiyatı/çizgi romanı da gelişsin istiyoruz. O nedenle çok ahım şahım olmasalar da okuduğumuz eserleri bizden biri yazdığı/çizdiği için biraz daha az eleştiriyoruz. Pembe gözlüklerle bakıyoruz. "
Bundan iyisi var mı sanki?", "
Bir yerden başlamak lazım," ve eleştirenlere de "
Çok biliyorsan daha iyisini sen yap da görelim," demek başlıca diyaloglarımız

Ha, bir de tanıdığımız bir yazar/çizerse... işte o zaman hepten değişiyor iş. Çünkü bu sefer de karşımızdakini kırmamak, cesaretlendirmek, destek olmak gibi düşünceler giriyor işin içine. Kendimden bir örnek vermem gerekirse,
Seyfettin Efendi'yi seviyorum ve her fırsatta övüyorum, satın almaları için insanları teşvik ediyorum. Ama aslında övdüğümün yarısı kadar beğeniyorum. Bir "Hızır Bey" değil benim için. (Affola Devrim)
Kısacası
esere değil, kişiye göre eleştiriyoruz. O kişiyi sevdiğimiz için çalışmasını sevmesek de şişiriyoruz. Bunun sonucunda da ilk çıkan kitabı kalitesiz bir şey oluyor belki de. Çünkü o kişi kendini çok iyi yazar/çizer olarak görüyor.
Hazal'ın bahsettiği fanatikleşen hayranlarsa apayrı bir konu. Kendisi uzun uzun değinmiş zaten. Katılıyorum dediklerine. Buna ek olarak eleştiriyi hiç kaldıramayan, en ufak bir şeyde "
Emeğe saygı!" diye bağıranlar da var. Neden? Adam/kadın hiç kötü eleştiri almamış ki o güne kadar... Hep pohpohlanmış, göklere çıkarılmış. Bir kişi çıkıp da, kibarca olsa bile, "
Şunu sevmedim," dediği an kıyamet kopuyor.
O yüzde bence de öncelikli olarak tartışılması gereken konu ortamın sağlıksızlığı ve yazarların/çizerlerin kötü eleştiri kaldırıp kaldıramadığı.